Dahhâk b. Abdurrahman b. Arzem el-Eşa'rî'nin Ebû Hüreyre'den (ra) işittiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

“Kıyamet gününde bir kul nimetlerden hesaba çekilirken ona ilk önce sorulacak olan, "Bedenini sağlıklı kılmadık mı? Susuzluğunu soğuk su ile gidermedik mi?" denilmesidir.”

عَنِ الضَّحَّاكِ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ عَرْزَمٍ الأَشْعَرِيِّ قَالَ: سَمِعْتُ أَبَا هُرَيْرَةَ يَقُولُ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “إِنَّ أَوَّلَ مَا يُسْأَلُ عَنْهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يَعْنِى الْعَبْدَ مِنَ النَّعِيمِ أَنْ يُقَالَ لَهُ أَلَمْ نُصِحَّ لَكَ جِسْمَكَ وَنُرْوِيكَ مِنَ الْمَاءِ الْبَارِدِ.”

(T3358 Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 102)

***

عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ… فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “إِذَا أَكَلَ أَحَدُكُمْ طَعَامًا فَلْيَقُلِ اللَّهُمَّ! بَارِكْ لَنَا فِيهِ وَأَطْعِمْنَا خَيْرًا مِنْهُ. وَإِذَا سُقِيَ لَبَنًا فَلْيَقُلِ: اللَّهُمَّ! بَارِكْ لَنَا فِيهِ وَزِدْنَا مِنْهُ فَإِنَّهُ لَيْسَ شَيْءٌ يُجْزِئُ مِنَ الطَّعَامِ وَالشَّرَابِ إِلاَّ اللَّبَنُ.”

İbn Abbâs'tan (ra) nakledildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

“Biriniz yemek yediğinde, "Allah'ım, bu yemeği bize bereketli kıl ve bize ondan daha iyisini yedir!" desin. Ona süt ikram edildiğinde ise "Allah'ım, bunu bize bereketli kıl ve bize bundan daha fazlasını ver!" desin. Zira hem yiyecek hem içecek yerine geçen sadece süttür.”

(D3730 Ebû Dâvûd, Eşribe, 21)

***

عَنْ أَنَسٍ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) كَانَ إِذَا أَوَى إِلَى فِرَاشِهِ قَالَ: “الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِى أَطْعَمَنَا وَسَقَانَا وَكَفَانَا وَآوَانَا فَكَمْ مِمَّنْ لاَ كَافِيَ لَهُ وَلاَ مُئْوِيَ.”

Enes (b. Mâlik) (ra) tarafından nakledildiğine göre, Resûlullah (sas) yatağına uzandığında şöyle dua ederdi:

“Bizi yedirip doyuran, bizi içirip kandıran, (her konuda) bize yeten ve bizi sığındıran Allah'a (cc) hamdolsun. İhtiyaçlarını karşılayacak ve sığınacak bir yeri olmayan nice kimseler vardır!”

(M6894 Müslim, Zikir, 64)

***

عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “مَا أَسْكَرَ كَثِيرُهُ فَقَلِيلُهُ حَرَامٌ.”

Câbir b. Abdullah'tan (ra) nakledildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

“Çoğu sarhoş eden şeyin azı da haramdır.”

(T1865 Tirmizî, Eşribe, 3; D3681 Ebû Dâvûd, Eşribe, 5)

***

عَنِ ابْنِ عُمَرَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “كُلُّ مُسْكِرٍ خَمْرٌ وَكُلُّ مُسْكِرٍ حَرَامٌ.”

İbn Ömer'den (ra) nakledildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

“Sarhoş eden her şey içkidir ve sarhoş eden her şey haramdır.”

