#KEŞFET

Eşsiz, Benzersiz, Ortaksız: El Vâhid

El Vâhid ne anlama gelir? Vâhid ve Ehad arasındaki farklar nelerdir? Kur’an-ı Kerim’de Vâhid nerelerde geçmiştir? Vâhid ismi tecellisi nedir?

Abone Ol

El Vâhid ne demektir?

Bir, yegâne, bir tek” anlamına gelen vahid ve ehad kavramları Allah hakkında kullanıldığında, “bölünmesi (tecezzî, inkısâm), parçalanması ve sayısının artması (tekessür) mümkün olmayan yekpare, bir, tek, yegâne varlık” manasına gelir. Zıddı kesrettir. Vahid ismi, ism-i fail kalıbındadır ve bu kalıp süreklilik bildirir. Allah’ın birliğinin sonsuzluğu ile şirkin imkânsızlığı bu isimde bir arada ifade edilmiş olur.

Bu ism-i celil, büyük ve derin bir teolojik değer taşır. Sayısal bir durumu değil, mutlak, benzersiz ve sonsuz bir varoluşu bildirir. Buradaki birlik, herhangi bir sayı dizisinin ilk basamağı anlamında değildir; Allah’ın, çeşitli parçaların bir araya gelmesiyle oluşan birleşik (mürekkeb) bir varlık olmadığı, benzeri ve dengi bulunmadığı manasını taşır. Parçaların bir araya gelip gelişmesi suretiyle oluşmama ve parçalara bölünmeme, Rabbimizin varoluşunun ezelî ve ebedî olduğunu da ifade etmiş olur. Varlığı, değişmez biçimde ve zamansızdır.

Vâhid ve Ehad

Ehad ve Vâhid aynı kökten gelmekle beraber aralarında bazı farklar vardır. Temelde vahid, ortağı, ehad de benzeri olmayan demek ise de Elmalılı Hamdi Yazır bu iki isim arasındaki farkları izah etmek için İhlas suresi tefsirinde yaklaşık otuz sayfa kadar yer ayırmıştır. Burada gramatik farklara ve ince nüanslara işaret ettikten sonra kısaca şöyle der: “Ehad, zatında ne kesir ne de maada hiçbir adet kabul etmeyen, hiçbir veçhile iki olması ihtimali bulunmayan hakiki birdir. Hep bir, daima bir, maadası hiç olan birdir. Ehadiyet ile Allah Teâlâ’dan başka bir şey tavsif olunmaz. Mesela ‘raculün ehadün, dirhemün ehadün’ denilmez, oysa ‘racülün vahidün, dirhemün vahidün’ denilir. Ehad daha kapsamlıdır. Öyle ki ehad denilmekle vahid denilmiş olur, vahid denilmekle ehad denilmiş olmaz. Ayrıca ‘Filana ehad mukavemet edemez.’ denildiğinde sayısı kaç olursa olsun hiç kimse mukavemet edemez demek olur. ‘Vahid mukavemet edemez.’ denildiğinde ise bir kişi mukavemet edemez ama birden fazla olursa olabilir, demektir.”

Kur’an-ı Kerim’de Vâhid

Bu isim Kur’an-ı Kerim’de yirmi iki yerde Allah’a isnat edilerek kullanılmıştır. Geldiği bölümlerin genellikle Mekki ayetler olması, bu ismin bir tevhit mücadelesi dönemi olan Mekke Dönemi için ifade ettiği merkezî konumu gösterir. Bu yirmi iki ayetin on altısında “İlah”, altısında ise “Kahhâr” ismi ile birlikte gelmiştir. Bu da bize, ilahın biricik olmakla beraber zayıf ve güçsüz olmadığını, tam tersine tüm mahlukatı kahrı altında tutabilecek gücü haiz olduğunu gösterir.

