Hadislerle İslam

Giyim Kuşam ve Süslenme Adabı: Takva Elbisesini Giyebilmek

Hz. Peygamber'in (sas) giyinme ve süslenme konusundaki tavsiyeleri nelerdir?

Abone Ol

Amr b. Şuayb'ın (ra), babası aracılığıyla dedesinden naklettiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

“Allah (cc), nimetinin eserinin kulunun üzerinde görülmesini sever.”

عَنْ عَمْرِو بْنِ شُعَيْبٍ عَنْ أَبِيهِ عَنْ جَدِّهِ قَالَ:قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “إِنَّ اللَّهَ يُحِبَّ أَنْ يُرَى أَثَرُ نِعْمَتِهِ عَلَى عَبْدِهِ.”

(T2819 Tirmizî, Edeb, 54; HM20176 İbn Hanbel, IV, 438)

***

عَنْ أَبي أُمَامَةَ قَالََ: ذَكَرَ أَصْحَابُ رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) يَوْمًا عِنْدَهُ الدُّنْيَا فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “ألاَ تَسْمَعُونَ؟ ألاَ تَسْمَعُونَ؟ إنَّ الْبَذاذَةَ مِنَ الْإِيمَانِ إنَّ الْبَذاذَةَ مِنَ الْإِيمَانِ.”

Ebû Ümâme'nin (ra) naklettiğine göre, Resûlullah'ın (sas) ashâbı bir gün onun yanında dünya nimetleri hakkında konuştular. Bunun üzerine Resûlullah (sas), “Duymuyor musunuz, duymuyor musunuz? Sadelik imandandır, sadelik imandandır!” buyurdu.

(D4161 Ebû Dâvûd, Tereccül, 1)

***

عَنِ ابْنِ عُمَرَ أنَّ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “لا يَنْظُرُ اللَّهُ تَعَالَى إِلَى مَنْ جَرَّ ثَوْبَهُ خُيَلَاءَ.”

İbn Ömer'den (ra) nakledildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

“Yüce Allah (cc), kibrinden dolayı elbisesini yerde sürükleyen kimseye (rahmet nazarıyla) bakmaz.”

(M5453 Müslim, Libâs ve zînet, 42; B5783 Buhârî, Libâs, 1)

***

عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ مَسْعُودٍ عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “لاَ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ مَنْ كَانَ فِى قَلْبِهِ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ مِنْ كِبْرٍ.” قَالَ رَجُلٌ: إِنَّ الرَّجُلَ يُحِبُّ أَنْ يَكُونَ ثَوْبُهُ حَسَنًا وَنَعْلُهُ حَسَنَةً. قَالَ: “إِنَّ اللَّهَ جَمِيلٌ يُحِبُّ الْجَمَالَ، الْكِبْرُ: بَطَرُ الْحَقِّ وَغَمْطُ النَّاس.”

Abdullah b. Mes'ûd'dan (ra) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremez.” Bu söz üzerine bir adam, “İnsan, elbisesinin ve ayakkabısının güzel olmasından hoşlanır.” deyince Hz. Peygamber (sas), “Şüphesiz ki Allah (cc) güzeldir, güzelliği sever. Kibir ise hakikati inkâr etmek ve insanları küçük görmektir.” buyurmuştur.

(M265 Müslim, Îmân, 147)

***

عَنْ أَبِى سَعِيدٍ قَالَ: كَانَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) إِذَا اسْتَجَدَّ ثَوْبًا سَمَّاهُ بِاسْمِهِ عِمَامَةً أَوْ قَمِيصًا أَوْ رِدَاءً ثُمَّ يَقُولُ: “اللَّهُمَّ لَكَ الْحَمْدُ، أَنْتَ كَسَوْتَنِيهِ، أَسْأَلُكَ خَيْرَهُ وَخَيْرَ مَا صُنِعَ لَهُ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّهِ وَشَرِّ مَا صُنِعَ لَهُ.”

