Hayatta en uzun gemi yolculuğumu talebelik dönemimde İstanbul’dan Yalova’ya yaptım. Yanımda annemde vardı. Rahmetlim, canım annem bu yolculuğu ölünceye kadar unutmadı. Hep andı durdu. Ne kadar da mutlu olmuştu. Bunun dışında İstanbul/Erzurum Sitesinde oturup Karaköy’de çalıştığım yıllarda oldu. Erzurum Sitesinden Kadıköy’e otobüsle oradan da Karaköy’e gemiyle geçerdim. Bu yolculuğumdan birinde ciddi bir fırtına oldu. Kısa bir yolculuk olmasına rağmen o esnada beti benzi atmış vaziyetteki insanların ellerini kaldırıp dua ettiklerini, bayanların da çantalarından çıkarttıkları eşarplarını başlarına örttüklerini müşahede etmiştim. Kısa yolculuk olsa da ilk defa gemi yolculuğunun zorluğunu orada gördüm/yaşadım. (Aylarca karayı hiç görmeden deniz yolculuğu yapanları ve yaşadıklarını tahmin bile edemiyorum)
Zamanın behrinde bir grup insan gemiyle yolculuğa çıkmışlardı. Yolculukları belli olmayan uzun diyarlaraydı. Gemi denize tam açılmıştı ki, dağlar gibi dalgalar onları sardı. Korku, endişe ve panik içinde ne yapacaklarını bilemez vaziyette sağa sola savrulup duruyorlardı. Yolculardan biri de mutlak kurtuluş müjdecisinin davetinden kaçanlardandı. (a) Yolculardan umur görmüş aklı başında birisi; “Sizin bu durumdan kurtulmanız için yalınız Allah’a dua etmemiz gerekir.” Değişik ifadeyle “artık işimiz Allah’a kaldı.” Der.
Davetten kaçan kişi, tecrübeli şahsın “…Allah’a dua etmekten başka çaremizin kalmadığı…” şeklindeki söylemini düşünür.
‘Ne yani kurtuluşumuz sadece Allah’a mı kaldı?’ dedikten sonra; “Allah’a yemin ederim ki, eğer Allah’tan başkası denizde fayda vermiyorsa, karada da vermiyor demektir. Allah’ım! Sana ahdederim ki, eğer beni bu felaketten kurtaracak olursan, gidip elimi Muhammed’in (as) eli üzerine koyacağım. Ve muhakkak ki, onu çok yakın ve çok merhametli bulacağım.” Dedi.
Gemi her hangi bir kaza-belaya uğramadan, alabora olmadan sahili selamete erer. O şahıs da gecikmeksizin verdiği sözü yerine getirir ve doğruca Hz. Muhammed’e (as) biat etti. Yani Müslüman oldu. Maalesef gemideki diğer insanlar verdikleri sözü yerine getirmediler.
Nasıl ki geçmişte böylesi korkutucu olaylar olmuşsa günümüzde ve gelecekte de coronavirüs vari hadiseler her daim olacaktır. Yaşadığımız ve gelecekteki muhtemel felaketlerde, yukardaki gemi örneğinde olduğu gibi hemen tüm insanlar her şeyini geride bırakarak Allah’a yalvarmaya, kurtuluşu ondan beklemeye başlarlar/başlayacaklardır. Fakat o hal ortadan kalkınca sanki zor zamanda acziyetlerinden Allah’a yalvaran onlar değilmiş gibi insanların birçoğu eski hallerini sürdürmeye devam ederler/edeceklerdir. Kutsal kitaplar ve tarihimiz buna benzer örnekleri bolca vermektedir. (I)
Tarihimizde Yüce Yaratıcıyı ve gönderdiği “urvetü’l vüskâ”yı, “hablül metin”i (II) inkâr eden, karşı çıkan, ihanet eden, emirlerini beğenmeyip alternatif metinler sunan (III) hep olagelmiştir. Günümüzde de vardır. Gelecekte de olacaktır. Yol gösterici ulvi uyarıcılar, nefsinin zebunu olmuş insanları hep ikaza çalışmışlardır. İçinde bulundukları durumun iyi bir iş olmadığını söylemelerine, hatırlatmalarına rağmen onlar; biz büyüklerimizi neyin üzerinde bulmuşsak, neyi yapar görmüşsek onları yaparız diye reddetmişler. (IV) Gerçekle yüz yüze geldiklerinde nedamet duymuşlardır ama “heleke ma helek” artık olan olmuştur. İş işten geçmiş kalem kırılmış, defter dürülmüştür.
