“...Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım...” iradesiyle başladı insanın varoluş hikâyesi.
Meleklerin “...Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz...” demelerine karşılık Allah da, “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” (Bkz. Bakara, 2/30) buyurarak yaratılış hikmetini beyan etmişti.
Yasak meyveyi yiyen Hz. Âdem ve Hz. Havva dünyaya gönderildiğinde anladılar ki bundan sonra imtihanlara tâbi tutulacak ve karşılaştığı zorluklarla baş edebilme yollarını arayacaklar.
İlk dünya sınavlarını ciğerpare evlatları üzerinden yaşadıklarında ise iyilik ve kötülük kavramıyla tanıştılar. Ve yine gördüler ki artık yeryüzünde her şey hayır ve şer etrafında şekillenecek ve bu iki zıt kelimeler insanın ahlak açısından gelişmesine ya da gerilemesine, ömrünü imar etmesine veya heba etmesine vesile olacak.
Mevlana'nın “Kardeşim sen düşünceden ibaretsin… Geriye kalan et ve kemiksin. Gül düşünürsen gülistan olursun, diken düşünürsen dikenlik olursun.” dediği gibi iyilik fikirle başlar, zikirle dile gelir, birebir uygulanır, takdirle karşılanır, ecirle sonuçlanır.
“Ameller niyetlere göredir.” (Buhârî, Bedü’l-vahy, 1) sözüyle de her güzel iş kalpte şekillenir, dilde kelimelere çevrilir, diğer âzâlarda davranışa döner, on mislinden yedi yüz katına kadar sevap yazılır. (Bkz. Buhârî, Îmân, 31)
Kimi zaman hemen kapı önündedir iyilik, çok yakındır. Davetsiz gelen misafir gibi, buyur edilmeyi bekler. Kimi zaman da kapı ardındadır, pek uzaktır. Yâd ellerde gurbetçi misali hasretle evine dönmeyi gözler.
Allah Rasûlü’nün ifadesiyle “...Gönlünü huzura kavuşturan ve içine sinen şeydir...” (Dârimî, Büyû", 2) iyilik.
Sıcacık bir tebessüm ya da ikram edilen bir tas çorba insanın içini ısıtır. İhtiyaç sahibine uzatılan bir el ya da çıkmaz sokaklarda kaybolan birine yol olmak gönlünü aydınlatır. Bir gencin önünü açmak ya da tabiata sahip çıkmak geleceği kuşatır. Bir yoksulu giydirmek ya da merhamet elbisesini giymek ayıpları kapatır.
En gizli şeyleri bilen (her şeyden) hakkıyla haberdar olan Cenabıhak “...Yapılan iş bir hardal tanesi ağırlığında olsa ve bir kayanın içinde yahut göklerde ya da yerin içinde bile olsa...” (Lokman, 31/16) çıkarıp getirendir.
İyilik asla kaybolmaz ve zayi olmaz. Bazen değersizmiş gibi görünen işler en kıymetli hazine sandıklarında tutulur. Bir kuruş yıllar sonra çok milyar, küçücük tohum büyük bir orman olur. Azlar çoğalır, sertler yumuşar, ıraklar yakınlaşır.
Bazen de küçük bir dokunuş, büyük etkilere neden olur. Bir su damlası dev dalgalara, bir kar tanesi çığa dönüşür. Güçsüz ve zayıf halkalar kopmaz zincir haline gelir.
“İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir...” (Bakara, 2/177) buyuran Rabbimiz asıl iyiliğin, hem bireyi hem de toplumu ilgilendiren iman, infak, güzel ahlak, ibadet ve salih amelleri içine alan dini hükümlerle gerçekleşeceğini söyler.
İyilik durağan değil, hareket halinde, pasif değil sürekli aktiftir. Gün doğar, ayağa kalkar insan. İyilik için adım atar, yürümeye başlar ve çoğu kez koşar. Gün batar, hâlâ ayaktadır. İyiliğin bekası için çalışır, çabalar, emek harcar. Yeryüzünde iyilik hâkim oluncaya kadar say’ü gayretle seyrüsefer eyler.