Ebû Saîd (ra) anlatıyor: “Resûlullah (sas) yeni bir elbise giydiği zaman sarık, gömlek ya da ridâ olsun o elbisenin ismini söyler ve şöyle dua ederdi:

"Allah'ım, sana hamdolsun! Bunu bana sen giydirdin. Senden bu elbisenin hayrını ve hayırda kullanılmasını istiyorum. Onun şerrinden ve şerde kullanılmasından da sana sığınıyorum." ”

(T1767 Tirmizî, Libâs, 29; D4020 Ebû Dâvûd, Libâs, 1)

***

Mâlik b. Nadle, Arap yarımadasının en büyük kabilelerinden Hevâzin’in bir boyu olan Cüşemoğulları’na mensuptu. Kûfe’ye yerleşen ve Abdullah b. Mes’ûd’un (ra) yakın çevresinden Ebu’l-Ahvas’ın babası olan Mâlik çok varlıklı birisiydi. Ne var ki bu durum dışına yansımıyordu. Bir gün Nebî (sas) onu eski püskü kıyafetler içerisinde, pejmürde bir vaziyette görünce, "Senin hiç malın mülkün yok mu?" diye sormuştu. Mâlik, çok sayıda küçük ve büyük baş hayvana hatta hizmetçilere sahip olduğunu söyleyince Hz. Peygamber (sas), "Allah (cc) sana mal vermişse bu malın varlığı üzerine yansımalı." demiş, Allah’ın (cc) geniş nimetlerinden kendisini ve ailesini mahrum etmemesini öğütlemişti. Bunun üzerine Mâlik doğru evine gitmiş ve üzerinde yeni bir elbiseyle Peygamber’in (sas) yanına dönmüştü. Oğlu Ebu’l-Ahvas Avf b. Mâlik de bu nebevî öğütten nasibini almış olmalı ki Kûfe’de onu görenler şık, ipek bir elbise giydiğini nakletmişlerdir.

Giyinmek, insanoğlunun tabiî bir ihtiyacıdır ve insanlık tarihi kadar eskidir. Ancak insan, diğer canlılardan farklı olarak doğal bir örtü içinde yaratılmamıştır. İnsanın giyinme şekli, coğrafyaya ve geleneksel farklılıklara göre değişkenlik arz etmiştir. İlerleyen zaman içerisinde her millet kendine özgü giysiler ve giyinme tarzları geliştirmiştir.

Arap coğrafyasında da giysilerin daha çok iklim koşullarının etkisinde şekil kazandığını söylemek mümkündür. Peygamber Efendimizin (sas) geldiği ortamda dönemin âdet ve alışkanlıklarına da uygun olarak erkekler, genellikle başlarına bir sarık dolayıp bellerinden itibaren topuklarına kadar uzanan dikişsiz bir kumaş örterlerdi. Kadınlar ise üzerlerine genellikle yeldirme şeklinde bir üstlük almak suretiyle uzun entariler giyerlerdi. Rivayetlerden, özellikle İslâm’ın ilk dönemlerinde yünden dokunmuş kıyafetlerin yaygın olduğu anlaşılmaktadır.

İslâm öncesi kullanılan giyim kuşam malzemesi ve giysiler, İslâm geldikten sonra da ana çizgileriyle varlıklarını sürdürmekle birlikte, Hz. Peygamber (sas) söz konusu giysilerin bazılarının kullanımında birtakım değişiklikler tavsiye etmiştir. Bu değişikliklerin temelinde, farklı din ve inançların yaşadığı bir çevrede yetişmek durumunda kalan Müslümanlara bir kimlik ve aidiyet bilinci kazandırma çabasının yattığı anlaşılmaktadır. Mamafih Allah’ın Elçisi (sas), başlarını örtmeleri için mümin erkeklere yeni bir tarz önererek, ‘kalensüva’ adıyla bilinen bir başlık üzerine sarık sarmayı tavsiye etmiştir. Bu yeni uygulamayı, "Bizimle müşrikler arasındaki fark, başlıklar üzerindeki sarıklardır." sözüyle anlatmıştır. Başka geleneklerin etkisine kapılıp onların içinde kaybolmamaları yönünde Müslümanları uyaran Hz. Peygamber’in (sas), "Müşriklere muhalefet edin; bıyıkları kısaltın, sakalları uzatın." , "Yahudi ve Hıristiyanlar (saç ve sakallarını) boyamazlar, siz onların aksine davranın." , "Bıyıkları kısaltın, sakalları uzatın; Mecûsîlere benzemeyin." ifadeleri ile öyle anlaşılıyor ki taklit ve özentiyi engelleme, Müslümanlara o günün şartlarında özgün bir kimlik ve görünüm kazandırma amacı gütmüştür.

