عَنْ مُعَاذِ بْنِ جَبَلٍ قَالَ: كُنْتُ مَعَ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) فِى سَفَرٍ… قَالَ: “رَأْسُ الْأَمْرِ الْإِسْلاَمُ وَعَمُودُهُ الصَّلاَةُ…”

Muâz b. Cebel (ra) anlatıyor: “Hz. Peygamber (sas) ile birlikte bir yolculukta idim… O (sas) şöyle buyurdu: "Dinin başı İslâm (kelime-i şehâdet getirerek Allah'a (cc) teslim olmak), direği ise namazdır."

(T2616 Tirmizî, Îmân, 8; HM22366 İbn Hanbel, V, 231)

***

سَمِعْتُ جُنْدَبًا الْقَسْرِيَّ يَقُولُ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “مَنْ صَلَّى صَلاَةَ الصُّبْحِ فَهُوَ فِى ذِمَّةِ اللَّهِ…”

Cündeb el-Kasrî'den (ra) işitildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur: “Her kim sabah namazını kılarsa, o kimse Allah'ın (cc) koruması altındadır.”

(M1494 Müslim, Mesâcid, 262)

***

عَنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “الَّذِى تَفُوتُهُ صَلاَةُ الْعَصْرِ كَأَنَّمَا وُتِرَ أَهْلَهُ وَمَالَهُ.”

Abdullah b. Ömer'den (ra) rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur: “İkindi namazını kaçıran kimse, sanki ailesini ve malını yitirmiş gibidir.”

(B552 Buhârî, Mevâkîtü"s-salât, 14; M1417 Müslim, Mesâcid, 200)

***

عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّهُ سَمِعَ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) يَقُولُ: “أَرَأَيْتُمْ لَوْ أَنَّ نَهْرًا بِبَابِ أَحَدِكُمْ، يَغْتَسِلُ فِيهِ كُلَّ يَوْمٍ خَمْسًا، مَا تَقُولُ ذَلِكَ يُبْقِى مِنْ دَرَنِهِ؟.” قَالُوا: لاَ يُبْقِى مِنْ دَرَنِهِ شَيْئًا. قَالَ: “فَذَلِكَ مَثَلُ الصَّلَوَاتِ الْخَمْسِ، يَمْحُو اللَّهُ بِهَا الْخَطَايَا.”

Ebû Hüreyre'nin (ra) işittiğine göre, Resûlullah (sas) bir defasında şöyle demiştir: “Birinizin kapısının önünden bir nehir geçse ve onda her gün beş defa yıkansa, bu o kimsenin kirinden bir şey bırakır mı, ne dersiniz?” Sahâbîler, “Onun kirinden hiçbir şey bırakmaz.” demişler, bunun üzerine Resûlullah (sas), “İşte beş vakit namaz da böyledir! Allah (cc) onlarla günahları yok eder.” buyurmuştur.

(B528 Buhârî, Mevâkîtü"s-salât, 6)

***

قَالَ سَعِيدُ بْنُ الْمُسَيَّبِ: إِنَّ أَبَا قَتَادَةَ بْنَ رَبْعِىٍّ أَخْبَرَهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “قَالَ اللَّهُ عَزَّ وجَلَّ: إِنِّى فَرَضْتُ عَلَى أُمَّتِكَ خَمْسَ صَلَوَاتٍ وَعَهِدْتُ عِنْدِى عَهْدًا أَنَّهُ مَنْ جَاءَ يُحَافِظُ عَلَيْهِنَّ لِوَقْتِهِنَّ أَدْخَلْتُهُ الْجَنَّةَ وَمَنْ لَمْ يُحَافِظْ عَلَيْهِنَّ فَلاَ عَهْدَ لَهُ عِنْدِى.”

Saîd b. Müseyyeb'in (ra) Ebû Katâde b. Rib'î'den (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah (cc) şöyle buyurdu: "Senin ümmetine beş vakit namazı farz kıldım ve onları, vaktinde ve hakkını vererek kılanları cennete koyacağımı kendi katımda vaad ettim. Namazları düzenli kılmayanlar için ise katımda böyle bir vaad yoktur."

