Fâtıma bnt. Hüseyin'in (ra) naklettiğine göre, babası Hüseyin b. Ali şunları anlatmaktadır:

“Resûlullah'ın (sas) oğlu Kâsım vefat edince (annesi) Hz. Hatice (ra), "Yâ Resûlallah! Kâsım'ın sütü hâlâ damlıyor. Keşke Allah (cc) süt emmeyi tamamlayıncaya kadar onu yaşatsaydı." dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sas) "O, süt emmeyi cennette tamamlayacaktır." buyurdu.”

عَنْ فَاطِمَةَ بِنْتِ الْحُسَيْنِ عَنْ أَبِيهَا الْحُسَيْنِ بْنِ عَلِيٍّ قَالَ لَمَّا تُوُفِّيَ الْقَاسِمُ ابْنُ رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَتْ خَدِيجَةُ: يَا رَسُولَ اللَّهِ دَرَّتْ لُبَيْنَةُ الْقَاسِمِ فَلَوْ كَانَ اللَّهُ أَبْقَاهُ حَتَّى يَسْتَكْمِلَ رَضَاعَهُ. فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “إِنَّ تَمَامَ رَضَاعِهِ فِى الْجَنَّةِ.”

(İM1512 İbn Mâce, Cenâiz, 27)

***

عَنْ أَبِي أُمَامَةَ قَالَ: لَمَّا وُضِعَتْ أُمُّ كُلْثُومٍ ابْنَةُ رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) فِي الْقَبْرِ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “مِنْهَا خَلَقْنَاكُمْ وَفِيهَا نُعِيدُكُمْ وَمِنْهَا نُخْرِجُكُمْ تَارَةً أُخْرَى.”

Ebû Ümâme'nin (ra) naklettiğine göre, Resûlullah'ın (sas) kızı Ümmü Gülsüm kabre konduğunda Resûlullah (sas) şu âyeti okumuştu: “Sizi ondan (topraktan) yarattık; yine sizi oraya döndüreceğiz ve bir kez daha sizi ondan çıkaracağız.”

(Tâ-Hâ, 20/55; HM22540 İbn Hanbel, V, 254)

***

عَنْ أُمِّ الْمُؤْمِنِينَ عَائِشَةَ أَنَّهَا قَالَتْ مَا رَأَيْتُ أَحَدًا كَانَ أَشْبَهَ سَمْتًا وَدَلاًّ وَهَدْيًا… بِرَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) مِنْ فَاطِمَةَ كَرَّمَ اللَّهُ وَجْهَهَا كَانَتْ إِذَا دَخَلَتْ عَلَيْهِ قَامَ إِلَيْهَا فَأَخَذَ بِيَدِهَا وَقَبَّلَهَا وَأَجْلَسَهَا فِى مَجْلِسِهِ وَكَانَ إِذَا دَخَلَ عَلَيْهَا قَامَتْ إِلَيْهِ فَأَخَذَتْ بِيَدِهِ فَقَبَّلَتْهُ وَأَجْلَسَتْهُ فِى

مَجْلِسِهَا.

Müminlerin annesi Hz. Âişe (ra) anlatıyor: “Resûlullah'a (sas) tavır, hâl ve davranış... bakımından Fâtıma'dan (Allah onun yüzünü ağartsın) daha fazla benzeyen birini görmedim. Fâtıma onun huzuruna girdiği zaman Resûlullah (sas) ayağa kalkar, onun elini tutar, onu öper ve kendi yerine oturturdu. Resûlullah (sas) Fâtıma'nın yanına girdiği zaman da o (aynı şekilde) hemen ayağa kalkar, babasının elinden tutar, onu öper ve kendi yerine oturturdu.”

(D5217 Ebû Dâvûd, Edeb, 143, 144)

***

عَنْ عَدِيِّ بْنِ ثَابِتٍ قَالَ: سَمِعْتُ الْبَرَاءَ قَالَ: لَمَّا مَاتَ إِبْرَاهِيمُ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “إِنَّ لَهُ مُرْضِعًا فِى الْجَنَّةِ.”

Adî b. Sâbit (ra) anlatıyor: “Berâ'ın (ra) şöyle dediğini işittim: (Hz. Peygamber'in (sas) oğlu) İbrâhim öldüğü zaman Resûlullah (sas), "Muhakkak ki onun için cennette süt emzirecek biri vardır." buyurdu.”

(B6195 Buhârî, Edeb, 109)

***

عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “وُلِدَ لِيَ اللَّيْلَةَ غُلاَمٌ فَسَمَّيْتُهُ بِاسْمِ أَبِى إِبْرَاهِيمَ.”… قَالَ أَنَسٌ: لَقَدْ رَأَيْتُهُ يَكِيدُ بِنَفْسِهِ بَيْنَ يَدَىْ رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) فَدَمَعَتْ عَيْنَا رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) فَقَالَ: “تَدْمَعُ الْعَيْنُ وَيَحْزَنُ الْقَلْبُ وَلاَ

نَقُولُ إِلاَّ مَا يَرْضَى رَبُّنَا إِنَّا بِكَ يَا إِبْرَاهِيمُ لَمَحْزُونُونَ.”

Enes b. Mâlik'in (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sas), “Bu gece bir oğlum oldu. Ona atam İbrâhim'in (as) ismini verdim.” buyurdu… Sonra Enes (ra) şunları anlattı: "O çocuğu Resûlullah'ın (sas) gözleri önünde can verirken gördüm. Resûlullah'ın (sas) gözleri yaşardı ve şöyle buyurdu: “Göz yaşarır, kalp üzülür fakat biz Rabbimizin razı olacağı sözlerden başkasını söylemeyiz. Ey İbrâhim, biz senin ölümünden dolayı gerçekten üzgünüz.”

(D3126 Ebû Dâvûd, Cenâiz, 23, 24)

***

Hz. Peygamber (sas) kendisine nübüvvet verilmeden yaklaşık on beş sene evvel Mekke’de ‘tâhira’ (temiz kadın) lakabıyla anılan Hatice bnt. Huveylid (ra) ile evlenmişti. Kâsım, Allah Resûlü’nün (sas) bu evlilikten doğan ilk çocuğuydu. Ona nispetle Hz. Peygamber (sas) için ‘Ebu’l-Kâsım’ (Kâsım’ın babası) künyesi kullanılıyordu. Kâsım’ın süt emme yaşını henüz tamamlamadan iki yaşındayken vefat ettiği bilinmektedir. O vefat edince Hz. Hatice (ra) validemiz, "Yâ Resûlallah! Kâsım’ın sütü hâlâ damlıyor. Keşke Allah (cc) süt emmeyi tamamlayıncaya kadar onu yaşatsaydı." dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sas) "O, süt emmeyi cennette tamamlayacaktır." buyurarak sevgili eşini teselli etti.

Hz. Peygamber’in (sas) eşlerinden sadece Hz. Hatice (ra) ve Hz. Mâriye’den (ra) çocukları olmuştu. Genel kabul gören görüşe göre, Hz. Hatice’den (ra), Kâsım ve Abdullah adında iki oğlu, Zeyneb, Rukiyye, Fâtıma ve Ümmü Gülsüm adında dört kızı olmuştu. Mısırlı eşi Mâriye’den (ra) de İbrâhim dünyaya gelmişti. Mekke’de dünyaya gelen Abdullah ve Medine’de doğan İbrâhim hâriç, Allah Elçisi’nin tüm çocukları nübüvvetten önce dünyaya gelmişlerdi.

Hz. Peygamber’in (sas) oğlu Abdullah, İslâm’ın gelişinden sonra doğmuş ve Mekke’de vefat etmiştir. Bazı kaynaklarda Abdullah yerine Tayyib ve Tâhir isimleri yer almaktaysa da bunların aslında Abdullah’ın lakabı olduğu söylenmektedir.

Hz. Zeyneb, Allah Resûlü’nün (sas) kız çocuklarının en büyüğü idi. O dünyaya geldiğinde Resûlullah (sas) otuz yaşındaydı. Kızlarının içerisinde en erken evlenen de o idi. Bu evlilik İslâm’dan önce gerçekleşmişti. Zeyneb, Hz. Hatice’nin (ra) kız kardeşi Hâle bnt. Huveylid’in oğlu Ebu’l-Âs b. Rebî’ ile evlenmişti. Hz. Peygamber’in (sas) diğer kızları gibi Zeyneb de İslâm davetini alır almaz Müslümanlığı benimsemişti. Buna karşın eşi, eski dininde kalmayı tercih etmişti. Hatta o, müşriklerle birlikte Bedir Harbi’ne katılmış ve esir düşmüştü. Hz. Zeyneb (ra), kocasının hür kalabilmesi karşılığında bir miktar mal ile annesinin kendisine düğün hediyesi olarak taktığı gerdanlığı fidye olarak göndermişti. Resûlullah (sas) gerdanlığı görünce tanımış ve duygulanmıştı. Ashâbıyla istişare edip damadının fidyesiz serbest kalmasını sağlamış, ancak bu özgürlük karşılığında kızının Medine’ye hicretine izin vermesini şart koşmuştu. Ebu’l-Âs b. Rebî’ bu sözünde durmuş, Allah Resûlü (sas) de daha sonra ensardan bir zâtla birlikte Zeyd b. Hârise’yi (ra) Mekke’ye göndererek Zeyneb’i getirtmişti. Daha sonra hicretin altıncı yılında Şam’dan dönmekte olan ve aralarında Ebu’l-Âs’ın da bulunduğu bir ticaret kervanı esir alınmıştı. Ebu’l-Âs kervandan kaçarak geceleyin Hz. Zeyneb’in (ra) yanına gelmiş ve ondan güvence istemişti. Eşine karşı sevgisini hâlâ yitirmemiş olan Zeyneb, onun bu isteğini kabul etmiş ve Ebu’l-Âs’ın kendi himayesinde olduğunu etrafına duyurmuştu. Dürüstlüğünden dolayı Allah Resûlü’nün (sas) övgüsünü kazanan Ebu’l-Âs, bu olaydan sonra Müslüman olmuştu. Bu sebeple Resûl-i Ekrem (sas), Zeyneb’e sadakatinden dolayı ondan ayrı kaldığı süre içerisinde başkasıyla evlenmeyen Ebu’l-Âs’ı tekrar kızıyla nikâhlamıştı.

Hz. Zeyneb’in (ra) hicrî sekizinci yılın başlarında vefat ettiği bilinmektedir. Onun ölüm sebebi ise ta Medine’ye hicretine kadar uzanan acı bir hadiseye dayanmaktadır. Hicreti esnasında hamile olan Zeyneb kayınbiraderi Kinâne b. Rebî’ vasıtasıyla Zeyd b. Hârise’ye (ra) teslim edilecekti. Ancak onun Mekke’den ayrıldığını haber alan müşrikler, Medine’ye gitmesine engel olmak için onu takibe almışlardı. Zeyneb’e ilk ulaşanlar daha sonra İslâm’ı kabul edip Medine’ye hicret edecek olan Hebbâr b. Esved ile Nâfi’ b. Abdikays el-Fihrî idi. Hebbâr, elindeki mızrakla Zeyneb’in binmiş olduğu deveyi dürtmüş ve onun deveden düşmesine neden olmuştu. Bu hadise üzerine düşük yapan Zeyneb’in hastalandığı ve ölümünün bu rahatsızlığından kaynaklandığı rivayet edilmektedir.

Nebî (sas) Zeyneb’in cenazesinin nasıl yıkanacağını ve kefenleneceğini, hanım sahâbîlere bizzat tarif etmiş ve uygulatmıştı. Daha sonra onlara kendi peştamalını vererek, kızına iç gömleği yapmalarını istemişti. Hz. Zeyneb’in (ra) Ali ve Ümâme adında iki çocuğu olmuştu. Oğlu Ali küçük yaşta vefat etmiş, kızı Ümâme ise annesinden sonra da yaşamış ve Hz. Fâtıma’nın vefatından sonra Hz. Ali ile evlenmişti. Peygamber Efendimizin (sas) omzunda taşıdığı, hatta o sırtında iken namaz kılmaktan çekinmediği sevgili torunu işte bu Ümâme idi.

Hz. Peygamber’in (sas) diğer kızı Rukiyye, nübüvvetten önce Hz. Peygamber’in (sas) amcası Ebû Leheb’in oğlu Utbe ile nişanlıydı. Tebbet sûresi nazil olup da Ebû Leheb ve karısı bu sûrede ağır bir dille yerilince, oğullarını bu evlilikten vazgeçirmişler ve düğün yapılmadan nişandan ayırmışlardı. Rukiyye daha sonra Hz. Osman’la (ra) evlenmiş, onunla beraber Habeşistan’a yapılan her iki hicrete de katılmıştı. Bu evlilikten Abdullah isminde bir oğlu olmuştu. Abdullah’ın, henüz altı yaşındayken öldüğü rivayet edilmektedir.

