Aylık Dergi

Asırları Aşan Deha Mimar Sinan

Mimar Sinan; Osmanlı’nın en ulu mabetlerini inşa eden mimar olsa da abide şahsiyeti ile aslında kendisi de bir Osmanlı eseridir.

Abone Ol

Nermin TAYLAN

Dünyaca ünlü İngiliz Tarihçi Arnold Joseph Toynbee, “Boyumu aşan kitaplar yazdım, dünyaca tanındım, tarihçilikte ün yaptım, hiçbiri değil de Şair Bâki’nin memleketi İstanbul’da birkaç yıl yaşadım ya övünç olarak yalnız bu bana yeter.” der.

Şair Bâki, Kanuni Sultan Süleyman döneminde dünyaya gelmiş, Kanuni tarafından himaye edilmiş ve sözdeki ustalığı, teşbihteki mahareti, dildeki zenginliği ile dünya edebiyat tarihine adını altın harflerle yazdırmıştır.

Öyle bir devir ki padişahı Kanuni, sadrazamı İbrahim, kaptan-ı deryası Barbaros, kazaskeri Lütfi, nakkaşı Nasuh, mimarı Sinan, şairi Bâki. Denk gelmiş büyükler yahut birbirlerini örnek alıp devleşmişler. Padişahı şairini fark etmiş, Bursa’dan alıp İstanbul’a getirmiş; paşası Sinan’ı küffar peşinde keşfetmiş. Birleşmiş yollar ve muhteşem yüzyılın namlı şairleri dört bir yanı ilim, adalet, mimari ve sanatla inşa etmiş. Dehanın dehayı keşfetmesi Bursa’da olur ve bir Bursa gezisinde Kanuni Sultan Süleyman’a henüz on altısında genç bir delikanlının beytindeki ustalıktan söz ederler. Kanuni genci huzura çağırır birlikte terennüm ederler, derken hünkâr onu İstanbul’a getirip himayesine almaya karar verir. Çünkü bu genç insanlığa ve edebiyata kazandırılmalıdır. Gerisini Bâki’den dinleyelim…

Bâki’ye sorarlar bir gün “Nasıl böyle büyük bir şair oldun?” diye. Bâki şöyle cevap verir; “Ben henüz on altı yaşında Bursa’da çiftçilik yapan bir gençtim. ‘Sultan seni ister.’ dediler, huzura götürdüler. Şiirlerimden bahsetmişler, sultan ‘Bir beyit oku.’ dedi okudum, bir daha yine okudum, derken kendimi İstanbul’da buldum. Meğer sultanlar, paşalar şiir ehlini himaye edermiş. Sultan beni İstanbul’a getirdi. O dönem sultan adına bir cami inşa edilmekteydi. Beni oraya amele olarak verdiler. Günlerce taşa secde ettiren adamı izledim. Onun taşa yaptığını ben kelimelere yapmaya çalıştım, ne olduysa ondan sonra oldu.”

Biri kelimelerle Süleymaniye’yi yazdı, diğeri taş ile, mermer ile edebiyatın en güzel şiirini inşa etti. Evet, hikâye bu. Aslında güzel bir Sinan anlatısı belki de bir Osmanlı eserinin ta kendisinden bahsediyoruz Sinan derken. Çünkü hiçbir sanatçı, yaşadığı çağdan azade değildir. Mimar Sinan da bir XVI. yüzyıl Osmanlı mimarıdır. O nedenle önce bir tarihçi, sonra sanat tarihçisi ve elbette edebiyatçı olarak Mimar Sinan’ın üslubunu anlatmaya çalışmaktan ziyade, neden asla tam olarak anlayamayacağımızı kelimelere dökmek daha anlamlı geliyor.

Bugüne kadar Sinan’ın üslubu konusunda ciltler dolusu yazı kaleme alındı. Mimarlar, mühendisler, felsefeciler Sinan’ı yorumlamaya gayret ettiler. “Ben fakir” de aynı niyetle masaya oturdum çoğu defa. Ancak kelimeler arasında gezinmeye başladığımda, Sinan’ı ne kadar anlayabileceğimiz sorusu bir kıymık gibi beynime saplandı. Sonuçta bizler XXI. yüzyılda yaşamakla malulüz. Ömrümüz modern zamanlara denk düştü.

Modernist mimarinin öncülerinden Le Corbusier namlı mimar seyyah, her ne kadar Sinan’a hayranlığını dile getirse de hatta 1911’de İstanbul’a yaptığı seyahat sonrasında “Mekânı bir ben anladım bir de Mimar Sinan.” dese de hiçbir eserinde kendisini yinelemeyen, yeniliği amaçsız bir hedefe indirgemeyen, güzelliği estetiğe hapsederek sakatlamayan, zarafetten vazgeçmeden sadeliği yakalayan Sinan’ı ancak ve ancak bir Batılı bu kadar yanlış anlayabilir. Neticede Mimar Sinan, Osmanlı medeniyetinin insan seçme ve yetiştirme tecrübesinin ve bir çocuktan bir deha çıkarma becerisinin ürünü olarak kendisi bir sanat eseridir. Le Corbusier ise teknolojiyi yarıştıran, güzelliği büyüklüğe, zarafeti şatafata ve elbette bekayı planlı kısa ömürlülüğe kurban eden bir uygarlığın neticesidir.    

Yine de haksızlık etmeyelim, elbette Le Corbusier önemli bir mimardır, kendi çağını ve yaşadığı, eser verdiği coğrafyayı temsil yeteneğine sahip, kendisinden sonraki dünyayı etkileyecek kadar görkemli eserler vermiş, öncü bir mimardır. Öyleyse mesele Le Corbusier ve çağdaşlarında mı yoksa temsil ettikleri uygarlıkta mıdır?

Evet, sonunda sorunun özüne gelebildim; günümüz insanı, yani biz, hepimiz, parçalanmış hayatlarımızla, kök medeniyetimizden ziyade Batı eğitim ve teknolojisinin biçimlendirdiği zihinsel altyapımızla Sinan’ı anlamaya çalıştığımızda, tam da bu nedenle başaramamaya mahkûmuz. Çünkü ne yazık ki hepimiz, o muhteşem devrin ancak tortusuna tanık olabiliyoruz. Belki de böylesi köklü bir medeniyetin üzerine başka ve yalan bir medeniyeti koymaya çalıştığımızdan beri perişanız.

İşte yine bu nedenle, Süleymaniye’yi Yahya Kemal’le aynı hislerle seyredemiyor, onu kendi medeniyet tasavvurumuzla değil, Yahya Kemal’in dizeleriyle anlamaya çalışıyoruz. Sonuçta Türk dilinin büyük şairlerinden olan Yahya Kemal, “Ezansız Semtler”in ilk tanıklarından biri olarak Sinan’ı anlamaya ve anlatmaya elbette bizden çok daha yakındır.

Şiir gibi yaşanan ve şiirle anlatılan bir çağı anlamak, “mış gibi” çağının insanı olan bizler için çok zor. Deri görünümlü, mermer görünümlü, ahşap görünümlü malzemeyle inşa edilen bir çağda yaşıyoruz. Taşa nakşedilen şiir zamana yenilmezken bugünden geriye doğada yok edilemeyen bir artık olarak kalacak betonarmelerle kuşatılmışız.

Bugün kim ta İskenderiye’den ya da Baalbek Tapınağı’ndan mermer sütunlar getirerek bir yapı inşa etmek ister ki? Mermer görünümlü plastiği üç boyutlu yazıcıda basmak varken! Hem ucuz hem hızlı; hem kolay hem de pek havalı.

Kim Şehzadebaşı Camii imaretindeki şadırvanı yaparken doğduğu topraklardaki döner kümbetin aynısını inşa edebilir ve nakış nakış işleyebilir ki? Avrupa’nın baroktan bozma mozolevari sacdan mamul yapıları varken!

Şimdilerde kim İstanbul’un su sorununu çözmek için padişahla iddialaşıp başını ortaya koyabilir ki? Birkaç yılda yıkılacak malzeme kullanıp olabildiğince gösterişli yapılar inşa ederek devrin sultanına yaranmak ve cebini doldurmak dururken!

Mimar Sinan; Osmanlı’nın en ulu mabetlerini inşa eden mimar olsa da abide şahsiyeti ile aslında kendisi de bir Osmanlı eseridir. O, taşa ruh veren bir gönül ehli, mermeri dantel misali işleyen bir zanaatkâr; gönlünden geçeni, kalbine düşeni bazen sayılarla bazen de sütun, duvar ve çinilerle anlatan bir şair.

Nitekim Mimar Sinan’ın Nakkaş Mustafa Sai’ye dikte ettirdiği anıları da şiirdir. O devrin insanının hayata bakışı da şairanedir. Bu nedenledir ki Bâki, Mimar Sinan’ı mimaride aşamayacağını bilmiş ve onun taşa yaptığını şiirde yapmaya gitmiştir. Ve “Ne olduysam bu sayede oldum.” demiştir.

Sinan’ı baki kılan, fâni dünyada görüp damıttıklarını anlama, kavrama ve gönül süzgecinden geçirip taşa nakşetme yeteneğidir. Dünyayla akran mermeri, taşı dantel gibi işleyen bir medeniyetin evlatları, plastik çağda ancak ve ancak malzemenin ruhuna sirayet eden duyguya hasret, neyi kaybettiğimizi bile bilemeden, şekle şemale bakıp da üslup aramaktayız.

Heyhat! Çünkü Sinan, bir yapıyı inşa ederken yeryüzünü değiştirmek yerine yapının işlevi ve üzerine inşa edileceği araziye uygun olan bir plan hazırlayan toprağa vefalı bir insan. Çünkü Sinan, yapıyı yatay ve düzey doğrultuda gözü rahatsız etmeyecek bir kütle kompozisyonuna inşa edip hantallık ve sertlikten kurtaran bir nezâket ehli. Çünkü Sinan, yapı elemanlarının büyüklüklerine göre tam sayılara dikkat eden bir matematik dehası. Çünkü Sinan, abartı ve gösterişten uzak bir şekilde zenginliği sadelikten yana kullanan, mermeri nakış nakış işleyen usta bir zanaatkâr. Çünkü Sinan, yapı elemanlarının çok işlevli olması adına kubbeyi nakışlarında taşıyan mukarnaslarla estetik uyumu sağlayan ve dahi akustik sesin dağılmadan ulaşmasını sağlamak adına yaratılanın farkında olan yegâne bir mütefekkir. Çünkü Sinan, kubbe tasarımını sürekli değiştirerek yalnız rakiplerini değil kendisini dahi aşmayı başaran azimkâr bir ruh işçisi. Çünkü Sinan, kâgir karkas tekniği ile duvarlar yıkılsa dahi kubbenin ayakta kalacağı şekilde rükû vaziyetinde yapılar inşa edebilen bir mimardır. Çünkü o dehasıyla çağına yön veren deha bir mimardır.

Nitekim Sinan üslubu diye bir üslup vardır ve bu klasik dönem boyunca hep korunmuştur. Ne kendinden önce ne de kendisinden sonra kimseler Sinan’a rakip olabilmiştir. Çünkü o çağlara yön veren, devletler kurup devletler yıkan, dünya hükümdarlarına taç giydiren bir devrin can ile tende birleşen en büyük eseridir.

Asırları aşan deha Mimar Sinan’a binler rahmet ve minnetle…