Dr. Bayram KÖSEOĞLU

DİB Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

مَثَلُ الَّذٖينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ اَنْبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ فٖي كُلِّ سُنْبُلَةٍ مِائَةُ حَبَّةٍؕ وَاللّٰهُ يُضَاعِفُ لِمَنْ يَشَٓاءُؕ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَلٖيمٌ

"Mallarını Allah yolunda harcayanların örneği, her başağında yüz tanenin bulunduğu yedi adet başak çıkaran bir tohum tanesi gibidir. Allah dilediğine katlayarak verir, Allah (zat ve sıfatlarında) sınırsızdır, her şeyi bilmektedir." (Bakara, 2/261.)

Yüce Allah, hikmeti gereği insanları farklı farklı yaratmıştır. Toplumların dilleri, renkleri, kültürleri birbirinden farklı olduğu gibi sahip oldukları kabiliyetler, maddi imkânlar itibarıyla da insanlar farklılaşmaktadırlar. Bu durumda, toplumsal bir varlık olan insanın varlığını sürdürebilmesi için diğer insanlarla bir arada yaşamasının gerekli olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. Yüce Allah kâinata bir denge ve düzen yerleştirmiş, farklı bölge ve coğrafyalara farklı imkân ve zenginlikler lütfetmiştir. “...Dünya hayatında onların geçimliklerini biz paylaştırdık. Bir kısmı diğerini istihdam etsin diye kimini kiminden derecelerle üstün kıldık...” (Zuhruf, 43/32.) mealindeki ayette buyrulduğu üzere bu ilahi hakikat pek çok hikmeti ihtiva etmektedir. (Matüridi, Te’vilatü Ehli’s-Sünne, 9/162-163; Zemahşeri, el-Keşşaf, 4/248-249.) Bu hakikat insanlara aynı zamanda bir sorumluluk da yüklemektedir. Dünyada insanlar arasında dengenin sağlanması, huzur ve mutluluğun devam etmesi için paylaşmak, yardımlaşmak, ikram ve infak etmek gibi değerlerin canlı tutulması elzemdir. İnsanların dünya hayatında her bakımdan aynı seviyede olamayacakları, kiminin zengin kiminin fakir olduğu gerçeğine bağlı olarak Yüce Allah’ın bir ferde, topluma, bölgeye bahşettiği nimetler ihtiyaçtan fazla ise bu fazlanın ona muhtaç olanlara aktarılması, ihtiyaç sahipleriyle paylaşılması zorunludur. Aksi hâlde, insanlar arasında sosyal, kültürel ve ekonomik farklılıklar oluşacak; bu farklılıklar istekleri doğuracak, istekler yerine getirilmediği takdirde ise öfke, düşmanlık, kin, zorbalık, savaş gibi huzur ve mutluluğu bozan olumsuzluklar baş gösterebilecektir. (Kur’an Yolu, c.1 s.419.)

Kur’an-ı Kerim’de muhtaçlara yardım etmeyi, iyilikte bulunmayı, paylaşmayı tavsiye eden pek çok ayet yer alır. Bunun yanında, infak, zekât ve sadaka gibi kavramlar da yardımlaşmaya, paylaşmaya, fakirle zengin arasında bir denge kurmaya yöneliktir. Belli şartları taşıyan Müslümanların vermesi gereken zekât yanında her fırsatta gönüllü olarak sadaka vermelerini, Allah yolunda infak etmelerini tavsiye eden Kur’an, infakın nasıl yapılması gerektiğine de işaret etmekte, bu konuda bizleri irşat etmekte, infak ahlakını bizlere öğretmektedir.

Öncelikle, “İnsan ancak çabasının sonucunu elde eder.” (Necm, 53/39.) mealindeki ayetle Kur’an insanın çalışmasının, gayret etmesinin önemine işaret eder. Ancak herhangi bir engelden dolayı çalışamayan veya gayret ettiği hâlde başaramayan kişilerin olduğu da bir gerçektir. Bu durumda, imkânı olanların ihtiyaç sahiplerine el uzatması, yardım etmesi, tasaddukta bulunması hem dinî hem insani bir sorumluluktur. Bu görevi yerine getirirken sorumlu davranmak, belli ilkelere riayet etmek de Kur’an’ın bizlere öğrettiği hususlardandır. Buna göre; ibadet maksadıyla yapılacak olan infak ve tasadduk insanların takdir ve beğenisini kazanmak için değil Allah rızası için yapılacaktır. Bu amaçla infakta bulunanların misalini, yağan bol yağmurla iki kat ürün veren bir bahçe örneğiyle anlatan Yüce Allah (Bakara, 2/265.), kendi rızası gözetilerek yapılan infakın getireceği ecir ve berekete işaret etmektedir.

İnfakta dikkat edilecek önemli hususlardan bir diğeri, yapılan iyiliğin arkasından başa kakma ve incitme gibi davranışların gelmemesidir. Yüce Allah bu konuda da bizleri uyarmaktadır. (Bakara, 2/262.) Zira bu durum, ihtiyaç sahibi olan kardeşlerimizi rencide edecek, onurlarını kıracak kötü bir davranış olduğu gibi yapılan iyilik ve yardımların ecir ve bereketini de yok edecektir. Verilen sadakaların gizli bir biçimde verilmesinin daha hayırlı olduğuna işaret eden Kur’an (Bakara, 2/271.), sadakayı alanın mahcup olmaması, sadakayı verenin ise gösterişin cazibesine kapılmaması adına önemli bir hususa vurgu yapmaktadır. Verilen malın kötüsünün değil iyisinin verilmesi de yapılan infakta dikkat edilmesi gereken önemli hususlardandır. Kendimizin beğenmeyeceği, kerhen alacağı şeyleri hayır diye vermeye kalkışmamamız gerektiği yönündeki Kur’ani tavsiye (Bakara, 2/267.) infak ahlakına dair önemli bir ilkeyi öğretmektedir bizlere. Bu konuda dikkat edilmesi gereken hususlardan biri de israftan uzak durulmasıdır. Bizim için ihtiyaç fazlası olan bir şeye bir başkasının ihtiyaç duyabileceğini düşünerek hareket etmek, hayatın her alanında olduğu gibi harcamalarda da dengeli olmak, yine Kur’an’ın bizlere bir emridir. (İsra, 17/29.) Bir Müslümana nasıl ki cimrilik yakışmazsa israf etmek, gereksiz harcamalar yapmak, saçıp savurmak da Müslümana yakışan  bir davranış değildir.

Yapılan infakın, hayır ve iyiliklerin, verilen sadakaların dünya/ahiret hayatında büyük faydaları olduğu da konuyla ilgili bir diğer husustur. (Kur’an Yolu, c.1 s.418-419.) Zira yaptığımız hayırların kendi menfaatimize olduğunu belirten Yüce Allah, bunların karşılığının tam olarak verileceğini de müjdelemektedir. (Bakara, 2/272, 274.) Genellikle yapılan iyiliklerin sevabı bire on olduğu hâlde Allah yolunda infak etmenin sevabının yukarıda işaret edilen ayette (Bakara, 2/261.) bire yedi yüz olarak ifade edilmesi bu ibadetin önemini ve değerini gösteren, karşılığının kat kat verileceğine işaret eden çok önemli bir müjdedir. (Nesefi, Medariku’t-Tenzil, 1/216-217; Kur’an Yolu, c.1 s.420.) Her ne kadar verilen sadakaların, yapılan hayırların, görünüşte malı azalttığı düşünülse de gerçek hiç öyle değildir. Kur’an’da, Yüce Allah’ın verilen sadakaları artırdığı, bereketlendirdiği ifade edildiği üzere (Bakara, 2/276.), Allah yolunda infakta bulunan kişinin kazancının hayırlı ve bereketli olması, bize verilen imkânlara şükrümüzün bir ifadesi olması, yapılan sadaka-i cariyelerle amel defterimizin sürekli açık kalmasına vesile olması gibi hususlar dikkate alındığında bütün bunların herhangi bir maddi değerle ölçülemeyeceği ortadadır. Kur’an’da, “Allah yolunda sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça iyiliğe asla eremezsiniz.” (Âl-i İmran, 3/92.) buyrulduğu üzere,  Allah’ın sevgili kulları “îsâr” duygusuyla hareket ederler, “kendileri istedikleri hâlde yiyeceği yoksula, yetime ve esire ikram ederler.” (İnsan, 76/8.) ve bunu dünyevi bir menfaat ve karşılık beklemeden sadece Allah rızası için yaparlar. (İnsan, 76/9.) Bütün bunların toplumsal birlik, beraberlik, dayanışma ve kaynaşma vesilesi olduğu ise muhakkaktır.