Prof. Dr. Ali Erbaş
Diyanet İşleri Başkanı
Diyanet Aylık Dergi Ekim 2023
Bir milletin ortak anlayışı, idrak ve sezgisi, hafızası, bütün değerlerine sahip olma iradesi millî şuur olarak izah edilmektedir. Kimseyi düşman ilan etmeden, kendi değerlerini yükseltme arzusu, mensubiyet ve kimlik duygusu olan millî şuur, asırların birikimi ile aynı topraklarda kaynaşarak yaşamanın ve bu uğurda gösterilen devamlılık iradesinin de ifadesidir. Güçlü bir millî şuuru şekillendiren en temel unsur ise geçmiştir, o milletin tarihidir. Tarih, tüm toplumların düşüncesinde önemli bir yer işgal eder. Kimi tarihçiler tarafından toplumların hafızası olarak tanımlanan tarih, bir yönüyle bilgi ve tecrübe elde etme ve bunları gelecek nesillere miras bırakma ilmidir. İnsanı uyarıcı ve geleceğini aydınlatıcı bir ilim dalı olarak geçmişin ortak kültür mirasını bugüne aktarmaktadır. Geçmişte ne olduğunu, niçin ve nasıl meydana geldiğini izah ettiğinden insanlığın kolektif aklı, tecrübelerinin birikimidir. İnsan için önemli bir bilgi kaynağı olması sebebiyle geçmişin iyi, kötü, yanlış, doğru, faydalı, faydasız bütün seyrini ortaya koyarken dünün her türlü yönünden istifade etmektedir. Bir milletin, geçmişini bilmesini, kendini öteki milletlerden ayıran hususların nasıl oluştuğunu, neleri başarıp neleri başaramadığını göstererek değerlendirme yapabilmesini, diğer milletlerle arasındaki konumunu öğrenmesini sağlamaktadır.
Tarihin farklı aşamalarında insanlar çeşitli değerler etrafında birleşmişler, ortak paydaları birlikteliklerinin çimentosu hâline getirmişlerdir. Bu süreci tarihin doğal seyri içinde tamamlama dirayetini gösteren topluluklar, millet olma başarısını elde etmişlerdir. Milleti; din, dil, kültür, tarih ve vatan birliği, ahlakta, terbiyede, örf ve âdetlerde ortak duygu ve davranışlar, ortak hedefler oluşturmaktadır. Tarihî ve sosyolojik bakımdan belirli bir aşamaya ulaşmış, belirli nitelik ve şartları, özellikleri olan millet, fertlerin ortak değerler üzerine inşa ettikleri kültür unsurlarının vücut bulmuş hâlidir.
Tarihte yaşanmış olayları doğru anlamak, geleceği şekillendirmek amacıyla hazırlanmak ancak doğru tarih algısıyla ve sağlam bir tarih şuuru ile olabilecektir. Tarih şuuru, millet dediğimiz toplumsal yapının tarih ile ilişkisidir. Kişilerin mensup olduğu millet ile ilgili bilgi ve tecrübeleri öğrenmesi, ondan faydalanması, geleceği için bu bilgi ve tecrübeleri zamanın icabına göre doğru ve etkin kullanması ancak tarih şuuru ile mümkündür.
Yaratılanlar içinde tarihin asıl aktörü ise doğal olarak insandır. Hz. Âdem’in yaratılışından itibaren dünyada, insanın şekillendirdiği nice olaylar, dönüşümler yaşanmış, nice medeniyetler inşa edilmiş ve sona ermiştir. İnsanların hem dünya hem de ahiret hayatında mutluluğu elde etmeleri için birtakım değerler getiren Kur’an-ı Kerim’de bu hususa vurgular yapan, toplumları ve geçmişte yaşanan olayları çok yönlü olarak ele alan ayetler büyük yekûn teşkil etmektedir.
Hak ve hakikat mücadelesine yön veren ayetlerde, insana kendi mazisini araştırması ve öncekilerin başlarından geçenlerden ibret alması emredilirken inkâr, cehalet, taassup, taklit, kibir gibi sebeplerle hayatın birçok alanında yönünü kaybeden toplumların aşırılıkları anlatılmaktadır. Allah’ın elçileri ve ona tabi olanlar teyit ve teskin edilmekte; doğru ve yanlış olan hususlar tanıtılmakta, batılın temsilcilerine açık bir şekilde ikazda bulunulmakta ve onların akıbetlerinden haber verilmektedir. Büyük çoğunluğunu kıssaların oluşturduğu bu ayetler, insanın kendisi, çevresi ve Rabbi ile ilişkisinde tutarlı bir yol ortaya koyarak geleceğin inşasına da rehberlik etmektedir. Rum suresinin 42. ayetinde, “… Yeryüzünde gezip dolaşın da öncekilerin akıbeti nice oldu bir bakın…” ve Yusuf suresinin 111. ayetinde, “Andolsun, onların kıssalarında akıl sahipleri için ibretler vardır. Kur’an, uydurulabilecek bir söz değildir; fakat o, kendinden öncekiler için onay, her şey için detaylı açıklama, iman eden toplum için bir rahmet ve bir hidayettir.” buyrulmak suretiyle insanlardan geçmişten ibret almaları istenmekte, bahanelere yer bırakılmadan ders çıkarılsın, öğüt alınsın, örnek edinilsin, böylece öğrenilsin diye tarihte yaşanan olaylardan hatırlatmalarda bulunulmaktadır.
Bir milleti millet yapan başlıca özelliklerinden birisi de üzerinde yaşanılan coğrafya ve bir devletin sınırları belli hâkimiyet sahası olan vatandır. Vatan; mukaddes değerleriyle, millî kültürüyle kaynaşmış, geçmişi ve geleceğiyle birleşmiş bir milletin yaşadığı ülkesidir. Milletin varlığı, her şeyden önce, sınırları tarihte mücadelelerle çizilmiş, milletlerin maddi ve manevi bütün unsurlarıyla havasını teneffüs ettikleri bir vatana dayanmaktadır. Millet ile vatan, ruh ve beden gibidir, birbirlerinden ayrı düşünülmesi mümkün değildir. Her karışını Allah’ın dininin ve tevhid inancının yüceltilip yaygınlaştırılması yolunda şehit kanlarıyla damgalayan bu millet için vatan bütün sevgilerin ocağıdır, kutsal değerleri uğruna canını veren kahraman ecdadımızın en büyük makberidir. Bu sebeple azizdir, kutsaldır.
Vatan ve tarihe bu şuurla bakan aziz milletimiz, Malazgirt’ten Çanakkale Savaşları’na, İstiklal Harbi’nden 15 Temmuz direnişine kadar tarihin bütün kırılma noktalarında vatanını canı pahasına savunmuş ve bağımsızlığına gölge düşürmemiştir. Yüzyıl önce Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının vermiş olduğu kurtuluş mücadelesi sonucu kurulan Türkiye Cumhuriyeti de bu bağımsızlık ruhunun bizlere armağanıdır. Bu vesileyle tarihimiz boyunca bu vatan için can veren ve can vermeyi göze alan tüm ecdadımıza Allah’tan rahmet diliyor, gençlerimizin onların bıraktığı mirasa sahip çıkacak bir vatan ve tarih şuuru içinde yetişmelerini niyaz ediyorum.