İslam dünyası olarak ne yazık ki yine hüzünlü bir Ramazan ayı geçiriyoruz. Gönüllerimiz mahzun, yüreklerimiz buruk, kalplerimiz kırık, gözlerimiz yaşlı, sevinçlerimiz gölgeli…
Karanlık gecelerin nurlu sabahını bekliyoruz sessizce… Ramazanın sevincini yüreğimizin derinliklerinde hissedemedik. Onun manevi iklimini tam anlamıyla yaşayamadık. Onun heyecanını doyasıya tadamadık. Bir yandan İslam coğrafyasındaki kısır çekişmeler, şiddet ve çatışmalar bizi derinden üzmeye devam ederken; diğer yandan Gazzeli kardeşlerimize yönelik baskı, zulüm, vahşet ve katliamlar yüreklerimizi dağlıyor. Rahmet ikliminin sahurunda bombalar yağıyor Gazze’nin üzerine. Hüzün kokuyor Gazze. Kan ağlıyor umutsuz ve çaresizce. Korku sarıyor masum canların gözleri… Kalpler virane olmuş, yürekler çorak, akıllar divane…
Yüreğimiz bebek katili İsrail’in bombalarıyla paramparça. Masum ve mazlumların uzak diyarlardan yükselen çığlıkları bizleri derinden yaralıyor. İsrail, Müslüman coğrafyanın bağrına saplanan paslı bir hançer gibi işgal ettiği topraklarda Müslümanlara zulmün her çeşidini reva görüyor. Barışın yurdu bu topraklara girdiği günden bu yana, uluslararası hukuku ve insan haklarını yok sayıyor. Yaklaşık bir asır önce Filistin topraklarında barış ve huzura son vererek zulmün tohumlarını ekiyor. Peygamberlerini katledecek kadar azgın bir topluluğun temsilcileri, tarihte işledikleri tüm cürümleri gölgede bırakacak bir vahşet örneği sergiliyor. İnsaf, vicdan, ahlak, hukuk gibi insanı insan yapan tüm değerler Gazze’de enkaz altında kalıyor.
Bugün dünyanın dört bir yanında Müslümanların maruz kaldığı haksızlıklar, şiddet ve zulümler hepimizi sarsıyor. Lakin bundan daha acısı ise bütün bu yanlışlıklar karşısında büyük ölçüde insanlığın sergilediği duyarsızlık… Varlık amacı yeryüzünde kötülüğü, zulmü, haksızlığı önlemek olan kuruluşların sessizliği. Dünyaya egemen olanlar ise sessiz, bütün vicdanlar yaralı. Mazlum ve masumların arşı titreten feryatlarına dünyanın kör ve sağır kesilmesi… İnsanların açlıktan hayatını kaybetmesi; çocuk, kadın, yaşlı demeden evinden, yurdundan sürülmesi karşısında insaf ve vicdanın yitirilmesi. Müslümanların maruz kaldığı katliamlara farklı dünyaların, gözünü inadına kapaması… Mukaddes davalarda ölümü göze almanın asaletini idrak edemeyenler hayretle izliyor bir avuç insanın onurlu duruşunu.
İnancımızda insan, bizatihi insan olduğu için değerlidir. Allah’ın bir âyeti olduğu için saygındır. Herkesin canı, inancı, malı ve haysiyeti dokunulmazdır. Hiç kimse inancından dolayı temel hak ve özgürlüklerinden alıkonamaz. Yerinden yurdundan çıkarılamaz. Şiddete, vahşete maruz bırakılamaz. İnancımızda zulmetmek şöyle dursun, zulme sessiz dahi kalınamaz. Hangi gerekçeyle olursa olsun zalime asla meyledilemez. Mazluma sırt çevrilemez. Bu konudaki temel prensibimiz Peygamberimiz (s.a.s)’in şu uyarısıdır: “Müslümanların haline duyarsız kalan kimse onlardan değildir.” (Taberânî, el-Mu’cemü’s-sağîr, II, 131)
İnancımız gereği bizler asla ümitsizliğe kapılamayız. İnanıyoruz ki zalimler er ya da geç hak ettikleri cezayı göreceklerdir. Bizler, insanlığa tarih boyunca umut olmuş bir milletin evlatlarıyız. Tarih bize göstermektedir ki, zulüm ebedi olamaz ve zulümle âbâd olunamaz. Masumların kanları üzerine kurulu hiçbir hükümranlık uzun süre ayakta kalamaz. Filistinli kardeşlerimiz, Allah’ın izni ve yardımıyla kendi ülkelerinde özgürce yaşama imkânına mutlaka kavuşacaktır. Bugün bize düşen, birlik ruhuyla mazluma, masuma ve mahruma el uzatmaya devam etmektir. İnsanlığı unutanlardan değil, insanca yaşayanlardan olabilmektir.
Dil, din, renk, coğrafya ayrımı gözetmeksizin geçmişte olduğu gibi bugün de zalimin karşısında, mazlumun yanında yer almaktır. Yalnız kalsak da en büyük yardımcımızın Rabbimiz olduğu inancıyla zulmün her türlüsüne karşı durmaktır. Şer odakları topyekûn üzerimize gelse de en büyük gücümüzün mazlumların duası olduğu şuuruyla her daim hakkı ve haklıyı savunmaktır. Haksızlıklar karşısında asla susmamaktır.
“Kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.” (Saff, 61/8)