Aylık Dergi

Dünya Dedikleri Bir Gölgeliktir

Dünyayı gönül çelici güzellikte var eden Hak Teala, ilahi imtihanın gereği olarak insanı ondaki güzelliklere meyilli kılmıştır.

Abone Ol

Dr. Lamia LEVENT ABUL

DİB Süreli Yayınlar ve Kütüphaneler Daire Başkanı

“Sultanlar rahatı aradılar ve bu yüzden yollarını şaşırdılar. O sultanlar, o sultan çocukları bizim içinde bulunduğumuz ölümsüz coşku ve ebedî sevincin farkında olsalardı kılıçlarını sıyırıp sahip olduğumuz bu zahmet azlığı ve hayat zevkini elde etmek için savaşırlardı.” diyen İbrahim b. Ethem, dünyevi zevklerin anlamını kaybettiği ve manevi zevkleri tattığı bir makamdan konuşuyordu. Bu makama gelebilmek ise ancak dünyadan ve zevklerinden vazgeçebilecek bir manevi olgunluğa erişmekle mümkün olur. Hz. Mevlana, vefasız olan dünyanın insanı bir gün terk edeceğini ve ona gönül verilmemesi gerektiğini öğütler ve şöyle der: “O senden vazgeçmeden, sen ondan vazgeçmeye çalış! Kim, zahitliği yüzünden dünyayı terk ederse dünya onun önüne çok, daha çok gelir.” İbrahim b. Ethem de vazgeçtiği dünya önüne serilse bile Yunusça bir tavır göstermiştir: Ballar balını buldum kovanım yağma olsun!

Dünyayı gönül çelici güzellikte var eden Hak Teâlâ, ilahi imtihanın gereği olarak insanı ondaki güzelliklere meyilli kılmıştır. Her mihnet bir imtihan olduğu gibi her nimet de insan için bir imtihandır. Şimdi şöyle bir düşünelim, tüm dünya nimetlerini yaratıp insanın emrine veren Allah Teâlâ, bu nimetlere gönül vermeden onlardan istifade etme imkânı da verseydi insanın dünya ile imtihanının bir anlamı kalır mıydı? Elbette kalmazdı. Zira tüm bu nimetler içindeyken ve nefsi onları şiddetle arzularken imtihan ediliyor insanoğlu. “Biz, kimlerin daha güzel amel edeceğini deneyelim diye yeryüzündeki her şeyi oranın süsü yaptık.” (Kehf, 18/7.) buyuran Rabbimiz, nimetlerin sınanma için verildiğini ve dünyanın güzelliklerine kapılıp aldanmaması hususunda insanı uyarır. (Fatır, 35/5.)

Bir taraftan Rabbine vuslat arzusu içinde diğer taraftan dünyanın nimetlerinin ve saltanatının önüne serildiği İbrahim b. Ethem, Belh ülkesinin sultanıydı. O, bir fâninin bu dünyada arzulayabileceği her şeye sahipti ancak ruhunda hissettiği derin ızdırabın da farkındaydı. Bir gece konağında ipekten libaslar içinde, kuş tüyü yatağında Rabbini düşünürken yukarıdan sesler duydu. Çıkıp baktığında bir adamın, sarayın damında gezindiğini gördü. Adama, orada ne aradığını sordu. Adam kaybolan devesini aradığını söylediğinde İbrahim b. Ethem kızgınlıkla damda devenin işinin olmadığını, devesini yanlış yerde aradığını söyledi. Bunun üzerine adam ona, “Sen, Allah’ı nasıl debdebeli yatağında arıyorsan ben de aynen öyle devemi damda arıyorum.” cevabını verdi. İbrahim b. Ethem bunun bir uyarıcı işaret olduğunu anladı. Ancak halkına hizmetle vazifeli olduğuna inandığından ülkesini ve saltanatını bırakmayı düşünmedi. Onu tüm saltanatını bırakıp hakikat arayışı için yola düşüren hadise bir av esnasında oldu. Maiyetindekilerle ava çıkmıştı. Avlandığı esnada gaipten bir ses duydu: “Bunun için mi yaratıldın?” Birkaç defa duyduğu bu ses, hakikate duyduğu özlemi tutuşturdu. Bunun üzerine
Rabbiyle arasına girdiğini düşündüğü malını, mülkünü ve ailesini bırakarak yola revan oldu. İbrahim b. Ethem, zühd sahibi bir derviş olarak diyar diyar dolaştı ve yüzyıllardır zahidane hayatın sembol ismi olarak anılır oldu. Zira zühdün manası dünyadan yüz çevirmektir. Mala mülke, şana şöhrete, makam ve mevkiye önem vermemektir. Hz. Peygamber’in ifade buyurduğu gibi bu dünyada bir ağaç altında gölgelenen bir yolcu gibi yaşamaktır. (Tirmizi, Zühd, 44.) İbrahim b. Ethem tüm bu anlamlarıyla zühdün ortaya konulduğu bir hayat yaşamıştır. Muhyiddin İbnü’l Arabi, gerçek zühdün, mal ve mülke olan talebi terk etmek olduğunu ve mal ve mülke sahip olmayanın zühdünden de söz edilemeyeceğini söyler. (Semih Ceyhan, “Zühd”, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 44, s. 533-535.) Bu açıdan İbrahim b. Ethem, dünya adına ne makam varsa hepsini terk ederek zahitlik makamına erişmiştir.

Zühd makamlarını ilk sınıflandıran kişinin İbrahim b. Ethem olduğu söylenir. Ona göre zühd; farz, nafile ve selamet olmak üzere üç makamlıdır: Haramdan kaçınmak farz olan zühddür. Helalinden bile olsa elindekiyle yetinmek şeklindeki zühd nafiledir. Selamet olan zühd ise şüpheli şeylerden uzak durmaktır. En mükemmel zahit, kalbi en temiz, en samimi olan ve en fazla cömertlik yapan kişidir. Sufiler zühdün bir terk eylemi olduğunu söylerler. Önce dinin yasakladığı şeyleri terk etmek, sonra şüpheli şeyleri terk etmek, ruhsatları terk etmek ve nihayetinde Allah’ın dışındaki her şeyi kalpten çıkarmak ve kalpte Hak’tan gayrı bir şeye yer vermemektir. Zühd, sufiler tarafından “terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i hesti, terk-i terk” şeklinde özetlenmiştir. (Reşat Öngören, “İbrahim b. Ethem”, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 21, s. 295-296.)

İbrahim b. Ethem’in zühd anlayışı dünyadan el etek çekmek, insanlardan uzaklaşmak şeklinde değildi. O insanların arasında yaşamış, onların dertlerine ortak olmuş, sorularını yanıtlamış ve sohbetlerde bulunmuştur. Çeşitli işlerde çalışarak elinin emeğiyle geçimini sürdürmüştür. Helal lokmaya çok önem veren İbrahim b. Ethem, kazancının büyük kısmını sadaka olarak dağıtarak dünyaya karşı hep zahidane bir tavır içinde olmuştur. Ona “yaptığımız dualar neden kabul olmuyor?” diye sorduklarında verdiği cevap onun zühdünü de açıklar mahiyettedir: “Cenab-ı Hakkʼı bilirsiniz, buyruğunu tutmazsınız. Peygamberi bilirsiniz, sünnetlerini yerine getirmezsiniz. Kur’an okursunuz, amel etmezsiniz. Hak Teâlâ’nın nimetlerini yersiniz, şükretmezsiniz. Cenneti bilirsiniz, onu istemesini bilmezsiniz. Cehennem vardır dersiniz, ondan lâyıkıyla sakınmazsınız. Ölüm vardır dersiniz, hazırlanmazsınız. Bu kadar fenalıkla duanız nasıl müstecap olsun?” (Feridüddin Attar, Tezkiretü’l Evliya, Erkam Yay., s. 40.)

Hak Teâlâ insanın içinde bir gönül yaratmıştır. O’nun gönle nazar kılması için gönlü dünya sevgisinden arındırmak lazım gelir. Dünyaya karşı zahit olan gönül gözüyle bakar. Hak’tan gayrısına meyletmeyen gönül güzel bakar, güzel söyler, güzel eyler. İbrahim b. Ethem, zühdüyle hep güzellikleri gören bir gönül kıvamına erişmişti.  Bir arkadaşı İbrahim b. Ethem’e şayet bende bir hata kusur görürsen beni uyar diye ricada bulunmuştu. Ancak o, “Sende ne bir ayıp ne de bir kusur gördüm çünkü sana sevgi gözü ile baktım.” diyerek gönül gözüyle gördüklerini terennüm etmişti. (Kuşeyrî Risale, Süleyman Uludağ, Dergâh Yay. s. 383.)

İbrahim b. Ethem, dünyaya rağbet etmeyen Hak dostu bir zahitti. Bu payeye erişmek ona göre en büyük devletti. Ve kim veliler mertebesine erişmek gibi bir devleti murat ediyorsa gönlünü perdeleyen şu üç şeyi gidermesini tavsiye ederdi: “Bu dünyayı bir uçtan bir uca verseler bile sevinmeye, tüm dünya kişiye verildikten sonra ondan alınsa dahi üzülmeye. Her kim kişiyi övdüğünde şad olmaya ve yerildiğinde ise üzüntü duymaya.”  (Feridüddin Attar, Tezkiretü’l Evliya, s.38.) Dünya denilen gölgelikte garip bir yolcu gibi yaşayanlara selam ola!