(D430 Ebû Dâvûd, Salât, 9)

***

Efendiler Efendisi (sas), Mekke'de iken bir gece evinin tavanı açılır ve "Cibrîl" iner. Göğsünü yarıp zemzem suyu ile yıkadıktan sonra hikmet ve iman ile doldurur. Sonra ellerinden tutup kendisini semaya doğru çıkarır. Sema katları arasında devam eden yolculukta Hz. Âdem (as), Hz. İdris (as), Hz. Musa (as), Hz. İsa (as) ve Hz. İbrâhim (as) peygamberleri görüp onlarla sohbet eder Sevgili Peygamberimiz (sas). Ve mucizevî bir şekilde Rahmân'a (cc) yapılan bu yolculuktan büyük hediyelerle döner. Cenâb-ı Allah'ın (cc) elli vakte bedel kabul ettiği beş vakit farz namaz, belki de en büyüğüdür bu hediyelerin.

Aslında Hz. Peygamber (sas), risâletin başlarından itibaren namaz kılmakta, hatta müşrikler tarafından zaman zaman engellenmektedir. İlk başlarda ikişer rekât olarak farz kılınan namazlar, hicretle birlikte dörder rekâta çıkarılır. Nihayetinde Mir'ac'da, Peygamberimize (sas) ve ümmetine günde beş vakit namaz hediye edilir.

Namaz, önceki ümmetlere de farz kılınan bir ibadettir. “Namaz, müminlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır.” buyuran Yüce Mevlâ (cc), inananların, ibadet vakitlerine göre günlük hayatlarını belli bir düzen içinde sürdürmelerini istemiştir. İslâm, aynı zamanda güçlüklere karşı direnç göstermeyi ve sabretmeyi öğreten namazı Müslümanlara farz kılmakla, mensuplarını disipline etmeyi amaçlamış ve diri bir Allah (cc) şuurunun korunmasını sağlamıştır. Dolayısıyla vaktinde kılınan namaz, zamanı doğru değerlendirme, vakte riayet ve düzenli olma gibi meziyetler kazandırarak kişinin öz disiplinini destekler. Bu yönleriyle sistemli bir şekilde ibadet etme alışkanlığı aşılayan namaz, Hz. Peygamber'in (sas), “Dinin başı İslâm (kelime-i şehâdet getirerek Allah'a (cc) teslim olmak), direği ise namazdır." ifadesiyle İslâm'ın özü sayılmıştır.

Kulun, Yaratanına yaklaşmasını ve O'nun (cc) mağfiret ve merhametine erişmesini sağlayan en güzel vesile; sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı vakitlerinde olmak üzere her gün beş vakit namaz kılmasıdır.

Müslüman yeni başlayan güne sabah ezanıyla uyanıp, sadece sabah ezanında yer alan, “Namaz uykudan hayırlıdır.” müjdesinin verdiği enerjiyle yatağından kalkar. Berrak bir zihinle Yüce Yaratıcı'nın (cc) huzuruna çıkmanın vereceği mânevî haz ve huzur, gün boyunca devam eder. Cenâb-ı Allah'ın (cc) “Bir de sabah namazını kıl; çünkü sabah namazı şahitlidir.” buyurarak davet ettiği günün ilk buluşmasına katılamamak, büyük bir kayıp sayılmalıdır. Zira Peygamberimizin (sas) anlattığına göre, gece melekleri ile gündüz melekleri sabah namazı vaktinde toplanırlar ve yirmi dört saatin en bereketli ânında kılınan bu namaza şahitlik ederler. Peygamber Efendimiz (sas), “Her kim sabah namazını kılarsa, o kimse Allah'ın (cc) koruması altındadır.” buyurarak sabah namazıyla güneşin ilk ışıklarından önce Rabbine bağlanan bir kimsenin O'nun (cc) rahmetini kazanmaya başladığını ifade etmiştir. Bu namaz o kadar önemlidir ki, iki rekât farzından önce kılınması tavsiye edilen iki rekâtlık sünneti bile, Allah Resûlü (sas) tarafından, “dünyadan ve dünyadaki her şeyden daha hayırlı” olarak nitelendirilmiştir.