Kur’an-ı Kerim’de Vâhid ismi genellikle, şirkin reddedildiği ayetlerde Allah’ın birliğini vurgulamak üzere gelir. (Bakara, 2/163; En’âm, 6/19; Tevbe, 9/31; Ra’d, 13/16; Nahl, 16/22, 51; Hac, 22/34; Sâffât, 37/4; Sâd, 38/5) Hz. Yusuf da zindan arkadaşlarını şirkten sakındırıp tevhide çağırırken bu ismi zikretmiştir. (Yûsuf, 12/39) Şirkin her çeşidi reddedilirken Cenab-ı Hakk’a evlat isnat edenler üzerinde özellikle durulmuş ve bunun imkânsızlığı da bu isme işaret edilerek anlatılmıştır. (Nisâ, 4/171; Mâide, 5/73; Zümer, 39/4) Ehlikitaba tebliğ yapılırken bir asgari müşterekte birleşme çağrısı yapılmış ve bu ortak noktanın Allah’ın birliği esası olduğu vurgulanmıştır. (Ankebût, 29/46) Bazen de Yüce Allah’ın kendisini anlattığı bir paragrafta O’nun eşsiz kudretinin bu isimle anlatıldığını görürüz. (Sâd, 38/65) Kıyamet gününde bu eşsiz kudretin huzurunda toplanılacak ve sadece O’na hesap verilecektir. (İbrâhîm, 14/48; Mü’min,40/16)

Tevhit

Allah’ın zatında, sıfatlarında, mabut oluşunda bir ve tek olduğunu zihin ve kalp yoluyla kabul etmek anlamına gelir. Kur’an, Allah’ın varlığını benimsemenin insan fıtratının bir gereği olduğunu vurguladığı gibi aynı şekilde selim akıl ve kalbin, O’nun eşsiz birliğini kabul etmesinin de kaçınılmaz olduğunu söyler. Kur’an-ı Kerim, Allah’ın varlığının gerekliliğinden çok birliği üzerinde durmuştur. Bütün peygamberlerin ortak tebliğ konusu da tevhittir. (Bakara, 2/133; İbrâhîm, 14/52; Kehf, 18/110; Enbiyâ, 21/25,108; Fussilet, 41/6) Allah’tan başka bir varlığa yaratılmışlık üstü bir konum verilmesi, ona hayatında veya ölümünden sonra yaratılmışlık üstü saygı gösterilmesi tevhit ilkesini bozan davranışlardandır. (Şûrâ, 42/13)

Allah Teâlâ’nın Vâhid oluşunun doğal sonucu, O’nu uluhiyette ve rububiyette birlemektir.

O’nu uluhiyette birlemek demek, O’nun zatında, sıfatlarında ve fiillerinde eşsiz olduğunu kabul etmek demektir. Rububiyette birlemek de bu inancın doğal sonucu olarak O’ndan başkasına kulluk etmemek, O’ndan başkasında tanrısal özellikler görerek el açmamak ve sığınmamaktır. Buna, ibadette tevhit veya amelî tevhit de denir.

Uluhiyyette tevhit, zihnî bir fonksiyondur ve imanın teorik yanını oluşturur; rububiyyette tevhit de kalbin ameli olup imanın gönül hoşluğuyla kabulünü teşkil eder. İman, bu ikisinin birleşmesinden meydana gelir.

Amelî tevhit, kişinin kalbiyle Allah’ı sevmesi, davranışlarıyla bu sevgisini ispat etmesidir.

Uluhiyyette tevhit, insanın fikir hürriyetini; ibadette tevhit ise duygu hürriyetini sağlar.

Vâhid Tecelli Ederse

Yaratılmış hiçbir şeyin, kendi türünden de olsa bir başka varlığa tam olarak benzememesi bu ism-i şerifin tecellilerindendir. Mahlukatın her ferdi bu anlamda bu ismin tecellisine mazhardır.

Her birimizi “fert” kılan bu tecellidir. Her insan bu tecelli sayesinde orijinal, benzersiz bir şahsiyettir. Fertlerdeki bu farklılıkları ortadan kaldırıp onları fiziksel, sosyal ve manevi anlamda tek tip yapmaya çalışan her proje Allah’ın Vâhid ismine bir isyandır. Efendimizin (sas), ashabını kişilik farklarıyla birlikte kabul etmesi, onları tek bir karaktere dönüştürmeye çalışmaması Yüce Rabbimizin yaratılışta verdiği farklılıklara duyduğu saygıyı gösterir.

Vâhid isminin sayısız çokluk şeklinde görünen bu yaratılmışlar âleminin sebepler zincirinde geriye doğru gittiğimizde biricik yaratıcıya bağlanmadığında, yani zihinlerimiz tevhide ulaşmadığında kesretteki kaosta kaybolup gideceğini de hatırlatmış olalım. Özellikle insanı ilgilendiren tıp, psikoloji gibi bilimler bu holistik bakışa ulaşamadıklarında, bir yeri yaparken bir yeri bozmaktan bir türlü kurtulamazlar. Çünkü vahdette huzur, kesrette kaos vardır.