Mutarrif, babasının şöyle anlattığını naklediyor:
“Hz. Peygamber'in (sas) yanına geldim. Bu sırada Elhâkümü't-tekâsür (Çoklukla övünmek sizi oyaladı) sûresini okuyordu. Ardından şöyle buyurdu: "Âdemoğlu, "Malım, malım!" der. Ey âdemoğlu! Acaba yiyip tükettiğinden, giyip eskittiğinden ve sadaka verip (âhirette karşılığını almak üzere) önden gönderdiğinden başkası senin malın mıdır?" ”
عَنْ مُطَرِّفٍ، عَنْ أَبِيهِ قَالَ: أَتَيْتُ النَّبِيَّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) وَهُوَ يَقْرَأُ ﴿أَلْهَاكُمُ التَّكَاثُرُ﴾ قَالَ: “يَقُولُ ابْنُ آدَمَ: مَالِى، مَالِى قَالَ: وَهَلْ لَكَ، يَا ابْنَ آدَمَ مِنْ مَالِكَ إِلاَّ مَا أَكَلْتَ فَأَفْنَيْتَ، أَوْ لَبِسْتَ فَأَبْلَيْتَ، أَوْ تَصَدَّقْتَ فَأَمْضَيْتَ؟”
(M7420 Müslim, Zühd, 3)
***
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “تَعِسَ عَبْدُ الدِّينَارِ وَالدِّرْهَمِ وَالْقَطِيفَةِ وَالْخَمِيصَةِ، إِنْ أُعْطِيَ رَضِيَ، وَإِنْ لَمْ يُعْطَ لَمْ يَرْضَ.”
Ebû Hüreyre'den (ra) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:
“Dinarın ve dirhemin, kadifenin ve işlemeli elbiselerin kulu olana yazıklar olsun! (Böyle bir kişiye) bir şey verilirse memnun olur, verilmezse hoşnut olmaz.”
(B2886 Buhârî, Cihâd 70)
***
حَدَّثَنِي أَبُو إِسْحَاقَ قَالَ: سَمِعْتُ عَمْرَو بْنَ الْحَارِثِ قَالَ: مَا تَرَكَ النَّبِيُّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) إِلاَّ سِلاَحَهُ وَبَغْلَتَهُ الْبَيْضَاءَ، وَأَرْضًا تَرَكَهَا صَدَقَةً.
Ebû İshâk'ın (ra) işittiğine göre, Amr b. Hâris (ra) şöyle demiştir:
“Hz. Peygamber (sas) (vefat ettiğinde) geriye silahı, beyaz, dişi katırı ve bir miktar arazisinden başka bir şey bırakmadı, bunları da sadaka olarak bıraktı.”
(B3098 Buhârî, Farzu'l-humus, 3)
***
حَدَّثَنَا مُوسَى بْنُ عَلِيٍّ عَنْ أَبِيهِ قَالَ: سَمِعْتُ عَمْرَو بْنَ الْعَاصِ يَقُولُ: بَعَثَ إِلَيَّ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) فَقَالَ: “خُذْ عَلَيْكَ ثِيَابَكَ وَسِلَاحَكَ ثُمَّ ائْتِنِي” فَأَتَيْتُهُ وَهُوَ يَتَوَضَّأُ فَصَعَّدَ فِيَّ النَّظَرَ ثُمَّ طَأْطَأَ فَقَالَ: “إِنِّي أُرِيدُ أَنْ أَبْعَثَكَ عَلَى جَيْشٍ فَيُسَلِّمَكَ اللَّهُ وَيُغْنِمَكَ وَأَرْغَبُ لَكَ مِنْ الْمَالِ رَغْبَةً صَالِحَةً” قَالَ: قُلْتُ: يَا رَسُولَ اللَّهِ مَا أَسْلَمْتُ مِنْ أَجْلِ الْمَالِ وَلَكِنِّي أَسْلَمْتُ رَغْبَةً فِي الْإِسْلَامِ وَأَنْ أَكُونَ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) فَقَالَ: “يَا عَمْرُو نِعْمَ الْمَالُ الصَّالِحُ لِلْمَرْءِ الصَّالِحِ.”