(M5219 Müslim, Eşribe, 74)

***

Mekkeli Müslümanlar, Medine’ye hicret etmişlerdi. Medine’nin havası güzel olsa da suyu Mekkelilerin hoşlarına gitmemişti. Gıfâr kabilesinden bir kişinin Rûme adıyla bilinen tatlı su kaynağı vardı. Sahibi, bir testi suyu, bir ölçek hurma karşılığında satıyordu. Hz. Peygamber (sas) ona, "Burayı cennetteki bir pınar karşılığında bana satar mısın?" dedi. Adam, "Ey Allah Resûlü! Benim ve ailemin bundan başka hiçbir geçim kaynağı yok. Bu yüzden burayı satamam." karşılığını verdi. Bu olaydan haberdar olan Hz. Osman (ra), su kaynağını otuz beş bin gümüşe satın aldı. Sonra doğru Resûlullah’a (sas) geldi ve şöyle dedi: "Ey Allah Resûlü! Ben onu satın alırsam, o suyun karşılığında cennette onun için bir pınar yaptığın gibi benim için de aynı şeyi yapar mısın?" Hz. Peygamber (sas), "Evet" diye cevapladı. Bunun üzerine Hz. Osman (ra), "Ben o kuyuyu satın aldım ve Müslümanların istifadesi için bağışladım." dedi.

Mekke’de zemzem suyunu içmeye alışık olan Müslümanlar, Medine’ye hicret ettiklerinde, suları içmekte sıkıntı çektiler. Bu bölgede içme suyu, çoğunlukla kuyulardan sağlanmaktaydı. Ancak bu kuyuların suları kalite itibariyle birbirlerinden farklıydı. Hz. Peygamber (sas), suyun temiz ve tatlı olmasına dikkat ediyor, her kuyunun suyunu içmiyordu. Değişik kuyulardan Hz. Peygamber’e (sas) tatlı su getiriliyordu. Hatta Medine’ye iki günlük mesafede bulunan ve Büyûtü’s-sükyâ denilen pınardan da su getirilirdi.

Hz. Peygamber’in (sas), Rûme kuyusunu satın almak istemesi, sadece kendisinin değil, ashâbının içtiği suyun da temiz ve tatlı olması yönündeki gayretlerini göstermektedir. Hz. Osman’ın (ra) tavrı ise bütün Müslümanlara örnek olacak niteliktedir.

Allah Resûlü’nün (sas) Mekke’deyken içmeye doyamadığı, oradan uzak kaldığı günlerde de özlemini çektiği su, zemzemdir. Hayatının son yıllarında onun Mekke’den zemzem suyu getirttiği rivayet edilir. Mekke’deki Süheyl b. Amr’a bir mektup yazarak mektubunu alır almaz kendisine Medine’ye zemzem göndermesini ister. Süheyl de derhâl iki kap dolusu zemzem gönderir Medine’ye, Kutlu Elçi’ye (sas).

İnsan da dâhil olmak üzere pek çok canlının özünü oluşturan su, onların hayatta kalabilmesinde de en önemli etkendir. İçinde yaşadığımız dünya, su açısından fakir sayılmaz. Ancak bunun büyük çoğunluğunu deniz sularının oluşturduğu, insanın içebileceği tatlı su kaynaklarının ise kısıtlı olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Günümüzde iklim değişiklikleri, kuraklık gibi nedenlerle su kaynaklarının giderek azalması, gelecekte susuzluk riskinin daha da artmasını gündeme getirmekte ve insanlığın ciddi su sıkıntısı yaşayacağının sinyallerini vermektedir. Bu da mevcut su kaynaklarının dikkatli kullanılması gerektiği gerçeğini hatırlatmaktadır. Özellikle dünyanın Afrika gibi çeşitli bölgelerinde insanların içecek su sıkıntısı yaşadıkları düşünülecek olursa su zengini ülkemizde bu nimetin değerinin bilinmesi ve bu konuda daha bilinçli davranılması gerekmektedir. Zira Hz. Peygamber (sas), kıyamet gününde nimetlerden hesaba çekilen kula öncelikle, "Bedenini sağlıklı kılmadık mı? Susuzluğunu soğuk su ile gidermedik mi?" diye sorulacağını bildirmiştir. Ayrıca Allah Resûlü (sas), kendisine, "O gün nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz." âyetinde geçen nimetlerin ne olduğu sorulduğunda, "Hurma ve su." cevabını vermiştir. O hâlde bu nimetin bilinçli ve dikkatli kullanılması, akarsudan abdest alırken bile israf edilmemesi, su kaynaklarının kirletilmemesi insanlık yararına yönelik dinimizin koyduğu önemli prensiplerdendir.

Kutlu Nebî (sas), sağlık açısından suyun tadına ve temizliğine dikkat ettiği kadar içme âdâbına da önem verirdi. Su içmeye ‘Besmele’ ile başlamak, suyu bir yudumda değil arada nefes alarak dinlene dinlene içmek, nefes alırken su içilen kabı ağızdan uzak tutmak ve su içtikten sonra da Allah’a hamdetmek Hz. Peygamber’in (sas) su içme âdâbı olarak zikredilebilir.

Hz. Peygamber’in (sas) gerek ayakta su içmeyi yasaklaması, gerekse unutarak ayakta içen kimsenin içtiği suyu çıkarmasını istemesi mutlak bir anlamda değil, o toplumun örf ve âdetine muhalefet bağlamında ya da sağlık ve edep açısından oturarak içilmesine alıştırmaya ilişkin nebevî bir tavsiye olarak değerlendirilmelidir. Nitekim bazı rivayetler Hz. Peygamber’in (sas) zemzemi kovadan ayakta olduğu hâlde içtiğini haber verirken bazı rivayetler ise zemzem içerken onun deve üzerinde bulunduğunu anlatır. O hâlde Hz. Peygamber’in (sas) suyu yerine göre ayakta içtiği, yerine göre de oturarak içtiği anlaşılmaktadır.

Zemzemi ve duvarda asılı kapta bulunan suyu ayakta içtiğine dair hadislerin oturarak içme imkânının olmadığı durumlar için geçerli olduğu da söylenmiştir. Bir defasında Hz. Ali (ra), aldığı abdestten arta kalan suyu ayakta içmiş ve oğlu Hüseyin’in buna hayret ettiğini görünce, "Hayret etme, deden Peygamber’i (sas), benim yaptığımı yaparken gördüm." demiştir. Bu nedenledir ki Hz. Ali (ra), suyun ayakta içilmesini sakıncalı görmüyor ve suyu hem ayakta hem de oturarak içiyordu. Yine müminlerin annesi Hz. Âişe (ra) ile Sa’d b. Ebû Vakkâs (ra), insanın ayakta su içmesinde bir mahzur görmüyorlardı.

Bütün bunlar göstermektedir ki suyun oturarak içilmesi daha uygun olmakla birlikte, bazı durumlarda ayakta içilmesinde bir sakınca yoktur. Kaynayan bir pınardan, akan dereden, yeraltındaki kuyudan, tarladaki testiden su içme şekli tabiatıyla hep aynı olmamıştır. Bu nedenledir ki Resûlullah (sas), uygun bir kabın bulunmadığı bir ortamda havuza ağızlarını dayayarak su içen ashâbına, ellerini güzelce yıkamalarını ve sonra suyu avuçlarıyla içmelerini tavsiye etmiştir. Su kaplarının içine bakmadan su içmeyi tasvip etmemiş, herhangi bir şeyin içine düşmesi veya girmesi ihtimaline karşı kapların ağızlarının kapatılmasını istemiştir.

Diğer peygamberler gibi çocukluk döneminde sürü otlattığından olsa gerek Hz. Peygamber’in (sas) en sevdiği içeceklerden biri de süttü. Bölgenin doğa şartları, özellikle yolculuk sırasında bazen içecek bir yudum su bile bulmayı imkânsız kılıyordu. Böyle bir durumda yolcuların imdadına çoğu zaman sürüsünü otlatan bir çoban yetişiyordu. Peygamber Efendimiz (sas) ile Hz. Ebû Bekir (ra) Mekke’den Medine’ye hicret ederlerken yolda susamışlar; karşılarına çıkan çobanın kendilerine ikram ettiği süt ile susuzluklarını gidermişlerdi.

Süt, bir taraftan insanın dünyaya geldikten sonra aldığı ilk gıda, diğer taraftan da İslâm’ın temiz ve sağlıklı beslenme ilkesine uygun en temel içeceklerdendir. Bebek için doğum sonrası beslenmede anne sütü büyük önem taşır. Çocuğun fizikî gelişim ve hastalıklara direnç açısından daha güçlü hâle gelmesini sağlar. Bu nedenledir ki Kur’an, annelerin çocuklarını iki yıl boyunca emzirmelerini tavsiye etmektedir.

Ashâb, kendilerine misafir olan Hz. Peygamber’e (sas), içecek bir şey istediğinde süt ikram etmeyi arzularlar; soğutmak ya da hafifletmek amacıyla o dönemin âdeti üzere süte bazen soğuk su ilâve ederlerdi. Hz. Peygamber (sas) de kendisine hediye olarak getirilen sütten hem içer hem de yanında bulunanlara ikram ederdi.

Sütün, hem yemek hem de suyun yerini tutan bir içecek olduğuna dikkat çeken Allah Resûlü (sas), ashâbına şu tavsiyelerde bulunmuştu: "Biriniz yemek yediğinde, "Allah’ım, bu yemeği bize bereketli kıl ve bize ondan daha iyisini yedir!" desin. Ona süt ikram edildiğinde ise "Allah’ım, bunu bize bereketli kıl ve bize bundan daha fazlasını ver!" desin. Zira hem yiyecek hem içecek yerine geçen sadece süttür."

Resûlullah (sas) yatağına uzandığında da şöyle dua ederdi: "Bizi yedirip doyuran, bizi içirip kandıran, (her konuda) bize yeten ve bizi sığındıran Allah’a (cc) hamdolsun. İhtiyaçlarını karşılayacak ve sığınacak bir yeri olmayan nice kimseler vardır!"

Resûl-i Ekrem (sas) döneminde tercih edilen içeceklerden biri de şerbet idi. Kuru hurma ile kuru üzümün bir miktar suda ıslatılmasıyla elde edilen şerbet, Hz. Peygamber’in (sas) ve sahâbenin günlük içecekleri arasında yer almaktaydı. Hz. Peygamber (sas), bu tür içeceklerin tatlı ve soğuk olanını tercih ederdi.

Hz. Peygamber’in (sas) yemeklerin akabinde içtiği şerbet, kuru hurma ya da kuru üzümün sabahleyin bir kapta ıslatılmasıyla elde edilir, akşam olunca yemekten sonra kendisine takdim edilirdi. Aynı şekilde akşamleyin yapılan da ertesi sabah sunulurdu. Geriye kalan bozulmuşsa dökülür, bozulmamışsa bir başkasına ikram edilirdi. Böylece günde iki defa şerbet yapılır, sonra da kaplar yıkanırdı.

Kuru meyvelerin ıslatılmasıyla elde edilen şerbet türleri yanında ‘bal şerbeti’ de Hz. Peygamber’in (sas) sıklıkla içtiği içecekler arasında yerini almıştı. Bal şerbetini kendisi içtiği gibi karın ağrısı gibi rahatsızlıkları bulunanlara da tavsiye etmişti.

Sıcaktan dolayı şerbetlerin uzun süre bozulmadan kalması mümkün olmuyordu. Bunda şerbetin içine konulduğu kabın cinsi, büyüklüğü ve ağzının kapalı olup olmamasının etkisi büyüktü. Bu yüzden bozulup insan sağlığına zararlı hâle gelmeden önce kısa zamanda tüketilmesi gerekiyordu. Nitekim bir defasında Hz. Peygamber’in (sas) oruç tuttuğunu bilen Ebû Hüreyre (ra), iftar saatini bekleyip akşam olunca ona su kabağı içerisinde hazırlamış olduğu şerbeti götürerek, "Ey Allah Resûlü! Bugün oruçlu olduğunu öğrendim ve iftarını bu şerbetle açmanı arzuladım." dedi. Hz. Peygamber (sas) şerbeti eline aldı, ekşimiş ve keskinleşmiş olduğunu görünce Ebû Hüreyre’ye (ra), "Bunu al, bahçeye dök. Zira bu, Allah’a (cc) ve âhiret gününe inanmayanların içkisi hâline gelmiş." buyurdu.

Bu bölgede şerbet, şıra, meyve suyu gibi içeceklerin hazırlanması ve saklanmasında genellikle küp, su kabağı, hurma ağacından oyulmuş ve ziftlenmiş kaplar kullanılmaktaydı. Bu kaplardaki sıvılar gerek kabın özelliğinden gerekse içeceğin yapılış şekline ve karışım durumuna göre kısa sürede bozulabiliyor, mayalanıp içki hâline gelebiliyordu. İçkinin haram kılınmasıyla birlikte Hz. Peygamber (sas), bu kapları yasaklayıp onların yerine, deriden yapılan tulumların kullanılmasını tavsiye etti. İlk anda bu kapların kullanımının tamamen yasaklandığı sanıldı. İlerleyen zamanlarda ise yasağın, içeceklerle ilgili olduğu, söz konusu kapların başka amaçlar için kullanılmasında bir sakınca bulunmadığı anlaşıldı.

Hz. Peygamber’in (sas) tercih ettiği içecekler arasında yer alan su, süt, bal şerbeti gibi doğal içecekler, cennet içecekleri arasında Kur’an’da da zikredilmektedir: "Takva sahiplerine vaad olunan cennetin durumu şöyledir: İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Orada meyvelerin her çeşidi onlarındır. Rablerinden de bağışlama vardır..." Hz. Peygamber (sas) de aynı şekilde cennette su, bal, süt ve şarap denizleri olduğunu, bunlardan da ırmakların fışkıracağını belirtmiştir. Cennet ehline Selsebil adlı bir suyun, içenlere lezzet veren berrak cennet şaraplarının sunulacağı, içerisine kâfur katılmış kadehlerden ve aktıkça akan pınarlardan içeceklerin ikram edileceği bildirilmiştir. Ayrıca Allah Resûlü (sas), cennette kendi havzının bulunduğunu ve bunun sütten daha ak, baldan daha tatlı, miskten daha hoş kokulu suyundan içenlerin bir daha asla susamayacağını haber vermiştir.

Hz. Peygamber (sas), temiz ve helâl olmak şartıyla, kendi zamanında yaygın olarak tüketilen her içeceği içmiş, bozulup ekşiyerek insan sağlığına zararlı hâle gelen içeceklerden uzak durmuştur. Sarhoş edici vasfı olan içecekleri ise haram kılınmadan önce dahi hiç ağzına almamıştır. İslâm’ın ilk yıllarında içki henüz haram kılınmamıştı. Araplar arasında eskiden beri içki kullanımı oldukça yaygındı. Hurmadan yaş ve kuru üzüme, tahıldan bala kadar pek çok gıda maddesinden içki yapılmaktaydı. Mekke’de yaş üzüm ve hurmadan elde edilen şarap, Medine’de ise kuru üzüm ve hurmadan elde edilen içki türleri vardı. Hz. Peygamber (sas) ile birlikte sahâbeden bazıları zararlı olduğunu bildikleri için sarhoş edici içecekleri içmezlerdi. Bununla birlikte hakkında herhangi bir yasak olmadığı için bazı Müslümanlar içki içme alışkanlıklarını sürdürmekteydiler.

Mekke’nin son yıllarında nâzil olan içki ile ilgili ilk âyette, "Hurma ve üzüm gibi meyvelerden hem içki hem de güzel gıdalar edinirsiniz. İşte bunlarda da aklını kullanan kimseler için büyük bir ibret vardır." buyrularak hurma, üzüm ve diğer meyve sularının iki özelliğe sahip olduğu belirtildi. Biri insan için temiz bir rızık olma, diğeri ise mayalanınca alkole dönüşme özelliği idi. Fakat bu nimetten temiz ve sağlığa uygun rızık almak ile kendisine zevk verecek ve onu sarhoş edecek içkiyi içmek arasındaki seçim insana bırakıldı.

Daha sonra Medine’de nâzil olduğu rivayet edilen âyette ise içkinin birtakım faydaları olmakla birlikte, zararının faydasından daha çok olduğu belirtiliyordu. Bu âyet, alkollü, sarhoş edici içkiler ve şans oyunları ile ilgili verilen ilk açık hüküm niteliğindeydi. Üçüncü aşamada ise müminlere sarhoşken namaz kılmaları yasaklandı: "Ey iman edenler sarhoş iken —ne söylediğinizi bilinceye kadar— namaza yaklaşmayın." Bu âyet, bazı sahâbîlerin sarhoşken cemaatle namaza durmaları ve âyetleri yanlış okumaları üzerine inmişti. Böylece bazı sahâbîler içkiyi tamamen bırakmışlar, bazıları da namaz dışındaki vakitlerde içki içmeye devam etmişlerdir.

Hz. Ömer (ra), içkiye ilişkin hükmün açık bir şekilde tayin edilmesi yönünde dua eder hâle gelmişti ve nihayet Allah Resûlü (sas), "Ey insanlar! Yüce Allah (cc) içkiyi kesinlikle reddetmiştir. Galiba Allah (cc), içki hakkında bir hüküm indirecektir!" buyurdu. Ardından Kur’ân-ı Kerîm’in şu âyetleri nâzil oldu: "Ey İman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir, bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumar yoluyla aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah’ı (cc) anmaktan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?" Böylece içki ve kumar kesin bir şekilde yasaklandı. Bunun üzerine Müslümanlar, evlerinde bulunan içkileri Medine sokaklarına döktüler. Bu emir öylesine bir tesir meydana getirdi ki o günün şartlarında dokunulması yasak bir mal olarak kabul edilen yetimlere ait içkiler bile döküldü.

İslâm, içkiyi haram kılarken diğer bazı hükümlerde olduğu gibi ikna edici ve tedrîcî bir metot takip etti; belli safhalardan sonra kesin yasaklama yoluna gitti. Artık içkinin içilmesi bir yana, ticaretinin yapılması da yasaktı. Hatta üzerinde içki bulunan sofraya oturmak bile uygun değildi. Buna dayanarak Müslümanların içki meclislerine katılmamaları, her durum ve şartta içkiye karşı tavır almaları, bulundukları mecliste içki içilmesini önlemeye çalışmaları, buna güçleri yetmiyorsa o tür toplantıları terk etmeleri gibi sonuçlara ulaşıldı. Bizzat Hz. Peygamber (sas) de doğrudan ya da dolaylı olarak içki ile ilgili olan, içki yapmak için meyveyi sıkan ve sıktıran, içen ve içki dağıtan, taşıyan ve taşıtan, satan ve satın alan, hediye eden ve parasını yiyen on sınıf kimseyi açıkça kınadı.

İçkinin haram kılınmasını müteakip üzüm üreticileri Resûlullah’a geldiler ve ürettikleri üzümü ne yapmaları gerektiğini sordular. Hz. Peygamber (sas) üzümü kurutarak tüketilebilecekleri gibi kurusunu su ile ıslatarak şırasını içebileceklerini ve sirke yapabileceklerini belirtti. Ayrıca ortalama üçte bir oranında azalıncaya kadar kaynatılarak pekmez olarak tüketilmesinde de bir sakınca yoktu. Hz. Ömer (ra), üzüm suyu yanında bal şerbetinin de kaynatılarak içilmesinin insan sağlığı açısından daha faydalı olduğu görüşündeydi.

Medine yöresinde bilinmemekle birlikte, başka yerlerde arpa, darı gibi tahıllardan değişik adlarla da içki yapılmakta idi. Hz. Peygamber (sas), hangi maddeden, ne amaçla üretilirse üretilsin sarhoş eden her şeyin haram olduğunu açıkladı ve "Çoğu sarhoş eden şeyin azı da haramdır." ilkesini getirdi. İçkinin insanın ruh ve bedeninde meydana getirdiği tahribatı çok iyi bildiği için Rahmet Elçisi (sas) Ebu’d-Derdâ’ya (ra), "İçki içme. Çünkü içki her kötülüğün anahtarıdır." buyurmuştu. Tedavi amacıyla içki kullandıklarını söyleyenlere ise, "İçki ilaç değil, hastalıktır." demişti. Bu çerçevede memleketlerinin soğuk olması nedeniyle iş yaparken dirençli olmak için buğdaydan içki yapmak isteyenlere de izin vermedi.

Hz. Ömer (ra), içkinin yasaklanmasının hikmetlerinden birisini —Hz. Peygamber’in (sas) de ifade ettiği gibi— ‘aklı gidermesi’, yani düşünme kabiliyetini yitirmeye sebep olması şeklinde izah etmişti. Böylece içkinin hangi maddeden elde edildiğine değil sarhoş edicilik vasfına dikkat çekiliyordu. Zaten Hz. Peygamber (sas) de uyuşturucu özelliği olan maddelerin tamamının yasaklandığını açıklamıştı. Hz. Âişe’ye (ra) göre de ekmekten ve sudan yapılmış olsa dahi sarhoşluk veren her şey haramdı.

Hz. Peygamber (sas), içki içip namaz kılan bir kimsenin namazının kabul edilmeyeceğini, tevbe etmeden öldüğü takdirde de günahkâr olacağını belirtti. Böylece o, içkinin, insanın ruh ve beden sağlığına verdiği zararlar yanında, uhrevî hayatına yönelik de birçok olumsuzluğu beraberinde getirdiğine vurgu yapıyordu.

Peygamberimiz (sas), bütün uyarılarına rağmen ümmetten bazılarının, ileride değişik adlarla içkiler üretecekleri hatta bunları helâl sayacakları yolundaki endişesini dile getirmişti. Zamanla sadece üzüm ve hurmadan yapılan içkinin haram, bunun dışındaki maddelerden yapılanların helâl olduğu şeklinde ortaya çıkan yaklaşımlar, bu endişeyi doğrular niteliktedir.

Yüce Allah (cc), insanlara sayısız nimet ihsan etmiştir. Bunların içinde doğrudan içecek olarak kullanılanlar olduğu gibi meyveler, sebzeler, bal, çeşitli bitki ve tahıl ürünlerinden birtakım yöntemlerle imal edilen içecekler de bulunmaktadır. Genelde içecekler konusunda İslâm’ın temel yaklaşımı, sarhoş edici olup olmadıkları, insan sağlığına zararları bulunup bulunmadığı yönündedir.

Tabiatıyla her şeyde olduğu gibi içeceklerde de tazelik, sadelik ve doğallık esastır. Bu yüzden meyvelerden doğal yollarla elde edilen şıra, aroma gibi içecekler tercih edilmelidir. Kısacası İslâm, temiz ve helâl olan her içecekten faydalanmayı öngörmekte, alkollü ve insan sağlığına zararlı olanlardan da kaçınılmasını emretmektedir. Peygamberimizin (sas) belirttiğine göre, "Sarhoş eden her şey içkidir ve sarhoş eden her şey haramdır. Kim dünyada içki içer ve ona müptelâ iken tevbe etmeden ölürse âhirette (cennet şarabından) içemez."

Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam