Hadislerle İslam

Boşanma: Allah'ı Gazaba Getiren Helâl

(Dönüş yapılabilecek) Boşama kaç defadır? Zıhâr nedir? Eşler arasında boşama yetkisi kime aittir? Muhâlea nedir? Sünnete uygun boşanma nasıldır? İddet nedir? Boşanmış kadınlar ne kadar iddet süresi bekler?

Abone Ol

عَنِ ابْنِ عُمَرَ عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَال: “أَبْغَضُ الْحَلاَلِ إِلَى اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ الطَّلاَقُ.”

İbn Ömer'den (ra) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah'a (cc) en sevimsiz gelen meşru işlerden biri, boşanmadır.”

(D2178 Ebû Dâvûd, Talâk, 3; İM2018 İbn Mâce, Talâk, 1)

***

عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “لَيْسَ مِنَّا مَنْ خَبَّبَ امْرَأَةً عَلَى زَوْجِهَا...”

Ebû Hüreyre'nin (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

“Kadını kocasına karşı kışkırtan bizden değildir...”

(D2175 Ebû Dâvûd, Talâk, 1; HM23368 İbn Hanbel, V, 353)

***

عَنْ ثَوْبَانَ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “أَيُّمَا امْرَأَةٍ سَأَلَتْ زَوْجَهَا طَلاَقًا فِى غَيْرِ مَا بَأْسٍ فَحَرَامٌ عَلَيْهَا رَائِحَةُ الْجَنَّةِ.”

Sevbân'ın (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

“Herhangi bir kadın, geçerli bir sebebi olmaksızın kocasından boşanma talep ederse, cennetin kokusu ona haram olur!”

(D2226 Ebû Dâvûd, Talâk, 17-18)

***

عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “لاَ يَفْرَكْ مُؤْمِنٌ مُؤْمِنَةً، إِنْ كَرِهَ مِنْهَا خُلُقًا رَضِيَ مِنْهَا آخَرَ.”

Ebû Hüreyre'nin (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

“Mümin, mümin hanımına karşı kötü duygular beslemesin; çünkü onun bazı huylarından hoşlanmasa da diğer huylarından hoşlanabilir.”

(M3645 Müslim, Radâ', 61)

***

Hz. Âişe (ra) validemiz anlatıyor: Boşanma ile ilgili âyetler nâzil olmadan önce bir kişi karısını dilediği kadar boşuyordu. İddeti içerisinde hanımına döndüğü takdirde, o kadın onun eşi sayılırdı. Yüz kere dahi boşasa durum değişmezdi. Nihayet günün birinde bir adam karısına, "Allah’a (cc) yemin ederim, seni öyle bir boşayacağım ki benden uzaklaşıp ayrılamayacağın gibi, seni ölene kadar da karım olarak barındırmayacağım!" dedi. Kadın, "Bu nasıl olacak?" diye sorunca adam da "Seni boşayacağım, iddetin dolmak üzereyken tekrar sana döneceğim!" diye cevap verdi.

Hz. Âişe (ra) anlatmaya devam ediyor: "Bu durumda olan kadınlardan biri yanıma geldi. Bir şey diyemedim. Resûlullah (sas) gelince durumu ona bildirdim. O (sas) da bir şey demeden sustu. Kısa bir müddet sonra Bakara sûresinin 229. âyeti indi: "(Dönüş yapılabilecek) boşama, iki defa olabilir. Üçüncüsünde evlilik ya iyilikle devam eder veya güzel bir şekilde sona erdirilir..."

Hz. Âişe’nin (ra) ifadesine göre, bundan sonra geçmişte hanımını boşayanlar da dâhil olmak üzere bütün Müslümanlar bu yeni hükmü uygulamaya başlamıştı. Böylece boşanma konusunda kadına yapılan haksızlıklardan biri daha son bulmuştu.

Boşanma konusunda kadına yapılan haksızlık bununla da sınırlı değildi. Bazen gereksiz yere kadınlar zor durumda bırakılıyordu. İşte böyle anlar yaşayanlardan biri olan Hazrecli Havle bnt. Sa’lebe, Resûlullah’a (sas) gelerek kocasını şikâyet edecek ve Yüce Allah’a (cc) iltica edecekti.