Kıyafetlerin de bir dili vardır. İnsanların şahsiyet ve özgünlüğünün bariz bir şekilde ifadesini bulduğu yerlerden biri de kıyafet tercihleridir. İnsanın giydiği şık ve zarif giysilerin her zaman çevresine olumlu imalar vereceği açıktır. Halk arasında yaygın olan, "İnsan elbisesiyle karşılanır, fikirleriyle uğurlanır." sözü bu bakımdan anlamlıdır. Elbise veya örtü Allah’ın (cc) insan için var kıldığı en önemli nimetlerden biridir. Onun önemi, olumsuz doğa koşullarına karşı insanı korumasının yanı sıra bedenin mahrem yerlerini örtme ve insanı güzel gösterme, böylece onun saygınlığına uygun bir görünüm sağlamasından kaynaklanmaktadır. Bu hususa, Kur’an’da insanlığın ataları Âdem (as) ile Havva (ra) kıssasının anlatıldığı yerde işaret edilmiş olması manidardır: "Ey Âdemoğulları! Sizin için mahrem yerlerinizi örten giysi, süslenecek elbise var ettik. Takva elbisesi ise daha hayırlıdır." Yine, "Allah’ın (cc) kulları için yarattığı ziyneti ve hoş rızıkları kim haram kıldı?" âyetinde elbiseye ‘ziynet’ denilmesi, onun temiz ve helâl yiyecekler gibi Allah’ın (cc) nimetlerinden olmasının yanında bir süs ve güzellik nesnesi olarak da var kılındığını göstermektedir. Bu âyetin câhiliye döneminde bazı Arap putperestlerin dindarlık adı altında Kâbe’yi çıplak veya yarı çıplak tavaf etme âdetlerini reddetmek üzere nâzil olduğunu düşündüğümüzde günümüzde bazı çevrelerde rastlandığı gibi çeşitli gerekçelerle kimi güzel ve değerli nimetleri haram saymayı bir erdem ve dindarlık göstergesi saymak büyük bir yanılgıdır. Efendimiz (sas), bunun tam aksine Müslümanların temiz ve şık giyinmelerini istemiştir. Yukarıdaki âyetin anlamına uygun olarak, "Allah (cc), nimetinin eserini kulunun üzerinde görülmesini sever." buyuran Resûlullah (sas), durumu müsait olan müminlerin, özellikle giyim kuşam noktasında imkânlarını en iyi bir şekilde kullanmalarını istemiştir. Nitekim Ebû Hüreyre (ra) ile birlikte Hayber fethi esnasında İslâm’la şereflenen İmrân b. Husayn (ra) bir defasında giydiği ipekten bir kıyafet ile arkadaşlarının huzuruna çıktığında arkadaşları şaşkınlıklarını ifade edince İmrân, "Yüce Allah (cc), nimetinin eserinin yarattıklarının üzerinde görülmesini ister." hadisini hatırlatmıştır.

Allah Resûlü (sas), Müslüman’ın giyim kuşamı hususunda o kadar hassastır ki saçı başı dağınık bir vaziyette dolaşan birilerini gördüğünde, kıyafetlerini düzeltmeleri için onları uyarmaktan kendini alamamıştır. Hatta O'nun (sas), savaşa giderken bile uygun görmediği kıyafetlere müdahale ettiği olmuştur. Benî Enmâr Gazvesi için yola çıktıklarında bir ağacın gölgesinde dinlenirlerken Câbir b. Abdullah (ra) hayvanları otlatmakla görevli arkadaşlarından birisinin hazırlığıyla meşguldü. Çoban yola çıktığında üzerinde eskimiş iki hırka vardı. Onun bu hâli Hz. Peygamber’in (sas) dikkatini çekti. Öyle ki, "Onun bu ikisinden başka elbisesi yok mu?" diye sormaktan kendini alamadı. Câbir (ra), "Ona verdiğim heybede iki elbise daha var." deyince Resûlullah (sas), "O hâlde onu çağır ve kendisine onları giymesini söyle!" buyurdu. Câbir de hemen arkadaşına gidip Resûlullah’ın (sas) isteğini iletti. Bunun üzerine çoban elbiseleri giydi ve tekrar yola koyuldu. Ardından Peygamberimiz (sas), "Hay Allah müstahakkını versin! Böylesi daha iyi olmadı mı?" dedi. Bu sözü işiten adam, "Yâ Resûlallah! Allah (cc) yolunda savaşırken de mi böyle giyineyim?" diye sordu. Allah Resûlü (sas), "(Evet) Allah (cc) yolunda savaşırken de!" buyurdu.