Bazı rivayetlere göre Hudeybiye Seferi'nden, bazılarına göre ise Hayber Seferi'nden dönüldüğü gece Allah Resûlü (sas) ile ashâbı bir yerde konaklarlar. Resûlullah (sas), “Bizi kim bekleyecek?” diye sorunca, sevgili müezzinleri Bilâl-i Habeşî (ra) hemen atılarak, “Ben!” der. Efendimiz (sas), “Uyursan (ne olacak)?” deyince de, “Hayır, (uyumam).” diyerek kararlılığını gösterir. Bunun üzerine kafile gönül rahatlığıyla istirahata çekilip uyurlar. Ancak son derece yoğun geçen günler ve uzun bir yolculuk sonrası herkes gibi Bilâl (ra) de yorgunluğa yenik düşer. Bütün gayretine rağmen daha fazla direnemez ve uyuyakalır. Sabah namazının vakti geçer. Derken güneş doğar ve teker teker uyanırlar. Hz. Ömer (ra) de uyanır ve “Konuşun (ki, Resûlullah (sas) da uyansın).” der. Gelen sesler üzerine Sevgili Peygamberimiz (sas) uyanır ve ashâbıyla birlikte namazlarını kaza ederler. Sonra şöyle buyurur: “Sizden uyuyan ya da unutan (ve bu sebeple namazını geçiren) işte böyle yapsın!”

Sevgili Peygamberimizin (sas) ifadesiyle: “Sabah namazının vakti girdikten sonra (nafile olarak) sadece iki rekât (sünnet) kılınır.” Peygamber Efendimiz (sas), sabah namazının iki rekât sünnetinde Fâtiha sûresinden sonra genellikle Kâfirûn ve İhlâs sûrelerini okurdu. Âişe annemizin (ra) anlattığına göre, Resûlullah (sas), müezzin sabah ezanını okuduğunda, fecir aydınlığı iyice belirdikten sonra kalkar, iki rekât namaz kılar, sonra da sağ yanı üzerine hafif uzanarak veya eşiyle sohbet ederek müezzin namaz için kâmet getirene dek beklerdi.

Allah Resûlü (sas) sabah namazının farzını kıldırırken Fâtiha'dan sonra okuduğu Kur'an âyetlerini genellikle orta uzunlukta tutardı. Ebû Berze (ra), bazen onun, altmış ilâ yüz âyet kadar okuduğunu söylemiştir. Bununla birlikte Hz. Peygamber'in (sas) Felâk ve Nâs sûrelerini okuyarak da sabah namazını kıldırdığı olmuştur. Bunda gerek kendisinin gerekse cemaatin durumunu dikkate aldığı anlaşılmaktadır. Nitekim Rahmet Peygamberi (sas), namaz esnasında annesiyle beraber namaza gelen bir çocuğun ağladığını duyduğunda namazı kısa sûrelerle kıldırdığını, böylece çocuğun annesini huzursuz etmesine engel olmak istediğini bizzat dile getirmiştir. Sabah namazının önemini gayet iyi kavramış olan hanım sahâbîlerin de bu namazı Peygamber Efendimizin (sas) arkasında cemaatle kılmaya özen gösterdikleri dikkat çekmektedir.

Sabah namazı kılındıktan sonra artık güneş doğup yükselinceye kadar hiçbir namaz kılınmaz. Yaklaşık 45-50 dakika süren bu zaman dilimini Sevgili Efendimiz (sas), güneş doğup da iyice yükselinceye kadar namaz kıldığı yerde oturarak değerlendirir, ashâbıyla sohbet ederdi. Ardından vakti girdiğinde kuşluk namazını kılardı ki Berâ b. Âzib (ra), birlikte bulundukları on sekiz yolculuk esnasında Allah Resûlü'nün (sas), öğleden önce kıldığı bu iki rekât namazı terk etmediğini söylemiştir.

