Büşra Nur GÜLER
İstanbul Üsküdar Kur’an Kursu Öğreticisi
İslam’ın Çin’e nüfuzu
MÖ 2000’li yıllara dayanan devlet tarihi, ab-ı hayatı, Sarı Irmak bereketi, hububat ve meyveleri, kıymetli madenleri, porselenleri, kâğıt ve ipeği ile Çin, dünyanın kadim medeniyet beşiklerinden biridir. Xi’an’dan (Chang’an) başlayıp Akdeniz’de son bulan İpek yolu ve Kızıldeniz’de son bulan Baharat yolu kanalıyla dünya ticaretine katılan ülkenin, bir kavşak konumundaki Arap Yarımadası ile İslam öncesine dayanan ticari ilişkileri İslam’dan sonra da devam etmiş, Müslüman tacirler öncülüğünde baharat ve kıymetli emtia ile Çin sularında demirleyen gemiler bir anlamda İslam’ı da bu topraklara demirlemişlerdir.
İslam’ın Çin’e nüfuzu Tang hanedanlığı (618-906) dönemine tekabül eder. Çinli Müslümanlar arasında Hz. Peygamber’in (s.a.s.) tebliğ elçisi olarak aralarında Sa’d b. Ebî Vakkas’ın ya da Vehb b. Ebî Kebşe’nin de bulunduğu dört sahabinin Çin’e gönderildiği, kabrinin bu topraklarda olduğu inancı hâkimse de, İslam tarihi ve Çin resmî kaynaklarına göre İslam-Çin resmî temasları İran fetihlerini tamamlayan Hz. Osman döneminde başlamıştır. Son Sasani hükümdarı III. Yezdücerd’in oğlunun yardım talebine karşılık tarafsızlığı seçen Çin imparatorunun ikamet ettiği Xi’an’a İslam devletinin genel durumu ve İslam’ın esaslarını içeren bir mektupla birlikte gönderilen elçi, sonraki dönemlerde karşılıklı gönderilecek dostluk heyetlerinin ilk adımını oluşturmuştur.
Çin’in batıya ilerleyişini durduran, İslam’ın Orta ve Doğu Asya’ya nüfuzunu güçlendiren, Müslümanlara barut ve kâğıt üretimi bilgisini kazandıran Talas Savaşı (751) Çin ile İslam devleti arasındaki yegâne çatışmadır. Bununla birlikte Abbasi ordusuna mağlup olan Tang hanedanlığı kısa bir süre sonra ülkedeki isyan hareketlerini bastırmak için Halife Mansûr’dan yardım istemiş, verilen askerî desteklerle ülkede hâkimiyet yeniden sağlanmıştır. İmparator, Müslüman askerlerden isteyenlerin topraklarında kalabileceğini belirtince, bugünkü Çin Müslümanlarının ataları olan askerlerin büyük bir kısmı ana vatanlarına dönmeyerek Çinli hanımlarla evlenmiş, bu yeni yerleşimciler Çin’de ilk İslam toplumunu oluşturmuştur. İki medeniyet arasındaki yüzyıllara dayalı ticari ilişkiler, bilgi alışverişine dayalı ilmî ve diplomatik ilişkileri beraberinde getirmiş, 700-1500’lü yıllara tekabül eden bu süreçte Müslüman tacirler kâğıt yapımı ve pusula, Çinli tacirler ise astronomi, matematik, mühendislik ve tıp bilgilerini ülkelerine taşımıştır.
Çin’in tarihini yazan hanedanlar, ülkedeki İslam’ın tarihini de yazmıştır: Nitekim Sung hanedanlığı (906-1279) döneminde Müslüman Arap ve Fars tacirlerin bölgeye yerleşmeleriyle İslam’ın nüfuzu güçlenmiş, Türk ve diğer yabancı unsurların etkin olduğu Moğol Yüan hanedanlığının (1279-1368) askerî katkıları sebebiyle Müslümanlara imtiyazlar tanıyarak Orta Asya ve İran kökenli ilim ve siyaset adamlarını ülkeye getirmesi ise Çin’de İslam’ın feyezanı için mümbit bir zemin oluşturmuştur. Onları takip eden Ming hanedanlığı (1368-1644) ise bu kozmopolit ülkede iktidarın Çinlilere ait olduğunu teyit için kültürel asimilasyona girişmiş, bu süreç ülkede sosyal, kültürel ve dinî hayatta kimlik kaygısı duyan Müslümanları olumsuz etkilemişse de bu dönemde İslam ulemasının Kur’an ve sünnete aykırı olmayan yerel kültürel gelenekleri benimseyerek Çin-İslam kültürünün şekillenmesine katkıları, devlet hizmetlerinin ayrılmaz birer parçası hâline gelmiştir. Müslüman amiral ve üst düzey yöneticilerin etkisi, bazı Ming imparatorlarının Müslümanlara yönelik teşvik edici adımları, Müslümanların ticaret, tıp, bilim ve sanat temsilleri İslam’ı ülkede her şeye rağmen canlı tutmuştur. Ming yönetimi yalnızca camilerin bakımını yapmakla kalmamış, himayelerinde büyük ölçekli yeni camiler de inşa edilmiştir. (Hee-Soo Lee, İslam ve Türk Kültürünün Uzak Doğu’ya Yayılması, s. 20 vd; Çin, DİA, VIII, s. 323-329; Hyunhee Park, The Mapping Chinese and Islamic Worlds, s. 1-2.)
Çin’in kuzeybatısında, Akdeniz’den başlayan İpek Yolu güzergâhıyla karayolunu takip eden Müslüman tacirler için ilk durak olan Xi’an, ülkenin en kadim dört şehrinden biridir. Tang ve Ming hanedanlığı döneminde başkent olan şehir, stratejik konumu ve köklü tarihinin getirdiği derin ve kozmopolit kültürünü İslam’la tanışan ilk şehir olma vasfıyla taçlandırmıştır ki Xi’an Ulucamii, bu vasfının bir yansımasıdır. (Zhaoxiong Yu, Investigation of Historical Area in Xi’an, China, 1-5; Hamada M. Hagras, “The Case Study of the Daxuexi Mosque in Xi’an”, SHEDET, s. 134-158; “Xi’an Daxuexi Alley Mosque: Historical and Architectural Study”, EJARS, s. 97-98.)
Xi’an Ulucamii
Avlusundaki taş kitabeye göre ilk olarak 742’de Tang hanedanlığı döneminde inşa edilen caminin mevcut kompleksi XIV. yüzyılın sonlarında Ming hanedanlığı döneminden bugüne ulaşmıştır. Kubbe yerine yukarı dönük kavisli çatı saçaklarıyla belirginleşen pagodaları ve yatay mimarisi ile İslam sanatının Çin geleneğiyle bütünleşmesinin mühim bir görünümünü sunan yapı, yaklaşık on üç dönümü bulan 48*248 metrelik bir alanda, doğu-batı ekseninde simetrik olarak dizilmiş, içerisinde yirmiden fazla yapı barındıran bir külliye mahiyetindedir. Mekke’ye dönük cephesi yapıyı Budist ve Konfüçyüs mabetlerinden ayıran en önemli unsurdur. Zira cami, Çin saray ve mabet mimarisinin geleneksel avlu planının tekrarlandığı birbirinden bağımsız, paravan duvar ve geçitlerle ayrılan beş avludan oluşur.
Dikdörtgen biçimindeki ilk avluda Çin mimarisinin ahşap detaylarını bütünüyle yansıtan beş bölmeli tören kapısı Qing hanedanlığına tarihlenir. İlk avludan geçilen ikinci avluda, üç bölmeli kapıyı takiben taş kitabeleri muhafaza eden iki yapı, ekseni teşkil eden üçüncü avluda ise kamerî takvimi kullanan Çin Müslümanlarının ayın evrelerini takip ettikleri sekizgen hilal kulesi (Shengxinlou), idare ve hizmet binaları, sergi salonları ile abdesthaneler bulunur. Üçüncü avluyu dördüncü avluya bağlayan, turkuaz seramiklerin örttüğü taş oyma işçilikli muhteşem kapılar, mekân ardışıklığının da etkisiyle yaklaşan harimin habercisi gibidir. Ağaçların gölgelediği eğitim binaları, altıgen havuzlar, kitabeler ve diğer yapılarla harime uzanan dördüncü avlu ile harim arasındaki platform son cemaat mahalli hükmündedir.
Harim 33*27.5 metre ölçüsüyle, aynı anda bini aşkın kişinin ibadet edebileceği bir dönümden fazla alana sahiptir. Yeryüzü mescitlerinin birçoğu estetik bir unsur olarak iç cephe, kemer ya da kubbelerde Kur’an ayetlerine yer verirken, Xi’an Ulucamii hariminin iç cephe duvarlarını kaplayan ahşap panellere İslam hattı ve Çin kaligrafisinin imtizacından doğan sînî hatla baştan sona yazılmış Kur’an-ı Kerim’i bünyesinde taşır ki bu, camiyi yeryüzü mescitlerinin bütününden ayıran benzersiz bir özelliktir. Sînî hat ve motiflerin ortalarını bezediği, altı yüzden fazla renkli kare panellerden oluşan tavan ile kırmızı sütunlar arasındaki, geometrik tasarımlı üç panel içerisinde kemerleri altın ve muhtelif renkli hatlarla çevrelenmiş ahşap mihraptaki muhteşem bezemeler ihtişamıyla pencereleri olmayan harimi aydınlatmaya yardımcıdır. Ahşap ve taş oymacılığı, kiriş, cephe ve sütunlarda görülen erik, krizantem, şakayık, nilüfer ve nar motifleri, çok renkli bezemeleriyle Çin işçilik ve mekân tasarımının, mimari ilkelerinin bütün ayrıntılarıyla takip edilebildiği yapı, Çinlilerin ince sanattaki üstün kabiliyetlerinin (İbn Battuta, er-Rihle, s. 642.) bir tezahürü olarak da değerini belirlemiştir. (Mahmud Yusuf Li-Hua, el-Mesâcid fi’s-Sîn, 39-43; Nancy Shatzman Steinhardt, China’s Early Mosques, s. 120-126; Djamel Dilmi, “Sino-Arabic Script and Architectural Inscriptions in Xi’an Great Mosque, China”, Journal of Islamic Architecture, 3 (1): 39, s. 39-48.)
İslam’ın izi
Arapça, Farsça, Çince ve İslami ilimler müfredatıyla, Maturidi-Hanefi geleneğin temsilcisi olup sonradan ülke sathına yayılan medreselerin (Jintang) temelleri burada atılmıştır. Bünyesinde cami merkezli eğitimi sistemleştiren Hu Dengzhou gibi âlimlerin de ders verdiği Xi’an (Esra Çifci, İslam ve Konfüçyanizm Bağlamında Konfüçyanist Müslümanlığın Doğuşu ve Gelişimi, s. 36-64.), cami çevresinde yoğunlaşan, sayıları 50.000’i bulan ve tarihleri boyunca bir İslam idaresi altında bulunmayan Çinli Müslüman nüfusa (Zhaoxiong Yu, s. 38.) bakılırsa onların dinî, siyasi ve sosyal hayatları için önemli bir merkez olmuştur. Çin topraklarındaki İslam varlığının simgesi olarak yaklaşık 1300 yıldır kesintisiz olarak hizmet veren ve muhtelif dönemlerde onarım gören cami, 1956’da Çin hükûmeti ve UNESCO tarafından kültürel miras kapsamına alınmıştır. Xi’an Ulucamii’nin mirası ve mesajı ise başta mihrap kemerindeki “‘Bizi mallarımız ve ailelerimiz alıkoydu, bu yüzden Allah’ın bizi bağışlamasını iste.’ diyecekler. Onlara şöyle de: ‘Size bir zarar gelmesini isterse veya size iyilik etmeyi murat ederse sizin için Allah’a karşı herhangi bir şey yapmaya kimin gücü yeter? Hayır! Allah bütün yaptıklarınızı bilmektedir.’” (Fetih, 48/11.) ayeti, peyzajlı bahçesindeki “Allah esenlik yurduna çağırır ve dilediğini doğru yola iletir.” (Yunus, 10/25.) ayeti ile rahmet ayetleri (Âl-i İmran, 3/97, 103.) olmak üzere metin seçimlerinde gizlidir. Kimi zaman diplomatik barışıklığın ibrazı, kimi zaman ise tebaanın derin sadakatini besleyen pragmatist politikaların mercii bu büyük ve eşsiz külliye, Çinli Müslümanların ülkedeki varlıklarının tanzimi ve motivasyonunda mühim rol oynamıştır. Ülkeye sonradan gelen bütün dinler silinmiş, yalnızca İslam ayakta kalabilmişse bunda İslam’ın izi camilerin payı aranmalıdır.