Müslüman, kılık kıyafetiyle her zaman insanların kendisine imrendiği bir görüntü arz etmelidir. Ruh güzelliği dışına da yansımalı, ahlâkıyla olduğu kadar zarif görünümüyle de öne çıkmalıdır. Sevgili Peygamberimizin (sas) bu noktadaki duyarlılığını kendisinden sonra da devam ettiren arkadaşları, yeri geldiğinde birbirlerine giyim kuşam hususunda tavsiyelerde bulunmuşlardır. Bu duyarlılığı gösterenlerden biri de Şam’a yerleştikten sonra kendini ibadete veren zâhid sahâbî Sehl b. Hanzaliyye’dir. O, kendisi ile sık sık görüşen Ebu’d-Derdâ’ya (ra) bir keresinde, Allah Resûlü’nün (sas) yolculuğa çıkan bazı arkadaşlarına verdiği şu öğüdü hatırlatmıştır: "Sizler , kardeşlerinizin yanına gidiyorsunuz. Binitlerinizin bakımını iyi yapın, kıyafetlerinizi düzeltin! Öyle ki yüzdeki bir ben nasıl dikkat çekici ise, siz de onun gibi insanlar içinde gözde olun! Çünkü Allah (cc) çirkin görünümü ve çirkin söz ve davranışı sevmez."

Güzel ve nitelikli giyinmenin malî imkânlara bağlı olduğuna kuşku yoktur. Müslümanların maddî bakımdan sıkıntı içerisinde oldukları dönemlerde Hz. Peygamber (sas), giyinme hususunda onlardan daha ölçülü olmalarını istemiştir. Ensardan Ebû Ümâme’nin (ra) bildirdiğine göre, sahâbîler bir gün dünya nimetleri hakkında konuşmaya dalınca Hz. Peygamber (sas) kibir ve gösterişten uzak mütevazı bir sadeliğin inanmış olmanın bir gereği olduğunu şu şekilde hatırlatmıştır: "Duymuyor musunuz, duymuyor musunuz? Sadelik imandandır, sadelik imandandır!" Zira o gün tüm Müslümanlar yoksunlukta birleşiyorlardı. Ancak Peygamber sonrası dönemlerde maddî imkânların düzelmesine bağlı olarak elbiseler çeşitlenmiş ve giysilerin niteliği de yükselmiştir. Hz. Peygamber (sas), tek parça kıyafet içerisinde namaz kılınıp kılınamayacağını soran birisine, "Her biriniz iki kıyafet bulabilir mi ki?" karşılığını vermiş, aynı soru ilerleyen yıllarda Hz. Ömer’e (ra) sorulduğunda ise Halife Ömer (ra) şu karşılığı vermiştir: "Allah (cc) size bol verince siz de cömert davranın." Bundan sonra insanlar alt ve üstlerine giydikleri ikişer kıyafet içinde namaz kılmaya başlamışlardır. Yine Hz. Âişe (ra) bir gün üzerindeki Yemen kumaşından yapılmış beş dirhem değerindeki elbiseye işaret ederek, Resûlullah (sas) devrinde bu kalitede bir elbisesi olduğunu, o günün Medine’sinde düğün için süslenen hanımların onu ödünç aldıklarını, oysa hizmetçisinin bile artık bu elbiseyi giymekten utandığı bir zamanda yaşadıklarını söylemiştir.