Musa b. Ali'nin, babası aracılığı ile naklettiğine göre, Amr b. Âs (ra) şunları anlatmıştır:
“Resûlullah (sas), "Kıyafetini ve silahını alıp yanıma gel." şeklinde bana haber gönderdi. Yanına gittim, abdest alıyordu. Bana kafasını kaldırıp baktı, sonra başını eğdi ve şöyle buyurdu: "Seni bir ordunun başında görevlendireyim de, Allah (cc) sana selâmet versin ve seni ganimete kavuştursun istiyorum. İyi bir niyetle senin mal sahibi olmanı istiyorum." Dedim ki, "Ey Allah'ın Resûlü! Ben mal için Müslüman olmadım. Aksine ben İslâm'a duyduğum arzu ve Resûlullah (sas) ile beraber olmak için Müslüman oldum." Hz. Peygamber (sas) bunun üzerine şöyle buyurdu: “Ey Amr! Salih/iyi kimse için hayırlı/iyi mal ne güzeldir!”
(HM17915 İbn Hanbel, IV, 197)
***
Hicretin dokuzuncu senesiydi. Resûlullah (sas) Tebük Seferi'nden dönmüş, Mescid-i Nebevî'nin bitişiğindeki evine gelmişti. İçeriye girdiğinde, odasındaki rafın, üzerinde bazı canlı resimleri bulunan ince bir perde ile örtüldüğünü gördü. O anda kızdı, yüzünün rengi değişti ve onu çekip yırttı. Daha sonra Hz. Âişe'ye (ra) hitaben, “Kıyamet günü Allah (cc) katında insanların en şiddetli azaba uğrayacak olanları, (kendi yaptıklarını) Allah'ın (cc) yarattıklarına benzetmeye kalkışanlardır.” buyurdu. Hz. Peygamber'in (sas) şiddetli uyarısı üzerine Hz. Âişe (ra) de örtüyü kesip ondan bir iki minder yaptı. Daha sonra Hz. Peygamber (sas) bu yapılan minderlerin üzerine oturdu.
İslâm dini, tevhid inancı üzerine kurulmuştu. Hz. Peygamber (sas) ise henüz putperestlikten yeni kurtulmuş olan insanların zihinlerindeki şirk izlerinin tamamen silinmesini istiyordu. Bu titizliği sebebiyledir ki Allah Resûlü (sas), üzerinde canlı resmi bulunan örtü, duvar halısı ve benzeri eşyaların duvarlara, tavanlara ve raf üzerlerine asılmasını yasaklamıştı. Zira o, halka câhiliye inançlarını hatırlatabilecek, onları eski düşüncelerine yeniden sevk edebilecek hiçbir şeye önem vermelerini ve saygı duymalarını istemiyordu.
Hz. Peygamber (sas) evlerde, bazı eşyaların varlığından rahatsız olur ve bunların atılmasını isterdi. Hz. Âişe'nin (ra) anlattığına göre, Hz. Peygamber (sas) kendi evinde üzerinde Hıristiyanların haç resimleri bulunan şeyleri ya kırar ya da üzerindeki resimlerini silerdi.
Hz. Peygamber (sas), kullanılan eşyaların, kişiyi manevî duygulardan uzaklaştıracak, onlara sürekli dünyayı hatırlatacak şekilde ve konumda olmasını da uygun görmezdi. Âişe (ra) validemiz, üzerinde kuş resmi bulunan bir perdeleri olduğunu, onu kıble tarafına astıklarından içeri giren kimsenin karşısına geldiğini, bunun üzerine Resûlullah'ın (sas), “Ey Âişe, perdeyi değiştir. Çünkü her içeri girip onu gördüğümde dünyayı hatırlıyorum.” buyurduğunu bildirmektedir.
