Âsım'ın işittiğine göre, Enes (b. Mâlik) (ra) şöyle demiştir: “Ben, Resûlullah'ın (sas) Bi'r-i Maûne günü şehit edilen yetmiş sahâbîye üzüldüğü kadar hiçbir seriyyeye üzüldüğünü görmedim. Onlara kurrâ denirdi. Resûlullah (sas) (üzüntüsünden dolayı) bir ay boyunca onların katillerine beddua etti.”
عَنْ عَاصِمٍ قَالَ: سَمِعْتُ أَنَسًا يَقُولُ:مَا رَأَيْتُ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) وَجَدَ عَلَى سَرِيَّةٍ مَا وَجَدَ عَلَى السَّبْعِينَ [الَّذِينَ] أُصِيبُوا يَوْمَ بِئْرِ مَعُونَةَ كَانُوا يُدْعَوْنَ الْقُرَّاءَ فَمَكَثَ شَهْرًا يَدْعُو عَلَى قَتَلَتِهِمْ.
(M1550 Müslim, Mesâcid ve mevâziu's-salât, 302)
***
Uhud Savaşı’nın üzerinden yaklaşık dört ay geçmişti. Savaş, ne Müslümanların ne de müşriklerin lehine sonuçlanmıştı. Bununla birlikte Müslümanlar maddî ve mânevî anlamda ciddi bir darbe almışlardı. Münafıklar ve Yahudiler ise bu olumsuz durumdan faydalanarak insanları Hz. Peygamber’e (sas) karşı kışkırtmaya çalışıyorlardı. Fakat her şeye rağmen çevredeki kabilelerden Müslüman olmak isteyenler Allah Resûlü’ne (sas) gelmeye devam ediyor, o da ashâbından bazılarını onlara dinlerini öğretmeleri için gönderiyordu.
Resûlullah’a (sas) aynı taleple gelenlerden ikisi Adal ve Kâre kabileleriydi. Ancak onları böyle bir istekte bulunmaya sevk eden sebep çok daha farklıydı. Zira Lihyânoğulları’nın lideri Süfyân b. Hâlid b. Nübeyh, Uhud Savaşı’ndan sonra Medine’ye saldırmak üzere çevre kabilelerden adam toplamaya başlamış ve bu durum haber alınınca Hz. Peygamber’in (sas) talimatıyla öldürülmüştü. Dolayısıyla Lihyânoğulları, onun intikamını almak istiyorlardı. Adal ve Kâre kabilelerinin talebi ise bunun için en uygun fırsattı.
Hz. Peygamber (sas), kendilerine İslâm’ı anlatacak kimseler gönderilmesini talep eden bu iki kabileye çok geçmeden Âsım b. Sâbit’in liderliğinde ashâbından on kişiyi görevli olarak gönderdi. Topluluk, Mekke ile Usfân arasında Mekke’ye yetmiş kilometre uzaklıktaki Hüzeyl’e ait Recî’ suyuna geldiğinde Lihyânoğulları’na haber verildi. Bunun üzerine Lihyânoğulları, yaklaşık iki yüz okçu ile kafilenin izlerini takip etmeye başladılar. Çok geçmeden grubun yemek için konakladığı yere gelen ve burada hurma çekirdekleri bulan müşrikler, "İşte! Medine hurması!" diyerek iz sürmeye devam ettiler. Sonunda yüksekçe bir yere sığınmış olan Âsım ve arkadaşlarını görünce hemen bulundukları yeri kuşattılar. "İnin ve kendiliğinizden teslim olun! Söz veriyoruz, sizden kimseyi öldürmeyeceğiz." diye seslendiler. Âsım, bir kâfirin sözüne güvenerek asla oradan inmeyeceğini söyledi ve "Allah’ım! Bizim hâlimizden Peygamberini (sas) haberdar et!" diye dua etti. Ardından müşrikler Müslümanları oka tuttular ve içlerinde liderleri Âsım b. Sâbit’in de bulunduğu yedi sahâbîyi öldürdüler. Kalan üç sahâbî Hubeyb el-Ensârî, Zeyd b. Desinne ve Abdullah b. Târık ise teslim oldular. Ancak Mekke’ye götürülmek üzere ellerinin yay kirişleri ile sıkıca bağlanmasına katlanamayan Abdullah, "Bu ilk aldatmadır!" diyerek onlarla gitmeye karşı çıktı ve şehit edildi. Mekke’ye götürülen Hubeyb ve İbn Desinne ise Bedir’de öldürülen yakınlarının intikamını almak isteyen Huceyr b. Ebû İhab ve Safvân b. Ümeyye’ye satıldılar. Haram aylar çıkana kadar hapsedildikten sonra da Ten’îm’de, Mekkeli kalabalık bir topluluğun gözleri önünde işkenceyle şehit edildiler.
Recî’ olayının yaşandığı sıralarda Âmir b. Sa’saaoğulları’nın lideri Ebû Berâ’ Âmir b. Mâlik b. Ca’fer de bazı hediyelerle Allah Resûlü’ne (sas) gelmişti. Hz. Peygamber (sas), "Ben bir müşrikin hediyesini kabul etmem." diyerek hediyeleri geri çevirdi ve Ebû Berâ’yı İslâm’a davet etti. Ebû Berâ’ Müslüman olmadı fakat buna ilgisiz de kalmadı. Peygamberimizden (sas) kavmini İslâm’a davet etmek üzere kendisiyle birlikte ashâbından birilerini göndermesini istedi. Resûlullah (sas), başlangıçta bu teklife sıcak bakmadı. Çünkü Necidlilerin ashâbına zarar vermelerinden endişe ediyordu. Fakat Ebû Berâ’, onların güvenliklerini sağlayacağına dair kesin söz verdi. Bu arada Ri’l, Zekvân, Usayye ve Lihyânoğulları kabilelerinden gelen bazı kimseler de Müslüman olduklarını ve kavimlerine karşı yardım istediklerini söylemişlerdi.
Hz. Peygamber (sas), Ebû Berâ’dan aldığı söz üzerine ashâbdan yetmiş kişiyi onunla birlikte göndermeyi kabul etti. Suffe Ehli’nden olan ve kurrâ ismi verilen bu sahâbîler, Münzir b. Amr es-Sâidî’nin başkanlığında Muttalib adlı bir kılavuzla yola çıktılar. Maûne kuyusuna ulaştıklarında içlerinden Harâm b. Milhan ve iki arkadaşı kafileden ayrıldılar. Zira Resûlullah (sas), beraberlerinde Âmiroğulları’na ulaştırılmak üzere bir mektup göndermişti. Harâm, arkadaşlarından oraya varıncaya kadar kendisini takip etmelerini istedi. Çünkü müşrikler can güvenliği konusunda eman verdikleri takdirde bir sorun oluşmayacak, ancak öldürülmesi hâlinde durumu arkadaşlarına hemen haber vermeleri gerekecekti.
Harâm, arkadaşlarına gereken talimatı verdikten sonra başlarında Ebû Berâ’nın yeğeni Âmir b. Tufeyl’in bulunduğu topluluğa doğru yaklaştı. Onlara Resûlullah’ın (sas) elçiliğini kendilerine tebliğ etmesi için eman verip vermeyeceklerini sordu. Fakat daha mektup okunmadan Âmir b. Tufeyl’in işaret verdiği bir adam, ona arkasından yaklaşarak mızrağını sapladı. Bu darbeyle şehitlik mertebesine ulaşacağını anlayan Harâm son nefesinde, "Allâhü ekber! Kâbe’nin Rabbine yemin olsun ki ben kazandım!" diye haykırdı.
Âmir b. Tufeyl, vakit kaybetmeden diğerlerine de saldırmak üzere kabilesinden yardım istedi. Fakat onlar, Ebû Berâ’nın verdiği sözü bozmayacaklarını söylediler. Bunun üzerine Âmir, Süleymoğulları’ndan Usayye, Ri’l ve Zekvân kabilelerinden yardım istedi. Onlar bu talebe hemen karşılık vererek bir araya geldiler ve heyeti kuşattılar. Sahâbîler her ne kadar, "Vallahi bizim sizden istediğimiz bir şey yok! Biz sadece Peygamberimizin (sas) bir işi için yolumuza gidiyoruz!" dedilerse de sözlerini dinletemediler ve müşriklerin saldırısına uğradılar.
Müşriklerin hazırladığı haince tuzağın tam ortasında kalan Müslümanlar, ölene kadar çarpıştılar. Öldü zannedilerek bırakılan Kâ’b b. Zeyd hariç hepsi şehit edildiler ve "Allah’ım! Peygamberimize (sas) bildir ki biz sana kavuştuk ve senden razı olduk. Sen de bizden razı oldun." cümleleriyle son nefeslerini verdiler. Bu sırada Amr b. Ümeyye ve ensardan Münzîr b. Muhammed, olanlardan habersiz kafilenin hayvanlarını otlatıyorlardı. Ashâbın bulunduğu yerin üzerinde kuşların dolaştığını görünce bir sorun olduğuna kanaat getirdiler. Nitekim oraya ulaştıklarında arkadaşlarını kanlar içinde buldular. Ne yapmaları gerektiğine bir an evvel karar vermek zorundaydılar. Amr, durumu Resûlullah’a (sas) bildirmeleri gerektiğini söyledi. Buna karşılık arkadaşı, Münzîr b. Amr’ın şehit edildiği bu yerden ayrılıp da kimseye onların ölüm haberlerini veremeyeceğini söyledi. Ardından da müşriklerle çarpışarak şehit oldu. Amr b. Ümeyye ise kendisinin Mudarlı olduğunu söylemesi üzerine öldürülmekten kurtuldu fakat esir alındı. Sonra Âmir b. Tufeyl, annesinin bir köle azat etmeyi vaad ettiğini ve onu yerine getirmek istediğini söyleyerek Amr’ın perçeminden bir tutam kesti ve onu serbest bıraktı.
Müşriklerin elinden kurtulur kurtulmaz Medine’ye doğru yola çıkan Amr b. Ümeyye, el-Karkara denilen yerde iki kişiye rastladı. Onların Benî Amir’in Benî Kilâb kolundan, yani Müslüman heyete verdikleri söze riayet etmeyen kabileden olduklarını öğrendiğinde uyumalarını bekledi. Başlarına gelen ihanetin intikamını almak amacıyla onları uykularında öldürdü. Halbuki bu iki kişi Hz. Peygamber (sas) tarafından eman verilen, yani can ve mal güvenlikleri garanti altına alınan kişilerdi. Fakat Amr b. Ümeyye bunu bilmiyordu. Medine’ye geldiğinde durumu Resûlullah’a (sas) anlattı. Hz. Peygamber (sas), Amr’a o iki kişiyi öldürmekle hata ettiğini söyledi ve daha sonra diyetlerini ödedi.
Amr b. Ümeyye’den ashâbının başına gelenleri öğrenen Allah Resûlü (sas) olanlardan Ebû Berâ’yı sorumlu tuttu. Zira istemediği ve hatta endişe ettiği hâlde sevgili arkadaşlarını onun ısrar etmesi nedeniyle göndermişti. Durum Ebû Berâ’ya da haber verildi. Hem yeğeni Âmir’in ihaneti hem de böyle bir faciaya sebep olmanın verdiği suçluluk hissi ona ağır geldi. Ebû Berâ, Allah Resûlü’nün (sas) bedduası sebebiyle vebâdan öldü.
Bi’r-i Maûne olayının haberini aldığı gece, Resûlullah’a (sas) Recî’de öldürülenler ve Ten’îm’de şehit edilen Hubeyb’in haberi de gelmişti. Peş peşe gelen iki felâket haberi onu çok üzmüştü. En zorda kaldığı zamanlarda bile kimseye lânet okumayan Hz. Peygamber (sas), bu defa tarifi mümkün olmayan böyle bir acı karşısında beddua etmekten kendini alamadı: "Allah’ım, Mudar’ı perişan et. Allah’ım, senelerini Yusuf’un kıtlık yılları gibi (çetin) yap. Allah’ım, Allah’a ve Resûlü’ne asi olan Lihyânoğulları, Adal, Kâre, Zi’b, Ri’l, Zekvân ve Usayye’yi sana havale ediyorum."
Müşrikler, ashâbına çok düşkün olan Resûlullah’a (sas) öylesine bir acı yaşatmıştı ki kendisinin hizmetinde bulunan ve böylece her hâline şahit olan Enes b. Mâlik (ra), onun Bi’r-i Maûne’de şehit edilen yetmiş sahâbîye üzüldüğü kadar hiçbir seriyyeye üzülmediğini söylemişti. Bu nedenle Hz. Peygamber (sas), bir ay boyunca namazlarında katillere beddua etmişti.
Müşriklerin çirkin tuzakları yalnızca bu iki olayla sınırlı değildi. Ebû Süfyân, bir bedevîyi Resûlullah’ı (sas) öldürmek üzere kiralayarak Medine’ye göndermişti. Bir süre etrafı soruşturduktan sonra Hz. Peygamber’i (sas) mescitte bulan ve ona doğru yönelen bedevî ise niyeti anlaşılınca ashâb tarafından hemen yakalanmıştı. Allah Resûlü’ne (sas) karşı düşmanlıklarını onu öldürmeye kadar vardıran müşriklerin bu teşebbüsü üzerine Hz. Peygamber (sas) daha fazla beklemedi. Hemen Amr b. Ümeyye ve Seleme b. Eslem’i, Ebû Süfyân’ı öldürmeleri için Mekke’ye gönderdi.
Sonucu belirsiz olmasına rağmen Uhud Savaşı’nda Müslümanlara galip geldiklerini düşünen müşrikler, tekrar cesaretlerini toplamışlardı. Nitekim Recî’, Bi’r-i Maûne olayları ve Resûlullah’ı (sas) öldürme teşebbüsü de bu cesaretlenmenin bir tavrı olarak ortaya çıkmıştı. Müşrikler, Uhud gibi ciddi bir imtihanın yaraları henüz sarılmamışken kurdukları hain tuzaklarla Hz. Peygamber’i (sas) yıldırmaya çalışmışlardı. İçlerindeki hırs ve intikam ateşi öylesine alevlenmişti ki ne haram aylara ne de verdikleri söze riayet etmişler ve yetmişten fazla savunmasız insanın ölümüne sebep olmuşlardı. Bu ihanet Allah Resûlü’nü (sas) son derece üzmüştü. Zira herhangi bir savaş ortamı olmadan bu kadar kişinin bir anda katledilmesinin izahı yoktu. Daha birkaç ay önce Uhud’da verilen mücadelenin yorgunluğu geçmeden de bunun hesabının sorulması mümkün değildi. Resûlullah (sas), bütün bu olumsuz şartlar altında katilleri Rabbine havale etmekten başka bir çare bulamamış ve günlerce beddua etmişti.
Peygamberimiz (sas), İslâm’a davet uğrunda yaşanan bu acı olaylar ve beraberinde karşılaştığı pek çok sıkıntıya rağmen dinini yaymaya çalıştı. Bu hadiselerden sonra da ümitsizlik, korku ve yılgınlığa düşmeden görevini sürdürdü. Allah Resûlü (sas), sabır ve azminin karşılığını ise Hendek zaferi ile başlayan üstünlük sürecinin sonunda, vefat etmeden önce Arap yarımadasının tamamının Müslümanlaştığını görmekle aldı.