Hz. Peygamber (sas) Bedir Savaşı için hazırlık yaparken kızı Rukiyye hastalanmıştı. Bunun üzerine Allah Resûlü (sas), damadı Hz. Osman’a (ra), "Sana, Bedir Savaşı’na katılmış bir gazinin sevabı ve ganimet payı vardır." buyurarak eşinin yanında kalması gerektiğini ifade etmiş, böylece Hz. Osman (ra), Bedir’de bulunamamıştı. Hicretten on yedi ay sonra, Ramazan ayında Hz. Peygamber (sas) Bedir’den henüz dönmeden, kızı Rukiyye yakalandığı hastalığa yenik düşüp Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu. Zeyd b. Hârise (ra) Bedir zaferinin müjdesini Medine’ye ulaştırdığında Rukiyye’nin defin işlemleri tamamlanmıştı. Nebî (sas) Medine’ye gelip onun kabrine vardığında, kadınların da toplandığı kabirde duygulu anlar yaşanmıştı. Kısacık ömründe iki kere Habeşistan’a ve son olarak da Medine’ye hicret etmiş olan Rukiyye, artık en büyük hicretin yolcusu olmuştu. Kabri başında ağlayan kadınları gören Hz. Ömer’in (ra) onlara tepki göstermesi üzerine Hz. Peygamber (sas), "Bırak onları Ömer, ağlasınlar." buyurmuştu. Orada ağlayanlardan biri de Hz. Fâtıma (ra) idi. Kızının ağladığını gören Peygamber Efendimiz (sas), elbisesinin bir ucuyla onun gözyaşlarını silmişti.

Resûlullah’ın (sas) üçüncü kızı Ümmü Gülsüm (ra) de ablası Rukiyye (ra) gibi Ebû Leheb’in diğer oğlu Uteybe ile nişanlanmış ve o da aynı sebepten dolayı düğün olmadan ayrılmıştı. Resûlullah’tan (sas) hemen sonra Medine’ye hicret eden Ümmü Gülsüm (ra), Rukiyye’nin (ra) vefatından sonra yine tıpkı ablası gibi Hz. Osman (ra) ile evlenmişti. Peygamberimiz (sas), kızı Rukiyye’nin mehri kadar mehir karşılığında Hz. Osman’ın (ra) Ümmü Gülsüm’le evlenmesini Allah’ın uygun gördüğünü belirterek onları evlendirmiş, bundan dolayı Hz. Osman (ra), ‘İki Nur Sahibi’ anlamında ‘Zü’n-nûreyn’ lakabıyla meşhur olmuştu.

Hicretin dokuzuncu yılında ablası Zeyneb’den bir yıl kadar sonra, Hz. Osman’ın (ra) nikâhı altındayken vefat eden Ümmü Gülsüm’ün çocuğu olmamıştı. Allah’ın Elçisi (sas), Ümmü Gülsüm’ün (ra) vefatı üzerine ağlayan Hz. Osman’a (sas), "Neden ağlıyorsun?" diye sorunca Osman (ra), "Seninle olan hısımlığım sona erdiği için yâ Resûlallah!" diye cevap vermişti. Resûlullah (sas) da "Hayır. Ölüm, hısımlığı sonlandırmaz, hısımlığı ancak boşanma sonlandırır. Üçüncü bir kızım olsa onu da seninle evlendirirdim." diyerek onun gönlüne su serpmişti. Ümmü Gülsüm’ün cenazesini yıkayan hanım sahâbîler, saçlarını üç örgü yapmışlar, Resûlullah’ın (sas) verdiği peştamal, gömlek, başörtüsü ve çarşaf ile onu kefenlemişler ve güzel kokular sürerek son yolculuğuna uğurlamışlardı. Ümmü Gülsüm (ra) kabre konduğunda Peygamber Efendimizin (sas) ağzından şu ilâhî söz dökülmüştü: "Sizi ondan (topraktan) yarattık; yine sizi oraya döndüreceğiz ve bir kez daha sizi ondan çıkaracağız."

Resûlullah’ın (sas) en küçük kızı olan Hz. Fâtıma (ra) ise Mekke’de Kureyş’in Kâbe’yi tamir ettiği sıralarda doğmuştu. Allah Elçisi (sas) o sırada otuz beş yaşlarındaydı. Hz. Peygamber’in (sas) hicretinin ardından aynı yıl içerisinde Medine’ye getirtilmişti. Hicretten beş ay sonra Hz. Ali (ra), Fâtıma’yı babasından istemiş, Allah Resûlü (sas) de onları Bedir Savaşı’nın hemen akabinde evlendirmişti. Hz. Fâtıma (ra) o sırada yaklaşık on sekiz yaşındaydı. Resûlullah (sas), kızına çeyiz olarak kadife bir yaygı, bir su kırbası, içi lifle doldurulmuş yastık ve iki el değirmeni vermişti. Bu evlilikten Hasan, Hüseyin, Ümmü Gülsüm ve Zeyneb isminde dört çocuk dünyaya gelecekti.