Dünyanın bir meta, yani geçici olarak faydalanılacak bir yer olduğunu söyleyen Hz. Peygamber (sas), hiçbir eşyaya ve mala gereğinden fazla değer vermezdi. Dünya malının geçici ve değersiz olduğunu şu sözleriyle anlatıyordu: “Âdemoğlu, "Malım, malım!" der. Ey âdemoğlu! Acaba yiyip tükettiğinden, giyip eskittiğinden ve sadaka verip (âhirette karşılığını almak üzere) önden gönderdiğinden başkası senin malın mıdır?” O, her çeşit lüks, israf ve aşırılıktan şiddetle kaçınarak davranışlarıyla da Müslümanlara örnek olmuştu.
Efendimizin (sas) dünyasında eşya, gönülden bağlanılacak maddî bir varlık ve kendisiyle kıymet kazanılacak bir değer değil, ihtiyaç için kullanılacak bir maldan ibaretti. Dünya malına aşırı değer verenleri şöyle uyarmıştı:“Dinarın ve dirhemin, kadifenin ve işlemeli elbiselerin kulu olana yazıklar olsun! Böyle bir kişiye bir şey verilirse memnun olur, verilmezse hoşnut olmaz.” O, kullandığı eşyanın ihtiyacı karşılamasını yeterli görür, lüks arzusu içine girmeyerek imkânları kısıtlı olan Müslümanların yaşadığı mütevazı bir hayatı tercih ederdi. Hatta Resûlullah (sas), dünyaya geldiği anda sahip olduğu mal varlığına, eşyaya vefat ederken sahip bile değildi. Çünkü ihtiyacından artan para ve kıymetli eşyayı Allah yolunda infak etmişti. Müminlerin annesi Cüveyriye bnt. el-Hâris'in erkek kardeşi Amr b. Hâris'in bildirdiğine göre, Hz. Peygamber (sas) öldükten sonra ardında silahı, beyaz, dişi katırı ve bir miktar arazisinden başka bir şey bırakmamış, bunları da sadaka olarak bırakmıştı. O, geriye ne dirhem ne dinar ne köle ne cariye ve ne de başka bir şey bırakmıştı. Peygamberimizin (sas) miras olarak bıraktığı eşya, hayatın devamı için zarurî olan asgarî şeylerden ibaretti.
Hz. Peygamber'in (sas) her türlü dünyalık imkânı elde etme gücüne sahipken bile dünyalık biriktirme hevesi olmamıştı. Fakih sahâbîlerden Abdullah b. Mes'ûd (ra), bir gün Hz. Peygamber'in (sas), küçük olduğundan güvercin yuvasına benzetilen odasına girdi. O (sas) bir hasırın üzerinde uyuyordu. Hasır, sertliğinden dolayı Rahmet Elçisi'nin (sas) vücudunun yan tarafında izler bırakmıştı. İbn Mes'ûd (sas), Resûlullah'ın (sas) bu hâline dayanamadı ve ağladı. İbn Mes'ûd'un (ra) ağlamasına şaşıran Hz. Peygamber (sas), “Seni ağlatan şey nedir Abdullah!” diye sordu. İbn Mes'ûd (ra) kendisini ağlatan şeyi anlatmaya başladı: “Yâ Resûlallah, Kisra ve Kayser atlas, halis ipek ve dîbâc (İran dokuması ipekli kumaşlar) üzerinde yürüyorlar. Sen ise bu hasır üzerinde uyuyorsun. Bu hasır da senin vücudunda izler bırakmış.”
Bunun üzerine İbn Mes'ûd'u (ra) teselli eden şu cümleler döküldü Hz. Peygamber'in (sas) ağzından: “Ağlama Abdullah! Dünya onların, âhiret ise bizimdir. Hem benim dünya ile ilgim ne kadar ki? Ben bu dünyada, ancak, bir ağacın altında gölgelenen, sonra da oradan kalkıp giden bir yolcu gibiyim.”
Evet, ne yolcu kalıcıydı ne de gölge. Ama menzile, hedefe ulaşmak için sıcak çöl ikliminde kısa süre de olsa gölgelenmek, güç toplamak demekti. Dünya fâni, dünyalıklar geçiciydi. Fakat âhirete giden yolda âhiret yatırımı olmak üzere dünya metaını da ihmal etmemek gerekiyordu. Allah Resûlü (sas) de bu güzel teşbihiyle bunu anlatmak istiyordu.
Ensardan bir kadın, Hz. Âişe (ra) validemizi evinde ziyaret etti. Bu esnada Peygamber Efendimizin (sas) hasırdan yapılan döşeğini gördü. Onu Peygamberi'ne (sas) münasip görmemiş olsa gerek, evine döner dönmez hediye olarak kabaca yünden yapılmış bir döşek gönderdi. Eve geldiğinde bu yeni yatağı fark eden Hz. Peygamber (sas), “Bu nedir?” diye sordu. Hz. Âişe (ra), “Yâ Resûlallah, ensardan falanca hanım bana geldi, yatağınızı gördü de evine gidince bunu gönderdi.” diye cevap verdi. Hz. Peygamber (sas), “Onu geri gönder!” dedi.
Hz. Âişe (ra) olayın devamını şöyle anlatır: “Onu geri göndermedim. (Doğrusu, böyle bir döşeğin) benim evimde bulunması çok hoşuma gitti. Resûlullah (sas) bu uyarısını üç defa yaptı ve şöyle dedi: "Vallahi yâ Âişe, eğer istersem Allah (cc) bana altın ve gümüş dağları ihsan eder." ”
Hz. Peygamber (sas) insanı rehavete sevk edecek ve kendisini ibadetten alıkoyacak eşyaları kullanmazdı. Hz. Hafsa'ya (ra), “Allah Resûlü"nün senin evindeki yatağı nasıldı?” diye sorulduğunda o şu cevabı vermişti: “Yünden dokunmuş kalın bir kilimi ikiye katlardık. Onun üzerinde uyurdu. Bir gece, şunu dörde katlasam onun için daha yumuşak olur, dedim. Bu maksatla kilimi onun için dört kat yaptık. (Ne var ki Hz. Peygamber (sas)) sabahleyin kalktığında, "Bu gece benim altıma ne serdiniz?!" diye hayretle sordu. Biz, “Bu senin her zamanki yatağın. Biz sadece onu dörde katladık ki daha yumuşak olsun.” dedik. Bunun üzerine, “Siz, onu yine eski hâline getirin. Zira onun yumuşaklığı, gece namazıma mani oldu.” buyurdu. Ancak Resûlullah Efendimiz (sas) kendisi kişisel bir tercih olarak rahat bir yatak istememekle beraber, ashâbına böyle bir tavsiyede bulunmamıştı.
İnsanların ihtiyaç duydukları eşyaya sahip olmaları en doğal haklarıdır. Bunların da en başta gelenleri oturulacak bir ev, vücudu örtüp soğuktan ve sıcaktan koruyacak giyecekler ve hayatın devamını sağlayacak gıda maddeleridir. Ancak yaşadığı dönemin maddî şartlarını da dikkate alan Hz. Peygamber (sas), eşya kullanımında abartıya ve israfa kaçılmamasını istemiştir. Ayrıca gösteriş ve övünme amaçlı giyim tarzını da yasaklamıştır.
Peygamber Efendimiz (sas) bütün ömrünce ifrat ve tefritten sakınmış ve sergilediği mütevazı hayatıyla ashâbına örnek olmuştur. O (sas), içinde bulunduğu toplumda günlük hayatta revaçta olan birçok eşyayı, bir “varlık gösterisine” dönüştürmeden kullanmıştır. Nitekim misafirliğe gittikleri yerlerde, bazen altına serilen bir örtünün üzerine, bazen de verilen minder yerine toprağın üstüne oturmuştur.
İmkânı olduğu hâlde, Allah Resûlü (sas), tamamen kendi arzusuyla dostlarından herhangi bir yoksul gibi sade bir hayat yaşamayı tercih etti. Bu nedenledir ki Hz. Peygamber'in (sas) evinde bulunan eşyalar son derece sade ve gösterişten uzaktı. Evinde hurma lifiyle dolu meşinden birkaç yastık, yatak olarak kullandığı hasırdan bir iki döşek, duvarlarda asılmış birkaç tane hayvan derisi, birkaç tane de örtü vardı. Geceleri aydınlanmak için kullandığı fitilli bir kandil, bir bıçak, yemek yediği büyükçe bir tabak, biri camdan diğeri ağaçtan yapılmış iki bardak da onun kullandığı eşyalar arasındaydı. O mütevazı evinde hem banyoda su için, hem de hamur teknesi olarak kullanılan büyük bir kazanın yanı sıra abdest suyu ve içecek su konulan birkaç su kabı vardı. O dönemde İslâm toplumunda elek kullanıldığı hâlde, Rahmet Elçisi'nin (sas) evinde vefat edinceye kadar ne un eleyeceği bir eleği olmuş ne de has undan bir ekmek boğazından geçmişti.
Hz. Peygamber (sas) bir insan olarak kişisel bakımına özen gösterir, temiz ve güzel görünmek için çeşitli eşyalar kullanır ve bir yolculuğa çıktığında da bunları yanında götürürdü. Onun (sas) gece uyandığında bile kullandığı biri demirden diğeri fildişinden olan iki tarağı vardı. Aynası vardı ve ona baktıktan sonra, “Elhamdülillâh, Allah'ım, beni güzel yarattığın gibi ahlâkımı da güzelleştir.” diye dua ederdi. İsmid denilen siyah bir sürmesi vardı, yatarken iki gözüne de üçer kez sürerdi. Ashâbına da gözü parlaklaştırıp kirpikleri beslediği için ismidi tavsiye ederdi. İhrama gireceği zaman saçına ve sakalına sürdüğü yağın parıltısı rahatça görülürdü Pâk Elçi'nin. Erâk ağacından yapılan misvağı da onun (sas), evine girdiğinde öncelikle kullandığı, gece kalktığında yanından ayırmadığı ve devamlı kullandığı eşyalarındandı.
Hz. Peygamber (sas) İslâm'ı ve Müslümanları korumak için birçok savaşa katılmış ve savaşlarda kılıç, zırh, miğfer gibi döneminin savaş aletlerini kullanmıştı. Hz. Peygamber'in (sas) çoğu ganimetle elde edilmiş dokuz kılıcı vardı. O (sas) sahip olduğu savaş aletlerine hep güzel isimler verirdi. Onun (sas) en meşhur kılıcı Bedir ganimetlerinden aldığı “Zülfikâr” idi. Bu kılıcın kabzasının başı gümüştendi ve kınının üzerinde de gümüş halkalar vardı. Efendimizin (sas) fetih günü, Mekke'ye girerken taktığı kılıcın kabzası da altın ve gümüş işlemeliydi. Babasından miras kalan ve hicret ederken yanında taşıdığı Me'sur, Sa'd b. Ubâde'nin hediye ettiği ve Bedir'de savaştığı Adb, Benî Kaynukâ'dan ganimet olarak aldığı Kal'î, Bettâr ve Hatf ile Tay kabilesinden alınan Resûb ve Mihzem adlı kılıçları da vardı.
Hz. Peygamber (sas) savaşta düşmanın ok ve kılıç darbelerinden korunmak için zırh giyerdi. Onun (sas) yedi adet zırhı vardı. Bunların en meşhuru Zâtü'l-fuzûl idi. Fidda ve Sa'diye isimli iki zırhı, Benî Kaynukâ Yahudilerinden payına düşen ganimetler arasındaydı. Hz. Peygamber (sas), Uhud Savaşı'nda Zâtü'l-fuzûl ile Fidda'yı, Hayber günü ise Zâtü'l-fuzûl ile Sa'diye adlı zırhlarını üst üste giymişti. Bir de Mekke'nin fethi günü başına taktığı bir miğferi vardı. Rahmet Elçisi'nin (sas) Benî Kaynukâ'dan aldığı üç mızrak ve Ravhâ, Beydâ ve Safrâ adlarındaki üç yayla birlikte Zevrâ, Seddâd bir de Uhud'da kırılan Ketûm adında toplam altı tane yayı vardı. Hz. Peygamber (sas) bu savaş aletlerinin hemen hemen hepsine ya ganimet ya da hediye yoluyla sahip olmuştu.
Resûlullah (sas) eşyalarını sağ eliyle ve malı verenin Allah (cc) olduğu bilinciyle kullanırdı. O, kullanılan eşyaların kişiyi manevî duygulardan uzaklaştıracak ve sürekli dünyayı hatırlatacak şekil ve özelliklere sahip olmamasına özen göstermiştir. Rahmet Peygamberi (sas) aşırı refah arzusu ve arayışı içinde olmamış aksine her zaman mütevazı bir tutum sergilemiştir.
Şurası bir gerçektir ki Allah Resûlü (sas) helâl yoldan dünya malı edinilmesini de teşvik etmiştir. Nitekim Amr b. Âs (ra), bu konuda şunları anlatmıştır: “Resûlullah (sas), "Kıyafetini ve silahını alıp yanıma gel." şeklinde bana haber gönderdi. Yanına gittim, abdest alıyordu. Kafasını kaldırıp bana baktı, sonra başını eğdi ve şöyle buyurdu: "Seni bir ordunun başında görevlendireyim de, Allah (cc) sana selâmet versin ve seni ganimete kavuştursun istiyorum. İyi bir niyetle senin mal sahibi olmanı istiyorum." Dedim ki, "Ey Allah'ın Resûlü! Ben mal için Müslüman olmadım. Aksine ben İslâm'a duyduğum arzu ve Resûlullah (sas) ile beraber olmak için Müslüman oldum." Hz. Peygamber (sas) bunun üzerine şöyle buyurdu: “Ey Amr! Salih/iyi kimse için hayırlı/iyi mal ne güzeldir!”
Ashâbından, elde edebildikleri kıyafetlerin en iyisini giymelerini ve bulabildikleri en güzel kokuları sürünmelerini isteyen Allah Resûlü (sas), “İsraf ve kibre kaçmadan yiyin, için, giyinin ve Allah (cc) yolunda harcamada bulunun.” buyurarak bu konudaki temel ilkeleri ortaya koymuştur.
Her konuda olduğu gibi evinin tanzimi ve kullandığı ev eşyalarının nitelikleri hususunda da ashâbına ve ümmetine örnek teşkil eden Peygamberimizin (sas) eşya kullanımı konusundaki tavrını sadelik, ihtiyacı giderme, tertiplilik ve temizlik olarak sıralamak mümkündür. Bir devlet başı, muzaffer bir kumandan, dahası son dinin peygamberi olarak Resûl-i Ekrem (sas) fakir değildir, ama mütevazı yaşamayı tercih etmiştir. Yoksul ashâbının hayat standartlarında yaşadığı hâlde, aşırıya kaçılmadığı sürece çevresindekilerin güzel ve nitelikli eşyalar kullanmasına müdahale etmemiştir. Kendisi de kullandığı nitelikli eşyaların hemen hepsini ganimet veya hediye yoluyla elde etmiştir. Hayatı boyunca mal edinmeye karşı olmadığı gibi, mal arzusunda olan ve bunu hayatının amacı edinen biri de olmamıştır. Peygamber Efendimizin (sas) hayat tarzına baktığımızda görürüz ki eşya, insanın efendisi değil aksine Rabbe lâyıkıyla kulluk edebilmesinin ve O'nun rızasına uygun bir ömür sürmesinin vesilesidir.