Henüz güneş doğmadan uyanıp abdest alarak sabah namazını kılan ve böylece Rabbine kulluk etmenin huzuruyla güne başlayan mümin, güneş doğduktan sonra işinin gücünün başına geçip çalışır. Zaman ilerler, yorgunluk artar... Güneş tam tepeye çıktığında artık bir müddet dinlenmelidir. Güneş tepe noktadan biraz batıya kaydığında ise ilâhî huzura çıkmanın vakti gelmiştir... Saatlerdir yıpranan, hırpalanan ruhu tazelemenin vaktidir bu... İşte bu esnada öğle ezanı okunur. Ezanla başlar dünyadan ve dünyalıktan sıyrılış... Ruhu tatlı bir huzur sarar.

Öğle namazı, güneşin batıya doğru meyletmesinden hemen sonra kılınır. Ancak, özellikle Hicaz yarımadası gibi yaz mevsiminin çok daha ağır yaşandığı ülkelerde, öğle namazının ilk vakitleri sıcağın kasıp kavurduğu saatlere rastlamaktadır. Bu sebeple Rahmet Peygamberi (sas), “Öğle namazını serin vakitte kılın, şüphesiz sıcağın şiddeti (âdeta) cehennemin kaynamasındandır.” buyurmuş, öğle namazını biraz geciktirerek kılmayı tavsiye etmiştir.

Güneşin etkisini kaybetmeye başladığı, her şeyin gölgesi bir veya iki katı olduğu dakikalarda öğle namazının vakti çıkar ve ikindi namazının vakti girer. Öğleden ikindiye kadar geçen süre, gün içinde sıcağın en şiddetli olduğu zaman dilimidir. Bugün de sıcak ülkelerde yapıldığı gibi ashâb bu vakti “kaylûle” denilen öğle uykusuyla, dinlenerek geçirir, sıcağın etkisini kaybetmeye başladığı ikindi vaktinde ise geçimlerini sağlamak üzere işlerinin başına dönerlerdi. İşte Peygamberimiz (sas), “Her kim ikindi namazını (kasten) terk ederse ameli ziyan olur.” ve “İkindi namazını kaçıran kimse, sanki ailesini ve malını yitirmiş gibidir.” buyurarak, ashâbını bu telaş ve koşuşturmada ikindi namazını kaçırmamaları için uyarmıştır.

Namazlara ve orta namaza devam edin. Allah'a (cc) saygı ve bağlılık içinde namaz kılın.” âyetinde söz konusu edilen "orta namaz" ile hangi namazın kastedildiğine dair farklı görüşler ileri sürülmüştür. Öğle namazının, zden hemen sonra yani takriben gün ortasında kılınmasından dolayı âyette kastedilenin öğle namazı olduğu yönünde görüş belirten âlimler olsa da, “Orta namaz, ikindi namazıdır.” hadisi, konuya açıklık kazandırmaktadır. Benzer şekilde, Hz. Peygamber'in (sas) amcasının oğlu olan âlim sahâbî Abdullah b. Abbâs'ın (ra) anlattığına göre, Allah Resûlü (sas) Hendek Savaşı günü savaşın şiddetinden dolayı ikindi namazını kılamadığında, şöyle beddua etmişti: “Allah'ım! Orta namazı kılmamızı engelleyenlerin evlerini ateşle doldur, kabirlerini ateşle doldur!”

Peygamber Efendimiz (sas), sabah namazı kılındıktan sonra güneş doğup yükselinceye kadar, güneş tam tepede iken ve ikindi namazı kılındıktan sonra da güneş batıncaya kadar başka bir namaz kılmayı yasaklamıştır ki, bu yasağın sebebi o vakitlerde bâtıl dinlere mensup bazı kimselerin, putperestlerin güneşe secde etmeleridir.