Peygamber kızı olmasına rağmen Hz. Fâtıma (ra), kocasının yanında fakir ve mütevazı bir hayat sürmüştü. Evin yükü kendisine ağır gelmiş, değirmende un öğüten elleri nasır tutmuştu. Kendisinin yanı sıra eşi de bu durumdan muzdarip olunca Allah Resûlü’ne (sas) gidip bir hizmetçi talebinde bulunmuşlardı. Resûlullah (sas) onlara Suffe Ashâbı’nın çektiği sıkıntıları hatırlatarak Allah’a (cc) şükretmeleri tavsiyesinde bulunmuştu. Bununla beraber Resûlullah (sas) kızına çok düşkündü ve "...Fâtıma benden bir parçadır..." buyururdu. Hz. Fâtıma (ra), hâli, tavırları ve yürüyüşü ile babasına çok benzerdi. Nitekim Hz. Âişe (ra) validemiz onun hakkında şöyle demişti: "Resûlullah’a (sas) tavır, hâl ve davranış bakımından Fâtıma’dan (Allah onun yüzünü ağartsın) daha fazla benzeyen birini görmedim. Fâtıma onun huzuruna girdiği zaman Resûlullah (sas) ayağa kalkar, onun elini tutar, onu öper ve kendi yerine oturturdu. Resûlullah (sas) Fâtıma’nın (ra) yanına girdiği zaman da o (aynı şekilde) hemen ayağa kalkar, babasının elinden tutar, onu öper ve kendi yerine oturturdu."

Hz. Fâtıma (ra) genel kabul gören görüşe göre, hicretin on birinci yılında Resûlullah’ın (sas) vefatından altı ay kadar sonra vefat etmişti. Öldüğünde yaklaşık yirmi dokuz yaşında olduğu söylenmektedir.

Allah Resûlü (sas), çocuklarının annesi olan sevgili eşi Hatîcetü’l-Kübrâ’nın (ra) benzersiz hayat arkadaşlığını asla unutmamış ve onu ömrü boyunca hayırla yâd etmiştir. Hz. Hatice’den (ra) olan bu çocuklarından başka, Allah Resûlü’nün (sas) bir çocuğu da Mısırlı eşi Mâriye’den (ra) doğdu.

Hicretin sekizinci senesiydi. Bir Medine gecesinde, müminlerin annesi Mâriye (ra), Hz. Peygamber’in (sas) azatlısı Selmâ’nın ebeliğinde bir çocuk dünyaya getirdi. Selmâ, durumu hemen eşi Ebû Râfi’e bildirdi. O da bu müjdeli haberi hiç beklemeden efendisi Resûl-i Ekrem’e (sas) iletti. Enes’in (ra) aktardığına göre, sabah olduğunda Allah Resûlü (sas), "Bu gece bir oğlum oldu. Ona atam İbrâhim’in ismini verdim." buyurdu.

Doğumunun yedinci gününde Hz. Peygamber (sas) İbrâhim için akîka kurbanı olarak bir koç kesmiş, saçını tıraş ettirip ağırlığınca gümüşü sadaka olarak yoksullara dağıtmıştı. Medineli kadınlar ona sütannelik yapmak için yarışmışlar, Resûlullah (sas) da onu Ebû Seyf isimli bir demirci ile evli olan Ümmü Bürde’ye vermişti. Peygamberimiz (sas), Ümmü Bürde’nin evine giderek oğlunu kucağına alır ve öperdi. İbrâhim, beyaz tenliydi ve bu yönüyle babası onu kendisine benzetirdi.

Hz. Resûl’ün (sas) son çocuğu İbrâhim, hicrî onuncu yılda sütbabası Ebû Seyf’in evinde vefat ettiğinde henüz on altı veya on sekiz aylıktı. Hz. Peygamber (sas), süt emme çağında vefat eden ilk oğlu Kâsım için söylediğini, bu kez aynı kaderi paylaşan İbrâhim için söylemişti: "Muhakkak ki onun için cennette süt emzirecek biri vardır."

