Sema Bayar
Meriç, Türk düşüncesinin hür kalelerinden biri olarak Doğu’yu savunurken, Batı’yla hesaplaşırken, Türkiye’nin zihinsel kodları etrafında kazılar yaparken daima sadık kaldığı bir şey vardır: Fikir namusu.
Cemil Meriç’in asıl adı Hüseyin Cemil’dir. Balkan savaşlarında Dimetoka’dan Antakya’ya göç eden bir ailenin çocuğu olarak 1916 yılında Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde dünyaya gelir. Babası hâkim Mahmut Niyazi Bey’dir. İlk ve ortaokulu Fransız mandası altındaki Antakya’da, liseyi ve üniversiteyi ise İstanbul’da tamamlar. İstanbul Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun olan Meriç, Elazığ ve İstanbul’da Fransızca öğretmenliği yapar. Daha sonra İstanbul Üniversitesine geçen Meriç, yabancı diller ve sosyoloji bölümlerinde dersler verir.
Cemil Meriç, küçük yaşlardan itibaren görme problemi yaşamıştır. Görme yetisinin gittikçe zayıflaması üzerine 1954 yılında geçirdiği göz ameliyatları da ona çare olmaz. 1955 yılında Fransa’ya giderek burada da bir dizi ameliyat olmasına karşın ışığını kaybeder. O günden, vefat edeceği 1987 yılına kadar okuma ve yazma hayatı ailesinin, dostlarının ve öğrencilerinin yardımıyla devam etmiş, yazılarını dikte yöntemiyle yazdırmıştır.
Sessiz, sakin bir çocukluk geçirmiştir Cemil Meriç. İlk yazısını Antakya’da neşredilen Yeni Gün gazetesinde 1933 yılında yayımlar. O günden sonra Doğu ve Batı düşünce dünyası üzerine sonu gelmez okuma, düşünme ve yazma yolculuğu başlar. Meriç, özgün bir sestir. Dili sayesinde Batılı metinlerin pek çoğunu kendi dillerinden okuyup değerlendirebiliyordur. Ne yaparsa tutkuyla yapar.
1953 yılından sonra bir dönem ara verdiği yazı hayatına 1960’ların ortalarında yeniden başlar. Dönem, Çığır, Yeni İnsan ve Hisar dergilerinde yazılarına devam eder. Onu Türkiye’de geniş kesimlere tanıtan eseri, 1974 yılında yayımlanan Bu Ülke’sidir.
Meriç, düşünce ufkunu bulmuştur. Türk Edebiyatı, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Pınar, Köprü, Gerçek, Hareket, Millî Eğitim ve Kültür dergilerinde; Orta Doğu, Yeni Devir gazetelerinde yazıları yayımlanır. Bu dönem, onun entelektüel anlamda en verimli yıllarıdır. Ayrıca “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi” ve “Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi”ne maddeler yazan Meriç, Türkiye Millî Kültür Vakfı, Türkiye Yazarlar Birliği gibi kuruluşlar tarafından düşünce ve inceleme dallarında ödüller almıştır.
Cemil Meriç, kitaplığına sığınır, kitaplığından beslenir ve kitaplığında üretir. Kitaplığından bahsederken, “bu kitapları bütün dünya nimetlerinden” vazgeçerek bir araya getirdiğini söyler.
Gözlerini kaybetmişti ama kitaplar sayesinde ışıksız kalmamıştır. Düşünceyi insanlığın evrensel mirası olarak görür. Doğu ve Batı’nın beynin iki yarım küresini temsil ettiğini, birindeki ilim ve fennin diğerindeki irfan ve ruhla birleştirilmesi gerektiğini savunan Meriç, hayatı boyunca düşüncenin slogan düzeyine indirgenmesine itiraz eder. İdeolojik sloganlara mesafelidir.
Cemil Meriç, kimi zaman bazı ideolojilere yakın dursa da eserlerinden anlaşılacağı üzere hakikatten başka ideoloji tanımamıştır. Aksine o, “izm”lerin idraklerimize giydirilmiş deli gömlekleri olduğunu savunmuştur. Her ideoloji her fikir aslında bir kalıbı da beraberinde getirir. Fakat Cemil Meriç’in çıktığı fırtınalı yolculuk, herhangi bir kalıbı kaldıracak türden bir yolculuk değildir.
O, Batı’yla hesaplaşırken Batı’nın kılcal damarlarına nüfuz etmiş, orada bulduklarıyla sözünün kıvamını belirlemiştir. Hint düşüncesine karşı ciddiyeti, Cemil Meriç’in ilim hassasiyetini ortaya koyması bakımından eşsiz bir çalışmadır.
Doğu’da olsun Batı’da olsun, hakikat tekelciliği yapanlara kulak asmayan Meriç, Türk düşünce hayatının kesintiye uğramasına, Batı karşısında yaşanan aşağılık kompleksinin neden olduğunu söyler.
Cemil Meriç, üslup sahibi bir yazardır. Türkçenin savrulma yaşadığı yıllarda o, kullandığı imparatorluk dilinin hakkını vermiş, düşüncelerini ortaya koyarken dilin ve tarihin kanatlarını ardına kadar açmıştır.
Meriç, Türk aydınındaki Batılılaşma hastalığına dikkat çekmiştir. Onu, Eflatun’un meşhur mağara alegorisindeki gölgeleri ışık zanneden insanlara benzetmiştir. Özellikle kendi toplumuyla kavgalı olanlara karşı sesini yükseltmekten imtina etmemiştir: “Her dudakta aynı rezil şikâyet: Yaşanmaz bu memlekette! Neden? Efendilerimizi rahatsız eden bu toz bulutu, bu lâğım kokusu, bu insan ve makine uğultusu mu? Hayır, onlar Türkiye'nin insanından şikâyetçi. İnsanından, yani kendilerinden. Aynaya tahammülleri yok. Vatanlarını yaşanmaz bulanlar, vatanlarını yaşanmazlaştıranlardır."