Gün sona yaklaşıp güneş batınca yeni bir namazın vakti de girmiş olur. Mümin, Yüce Rabbimizin (cc) akşam namazı çağrısına icabette elini çabuk tutmalıdır. Zira akşam namazının vakti diğer namazlara oranla en kısa olanıdır. Bunun için Sevgili Peygamberimiz (sas), “Ümmetim, akşam namazını kılmak için yıldızların (ortaya çıkıp) birbirine karıştığı zamanı beklemedikleri sürece hayırda olmaya devam edecektir.” buyurmak suretiyle, akşam namazını mümkün olduğunca erken kılma hususuna dikkatlerimizi çekmektedir. Sahâbeden Seleme b. Ekvâ' (ra) akşam namazını güneş kaybolur kaybolmaz kıldıklarını söylerken, Râfi' b. Hadîc (ra), “Biz akşam namazını Peygamber (sas) ile birlikte kılardık da namazdan çıktıktan sonra birimizin attığı okun düştüğü yeri rahatlıkla görebileceği kadar aydınlık olurdu.” diyerek sahâbenin bu konudaki hassasiyetini ifade etmektedir.

İbadete olan düşkünlüğüyle tanınan büyük sahâbî Abdullah b. Ömer (ra), “Akşam namazı gündüz namazlarının vitridir.” derdi. Allah Resûlü (sas) akşam namazının vaktinin kısalığına rağmen, muhtemelen kış mevsimine oranla daha uzun süren yaz akşamlarında bu namazı kıldırırken Kur'ân-ı Kerîm'deki uzun sûrelerden de okurdu. En uzun sûrelerden olan A'râf sûresi bunlardan biriydi. Bunu bilen sahâbîlerden Zeyd b. Sâbit (ra), akşam namazında kısa sûreler okumasını yadırgadığı Mervân'a (ra), “Ey Ebû Abdülmelik! Akşam namazında İhlâs ve Kevser sûrelerini mi okuyorsun?” diye sorunca Mervân (ra), “Evet.” demiş; bunun üzerine Zeyd b. Sâbit (ra) onu şöyle uyarmıştı: “Allah'a (cc) yemin ederim ki, Resûlullah'ın (sas), akşam namazında iki uzun sûreden biri olan "Elif lâm mîm sâd" (A'râf) sûresini okuduğunu bilirim.” Allah Resûlü'nün vefatı öncesinde kıldırdığı son namaz da akşam namazı olmuştu ve bu namazda Mürselât sûresini okumuştu.

Yüce dinimizin temel unsurlarından olan günlük beş vakit namazın son halkası, yatsı namazıdır. Akşam namazının vakti çıktıktan sonra yatsı namazının vakti girer ve sabah namazı vaktine kadar devam eder. Yatsı namazı, uyumadan önce günün son demlerinde Rabbin huzuruna durmayı, günü O'na (cc) ibadet ile sonlandırmayı ifade eder. Bu sebeple bir günün bitiminde yapılacak en son iş olması ve mümkün olduğunca geç kılınması tavsiye edilmiştir. Bununla ilgili olarak Muâz b. Cebel (ra) bir hatırasını şöyle anlatır: “Yatsı namazı için Resûlullah'ı (sas) bekledik. O kadar gecikti ki, artık gelmeyeceğini zannettik. İçimizden biri, "(Herhalde) Resûlullah (sas) namazını kıldı (bize namaz kıldırmaya) çıkmayacak." dedi. Bir müddet sonra Resûlullah (sas) çıkageldi. Kendisine: "Ey Allah'ın Resûlü! Senin gelmeyeceğini zannettik. Hatta içimizden biri, "(Herhalde) Resûlullah (sas) namazını kıldı (bize namaz kıldırmaya) çıkmayacak." bile dedi." deyince, Resûlullah (sas) şöyle buyurdu: "Bu namazı gece karanlığında kılın (geciktirin)! Bu namaz nedeniyle diğer ümmetlere üstün kılındınız, çünkü sizden önce bunu hiçbir ümmet kılmadı."