İyi ve güzel kıyafetler giyinmek, kadın erkek her insanın arzulayacağı bir şeydir. Şu var ki süslenme ve güzel görünme isteği daha çok hanımlarla özdeşleşmiştir. Bu bakımdan nebevî öğretide, incelik ve zarafetin göstergesi olan ipekten giysilerin, altın gibi süs eşyalarının hanımlara tahsis edilmesi ve erkeklerin bu kabil giysilerden kaçındırılması anlamlıdır. Nitekim bir defasında Hz. Peygamber (sas), kendisine tamamen ipekten dokunmuş bir elbise hediye edilince, onu Hz. Ali’ye (ra) göndermiştir. Hz. Ali’nin (ra), "Bunu ne yapayım?" sorusuna, eşi Hz. Fâtıma’yı (ra), annesi Fâtıma bnt. Esed’i ve amcası Hamza’nın (ra) kızı Fâtıma’yı kastederek, "Onu başörtüsü yap ve Fâtımalar arasında dağıt." karşılığını vermiştir. O (sas), kendisine gelen ve ashâbına takdim ettiği saf ipek elbiselerin ya giymesi uygun olanlara verilmesini, ya hanımlara başörtü olarak hediye edilmesini, ya da pazarda satılıp paraya çevirme yoluyla istifade edilmesini tavsiye etmiştir.

Erkeklerin altın ziynet ve saf ipekten sakındırılmasının temelinde abartı ve israfı engelleme kaygısının da yattığı düşünülebilir. Hatta Resûlullah (sas) bir hadisinde, altın takılarıyla gösteriş yapan kadınlara seslenerek onların altından uzak durmalarını istemiş ve süslenmeleri için altın yerine gümüş ziynete yönelmelerini tavsiye etmiştir. O'nun (sas) bu tavsiyesinde, o zaman çok değerli bir ‘para’ olan altının süs malzemesi olarak kullanılmasının ekonomik canlılığı olumsuz etkileyeceği düşüncesi de etkili olmuş olabilir.

İpek giysilere ve altın ziynete getirilen kısıtlamalarda bu eşyaların abartı ve israf yanında kibir ve gösterişe yol açma olasılığı da göz önünde tutulmuş olmalıdır. Kibirlenme ve gösteriş, güzel kıyafetler giyinerek ve süslenerek topluma karışan herkesin içine düşebileceği marazî duygulardır. Bu insanî hastalığın farkında olan Efendimiz (sas), bir taraftan müminlere zarif ve temiz giyinmelerini öğütlerken, diğer taraftan imkânlarını başkalarına tepeden bakma vesilesi yapmamalarını söylemiştir. Resûlullah (sas), müminlere, muhtemelen daha çok Kureyş aristokratları ve İran sosyetesinin bir giyim tarzı olduğu, bu yüzden de mağrurlanmaya yol açabileceği gerekçesiyle yerde sürünecek kadar uzun kıyafetler giymemeleri konusunda uyarmış ve şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah (cc), kibrinden dolayı elbisesini yerde sürükleyen kimseye (rahmet nazarıyla) bakmaz."

Buradan hareketle insanın doğasında var olan güzel görünme isteği ile kibir duygusu arasında bir bağ kurulmamalıdır. Nitekim bilge sahâbî Abdullah b. Mes’ûd’un (ra) aktardığına göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: "Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremez." Bu söz üzerine bir adam, "İnsan elbisesinin ve ayakkabısının güzel olmasından hoşlanır." deyince Hz. Peygamber (sas), "Şüphesiz ki Allah (cc) güzeldir, güzelliği sever. Kibir ise hakikati inkâr etmek ve insanları küçük görmektir." demiştir.

Hadis kaynaklarımızın kılık kıyafete dair bölümlerinde yer alan rivayetler, giyinmenin ahlâkî ve vicdanî boyutuna ilişkin bizlere önemli bilgiler sunmaktadır. Buna göre Müslüman kişi, yeni ve güzel kıyafetler giydiğinde kibir ve gösterişe kapılmak yerine sahip olduğu bu nimetin gerçek sahibini anmalı, Allah’a (cc) şükretmelidir. Allah Elçisi’nin (sas) öğretilerinde ve sünnetinde yeni bir kıyafet giyen müminin nasıl hareket etmesi gerektiğini gösteren önemli öğütler mevcuttur. O (sas), yeni bir elbise giydiği zaman sarık, gömlek ya da ridâ olsun, o elbisenin ismini söyler ve sonra şöyle derdi: "Allah’ım, sana hamdolsun! Bunu bana sen giydirdin. Senden bu elbisenin hayrını ve hayırda kullanılmasını istiyorum. Onun şerrinden ve şerde kullanılmasından da sana sığınıyorum."

Nebevî sünnette, Müslüman’ın, din kardeşini yeni ve güzel bir kıyafet içerisinde gördüğünde nasıl bir tavır sergilemesi gerektiği de yer almaktadır. Buna göre mümin, böyle bir durumda haset duygusuna kapılmaz, bilakis nazik bir biçimde kardeşini tebrik eder. Peygamber (sas) döneminde bir sahâbî yeni bir elbise giydiği zaman diğerleri onu tebrik etmek maksadıyla kendisine, "Güle güle eskit, Yüce Allah (cc) da sana yenisini versin!" derlerdi. İlk Müslümanlardan ve Habeş göçmenlerinden Hâlid b. Saîd b. Âs’ın Habeşistan’da doğan kızı Ümmü Hâlid’in aktardığına göre, bir defasında Resûlullah’a (sas) kare şeklinde küçük ve siyah şekiller bulunan bir giysi getirildi. Nebî (sas), "Sizce buna en lâyık kim?" diye sordu. Orada bulunanlar cevap vermedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sas), "Bana Ümmü Hâlid’i getirin!" dedi. Allah Resûlü (sas), o elbiseyi Hâlid b. Saîd’in kızına giydirdikten sonra, "Üzerinde eskitip yıprat!" diye iki defa dua etti ve Habeşçe, "Senâhu senâhu, ey Ümmü Hâlid!" diyerek elbisenin güzel olduğunu ve kendisine yakıştığını ifade etti. ‘Senâhu, senâhu’ kelimesi Habeş dilinde ‘güzel’ demektir.

İnce ruhlu, narin tabiatlarıyla kadınlar güzel görünmeye ve süslenmeye daha meyillidir. Hz. Peygamber (sas) kadının fıtratında var olan bu arzusunun karşısında durmamış ancak onun süslenmeyi suistimal etmesini de onaylamamıştır. Tüm Müslüman kadınlara örnek olacak Peygamber hanımlarına hitaben çeşitli tavsiyelerde bulunan Yüce Allah (cc), onlara câhiliye zamanındaki kadınların yaptığı gibi açılıp saçılarak ve bedenlerini teşhir ederek çıkmamalarını buyurmuş, mümin hanımlardan süslenirken süslenme ahlâkına riayet etmelerini istemiştir. Câhiliye devrinde bazı Arap kadınlarının abartılı bir biçimde süslendikleri, bedenlerini teşhir ederek erkeklerin arasında gezindikleri göz önüne alındığında bu ilâhî hitabın hikmeti daha iyi anlaşılacaktır.

Hz. Peygamber (sas), yüzlerindeki tüyleri aldıran, saçlarına başkalarının saçlarını ekleten, kaşlarını aldıran, dişlerini incelten, dövme yapan ve yaptıranların ilâhî rahmetten uzak olduklarını söylemiştir. Resûlullah’ın (sas), câhiliye döneminde kötü şöhret bulmuş kadınların alışkanlıkları olduğu için bu işleri yapanları kınadığı anlaşılmaktadır. Nitekim müminlerin annesi Hz. Âişe (ra), saçlarına başkalarının saçlarını ekletenler hakkında kendisine bir soru yöneltildiğinde şu karşılığı vermiştir: "Saç ekletenlerden kasıt, sizin anladığınız gibi değildir. Saçı dökülen bir kadının saçına siyah yünden mamul kılları eklemesinde bir sakınca yoktur. Ancak (Hz. Peygamber’in (sas) kınadığı kimseler), gençliğinde fuhuş yapan, saçı dökülüp ihtiyarladığında ise kafasına saç ekleterek (veya sunî bir saç kullanarak) fuhuş yaptıranlardır."