‘Allah ihmal etmez imhal eder.’ O (cc) asla zulmedici değil, aksine kullarının iyiliğini isteyendir. Bu yüzden de vereceği her hangi bir cezayı imhal eder, yani tehir eder. Kuran bunun örneklerden bahseder. Bunun en barizi de Cenabı Hakkın Allahlık iddiasında bulunan Firavun ve yandaşlarına gösterdiği müsamahadır. Gerçeğin temsilcisi, hakikatin hatırlatıcısı Hz. Musa ve kardeşi Harun en can alıcı, en ikna edici, en tatmin edici hakikatleri dillendirmelerine rağmen, elimdeki imkânlarım zayi olur, insanlar içindeki itibarım yok olur, diğer insanlar derekesine düşerim’ endişesiyle Hz. Musa ve Harun’un getirdiklerini tasdik etmekten imtina eder.
Adil-i Mutlak; itirazlarına mahal kalmaması, belki akılları başlarına gelir diye Firavun’a soyut hatırlatmalardan maada, gördükleri/görebilecekleri somut imtihan unsurlarını gönderdi. Ola ki düşünür diye. Kendini müstağni addeden insanların bir özelliği de sahip oldukları iyilikleri kendilerinden, muhtemel kötülükleri de Allah’tan yahut elçisinden bilmeleridir. Hem de bu konuda öylesine iddialı, kesin söylemleri vardı ki, ne tür mucize/delil getirirsen getir biz asla sana inanmayacağız derler. Tüm bu küstah, mütekebbir, hak tanımaz tavırlarına rağmen zalim müstekbire; ola ki akılını başına alır diye Cenabı Hak: “Tufan”, “çekirge”, ardından “kımıl”, onun da ardından “kurbağa” ve “kan” mucizelerini gönderdi.
Peşi peşine gelen bu felaketlerden sonra Firavun Hz. Musa’ya ricada bulunarak bu durumdan kendilerini kurtarması için Allah’a dua etmesini, malum sıkıntının geçmesinden sonra da iman edeceğini söyler. Söyler söylemesine ama felaket kalktığında da “zaten yok olacaktı” diyerek verdiği sözünden cayar. (V)
Akıllı insan, olanlardan ders çıkaran, ibret alandır. Gene günün birinin dünyalığı iyi iki dosta, ihtiyaç sahibi biri talepte bulunmuş. İki şahıs o sailden yüz çevirmiş. Yüz çevirmekle de kalmayıp, kimse görmesin diye sabahın köründe üzümlerini toplamak için bağlarına gitmişler. Bir de ne görsünler! Allah bağlarının yerini bilemeyecek kadar yenilmiş ekine çevirmiş. (VI) Bağı ve üzümleri “hak ile yeksan” edivermiş. Allah’a karşı suç işlediklerini anlayan kardeşler hatalarından dönerek Allah’ın verdiği nimette ihtiyaç sahiplerinin de hakkı olduğunu idrak etmişler. (VII)
Bizlere düşen, iyi ve güzel olanı düşünmektir. İyi ve güzel düşünen güzel görür. Güzellik ruhu güzelleştirir, kalbi temizler ve aklı zenginleştirir. Mevlana;
Kardeşim, sen düşünceden ibaretsin
Geriye kalan, et ve kemiksin
Gül düşünür, gülistan olursun
Diken düşünür, dikenlik olursun (b)
O halde bizlere düşen yaratılış gayemize uygun şekilde, esbaba tevessül ederek, adalet, hak ve hakikatten ayrılamadan yaşamımızı sürdürmektir.
Mutlak hakikatle karşı karşıya kaldığımızda, herkesin canı derdine düştüğünde, çok sevdiklerimizi dahi terk etmek (VIII) durumunda kaldığımızda o gün insan haykıracak:
“(Eyvah!) Nereye kaçayım?" (IX)
“O halde Allah'a kaçın!” (X)
Not:
a) Bahsi geçen şahıs azılı İslam düşmanı Ebu Cehil’in oğlu Hz. İkrime’dir.(ra)
b) Barbar Modern Medeni Medeniyet Üzerine Notlar; İbrahim Kalın; İnsan Yay. S. 206
1- 17/67-31/32
2- 2/256-50/16
3- 17/21
4- 17/6
5- 7/133-135
6- 105/5
7- 18/32-25…68/17-18
8- 80/33-37
9- 75/10
10- 51/50