Bir gazve dönüşüydü. Zayıf ve yorgun devesi, Câbir b. Abdullah’ın kafileden biraz geri kalmasına sebep olmuştu. Durumu fark eden Peygamberimiz, Câbir’in yanına gitti. Ona yardım etti ve devesini yola koydu. Yolculuğun kalan kısmını beraber sürdürdüler. Sohbet sırasında Resûlullah bir ara sözü evliliğe getirdi ve bu genç sahâbîye sordu: “Evlendin mi Câbir?” “Evet, ey Allah’ın Resûlü.” diye cevapladı Câbir. Hz. Peygamber (s.a.s), “Bakire ile mi yoksa dul ile mi?” diye sorunca, “Dul ile.” dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Bakire birini alsaydın da, birbirinizle neşeli vakit geçirseydiniz ya!” buyurdu. Câbir durumu şöyle açıkladı: “Ey Allah’ın Resûlü! Babam Uhud günü öldürüldü. Geriye dokuz kız bıraktı. Yani benim dokuz kız kardeşim var. Ben de onları bir arada tutacak, saçlarını tarayacak (bakımlarını yapacak) ve onlara göz kulak olacak bir kadınla evlenmek istedim.” Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz, “Doğru yapmışsın, artık sen (Medine’ye) varıyorsun. Akıllı davran (eşine karşı sorumluluklarını yerine getir).” buyurdu. Medine’ye geldiklerinde de bu yeni evliliği desteklemek için Câbir b. Abdullah’a maddî yardımda bulundu.1
Peygamber Efendimiz, fizikî ve ruhî bir beraberlik olan evlilikte kişinin eşiyle neşeli ve huzurlu vakit geçirmesinin, kaynaşıp hemhâl olmasının doğal bir ihtiyaç olduğuna ve evlenirken bunun göz önünde bulundurulması gerektiğine işaret etmişti. Evliliklerin daha uyumlu ve devamlı olması için şartların imkân verdiği ölçüde en uygun şekilde eş seçimi yapılması gerekliydi. Allah Resûlü’nün eş seçimi konusunda dikkat edilmesi gereken hususlara dair tavsiye ve uyarıları her ne kadar erkeklere hitap ediyor görünse de taşıdığı hükümler bakımından her iki cinsi de kapsamaktaydı. Peygamber Efendimizin tavsiyelerinde bekârete vurgu yapması, eşlerin birbirlerine daha kolay alışıp bağlanmalarını temin etmeye yönelikti. Nitekim kendisi de Hz. Âişe’nin dul ve bakire arasında tercih yapması istenildiği takdirde hangisini seçeceği yönündeki iması üzerine bakire olana işaret etmişti.2 Benzer şekilde, “Bakire kızlarla evlenmeye bakın. Çünkü onlar daha tatlı sözlü, çocuk doğurmaya daha yatkın ve daha kanaatkârdırlar.”3 buyurmuştu.
Sevgi dolu, tatlı sözlü, güler yüzlü ve sevecen olmak, ailedeki huzurun temini, doğurganlık da neslin devamı için tercih edilmekteydi. Ancak Peygamber Efendimizin, daha önce zikredilen hadiste, Câbir’in evlenmesinin gerekçesini dinledikten sonra, “İsabet ettin.” şeklinde onaylaması ve Hz. Âişe dışında bakire bir kızla evlenmemesi4 bu durumun kişilerin özel hâllerine göre değişebileceğine işaret etmekteydi.
Peygamber Efendimiz, sadece gayrimeşru hayat sürdüren kadınlarla evlenmeyi hoş karşılamazdı. Bedir ve Uhud savaşlarına katılan Mersed b. Ebû Mersed güçlü kuvvetli olması sebebiyle Mekke’deki Müslüman esirleri Medine’ye taşırdı.5 Mekke’de Anâk ismiyle anılan bir fahişeyi kastederek bir gün Hz. Peygamber’e, “Yâ Resûlallah, Anâk ile evlenebilir miyim?” diye sormuştu. Allah Resûlü hiçbir şey demeden sustu. Bir müddet sonra, “Zina eden erkek ancak zina eden veya Allah’a ortak koşan bir kadınla evlenir… ”6 âyeti nazil oldu. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s) Mersed’i çağırıp bu âyeti okuduktan sonra, “Onunla evlenme.” buyurdu.7 Yine bu anlamda, “Kendisine zina cezası uygulanmış bir erkek, ancak kendisi gibi olan bir kadınla (zaniye) evlenebilir.”8 buyurarak zina eden kadın ve erkeklerin birbirleriyle evlenmeye daha layık olduklarını belirtmişti. Dolayısıyla nikâh akdi ile evlenmenin, meşruiyet ile birlikte iffeti de sağladığı, zinanın ise iffetsizlik, çözülme ve fesat anlamına geldiği ifade edilmiş oluyordu.
Peygamber Efendimiz, “Birlikte olacağınız eşler konusunda seçici davranın, denginizle evlenin. (Kızlarınızı da) emsalleriyle evlendirin.”9 hadisiyle de “kefâet” yani denkliğin eşler arasında uyumun ve evliliğin devamının sağlanmasında önemli bir etken olduğuna işaret etmiştir. Denklik, evlenecek kız ve erkeğin hassasiyetine bağlı olarak sosyal statü, çevre, eğitim, malî durum gibi konularla ilgili olabilir. Kefâet, daha huzurlu ve uyumlu aile ortamına zemin oluşturmak amacıyla tavsiye edilen bir husustur. Mesela eş adaylarından birisinin iyi imkânlar içinde büyümüş ve iyi bir eğitim almış olmasına rağmen diğerinin imkânsızlıklarla yetişmiş, eğitim alamamış, hayata erken atılmak zorunda kalmış olması farklı açılardan sıkıntılar doğurabilmektedir. Nitekim Peygamber Efendimizin halasının kızı Zeyneb bnt. Cahş ile Zeyd b. Hârise’nin evliliği Kur’an-ı Kerim’de bile konu edilmiştir: “(Resûlüm!) Hani Allah’ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye, ‘Eşini yanında tut, Allah’tan kork!’ diyordun. Allah’ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana layık olan Allah’tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlâtlıkları, eşleriyle ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) müminlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir.”10 Âyete konu olan Zeyneb, soylu ve varlıklı bir ailenin kızı iken, Zeyd kölelikten azat edilmiş bir insandı. Hz. Peygamber Zeyneb’le evlâtlığı olan Zeyd b. Hârise’yi evlendirdi. Fakat anlaşamadılar. Zeyd, zaman zaman Allah Resûlü’ne şikâyete gelir, o da Allah’tan sakınmasını, eşiyle birlikteliğini sürdürmesini tavsiye ederdi.11 Neticede yine geçinemeyip ayrılmak zorunda kalmışlardı.
Eşlerin birbirlerine karşı saygı ve güven duyması, birbirlerini benimsemesi açısından kefâetin yani eşler arası denkliğin dikkate alınması gerekir. Zira Peygamber Efendimiz, Veda Haccı’nda, “Ey insanlar, dikkat ediniz, Rabbiniz birdir, babanız birdir. Arap’ın Acem’e (Arap olmayana), Acem’in Arap’a; beyaz tenlinin siyaha, siyah tenlinin beyaza bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir.”12 buyurmuştur.
Eğitim, kültür, sosyal statü gibi konularda denkliğin eşlerin uyumlu bir birliktelik sürdürmelerine katkıda bulunduğu bilinen bir gerçektir. Ancak bu durum aile huzuru açısından kefâetin yegâne belirleyici olduğu anlamına gelmez. Nitekim Hz. Peygamber’in Zeyd ile Zeyneb’in evliliğine aracı olması, ayrıca cariyelerini güzelce eğittikten sonra azad ederek onlarla evlenenlerin iki kat sevap alacağını bildirmesi13 şahısların durumuna göre kefâetin öneminin de değişebileceğini göstermektedir. Benzer bir şekilde Peygamber Efendimiz döneminde Mekke’nin ileri gelen ailelerinden birine mensup olan Ebû Hüzeyfe b. Utbe, evlat edindiği azatlı kölesi Sâlim’i, kardeşi Velîd’in kızı Hind ile evlendirmiştir.14
Mekkeli bir aile tarafından evlât edinilmiş olan Mikdâd b. Esved de Abdurrahman b. Avf’ın kızına talib olmuş, ancak Abdurrahman bu teklifi kabul etmediği gibi ona kızmıştır. Daha sonra Peygamber Efendimiz Mikdâd’ı teselli etmek üzere onu amcası Zübeyr’in kızı Dubâa ile evlendirmiştir.15
Peygamber Efendimiz, “Kadınla dört şeyden dolayı evlenilir: Malı, soyu, güzelliği ve dini için. Sen dindar olanı seç ki, berekete erişesin!”16 buyurarak evlenirken göz önünde bulundurulabilecek bazı vasıflara işaret etmiştir. Eşinin zengin, toplumda tanınan ve saygı gören bir aileye mensup, ayrıca düzgün bir fiziğe sahip olmasını istemek tabii bir durumdur. Nitekim Resûl-i Ekrem, yanına gelip ensardan bir kadınla evlenmek istediğini söyleyen sahâbîye, “Onu gördün mü?” diye sormuş, sahâbî “Hayır!” deyince de, “Öyleyse git de ona bir bak! Çünkü ensarın gözleri biraz farklıdır (küçük ve mavidir).”17 buyurmuştur. Hudeybiye Barış Anlaşması görüşmelerinde Peygamber Efendimizin koruyuculuğunu yapan Muğîre b. Şu’be de evlenmek istediğini söyleyince, ona da evleneceği hanıma bakmasını ve bu durumun aralarındaki sevgi ve kaynaşmayı artıracağını söylemiştir.18
Hayatın en mühim kararlarından biri olan eş seçiminin, gerek kadınlar gerekse erkekler açısından en önemli kriterinin ise dindarlık ve güzel ahlâk olduğu anlaşılmaktadır. Yukarıda anılan hadisin sonundaki “Sen dindar olanı tercih et ki, berekete erişesin.”19 bölümü bunu açıkça ifade etmektedir. Resûlullah’ın berekete erme yolundaki dilek ve dua cümlesi, hem dünyada hem de âhirette saadete kavuşma temennisini ifade eder. Evlilik, temelleri bu dünyada atılsa da âhirete kadar uzanacak olan bir beraberliktir. Ona süreklilik ve anlam kazandıran sır ise, eşlerin dindar ve güzel ahlâk sahibi olmalarıdır. Zenginlik, asalet ve güzellik gibi diğer özellikler geçicidir. Hâlbuki yuvadaki geçim, huzur ve mutluluğun devamlılığı, ailenin sıkıntılara karşı metanetli olması dinî hassasiyet ve ahlâkî olgunluk gibi iki temel değerle mümkündür.
Bir gün Peygamber Efendimiz ve ashâbı otururken yanlarından zengin bir adam geçer. Allah Resûlü, “Bu kişi hakkında ne dersiniz?” diye sorar. Mecliste hazır bulunanlar, “Bu kimse bir kadına talip olduğunda nikâhlanmaya, aracılık ettiğinde aracılığının kabul edilmesine, konuştuğunda dinlenmeye layık biridir.” derler. Resûlullah bir süre sükût eder. Bu arada fakir Müslümanlardan biri geçer. Bu defa da, “Bu kişi hakkında ne dersiniz?” diye sorar. Orada bulunanlar, “Bu kimse bir kadına talip olduğunda nikâhlanmaya, aracılık ettiğinde aracılığı kabul görmeye ve konuştuğunda sözüne itibar edilmeye layık değildir.” derler. Bunun üzerine Resûlullah, “Bu (fakir), öteki (zengin) gibi dünya dolusu insandan daha hayırlıdır.” buyurur.20
Sevgili Peygamberimiz eş seçiminde asıl olan değerleri bir kenara bırakarak, geçici vasıfların cazibesine kapılmamaları konusunda inananları şöyle uyarır: “Kadınlarla sırf güzellikleri sebebiyle evlenmeyin. Güzellikleri onları helâk edebilir (hatalı davranmaya sevk edebilir). Onlarla malları nedeniyle de evlenmeyin. Malları da onları taşkınlığa (günaha) götürebilir. Fakat onlarla dindarlıkları sebebiyle evlenin. Burnu kesik, kulağı delik, siyahî, dindar bir cariye, (diğerlerinden) daha üstündür.”21 Aynı husus erkeklerin dindarlığı için de geçerlidir. Nitekim Peygamber Efendimiz bir gün ashâbına, “Dinini ve ahlâkını beğendiğiniz bir kimse size (dünür olarak) geldiğinde onu (kızınızla) nikâhlayın. Böyle yapmazsanız, yeryüzünde fitne ve bozgunculuk çıkar.” buyurur. Orada bulunanlar, “Ey Allah’ın Resûlü! Eğer o kimsede (denklik bakımından) bir eksiklik varsa?” deyince, Peygamberimiz, “Dinini ve ahlâkını beğendiğiniz bir kimse size (dünür olarak) geldiğinde onu (kızınızla) nikâhlayın.”22 cümlesini üç defa tekrarlayarak dindarlık ölçüsünün esas olduğuna, diğer özelliklerin de ancak bununla anlam kazanabileceğine işaret etmiştir.
Kur’an-ı Kerim’in, “Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler de kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara layıktır…”23 âyetinde evlilikte temiz ahlâk ve temiz yaşantının esas olduğuna ve insanların bu ölçülerle birbirlerine denk olabileceğine işaret edilmektedir. “Zina eden erkek ancak zina eden veya Allah’a ortak koşan bir kadınla evlenir. Zina eden bir kadınla da ancak zina eden veya Allah’a ortak koşan bir erkek evlenir. Bu, müminlere haram kılınmıştır.”24 âyetinde de evlilikte asıl hususun iffet ve ahlâk olduğu belirtilmiştir.
“İman etmedikleri sürece, Allah’a ortak koşan kadınlarla evlenmeyin. Allah’a ortak koşan kadın hoşunuza gitse de, mümin bir cariye, Allah’a ortak koşan bir kadından daha hayırlıdır. İman etmedikleri sürece, Allah’a ortak koşan erkeklerle kadınlarınızı evlendirmeyin. Allah’a ortak koşan hür erkek hoşunuza gitse de, iman eden bir köle, Allah’a ortak koşan bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar ateşe çağırırlar, Allah ise izniyle, cennete ve bağışlanmaya çağırır. O, insanlara âyetlerini açıklar ki, öğüt alıp düşünsünler.”25 âyetinde de Allah inancı olmayan ile makam mevki bakımından ne kadar üstün olursa olsun, mal bakımından ne kadar zengin olursa olsun, güzellik bakımından ne kadar etkileyici olursa olsun, evlenilemeyeceği belirtilmiştir. Ehl-i Kitap kadınlarla evlenme hususunda ise, “…Mümin kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da, mehirlerini vermeniz şartıyla, namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helâldir…”26 buyrulmaktadır. Dolayısıyla Müslüman kadınlarda olduğu gibi, Yahudi ve Hristiyan kadınlarda da iffetin en önemli özellik olduğu görülmektedir.
Allah Teâlâ, “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.”27 beyanıyla, eş ihtiyacının insan fıtratında var olduğunu, bunu meşru biçimde karşılayan evliliğin ise sevgi ve rahmet temelleri üzerine kurulması gerektiğini belirtmiştir. Resûl-i Ekrem (s.a.s) de Hz. Ali’ye hitaben söylediği şu sözleriyle evliliğe teşvikte bulunmuştur: “Ey Ali! Üç şeyi geciktirme: Vakti geldiğinde namazı (kılmayı), hazır olduğunda cenazeyi (defnetmeyi), dengini bulduğun zaman eşi olmayan kadını (evlendirmeyi).”28
İnsan, sevgi ve rahmeti elde etmek amacıyla gayret gösterir; bir eş ile hayatın zorluklarını aşmayı ve güzelliklerini paylaşmayı ister; evlenme çabası içerisine girer. Kimi zaman güzel, kimi zaman kariyer sahibi, kimi zaman şöhretli, kimi zaman dindar ve ahlâklı eşler aranır. Elbette bütün bunlar önemlidir, önemsenmelidir. Her insanın kendine göre beğenileri, tercihleri, idealleri vardır ve hayatının belli dönemlerinde bunlara uygun kararlar alır. Ancak insan hayatında en önemli kararlardan biri olan eş seçiminde aranması gereken en önemli husus dindarlık ve ahlâkî erdemlere bağlılık olmalıdır. Çünkü bu ölçüye uygun olarak yapılan bir evlilik, sadece dünyada huzur ve mutluluğa değil, âhiret hayatında da ebedî saadete ulaştıracaktır. Nitekim Kur’an’da cennete giren bahtiyar kimseler anlatılırken şöyle buyrulmaktadır: “Onlar ve eşleri gölgeliklerde tahtlara kurulurlar.”29
1. Buhârî, Büyû’, 34; Buhârî, Megâzî, 18.
2. Buhârî, Nikâh, 9.
3. İbn Mâce, Nikâh, 7.
4. Buhârî, Nikâh, 9.
5. “Enes b. Ebû Mersed”, DİA, XI, 233.
6. Nûr, 24/3.
7. Ebû Dâvûd, Nikâh, 4.
8. Ebû Dâvûd, Nikâh, 4.
9. İbn Mâce, Nikâh, 46.
10. Ahzâb, 33/37.
11. Buhârî, Tevhîd, 22; Taberî, Tefsîr, XX, 274.
12. İbn Hanbel, V, 411.
13. Buhârî, Nikâh, 13.
14. Buhârî, Nikâh, 16; “Ebû Hüzeyfe”, DİA, X, 159.
15. Buhârî, Nikâh, 16.
16. Buhârî, Nikâh, 16; Müslim, Radâ’, 53.
17. Müslim, Nikâh, 74; Nesâî, Nikâh, 23.
18. İbn Mâce, Nikâh, 9; Nesâî, Nikâh, 17.
19. Buhârî, Nikâh, 16; Müslim, Radâ’, 53.
20. Buhârî, Nikâh, 16.
21. İbn Mâce, Nikâh, 6.
22. Tirmizî, Nikâh, 3.
23. Nûr, 24/26.
24. Nûr, 24/3.
25. Bakara, 2/221.
26. Mâide, 5/5.
27. Rûm, 30/21.
28. Tirmizî, Salât, 13; Tirmizî, Cenâiz, 73.
29. Yâsîn, 36/56.