Nurcan SOLAK
Nevşehir Müftü Yardımcısı
Aile, değerler eğitiminin başlangıç noktasıdır. Zira değerler, kalıtsal özellikte değildir. Yaşanarak, gözlemlenerek ve en önemlisi de hissedilip içselleştirilerek öğrenilir; çevresel etkenlere göre biçimlenir. Bundan dolayı aile, çocukların davranış biçimi kazanmasında, değerlerini tanıması ve içselleştirmesinde önem arz eden ilk kurumdur.
Sevgili Peygamberimizin mecazi ifade içeren şu sözü oldukça dikkat çekicidir: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz.” (Buhari, Nikâh, 90.) Buna göre denilebilir ki ister devlet reisi olsun ister aile reisi olsun fark etmeksizin herkes idaresi altında bulunan fertlerden mesuldür. Aile reisi rolündeki anne baba çocuğunun maddi birtakım ihtiyaçlarından sorumlu olup nafakasını temin etmek, eğitim almasını sağlamak ve manevi ihtiyaçlarını da gözetmek zorundadır. Bu manevi ihtiyaçlar ise sağlıklı bir şekilde verilecek dinî ve ahlaki eğitimle mümkündür.
İnanılması gereken itikat esaslarının, yapılması gereken ibadet esaslarının ve uyulması gereken ahlak esaslarının çocuğa öğretilmesi aile reisinin sorumluluğu altındadır. Nitekim Resulüllah’ın “Hiçbir anne baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha kıymetli bir bağışta bulunmamıştır.” (Tirmizi, Birr, 33.) kavline göre anne babanın evlatlarına eksiksiz teslim etmeleri gereken haklarının başında iyi bir insan, iyi bir kul olma bilinci kazandırmak gelmektedir. Zira çocuğu şekillendiren anne baba bir bakıma toplumu şekillendiriyor, yarını çiziyor demektir. Hayatı tanımak, hayatın içerisinde kendisini ve çevresindekileri konumlandırmak, insanlığın ortak kültürünün ve yaşanılan kültürün kurallarını öğrenip uygun davranış kalıpları geliştirmeye başlamak bu dönemde gerçekleşen hayata hazırlık faaliyetleridir. Hiç şüphesiz bütün bu faaliyetlerde çocuk üzerinde en fazla etkiye sahip olan kişiler ise doğduğu andan itibaren yanında bulunan, ilk adımından ilk kelimesine kadar her hareketinin ve değişiminin şahidi olan anne babadır. Çocuk yaşadığı kültürün özelliklerini, onların davranışları, tepkileri, doğru ve yanlışları ile öğrenmekte, onların tutumları üzerinden algılamaktadır. Bu nedenle çocuğun, yaşadığı topluma adapte olabilmiş, ruh sağlığı yerinde ve maneviyatı güçlü bir birey olabilmesi, geniş ölçüde anne babasının sergilediği tutum ve davranışlarla alakalıdır. Ebeveynlerin din ve ahlak eğitiminde başarılı olabilmelerinin en önemli şartı ise çocuğa iyi bir rol model olabilmektir. Büyüklerimizin, “Ağaca çıkan keçinin dala bakan oğlağı olur.” sözü meşhurdur. Çocuklar iyi olsun kötü olsun pek çok davranışı başkasını gözlemleyerek öğrenir. “Şöyle yap(ma)!”, “Böyle yap(ma)!” şeklindeki emir veya tavsiye cümlelerinden ziyade, davranışların etkisinde kalırlar. Dolayısıyla çocuk için anne babanın ne söylediğinden çok daha önemli olan bir husus vardır ki o da ne yaptığı, nasıl davrandığı meselesidir. Yani onları nasihatten/kâl dilinden ziyade hâl diliyle yönlendirmek oldukça etkili bir eğitim metodudur. O hâlde anne babanın görevi, çocuğa teorik olarak dinî/ahlaki bilgileri depolamak yerine, bu bilgilerin pratik olarak içi doldurulur hâle gelmesini sağlamak ve çocuğun kendi fıtratını muhafaza edebilmesine katkıda bulunabilmektir. Toprağa atılan tohum bile ancak gerekli şartların varlığı hâlinde filizlenebilmekte ise potansiyel olarak fıtratlarında var olan özelliklerin yeşermesi için fıtratına en uygun iklimin çocuk için hazırlanması da aynı derecede gereklidir. İşte bu iklim, kendisiyle özdeşleşip rol model aldığı anne babanın örnekliği ile hazır hâle gelecektir.