Bedevîlerin gece karanlığına kadar develeriyle meşgul olmalarından ötürü yatsı namazını “ateme (karanlık)” diye isimlendirmelerine karşı çıkan Yüce Peygamber (sas), bu namaza Allah'ın Kitabı'nda anıldığı üzere “ışâ” yani “ortalık kararınca kılınan namaz” denilmesini istemiştir. Münafık tabiatlı insanlara son derece zor gelen iki namazdan biri yatsı namazı, diğeri de sabah namazıdır. Böyle olunca da bu iki namaza devam etmek, kişinin Allah'a (cc) teslimiyetinin ve inancındaki samimiyetin bir göstergesi kabul edilebilir. Hatta yatsı ve sabah namazlarını cemaatle kılan kişinin, o gecenin tamamını namaz kılarak geçirmiş gibi ecir kazanacağı Peygamberimiz (sas) tarafından müjdelenmiştir. Bu kadar önemine ve faziletine rağmen yine de insanların değerlendiremedikleri bu nadide vakitler, Hz. Peygamber (sas) tarafından, aslında yerlerde sürünerek de olsa gidilip kaçırılmaması gereken namazlar olarak tanımlanmıştır.

Rivayetlerde rekât sayısı beş, üç ve bir olarak geçen vitir namazı ise, yatsı namazından sonra kılınan müstakil bir namazdır. Ramazan ayında teravih sonunda cemaatle kılınsa da yılın diğer aylarında tek başına kılınan vitir namazı, hem vaktinde hem de kazaya kalması hâlinde kılınabilen bir namazdır. Allah Resûlü (sas), “Allah size bir namaz ihsan etti. O namaz, sizin için kızıl develerden daha hayırlıdır. O, vitirdir. Onu sizin için yatsı ile fecrin doğuşu (sabah namazı vaktinin girişi) arasına koydu.” ve “Vitir haktır (sabittir), vitir kılmayan bizden değildir.” buyurarak bu namazın önemine dikkatlerimizi çekmiştir.

Gündüz olduğu gibi geceleyin de Rabbine ibadet etmeyi hiçbir zaman ihmal etmeyen Hz. Peygamber (sas), teheccüd namazını kıldıktan sonra o gecenin en son namazı olarak vitir namazını kılardı. Muhterem annemiz Hz. Âişe'den (ra) nakledildiğine göre, kendisi Peygamberimizin (sas) yanında uyurken, Resûl-i Ekrem Efendimiz (sas) gece namazı kılar, sonra vitri kılmak isteyince onu uyandırır, o da vitir namazını kılarmış. Buna göre Sevgili Efendimiz vitir namazını gecenin oldukça ilerleyen bir vaktinde kılmış olmaktadır. Nitekim o, vitir namazının, sabah namazının vaktinin girmesinden önce mutlaka kılınmasını istemiş, Hz. Âişe de (ra), “Sabah namazına kadar uyuyup kalacağından endişe eden kimse vitir namazını uyumadan önce kılsın, gecenin sonunda uyanabileceğini düşünen de vitir namazını ertelesin.” demiştir.

Peygamberimizin (sas) ev hâlini, hâne-i saadet içinde herkesten uzakta iken nasıl ibadet ettiğini bize aktaran Âişe validemiz (ra), kendisine sorulan bir soru üzerine Allah Resûlü'nün (sas) farz namazlarla birlikte kıldığı sünnet namazları şöyle anlatmıştır: “Resûlullah (sas) benim evimde öğleden evvel dört rekât (nafile namaz) kılar, sonra (mescide) çıkarak cemaate namaz kıldırır, ardından (tekrar benim evime) gelir ve iki rekât (nafile daha) kılardı. Cemaate akşam namazını kıldırır; sonra (benim evime) gelir, iki rekât nafile kılardı. Cemaate, yatsıyı kıldırır ve (yine benim evime) gelir, iki rekât (nafile) kılardı. Geceleyin vitirle beraber olmak üzere dokuz rekât namaz kılardı. Bazı geceler, namazı ayakta, uzun kılar; bazı geceler de oturarak uzun kılardı. Ayakta kılarken okursa, ayakta olduğu hâlde rükû ve secde ederdi; otururken okursa, oturduğu hâlde rükû ve secde ederdi. Fecir doğunca, iki rekât (nafile namaz) kılardı.” Hadisin başka bir rivayetinde, “İkindi namazından önce iki rekât namaz kılar, sonra (cemaatle farz) namazı kılmaya çıkardı.” ilâvesi de yer almaktadır.

Müslüman için kulluğun en güzel göstergesi olan namazın çeşitli hikmetleri vardır. Beş vakit namaz, Allah ile kul arasında kurulan düzenli bir bağ ve iletişimdir. Namazda Rabbi ile buluşan kulun, Allah'ı (cc) her anışında kalbi huzurla dolar. Sürekli Allah (cc) ile beraber ve O'nun (cc) gözetiminde olduğunu bilir. Bu bilinçle dosdoğru kılınan namaz, kişiyi her türlü hayâsızlıktan ve kötü davranıştan korur ve arada işlenen günahlara kefaret olur. Ayrıca beş vakit namaz, günü planlama ve zamanı değerlendirme bilinci kazandırır. Müslümanın günü, sabah namazıyla başlar, diğer vakit namazlarıyla anlamlı dilimlere bölünür ve yatsı namazıyla sona erer. Beş vakit namazın cemaatle kılınması ise müminlerin dayanışması, kaynaşması anlamına gelir.

Namaz Mi'rac'da farz kılınmıştır; Yücelerden alınıp getirilen bir hediyedir... Namaz kılan kişi, işte bu kutlu yolculuğu kendi içinde yaşar... Anlamına uygun, gereği gibi kılınırsa eğer, namaz müminin “mi'rac'ı olur! O, arınma ve korunmanın mümin tarafından her gün beş defa tekrar yaşanmasını sağlar... Nitekim Hz. Peygamber (sas), bu arınmayı şöyle örneklendirir: “Birinizin kapısının önünden bir nehir geçse ve onda her gün beş defa yıkansa, bu o kimsenin kirinden bir şey bırakır mı, ne dersiniz? Sahâbîler, “Onun kirinden hiçbir şey bırakmaz.” dediklerinde Peygamber Efendimiz (sas), “İşte beş vakit namaz da böyledir! Allah onlarla günahları yok eder.” buyurur. Ayrıca Allah (cc) namazı lâyıkıyla eda eden kulları hakkında Peygamberine (sas) şunu müjdeler:“Senin ümmetine beş vakit namazı farz kıldım ve onları, vaktinde ve hakkını vererek kılanları cennete koyacağımı kendi katımda vaad ettim. Namazları düzenli kılmayanlar için ise katımda böyle bir vaad yoktur.”

Rabbinin ezanla gelen davetine icabet etmeyen, kulluğunu kıyamlar, rükûlar ve secdelerle kemale erdirmeyen, kısacası namazlarına gereken hassasiyeti göstermeyen kimselerin Kur'an'da, “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar!” şeklinde kınandığı unutulmamalıdır. Namazla alay edenlerin akıllarının ermediği, Allah'ı (cc) anmaktan ve namaz kılmaktan insanı alıkoyanın ise şeytan olduğu Kur'an âyetlerinde anlatılmaktadır. Diğer yandan, huşû içerisinde kılınan namazın insanı kötülüklerden alıkoyacağı inananlar için ne güzel bir müjdedir! Mümin, Yüce Allah'tan (cc) namaz vasıtasıyla yardım ister, cennetin anahtarı ve dinin direği olan namaz sayesinde arınır, tazelenir, güçlenir. Ve o hep şöyle dua eder: “Rabbim! Beni ve neslimi namaz kılanlardan eyle. Rabbimiz! Duamı kabul buyur.”