Peygamber Efendimizin (sas) küçük hizmetkârı Enes (ra), İbrâhim bebeğin ölüm anını şöyle anlatmaktadır: "O çocuğu Resûlullah’ın (sas) gözleri önünde can verirken gördüm. Resûlullah’ın (sas) gözleri yaşardı ve şöyle buyurdu: "Göz yaşarır, kalp üzülür fakat biz Rabbimizin razı olacağı sözlerden başkasını söylemeyiz. Ey İbrâhim, biz senin ölümünden dolayı gerçekten üzgünüz."

İbrâhim, Bakî’ Mezarlığı’nın ilk sakini Osman b. Maz’ûn’un kabri yanında bir yer açılarak oraya defnedildi. Peygamberimiz (sas) ve amcası Hz. Abbâs (ra) kabrin yanında durmuş, Üsâme b. Zeyd ve Fadl b. Abbâs kabre inerek onu yerleştirmişti. Kabirde bir boşluk, bir gedik gören Resûlullah (sas) onu düzeltmelerini emretmiş ve "Allah (cc), kulu bir iş yapacağı zaman onu sağlam yapmasını ister." buyurarak o günün hatırasına müminlere önemli bir ilke bırakmıştı. İbrâhim’in defin işlemi bittikten sonra Resûl-i Ekrem (sas) kabrin başına bir taş koymuş ve üzerine su serpmişti. İbrâhim’in vefatı güneş tutulması olayı gerçekleştiği güne denk gelince, insanlar bu hadisenin İbrâhim’in ölümünden dolayı vukû bulduğunu sanmışlardı. Bunun üzerine bir konuşma yapan Resûlullah (sas), güneş ve ayın bir insanın ölümünden dolayı tutulmayacağını anlatmıştı.

Görüldüğü gibi, Allah’ın (cc) son peygamberi Efendimiz (sas) de her insan gibi evlenmiş ve çocuk sahibi olmuştur. İkisi Hz. Hatice’den (ra), biri Hz. Mâriye’den olan erkek çocuklarının hepsi daha süt kuzusu iken vefat etmiştir. Tamamı İslâm’ı kabul eden ve Medine’ye hicret eden kızlarından Hz. Fâtıma (ra) hâriç diğerleri Peygamberimizin (sas) sağlığında vefat etmiş, Hz. Fâtıma (ra) da babasının vefatından altı ay sonra ona kavuşmuştur. Oğlu İbrâhim ve kızı Zeyneb’den olan torunu Ali, dedelerinin kucağında vefat etmişlerdir. Hayattayken biri hâriç tüm çocuklarının ölümüne şahit olan Rahmet Elçisi (sas), evlât acısı gibi dayanılması zor bir imtihanı defalarca yaşamış, her insanın başına gelebilecek bu sıkıntıya bizzat katlanarak sabır sınavından geçmiştir. O (sas), diğer insanlar gibi acısıyla tatlısıyla insan olmanın gerektirdiği bütün tecrübeleri yaşamıştır.

Son Peygamber’in (sas) çocuklarının küçük yaşta vefat etmeleri, Mekkeli müşrikler tarafından istismar konusu olmuştur. Kâsım ve Abdullah’ın art arda daha bebekken vefat etmeleri Mekkeli müşrikleri umutlandırmış, Hz. Peygamber’in (sas) de ölmesiyle birlikte İslâm davasının biteceği kanaatine varmışlardır. Hatta bu durumu alaylı bir şekilde Resûlullah’ın (sas) aleyhine kullanan bazıları onun ‘soyu kesik’ (ebter) olduğunu söylemeye başlamışlardır. Buna karşın asıl soysuzların, Nebî’ye (sas) vahyedilen ilâhî hakikatlerden yüz çevirenler olduğunu bildiren ilâhî kelâm, Hz. Muhammed’e (sas) verilen nübüvvet nimetinin (kevserin), neseple, soyla kayıtlı kalmayacak kadar çağlar üstü bir daveti temsil ettiğini ilân etmiştir. Dolayısıyla bu daveti Hz. Peygamber’den (sas) devralacak olan, onun ümmetidir. Bilindiği gibi Allah Resûlü’nün (sas) soyu, kızı Hz. Fâtıma (ra) ile devam etmiştir. Erkek çocuklarının erken ölümü elbette takdir-i ilâhîdir. Ancak "...Muhammed’den (sas) sonra bir peygamber gelmesine (ilâhî) hüküm verilmiş olsaydı oğlu (İbrâhim) yaşardı..." şeklindeki Peygamber dönemi sonrası bazı algılamalar da göz önüne alındığında, bu takdirin arkasında birçok ilâhî hikmetin var olduğu anlaşılmaktadır.

Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam