Câbir'den (ra) nakledildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:
“Uyuyacağınız zaman kandilleri söndürün. Kapıları kapatın. Su kaplarının ağızlarını bağlayın. Yiyecek ve içeceklerin üzerini örtün.”
عَنْ جَابِرٍ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “أَطْفِئُوا الْمَصَابِيحَ إِذَا رَقَدْتُمْ، وَغَلِّقُوا الْأَبْوَابَ، وَأَوْكُوا الْأَسْقِيَةَ، وَخَمِّرُوا الطَّعَامَ وَالشَّرَابَ…”
(B5624 Buhârî, Eşribe, 22)
***
عَنِ ابْنِ عُمَرَ قَالَ:قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “الْوَزْنُ وَزْنُ أَهْلِ مَكَّةَ وَالْمِكْيَالُ مِكْيَالُ أَهْلِ الْمَدِينَةِ.”
İbn Ömer'in (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:
“Tartı Mekkelilerin tartısı, ölçek ise Medinelilerin ölçeğidir.”
(D3340 Ebû Dâvûd, Büyû', 8)
***
عَنْ عُقْبَةَ بْنِ عَامِرٍ عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “إِنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ يُدْخِلُ ثَلاَثَةَ نَفَرٍ الْجَنَّةَ بِالسَّهْمِ الْوَاحِدِ صَانِعَهُ يَحْتَسِبُ فِى صُنْعِهِ الْخَيْرَ وَالرَّامِيَ بِهِ وَمُنَبِّلَهُ.”
Ukbe b. Âmir'den (ra) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:
“Yüce Allah (cc) bir ok vasıtasıyla şu üç kişiyi cennete koyar: Sadece hayır gözeterek onu yapan, onu (düşmana) atan ve okun ucundaki sivri demiri yapan.”
(N3148 Nesâî, Cihâd, 26)
***
Bir akşam Sevgili Peygamberimiz (sas) otururken küçük bir fare yanında yanan kandilin fitilini çekip sürüklemeye başladı. Hızla koşarken aldığı fitili Rahmet Elçisi’nin (sas) oturduğu hasırın üzerine atıp kaçtı. Farenin fitili atmasıyla hasırdan avuç içi büyüklüğünde bir alan yanmıştı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sas) ashâbına, "Uyuyacağınız zaman kandillerinizi söndürün." uyarısında bulundu.
Peygamber Efendimizin (sas) yangına karşı bu uyarısı, dönemin şartları ile doğrudan alâkalıydı. Çünkü o devirde evdeki eşyaların büyük çoğunluğu, hatta bazı yapıların çatısı kolayca yanabilecek malzemelerden yapılmaktaydı. O dönemde göçebeler hayvan yün ve kıllarından imal edilmiş ve kolayca kurulup sökülebilen çadırlarda, yerleşik hayata sahip insanlar ise evlerde yaşamaktaydılar. Kilidi ve anahtarı olan sağlam kapılı, tek katlı evlerin yanında, az sayıda da olsa merdivenli ve iki katlı evler de bulunmaktaydı. Akşam olunca evlerin aydınlatılmasında, yağ haznesi bulunan ve içine zeytinyağı konulan fitilli kandiller kullanılırdı. Hatta Hz. Peygamber (sas), ashâbından bu kandillerde kullanılan yağlardan Beyt-i Makdis’e de göndermelerini istemiştir.
Asr-ı saadette evlerde döşeme olarak kullanılan eşyaların başında kilim gelmekteydi. Ayrıca hurma yaprağının liflerinden örülerek yapılmış hasırlar yanında, üzerine oturmak için yünden dokunmuş yaygılar da kullanılırdı. Yine evlerde divan diyebileceğimiz tarzda sedirler üzerine serilmiş yatakların yanı sıra içi hurma lifiyle dolu deri yataklar, minderler ve yastıklar bulunmaktaydı. Yatakların üzerine çarşaf serilmekteydi. Demir ayaklı sandalyelere oturulurdu. Hz. Peygamber (sas) de bir seferinde böyle bir sandalyeye oturup uzaklardan gelen Ebû Rifâa’ya İslâm’ı anlatmıştı. Masa üzerinde yemek yendiği gibi sofra tahtaları kullanılarak yer sofrasında da yemek yenirdi. Ama Hz. Peygamber (sas) masada ya da sofra tahtası üzerinde değil yer sofrasında yemek yemişti. Yer sofrası olarak ise sofra bezlerinden ve tabaklanmış deri sergilerden istifade edilmekteydi. Tahta kaplara koyun ve deve gibi hayvanlardan süt sağılır, su ve süt gibi sıvı gıdaların içilmesinde bardak ve matara kullanılırdı. Çanak, tabak gibi kaplar hurma ve benzeri ağaçların kütüğünden yapılmaktaydı.
Hz. Peygamber (sas) döneminde cam bardaklara ilâveten, nadir de olsa altın ve gümüşten yapılmış kaplar kullanılmaktaydı. Çömleklerin içinde et yemekleri pişirilmekteydi. Söz gelimi Câbir b. Abdullah’ın (ra) eşinin, Hendek Savaşı’nda günlerdir boğazlarından hiçbir şey geçmemiş olan Hz. Peygamber (sas) ve ashâbı için çömlekte pişirdiği etin bereketi yıllarca anlatılmıştı. Sofralardan eksik olmayan ekmeği yapmak için o dönemde arpa unu, kepeğinden üflenerek ayrılır, ardından elde edilen un, leğen içerisinde yoğrulup hamur hâline getirilirdi. Ekmek ve yemek pişirmek için sacayağı gibi kullanılan taşlardan istifade edilerek ocaklar kurulurdu. Kızgın ateşte pişmiş olan ekmeğin ocaktan veya fırından çekilmesi için ise ‘mistah’ denilen tahta kürek kullanılırdı.
‘Dübbâ’’ adındaki testi yerine geçen, içi oyulmuş kuru kabaklarda, ‘müzeffet’ denilen ziftle sıvanmış testilerde, kırmızı veya yeşil topraktan yapılan ve ‘hantem’ denilen testilerde ve ‘nakîr’ ismi verilen, fıçı da diyebileceğimiz ağaçtan oyulmuş kaplarda meşrubatlar hazırlanır ve saklanırdı. Bu kaplarda şıra uzun süre kalınca içkiye dönüşmekteydi. Bu nedenle Hz. Peygamber (sas) bu tür kaplarda şıranın bekletilmesini yasakladı. İçeceklerin hazırlanmasında taştan yapılmış kapların yanında, kırba ve tulum gibi deriden yapılmış kaplar da kullanılmaktaydı. Fakat kırba ve tulum gibi deri kaplar herkesin elinde mevcut olmadığından dolayı, ziftlenmemiş çömlek ve küplerde de meşrubat hazırlanmaktaydı.
"Uyuyacağınız zaman kandilleri söndürün. Kapıları kapatın. Su kaplarının ağızlarını bağlayın. Yiyecek ve içeceklerin üzerini örtün." buyuran Hz. Peygamber (sas), gıda maddelerinin muhafaza altına alınmasını, bu sayede hastalıklardan korunulmasını istemişti. Kapağı olmayan kapların ağızları ise bez parçasıyla veya uygun bir tahta parçasıyla kapatılırdı.
Beden temizliği için evin bir köşesinde perde tutulur ve böylece kişinin banyo yapması için uygun bir mekân hazırlanmış olurdu. Makaralı bir kova ile kuyudan çekilen su, bakır tencerelerde veya ‘kumkuma’ adındaki dar boğazlı madeni kaplarda ısıtılırdı. Temiz banyo suyu, hammaddesi bakır olan tunçtan yapılmış leğen veya kazan gibi hacimli bir kaptan ya da yine geniş hacimli olup ‘ferak’ denilen bir kaptan alınırdı. Çamaşır leğeni gibi kapların içinde banyo da yapılırdı.
Banyo hâricinde elleri ve yüzü yıkamak, abdest almak için tunçtan yapılmış taslar içinde su kullanıldığı da olurdu. Rahmet Elçisi (sas) abdest alırken suyu kaptan sağ eliyle alır, sol elini kaba sokmazdı. ’Sidr’ ismi verilen ağacın yapraklarının öğütülmesiyle elde edilen bir çeşit toz sabunla hem çamaşırlar yıkanır hem de beden temizliği yapılırdı. Yıkanma sonrasında bez havlularla kurulanılır, saçlar ‘midrâ’ denilen mil tarzında demir bir tarakla taranırdı. Allah Resûlü’nün (sas) döneminde ağız sağlığı ve dişlerin temizliği için ‘erâk’ ismi verilen ağacın dallarından yapılan misvak kullanılırdı. Yıkanmada, ağız temizliğinde ve içmede kullanılan farklı kaplardaki suyun kirlenmemesi için kapların ağızları kapatılırdı.
Hz. Peygamber (sas) döneminde, hayvanları boğazlamak için ‘sikkîn’ veya ‘müdye’ denilen bıçaklar önceden bileği taşında bilenir ve keskinleştirilirdi. Normal şartlar altında, demirden yapılmış bu bıçaklarla hayvanlar boğazlanırdı. Bu bıçaklar aynı zamanda etleri parçalamakta ve peynir gibi yiyecekleri kesmekte de kullanılırdı. Kurt gibi yırtıcıların evcil bir hayvanı yaralaması durumunda, eğer hayvanın acilen boğazlanması gerekiyorsa ve bıçak da mevcut değilse, o zaman ‘merve’ denilen ve bıçak gibi keskin, inceltilmiş, beyaz bir taş kullanılırdı. Hatta savaş gibi acil durumlarda eğer bıçak mevcut değilse ve kılıçların da körelmesi istenmiyorsa, kamış kullanılırdı. Bazı nadir durumlarda da avlanan bir av hayvanının kesilmesi gerekiyorsa ve bıçak da yoksa keskin bir değnek parçasının kullanıldığı olurdu. Yabani av hayvanları veya ele geçirilemeyen kaçak evcil hayvanlar ise ok ile avlanırdı.
Asr-ı saadette bazı hastalıkların tedavisinde kesici aletlerin kullanıldığı da olurdu. Meselâ, hastalardan kan almakta ve akıtmakta kullanılan, günümüzde ameliyat bıçağı olarak da bilinen neştere benzer ‘mihcem’ adı verilen bıçak, tedavi amaçlı kullanılan kesici aletlerden biri idi.
Hz. Peygamber (sas) döneminde kuyu ve hendek kazımı gibi inşaat işlerinde, kazma ve kürekler kullanılır; ziraat işlerinde, toprağı sürüp işlemek için demirden yapılmış sabanlardan, ağaç işlerinde ise baltadan faydalanılırdı. Hurma ağaçlarının meyvelerinin toplanmasında ise büyük küfeler kullanılırdı.
O dönemde, Mekke ve Medine’de ticarî hayat canlı olduğu için çeşitli para birimleri, ağırlık ve hacim ölçüleri kullanılmaktaydı. Ticarî hayatta, Hicaz bölgesine komşu yabancı ülkelerde belli ölçülere göre basılmış olan ve ‘sikke’ denilen madeni paralar kullanılmaktaydı. Gümüş paralara ‘dirhem’, altın paralara ‘dinar’ denmekteydi. Bu paralar belli ağırlık ölçülerine göre basıldığı ve alış verişte ağırlıkları dikkate alındığı için, Allah Resûlü (sas) onlardan ufak parçalar koparmayı yasaklamıştı. Bir dirhem 2,97, bir dinar ise 4,231 gram ağırlığında idi. Sikkelere ilâve olarak, altın ve gümüş külçeleri de alışverişte kullanılırdı. Malların fiyatları ifade edilirken dirhemden daha küçük bir para birimi olan ‘kîrât’ terimi de kullanılmaktaydı. Bir altın kîrât yaklaşık olarak 0,176 gram ağırlığında idi.
Altınla borçlanma gibi işlemlerde, altının ağırlığını ölçmeye yarayan ağırlık birimlerinden biri ‘nevât’ idi. Abdurrahman b. Avf (ra) eşiyle bir nevât altın mehirle evlenmişti. Bir nevât, beş dirhem karşılığında olup yaklaşık olarak 14,85 grama denk gelmekteydi. ‘Neşş’ ve ‘ukıyye’, gümüş üzerinden borçlanmalarda ve ticarî işlemlerde kullanılan ağırlık ölçülerindendi. Kırk dirhem olduğu belirtilen bir ukıyye, günümüz tartısıyla yaklaşık olarak 118,8 gram ağırlığındaydı. Bir neşş de yarım ukıyye ağırlığında olduğu için, 59,4 gram idi.
Aynı zamanda bir hacim ölçüsünün de ismi olan ‘rıtıl’, altın ve gümüşün yanında, tartı ile alınıp satılan bakır, demir, taze olarak kesilip yenilen bitkiler, incir ve pamuk gibi malların ağırlığını hesap etmekte kullanılan ayrı bir ağırlık ölçüsüydü. On iki ukıyye olan bir rıtıl, yaklaşık 1,5 kg’a tekabül ediyordu. Büyük miktarlardaki malların ağırlığını hesap etmek için kullanılan ölçü birimlerinden biri de ‘kıntâr’ idi. Bir kıntâr 12.000 dinara karşılık gelmekteydi. Bu da yaklaşık olarak 50,772 gram (51 kg) ağırlığı ifade etmekteydi. Aynı zamanda kıntâr, hesap edilemeyecek düzeydeki ağırlıklar için kinaye yollu kullanılan kelimelerden biri idi.
Resûlullah (sas) zamanında, ticareti yapılan bazı malların değeri hacim olarak belirlenmekte ve bazı hacim ölçüleri kullanılmaktaydı. Buğday ve pirinç gibi malların hacmi on altı rıtıl ağırlığına denk gelen ‘ferak’ ile ölçeklendirilmekteydi. İsmi zikredilen bu ürünlere ilâve olarak, buğday, arpa ve kuru hurma gibi gıda maddeleri ‘müdd’ ve ‘sâ’’ ile ölçeklendirilirdi. Bir sâ’ dört müdden ibaret olduğuna ve bir müddün değerinin de 1,053 litre olduğu belirtildiğine göre, günümüz ifadesiyle bir sâ’ yaklaşık olarak 4,212 litreye denk gelmekteydi.
Allah Resûlü’nün (sas) döneminde ‘mekkûk’adı verilen hacim ölçüsü de kullanılmakta idi. Hz. Peygamber (sas) ortalama bir mekkûk suyla abdest, beş mekkûk suyla da gusül alırdı. Fakat mekkûk ile müddün kastedildiğini söyleyenler olduğu gibi bunun 7,3 veya 7,77 litrelik bir hacim ölçüsü olduğunu ifade edenler de vardır. Üç sa’ hacminde olduğu belirtilen ve yaklaşık 12,636 litreye tekabül eden ‘ferak’, Mısır kaynaklı olup yirmi dört sâ’ hacmindeki ve yaklaşık olarak 101 litreye karşılık gelen ‘irdebb’, altmış sâ’ hacminde olup 252,72 litreye denk gelen vesk, arpa ve buğday gibi tahılların, kuru üzüm ve hurma gibi ürünlerin hacimlerinin belirlenmesinde kullanılan ölçeklerdi. Hz. Peygamber (sas), "Beş veskin altında zekât yoktur." buyururken de bu ölçüyü kullanmıştı.
O dönemde kullanılan belli başlı ağırlık ve hacim ölçüleri bunlar olmakla birlikte, bu ölçü ve tartıların birim bazındaki değerleri bölgeden bölgeye farklılık arz etmekteydi. Bu farklılıkları ortadan kaldırmak ve daha âdil bir ticarî sistem geliştirmek için Hz. Peygamber (sas), "Tartı Mekkelilerin tartısı, ölçek ise Medinelilerin ölçeğidir." buyurmuştur.
Allah Resûlü’nün (sas) döneminde savaş gibi olağanüstü durumlarda silah olarak kullanılan araç ve gereçlerin başında kılıç gelmekteydi. Demirci ustalarının ellerinden çıkan kılıçların bir savaş aleti olarak değeri o kadar büyüktü ki... Bu nedenle kılıçlar altın ve gümüşle bezendiği gibi, deriden sicimlerle kınlarına ve kabzalarına bağlanan kurşun ve demirlerle de süslenmekteydi. O dönemde meşhur kılıçlardan biri de Hz. Peygamber’in (sas) Bedir Harbi’nde ganimet olarak aldığı Zülfikâr idi. Kılıçlar tek tip olmayıp bölgelere göre şekli değişmekteydi. Nitekim Mute Savaşı’nda Hâlid b. Velîd’in (ra) elinde dokuz kılıç kırılmış sadece Yemen’de yapılan bir kılıç sağlam kalmıştı.
Savaşlarda kargı ve mızrak da kullanılırdı. Allah Resûlü (sas), "Yüce Allah (cc) bir ok vasıtasıyla şu üç kişiyi cennete koyar: Sadece hayır gözeterek onu yapan, onu (düşmana) atan ve okun ucundaki sivri demiri yapan." buyurmuştu. Zira avcılıkta da kullanılan yay ve ok, önemli birer silah olup, savaşta düşmana karşı etkili olabilmek için okların ucuna ayrıca sivri demir takılırdı. Kılıçlar gibi yaylar da tek tip değildi. Yaylar yapım yerine ve şekline göre Arabî ve Fârisî diye nitelendirilirdi. Hz. Peygamber (sas) daha etkili olan Arap yaylarının kullanılmasını tavsiye ederdi. Ucunda sivri demir bulunan ve adına ‘harbe’ denilen kısa mızraklar ve ince mızraklar da önemli savaş aletlerindendi.
Savaş alanlarında düşmanların kılıç darbelerine ve oklarına karşı, çelik veya deriden yapılmış kalkanlar siper olarak kullanılırdı. Kılıç, ok, süngü gibi silah darbelerinden korunmak için başa takılan demirden yapılmış miğferler ve baştan aşağı bütün bedeni kaplayan zırhlar savaş alanlarının vazgeçilmezlerindendi. Hz. Peygamber (sas) de fetih günü, başında miğfer ile Mekke’ye girmişti.
Hz. Peygamber (sas) döneminde savaş alanlarında güç ve otoriteyi temsil eden bayrak ve sancak da kullanılmakta idi. Savaş alanlarında kumaştan kare şeklinde siyah renk ağırlıklı siyah, beyaz veya sarı renkli bayrak bulundurulmaktaydı. Allah Resûlü’nün (sas) sancağı ise beyaz renkteydi. Savaş alanlarında bayrağın dikildiği mekân karargâh anlamına gelmekte, güç ve iktidarın nişanesi olarak kullanılmaktaydı. Sancak, savaşlarda ordu komutanının elinde bulunurdu.
Her kültürde insanlar, ihtiyaçlarını gidereceği, hayatlarını kolaylaştıran ve diğer toplumlara üstünlük sağlamalarını sağlayan pek çok araç ve gereç kullanmış ve geliştirmişlerdir. Hz. Peygamber (sas) döneminde de insanlar dönemin toplumsal ve mali imkânlarının, tabiî şartların izin verdiği ölçüde evde, ticarette, savaşta ve hayatın diğer tüm alanlarında faydalandıkları çeşitli araç ve gereçler kullanmışlardır. Bu araç ve gereçler dönemin geçim düzeyini ve hayat seviyesini yansıtmasının yanı sıra yaşanan sade ve mütevazı hayatı da bize göstermektedir.