İslâm, kadının cinsellik dürtüsüyle ancak eşi için süslenebileceğini kabul eder. Yine Âişe (ra) validemiz, kendisine gelerek süslenip eşine güzel görünmek için yüzündeki kılları aldırıp aldıramayacağını soran bir kadına şu karşılığı vermiştir: "Seni rahatsız eden şeylerden kendini arındır, nasıl ki bir yere ziyarete giderken süsleniyorsan kocan için de süslen..."

Câhiliye döneminde olduğu gibi günümüzde de süslenme, güzel görünme, ötekinin ilgisini çekme gibi çeşitli gerekçelerle hem erkeğin hem de kadının bedenleri üzerinde birtakım tasarruflarda bulundukları bir gerçektir. Masum güzel görünme kaygılarının ötesinde vücutlarının çeşitli yerlerine dövme yaptıranlar, bunun tipik bir örneğini teşkil etmektedirler. Bu şekilde dövme yaptıranlar değişik figürler ve semboller kullanmak suretiyle sanal varlıklarla kendilerine telkinlerde bulunmakta, yalın gerçeklikten kendilerini kopartmaktadırlar. Böylece insan şahsiyeti ve kimliği birtakım yapay unsurların gölgesinde kalmaktadır. İslâm büyüklerinden Zührî’nin deyimiyle ‘câhiliye modası’ olan bu uygulama muhtemelen bedene işkence olduğu ve sağlık açısından birtakım sakıncalar doğurduğu gerekçesiyle Hz. Peygamber (sas) tarafından yasaklanmıştır.

Başkalarının dikkatlerini kendilerine çekmek için yapay süslenme veya güzellik vasıtalarını kullanmakta aşırıya giden kadınlar, olduklarından daha genç, daha güzel, hatta daha zengin görünme arayışı içerisine girerek esasen kendi zafiyetlerini ele vermiş olmaktadırlar. Öte yandan Kur’an, erkeklerin de bakışlarına sahip çıkmalarını emretmektedir. Ancak bu, kadına erkeğin mahrem duygularını istismar etme hakkı vermez. Resûlullah (sas), dişiliğini sergileyerek cinselliğini insanlığının ve kişiliğinin önüne geçiren, bedenini metalaştıran, onu teşhir eden kadınların ebedî mutluluğu tadamayacaklarını söylemiştir: "...Giyinik (oldukları hâlde) çıplak (gibi olan), (başkalarını kendilerine) cezbeden ve (kendileri de başkalarına) meyleden kadınlar ki onlar, başlarında deve hörgücü gibi topuzlar taşır. İşte bunlar ne cennete girerler ne de cennetin kokusunu alabilirler. Oysa cennetin kokusu çok çok uzak mesafelerden dahi alınır."  Aynı istismarcılığı erkek yaptığında bu nebevî buyruk onun için de geçerli olmaktadır. Dış güzelliğiyle duygu istismarı yaparak seviyesiz bir ilgi uyandırmak ne kadının ne de erkeğin saygınlığına yakışan bir davranıştır.

Hz. Peygamber’in (sas) öğretilerinde, Müslümanların temiz ve kibar insanlar olarak, göz zevkine uygun, şık bir giyim kuşam ve süslenme tarzını benimsemeleri öngörülür. Kendini beğenme, kıyafetiyle kendini ispatlama, pahalı harcamalarla israfa dalma gibi hatalı tutumlardan sakındıran Resûl-i Ekrem (sas), mütevazı, zarif ve nezih bir giyim alışkanlığı edinmemizi istemiştir. Şu var ki modern dönemde karmaşık şehir hayatının beraberinde getirdiği sosyal hareketlilik insandaki öteki kaygısını daha da körüklemiştir. Bu yüzden mümin, tabiatında var olan giyinme ve süslenme ihtiyacı ve arzusunu giderirken Kur’an’ın ifadesiyle ’takva elbisesini’ giyebilmeyi ihmal etmemeli, ruhuna giydireceği bu mânevî kisve, onun nezih ve zarif yapısının bir dışa vurumu olmalıdır.