Konuyla ilgili olarak “Her çocuk (İslam) fıtratı üzerine doğar. Sonra anne babası onu Yahudileştirir, Hristiyanlaştırır veya Mecusileştirir.” (Buhari, Tefsir, 2.) hadis-i şerifi, bizleri aydınlatmaktadır. Bu sözüyle Resulüllah (s.a.s.), din eğitimi konusunda ebeveyne önemli görevler düştüğünü vurgulayarak çocuklardaki temiz yaratılışın ve iman yatkınlığının çocukluk devresinde çeşitli etkenlere bağlı olarak değişmeye maruz kalabileceğini ifade etmektedir. Şöyle ki -dünyanın neresinde olursa olsun- her bir çocuğun bedenî ve ruhi yapısında ortak bir özellik vardır. Bu özellik ise fıtri mahiyetlidir. Ülkeler, kıtalar, ırklar, renk ve diller insanlar üzerinde farklılıklar meydana getirdiği; birinin vatanı Arjantin, diğerinin Japonya, bir başkasınınki Türkiye, Habeşistan, İngiltere vs. olduğu hâlde doğdukları andan itibaren hepsinin aynı yaratıcı kuvvete tabi olmaları tek bir gerçeğe işaret etmektedir. Bu gerçek ise her doğan çocuğun –kendiliğinden- Allah’ın varlığını kabule müsait bir donanımda yaratılarak İslam fıtratı üzerine kodlanmış olmasıdır. Çocuğun manevi yönden eğitiminde ebeveyne düşen en önemli görev de yaratılışta tertemiz olarak dünyaya gelmiş çocuklarını yaratılış gayelerine uygun bir şekilde yetiştirmek, fıtratı bozacak etkenlerden korumaya çalışmaktır. Eğer ki anne baba çocuğun yaratılmış olduğu bu asli/orijinal yapıyı tahrip edip dumura uğratmaz ise çocuğun İslam üzere başlayan hayat yolculuğunu İslam üzere sürdürmesi de mukadder hâle gelecektir. Nitekim hadis “Çocuğu anne babası Yahudileştirir, Hıristiyanlaştırır veya Mecusileştirir.” dediği hâlde “Çocuğu anne babası Müslümanlaştırır.” dememektedir. Demek ki her çocuk, fıtratına dışarıdan bir müdahale söz konusu olmadığı takdirde hakikati bulup teslim olmaya müsait vaziyettedir. İşte bu noktada “eğitim” ve “çevre” faktörleri devreye girerek fıtratı ya İslam üzere devam ettirmeye yardımcı olmakta yahut da -GDO’lu ürün misali- bozarak yaratılış amacından saptırmaktadır.
O hâlde anne baba olarak biz büyüklerin sorumluluğu Müslüman fıtrat üzere doğmuş, gözbebeğimiz olan evlatlarımızın bu saf hâl üzere kalmasını sağlamak, onları sağlam bir itikat ve ahlak üzere yetiştirmektir. Dahası, onları toplumun erdemli bireyleri hâline getirmek, millî ve manevi değerlerine bağlı, hakkı ve hakkaniyeti gözeten, adaleti ikame eden, sosyal çevresinde örnek olabilen, şahsiyet sahibi, ideal nesiller olarak yetişmelerine katkı sağlayabilmektir. Şu hususu da hiçbir zaman hatırdan çıkarmamamız gerekmektedir ki erdemli bir toplum için aile en esaslı okuldur.