Hadisenin aslı şuydu: Araplar arasında zıhâr denen bir âdet vardı. Bir adam karısına, "Sen bana anamın sırtı gibisin!" deyince kadın o erkeğe haram sayılır ve ebediyen kocası tarafından terk edilirdi. Tanınmış sahâbî Ubâde b. Sâmit’in (ra) kardeşi olan Evs b. Sâmit de aynı zamanda amcasının kızı olan karısına kızıp bu sözü söylemişti. Karısı Havle, Hz. Peygamber’e (sas) gidip yaşlı ve geçimsiz kocasına vaktiyle nice hizmetler ettiğini, ona çocuklar verdiğini, bu ihtiyarlık zamanında ise kocasının o sözü söyleyerek kendisini perişan duruma düşürdüğünü anlattı. O esnada Allah Resûlü’ne (sas) vahiy geldi ve ‘tartışan kadın’ anlamına gelen Mücâdile sûresinin ilk dört âyeti nâzil oldu: "Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a (cc) şikâyette bulunan kadının sözünü Allah (cc) işitmiştir. Allah (cc), sizin konuşmanızı işitir. Çünkü Allah (cc) işitendir, bilendir. İçinizden zıhâr yapanların kadınları, onların anaları değildir. Onların anaları ancak kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar çirkin bir laf ve yalan söylüyorlar. Kuşkusuz Allah (cc), affedicidir, bağışlayıcıdır. Kadınlardan zıhâr ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönenlerin karılarıyla temas etmeden önce bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir. Size öğütlenen budur. Allah (cc), yaptıklarınızdan haberi olandır. (Buna imkân) bulamayan kimse, hanımıyla ilişkiye girmeden önce art arda iki ay oruç tutar. Buna da gücü yetmeyen, altmış fakiri doyurur. Bu (hafifletme), Allah’a (cc) ve Resûlü’ne (sas) inanmanızdan dolayıdır. Bunlar Allah’ın (cc) hükümleridir. Kâfirler için acı bir azap vardır."

Bu âyetlerde Yüce Allah (cc) o eski geleneğin yanlış bir zandan ibaret olduğunu, böyle sözlerle kadının kocasının anası olamayacağını bildiriyordu. Ayrıca böyle bir söz söyleyene de fakirlerin lehine olmak üzere bir ceza koyuyordu. İslâm bu tür boşanma tarzını kaldırıp kefaret ödeyinceye kadar geçici olarak kadını kocasına haram kılıyor, bu şekilde dillerin gelişigüzel boşanma lafızlarına alıştırılmaması konusunda uyarılar yapıyor ve bu konuda yeni düzenlemeler getiriyordu.

İslâm aile yapısında arzu edilen hedef, evliliğin bir ömür boyu sürmesi, karı kocanın hayatın zor şartlarına beraber göğüs germeleri, sevinç ve üzüntülerinde birbirlerine destek olmaları, güzellikleri de acıları da paylaşmaları, aile ortamını sıcak bir yuvaya dönüştürmeleridir.

Boşanma, çok hassas, sonuçları çok acı ve çoğunlukla geri dönüşü olmayan bir iştir. İki taraf için dayanılamaz bir hâl alan evlilik hayatı dışında, boşanmayı tasvip etmek oldukça zordur. Bundan olacak ki, Peygamberimiz (sas), "Yüce Allah’a (cc) en sevimsiz gelen meşru işlerden biri, boşanmadır."  buyurarak, boşanmanın ancak zorunlu durumlarda başvurulabilecek bir yöntem olduğunu belirtiyordu.

Evlilik nasıl hayatın bir gerçeği ise, boşanma da o denli gerçektir. Zira eşler arasında iyi geçimin yerini kin ve nefretin alması, karşılıklı güven sarsıcı davranışların meydana gelmesi mümkündür. Bunları gidermeye yönelik gösterilen tüm gayretlerin sonuçsuz kalması ve evliliğin çekilmez bir hâl alması, asla istenmeyen ve hoş karşılanmayan ama bir o kadar da acı bir gerçek olan boşanmaya götürür.

Yüce dinimiz, boşanmayı hoş karşılamamakla beraber hayatın bir gerçeği olarak görür. Evliliğin yürümediği, tıkandığı zamanlarda boşanma, nihaî çıkış kapısıdır. Diğer dinlerin boşanma gerçeğine daha olumsuz yaklaştığı görülür. Hıristiyan mezhepleri arasında farklı yaklaşımlar bulunmakla birlikte, ortak kanaat boşanmanın istisnaî bir durum ve bir derecede yasak olmasıdır. Özellikle Katolikler, Hz. İsa’nın (as), "Allah’ın (cc) birleştirdiğini insan ayırmasın." sözünü zina dışında geçerli bir boşanma sebebinin olmadığı şeklinde yorumlarken, Ortodoks ve Protestanlarda daha esnek bir anlayış söz konusudur. Yahudi inancında ise belli şartlarda boşanmanın söz konusu olduğu bilinmektedir.

Aile kurumunun gittikçe yıprandığı günümüzde boşanmaların giderek arttığı bir vakıadır. Boşanmaya sebep olan hususlar arasında şunları zikretmek mümkündür: Ekonomik sorunlar, geçimsizlik, ihmal, aldatmalar, ihanetler, kısırlık, kişilik ve mizaç uyumsuzlukları, kültürel birikimlerdeki ve değer yargılarındaki (din, mezhep, inanç ve ideoloji gibi) ciddi farklılıklar, ailelerin aşırı müdahalesi, taraflardan biri ya da her ikisinin ailelerine aşırı bağımlı ve zayıf kişilikte olmaları, cinsel sorunlar, erken yaş evlilikleri, aile baskısı ile evlendirilmeler, bunama, (depresyon, şizofreni, takıntılar, saplantılar, kıskançlık paranoyası gibi) psikiyatrik sorunlar, uyuşturucu, alkol ve kumar bağımlılığı ve eşler arasındaki yaş farkının çok fazla olması.

Konuyla ilgili pay sahibi olan her kesim kendi üzerine düşen sorumlulukları hatırlamalı ve gereğini yerine getirmelidir. Bu tablo açıkça gösteriyor ki aile bağlarındaki çözülme ve değerlerin korunmasında yaşanan aşınma, evliliklerin sağlıklı bir şekilde yürütülmesini zorlaştırmaktadır.

Bizim toplumumuzda da görülen boşanma sebeplerinden birisi, üçüncü kişi problemi yani eşlerin yakın aile çevrelerinin evliliğe müdahale etmek istemeleridir. Bu durum evliliğin dengesini bozmakta ve çiftin birbirine duyduğu saygıyı sekteye uğratmaktadır. Peygamber Efendimiz (sas), "Kadını kocasına karşı kışkırtan bizden değildir..."  buyurarak karı kocanın arasını bozmanın, onların huzurunu kaçıracak söz ve eylemlerde bulunmanın Müslüman’a yakışmayacağını belirtmektedir.

İlke olarak boşama yetkisi erkeğe verilmekle beraber kadına da boşama yetkisi verilebilmektedir. Boşama yetkisinin kocaya verildiği açık bir şekilde Kur’an’da ifade edilmemekle birlikte, âyetlerde kocanın boşamasından söz edilerek talâkın ona isnat edildiği görülür.

Hadislerde ise boşama yetkisinin nikâhı elinde bulundurana verildiği anlaşılmaktadır. Belki de bu yetkinin en açık ifadesi şu rivayette yer alır: Peygamber Efendimize (sas) bir köle gelerek, "Ey Allah’ın Resûlü! Efendim beni cariyesiyle evlendirdi, şimdi ise bizi birbirimizden ayırmak istiyor?" der. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sas) minbere çıkarak şöyle buyurur: "Ey insanlar! Size ne oluyor ki, biriniz kölesini cariyesi ile evlendiriyor, sonra aralarını ayırmak istiyor? Talâk, ancak nikâhı elinde bulundurana (kocaya) aittir."

Boşama yetkisinin esas olarak erkeğe verilmesi bu konudaki Kur’an hükmü ile bağdaşan bir durumdur. Ayrıca erkeğin rızası ile veya nikâhta bir ön şart olarak boşama yetkisinin hanıma verilebileceği gözardı edilmemelidir. Nitekim bir gün Hz. Ebû Bekir’in (ra) torunu Muhammed, gözü yaşlı bir şekilde Allah Resûlü’nün (sas) vahiy kâtibi Zeyd b. Sâbit’in (ra) yanına gelir. Zeyd bu zâta, "Ne oldu, bu hâlin nedir?" diye sorar. O da, "Boşama yetkisini karıma verdim, o da benden ayrıldı!" deyince, Zeyd (ra) ona, "Seni böyle davranmaya zorlayan neydi?" diye sorar. Adam "Kader!" cevabını verir. Ardından Zeyd (ra), "İstersen karına dön! Zira o, yalnız bir talâk (ric’î) ile boş olmuştur, senin ona dönme hakkın var." şeklinde tavsiyede bulunur.

Bütün bunlardan anlaşıldığına göre, kadının boşama yetkisine sahip olabilmesi mümkündür. Kadının nikâh esnasında boşama yetkisini istemesi meşru olduğu gibi, daha sonra bunu elde etmesine de herhangi bir engel yoktur.

Diğer taraftan nikâh esnasında veya sonrasında kendisine boşanma yetkisi verilmeyen kadın boşanmak isterse, üzerinde anlaştıkları bir bedeli kocasına ödemesi (muhâlea) karşılığında evlilik akdine son verebilir. Bu yola başvurmanın meşru sebebi ‘nüşûz’ kavramıyla belirtilen, eşler arasındaki geçimsizlik ve uyumsuzluktur. Geçimsizliğin alt sınırı, eşlerden birinin diğerinden hoşlanmaması sebebiyle evlilik görevlerini yerine getiremeyeceği endişesi taşıması, üst sınırı ise ailevî görevlerini fiilen yerine getirmemesi şeklinde ifade edilmiştir. Evliliğin devamının mümkün olmadığı durumlarda taraflara uzlaşarak ayrılma imkânı veren bu uygulama, Kur’an’da şöyle anlatılmıştır: "...Kadınlara verdiklerinizden (boşanma esnasında) bir şey almanız size helâl değildir. Ancak erkek ve kadın Allah’ın (cc) sınırlarını (evlilik haklarını) yerine getirememekten korkarlarsa, durum farklıdır. (Ey müminler!) Siz de karı ile kocanın Allah’ın (cc) sınırlarını hakkıyla muhafaza etmelerinden kuşkuya düşerseniz kadının (erkeğe) fidye vermesinde (mehir hakkından vazgeçmesinde) her iki taraf için de sakınca yoktur."

Bu tür boşanma örnekleri, Hz. Peygamber (sas) devrinde de görülür. Meselâ (Cemile veya) Habîbe bnt. Sehl isimli Medineli bir hanım, hakkında Allah Resûlü’nün (sas), "Ne iyi bir adamdır!"  buyurduğu Sâbit b. Kays ile evli iken, şiddetli derecede geçimsizlik yaşar, kocasını Hz. Peygamber’e (sas) şikâyet eder ve bundan böyle evliliklerini sürdürmelerinin mümkün olmadığını söyler. Habîbe, "Yâ Resûlallah, ben onun dinini veya ahlâkını kötüleyerek ondan intikam almaya çalışmıyorum. Bilakis (evli kaldığım takdirde) onunla geçimsizlik yaşayarak nankörlük etmekten korkuyorum." sözleriyle ayrılma talebinin meşru bir mazerete dayandığını da belirtir. Hz. Peygamber (sas) Sâbit’i çağırıp, "Mehrinin bir kısmını alarak onu boşa!"  buyurur. Bunun üzerine Sâbit, "Bu uygun olur mu ey Allah’ın Resûlü?" diye sorunca, Resûl-i Ekrem (sas), "Evet."  cevabını verir. Sâbit, "Ben ona mehir olarak iki bahçe vermiştim ve şu anda bunlar onun elinde bulunuyor." deyince, Peygamber (sav), "Onları al ve onu boşa!"  buyurur. O da öyle yapar.

Ancak bedel üzere anlaşarak boşanmanın (muhâlea) gerek kadın gerekse erkek tarafından menfaat aracı olarak kullanılması dinimizce meşru görülmemiştir. "...verdiğiniz bir şeyi geri almak için onlara (kadınlara) baskı kurmayın."  âyeti gereği erkeğin, kendi boşadığı takdirde ödemek zorunda olduğu mehirden kurtulabilmesi için kadını muhâleaya zorlaması helâl değildir. Aynı şekilde kadının meşru ve somut bir sebep yokken boşanmaya kalkışması da Peygamberimiz (sas) tarafından tasvip edilmemiştir. Nitekim Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: "Herhangi bir kadın, geçerli bir sebebi olmaksızın kocasından boşanma talep ederse, cennetin kokusu ona haram olur!"

Boşanmanın Kur’an ve sünnete uygun olarak gerçekleşmesi önem arz etmekte olup bu konudaki emir ve tavsiyeler Kur’an’da ve hadis kitaplarında yer almaktadır.

Boşama, Allah (cc) ve Resûlü’nün (sas) bildirdiği zamanlamaya göre gerçekleşmelidir. "Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınızda onlar için belirlenmiş iddeti gözetecek şekilde boşayın..."  âyetinde kadınların temizlik hâlinde ve kendileriyle cinsel ilişkiye girilmeksizin boşanmaları istenmektedir. Temizlik döneminde ilişkiye girdikten sonra boşamak, kadının hamile kalması ve sonrasında pişmanlık duyulması ihtimalini gündeme getirdiği için yasaklanmıştır. Ayrıca ilişkinin mümkün olduğu temizlik döneminde eşler, aralarındaki yakınlık ve duygusal etkileşimi daha sağlıklı bir şekilde gözden geçirebileceklerdir.

Hz. Ömer’in (ra) oğlu Abdullah, karısını hayızlı iken boşamıştı. Bunun üzerine babası Ömer b. Hattâb (ra) bu durumu Peygamberimize (sas) sormuş ve o (sas) da şöyle cevap vermiştir: "Ona söyle, karısına dönsün. Sonra hayzından temizlenip tekrar bir hayız daha görüp sonra tekrar temizleninceye kadar (nikâhı altında) tutsun. Bundan sonra isterse tutar, isterse cinsel ilişkiye girmeden önce boşar. İşte Yüce Allah’ın (cc), kadınların içinde boşanmasını emrettiği iddet dönemi budur."  Diğer bir rivayette, "...Kadın temizlendiği vakit, ya onunla cinsel ilişkiye girmeden boşasın yahut nikâhında tutsun!"  ifadesi geçmektedir.

Abdullah b. Mes’ûd (ra) ise sünnete uygun boşanmayı şöyle ifade ediyor: "Sünnete uygun talâk, kişinin hanımını temiz iken ve cinsel ilişkide bulunmaksızın bir talâk ile boşamasıdır. Kadın tekrar hayız olup temizlenince ikinci talâkı verir. Tekrar hayız görüp temizlenince de tekrar üçüncü talâkı verir. Sonra da kadın iddet süresini bekler."  Böylece boşanma uzun bir zamana yayılarak eşlerin tekrar tekrar düşünmeleri sağlanır. Karı koca daha sağlıklı düşünme imkânı bulacak, hatalarını görebilecek ve kendilerini sorgulama fırsatını yakalayabileceklerdir.

"(Dönüş yapılabilecek) boşama iki defadır. Sonrası, ya iyilikle geçinmek, ya da güzellikle bırakmaktır."  âyeti gereği, boşama bir defada değil aşama aşama gerçekleşmelidir. Allah Resûlü (sas) önüne getirilen ihtilâflı boşamalarda bu esasa göre hüküm vermiştir. Ashâbdan Rükâne b. Abdi Yezîd, bir gün hanımını bir seferde üç talâkla boşamış fakat bu yaptığına çok üzülmüştü. Ardından bu durumu Hz. Peygamber’e (sas) bildirmiş ve "Vallahi bir talâktan fazlasına niyet etmedim." demişti. Bunun üzerine Resûlullah (sas), "Bir talâktan fazlasına niyet etmediğine dair Allah’a (cc) yemin ediyorsun, öyle mi?" diye sormuştu. Rükâne de, "Evet, vallahi bir talâktan fazlasına niyet etmedim." diye yeminini tekrarlayınca, Resûlullah (sas) Rükâne’ye karısını geri göndermişti. Daha sonra Rükâne hanımını Hz. Ömer (ra) zamanında ikinci defa, Hz. Osman (ra) zamanında ise üçüncü defa boşadı.

Resûlullah (sas) Rükâne’nin yaptığı gibi bir seferde üç talâk ile boşamayı uygun görmemiştir. Nitekim bir erkeğin karısını üç talâkla bir seferde boşadığı haber verilince Resûlullah (sas) öfkeyle ayağa kalkmış ve "Ben aranızda iken Allah’ın Kitabı’yla mı oynuyorsunuz!" buyurmuştur.

Hz. Peygamber’den (sas) sonra bir seferde üç talâk ile boşayıp bunu tek talâk yerine saymak yaygınlaşınca, Hz. Ömer (ra) bu hakkın kötüye kullanıldığı gerekçesiyle tedbir almıştır. Peygamberimizin (sas) amcasının oğlu Abdullah b. Abbâs (ra), konuyla ilgili değişikliği şöyle anlatmaktadır: "Resûlullah (sas) ile Ebû Bekir (ra) devrinde ve Ömer’in (ra) halifeliğinin ilk yıllarında bir adam karısıyla cinsel münasebette bulunmadan (bir defada) üç talâkla boşarsa, bu talâkı bir talâk sayarlardı. Fakat Ömer halk arasında bu uygulamanın çoğaldığını ve uzun bir zaman sürecinde yapılması gerekeni aceleye getirdiklerini görünce, onların aleyhine olarak (bu şekilde verilen üç talâkın) üçünü de geçerli kıldı."

Öte yandan boşamanın geçerli sayılabilmesi için, boşayan kişinin o esnada aklî melekelerinin tam, iradesinin hür olması gerekmektedir. Hadislerde aklî dengesi yerinde olmayanın, öfkesinden dolayı dengesini kaybeden kimselerin talâkının geçersiz olduğu zikredilir. İbn Abbâs’ın (ra) görüşüne göre ise zor kullanılarak boşayan kişi ile sarhoşun talâkı da geçerli değildir.

Allah Teâlâ (cc), boşanmış kadının bir başkasıyla evlenmeden önce kocasıyla irtibatının tamamen kesilmesi amacıyla beklemesi gereken belli bir zaman (iddet) belirlemiştir. "Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç ay hâli (hayız veya temizlik müddeti) beklerler."  âyeti gereğince âdet gören hanımın iddeti kendi hayız dönemine göre hesaplanır. Âdetinden kesilmiş ve hamile kadının iddeti hakkında da,"Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlarla, henüz âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Hamile olanların bekleme süresi ise, doğum yapmalarıyla sona erer."  buyrulmuştur. Hamile olan kadının doğum yapması durumunda iddeti biter. Nitekim Sübey’a bnt. Hârise isimli hanım, kocasının vefatından yaklaşık yirmi gün sonra doğum yaptı. Sonra loğusalık hâlinden çıkınca evlenme tekliflerini almaya hazırlandı. Onun bu durumu kınandı ve Peygamberimize (sas) de anlatıldı. Bunun üzerine Allah Resûlü (sas), "Eğer isterse evlenebilir. Çünkü iddet süresi bitmiştir."  buyurdu.

İddetin hikmeti, ilk planda kadının önceki kocasından hamile olup olmadığının anlaşılması içindir, fakat bundan ibaret değildir. Hayızdan kesilmiş olanlar için de iddet süresi belirlenmesi, bunun sadece hamileliğin tespitine yönelik olmadığının bir göstergesidir. İddet, boşanan eşlere yeniden bir araya gelmeleri için düşünme fırsatıdır. Bu yüzden iddet bekleyen kadına evlilik teklifi yapılması da yasaklanmıştır.

Kadınların iddet süresince evlerinden dışarı atılmamaları gerekir. Allah (cc), bu konuda şu hükmü belirler: "Apaçık bir hayâsızlık yapmaları hâli dışında, onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar!"  Kocalarının evlerinde oturmaları ve onlardan nafaka almaları, iddet bekleyen kadınların haklarındandır. Birinci boşamadan sonra kadının boşandığı eşinin evinde oturması, aralarındaki bağ tamamen kopmadan evlilik birliğine geri dönmeleri için imkân tanıması yönüyle kadının sorumluluğu olarak da görülür. İddet süresince kadını ihtiyaçlarından mahrum ederek köşeye sıkıştırmayı yasaklayan âyetler, onun için nafaka hakkını da öngörür. Özellikle iddet bekleyen hamile kadınlar hakkında, "Eğer hamile iseler doğum yapıncaya kadar nafakalarını verin."  hükmü yer alır. Konuyla ilgili âyet-i kerimelerde sıkça tekrar edilen güzellikle çözüme kavuşturma emri gereğince eşler, aralarındaki bağın kopma noktasına geldiği aşamada bile diyalog kapılarını kapatmamalıdır. Nafaka gibi ihtilâflı konularda istişare yoluyla ve birbirlerinin hakkını kısıtlamadan çözüm yoluna ulaşmalıdırlar.

Boşanma, sonuçları itibariyle çok ciddi bir iş olduğu için bu kararın birçok aşamada düşünülerek verilmesi gerekir. Karı koca mükemmeliyetçi beklentiler içerisine girmek yerine birbirinin güzel yönlerini görerek hayatlarını devam ettirmeye çalışmalıdır. Yüce Mevlâ bazen insanın hoşlanmadığı bir huyun kendisi için bir hayır vesilesi olabileceğini şöyle vurgulamıştır. "Hanımlarınızla güzel bir şekilde geçinin. Kendilerinden hoşlanmadıysanız, bilin ki, sizin hoşlanmadığınız bir şeyde Allah (cc), birçok hayırlar takdir etmiş olabilir."  Peygamber Efendimiz (sas) de "Mümin, mümin hanımına karşı kötü duygular beslemesin; çünkü onun bazı huylarından hoşlanmasa da diğer huylarından hoşlanabilir."  buyurarak eşlerin mümkün olduğu kadarıyla geçinmelerini, birbirlerinin iyi yönlerini görmeye gayret göstermelerini tavsiye etmiştir.

Eşler arasında yaşanan sorunlar karşısında boşanma durumu, en son çare olarak düşünülmelidir. Eşler problemlerini uygun bir üslûpla tartışarak serinkanlı bir şekilde değerlendirmeli, görüş birliğine varamadıkları konularda en azından uzlaşma cihetine gitmelidirler. Allah Teâlâ (cc) müminlere bu yönde tavsiyede bulunmaktadır: "Eğer bir kadın, kocasının kendisine kötü davranmasından yahut yüz çevirmesinden endişe ederse, uzlaşarak aralarını düzeltmelerinde ikisine de bir günah yoktur. Uzlaşmak daha hayırlıdır. Nefisler ise kıskançlığa ve bencil tutkulara hazır (elverişli) kılınmıştır."

Boşanmalar, sadece boşanan eşleri değil, öncelikle istikbalimizi emanet edeceğimiz çocuklarımızı olumsuz etkiler ve onları hiç de hak etmedikleri bir ortama mahkûm eder. Boşanma, çocuğun gelişiminde en önemli faktör olan aileye son vermesi sebebiyle özellikle çocuklar üzerinde hayat boyu etkilerini sürdüren bir olaydır. Anne babadan kopuk bir hayata mahkûm olan çocuklar derinden yaralanmakta ve etkilenmektedir. Boşanmanın en ağır yükünü onlar çekmektedirler. Şüphesiz bir çocuk fiziksel ve psikolojik gelişimini en güzel şekilde ailesinin içinde tamamlar. O, hem annenin hem de babanın ilgisine, sevgisine, şefkatine muhtaçtır. Parçalanmış aile çocuklarında genellikle uyum ve davranış sorunları ortaya çıkabilmekte, bazen eğitimleri yarım kalmakta, kimi zaman sokağa ve suç ortamına itilmekte ve kötü alışkanlıklara yönelme gibi durumlar yaşanabilmektedir. Neticede fert ve toplum, problemli bireylerle karşı karşıya kalabilmektedir.

Eşler, boşanmanın dinimizde hoş karşılanmadığı bilinciyle evliliklerini karşılıklı anlayış ve hoşgörü içerisinde, sevgi ve saygı temeline dayalı olarak devam ettirme gayretinde olmalıdırlar. Öncelikle kendilerine ve çocuklarına, sonra da çevrelerine mutlu bir aile yuvası örneği sunmalıdırlar. Boşanma hem hukukî hem psikolojik hem de sosyal bir süreçtir. Kuşkusuz, boşanma, psiko-sosyal ve ekonomik boyutlarıyla eş ve çocukların yaşamlarını kökten değiştirecektir. Bu nedenle bu süreçte eş ve çocukların hayatlarının nasıl ve ne kadar olumsuz etkileneceği, eşlerin bu aşamada yapacakları işbirliğine ve yapıcı yaklaşımlara bağlıdır.

Eşlerin kendi aralarında çözemediği anlaşmazlıklar evlilik birliğini sarsacak duruma geldiği zaman, hakem yöntemine başvurmak faydalı olacaktır. Eşler arasında meydana gelecek şiddetli geçimsizlik ve kötü muamele durumunda nasıl davranılması gerektiği konusunda Allah (cc) şöyle yol gösteriyor: "Eğer karı ile kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, o vakit kendilerine erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. İki taraf (arayı) düzeltmek isterlerse, Allah (cc) da onları uzlaştırır."  Âyette geçen hakemleri kimin tayin edeceği ihtilâflı olmakla birlikte, burada önemli olan iyi niyetle çözüm arayışında bulunulmasıdır. Böyle bir yola başvurulmasının amacı, eşler arasındaki geçimsizliklerin boşanmaya vardırılmadan çözülmesidir. Kadın ve erkek tarafından seçilecek iki hakem araya girerek çözüm yolu bulmaya çalışır. Hakemler aile büyüklerinden olabildiği gibi, tarafları iyi tanıyan dostlardan da seçilebilir. Barıştırma yolunu denerler ve iki tarafa da nasihat ederler. Eşler çözüm taraftarı iseler, hakemlerin katkısı ve Allah’ın (cc) yardımı ile sıkıntılar bir şekilde çözülebilir. Böylece eşlerin konuşup anlaşarak çözemedikleri konuları hakemler belli bir uzlaşma noktasına getirebilirler.

Eşler arasındaki anlaşmazlıklar çözümsüzlük noktasına vardığı takdirde başvurulacak çıkış yolu boşanmaktır. Zira yaşanan zoraki evlilikler, zaman zaman gayri meşru ilişkiler, cinayetler vb. çok daha kötü sonuçlar doğurabilmektedir. "...(kadınlarınızı) ya güzellikle tutunuz ya da onlardan uygun biçimde ayrılınız... Kim Allah’a (cc) saygısızlıktan sakınırsa O, kendisine bir çıkış yolu gösterir."  âyet-i kerimesi gereği bir arada yaşama imkânı kalmayan iki insan birbirini yıpratmadan yollarını ayırmalıdır. Zira aralarındaki nikâh bağı ağır bir sözdür ve sona erdiğinde dahi taraflara sorumluluklar yüklemektedir: "... Yüklerle mehir vermiş olsanız dahi hiçbir şeyi geri almayın. Siz onu, iftira ederek ve apaçık günah işleyerek mi geri alacaksınız? Birbirinizin mahremi olduktan ve eşleriniz sizden apaçık sapasağlam bir taahhüt aldıktan sonra onu geri mi alacaksınız?"  Bu âyet-i kerime, boşanma aşamasına gelen eşlerin birbirlerine karşı olumsuz duygular besleseler dahi ahlâkî ve malî yükümlülüklerini yerine getirmekten kaçınamayacaklarını açıkça bildirmektedir. Ayrılma eşiğine gelen eşler yeni hayatlarında karşılaşacakları maddî sıkıntıları düşünerek karşı tarafa haksızlık etmemelidir. Yüce Kitabımızda buyrulduğu üzere, "Karı koca ayrılırlarsa Allah (cc) bol rızkından onların ihtiyaçlarını giderir."  ve onları, "hiç ummadıkları yerden rızıklandırır."

Boşanma sonrası ortaya çıkan mehir, nafaka, çocukların bakımı gibi malî yükümlülükler bir arada değerlendirildiğinde, boşanmanın hukukî ve sosyal boyutlarının ne denli önemli olduğu görülecektir. Bu bakımdan Allah Teâlâ’nın (cc) boşanan eşlere bir öğüdü de boşanma esnasında şahit tutulmasıdır. "...(boşanırken) içinizden iki âdil kimseyi şahit tutun. Şahitliği Allah (cc) için dosdoğru yapın."  Böylelikle sonradan ortaya çıkabilecek ihtilâflar baştan önlenebilecektir.

Boşanmayla yollarını ayıran çiftler artık eş değilse de din kardeşidir ve aralarındaki hukuk devam etmektedir. "Birbirinize karşı erdemli davranmayı da unutmayın. Şüphesiz Allah (cc), yaptıklarınızı hakkıyla görendir."  ilâhî buyruğu gereğince gerek boşanırken, gerekse sonrasında birbirlerini mağdur etmemeli, varsa çocuklarını mahrum etmemelidirler.

Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam