عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ: قَالَ لِى رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “نَاوِلِينِى الْخُمْرَةَ مِنَ الْمَسْجِدِ.” قَالَتْ: فَقُلْتُ إِنِّى حَائِضٌ. فَقَالَ: “إِنَّ حَيْضَتَكِ لَيْسَتْ فِى يَدِكِ.”

Hz. Âişe (ra) anlatıyor: “Resûlullah (sas) bana, "Mescitten seccadeyi bana uzatıver." dedi. "Ben âdetliyim." dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sas), "Âdetli olma hâli senin elinde değil ki!" buyurdu.”

(M689 Müslim, Hayız, 11)

 ***

عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ: كُنْتُ أَشْرَبُ وَأَنَا حَائِضٌ، ثُمَّ أُنَاوِلُهُ النَّبِيَّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) ، فَيَضَعُ فَاهُ عَلَى مَوْضِعِ فِيَّ، فَيَشْرَبُ، وَأَتَعَرَّقُ الْعَرْقَ وَأَنَا حَائِضٌ، ثُمَّ أُنَاوِلُهُ النَّبِيَّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) ، فَيَضَعُ فَاهُ عَلَى مَوْضِعِ فِيَّ.

Hz. Âişe (ra) diyor ki: “Ben âdetli iken bir şey içer sonra onu Hz. Peygamber'e (sas) uzatırdım, o da ağzını tam benim ağzımın değdiği yere koyarak içerdi. Yine ben âdetli iken kemikli etten bir parça ısırıp sonra onu Hz. Peygamber'e (sas) uzatırdım, o da ağzını tam benim ağzımın değdiği yere koyar(ak ısırır)dı.”

(M692 Müslim, Hayız, 14; D259 Ebû Dâvûd, Tahâret, 102)

 ***

عَنْ مَنْصُورٍ ابْنِ صَفِيَّةَ أَنَّ أُمَّهُ حَدَّثَتْهُ أَنَّ عَائِشَةَ حَدَّثَتْهَا: أَنَّ النَّبِيَّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) كَانَ يَتَّكِئُ فِى حَجْرِى وَأَنَا حَائِضٌ ثُمَّ يَقْرَأُ الْقُرْآنَ.

Mansûr b. Safiyye'nin (ra), annesi aracılığıyla naklettiğine göre, Hz. Âişe (ra) ona şöyle demiştir: “Ben âdetli olduğum hâlde Hz. Peygamber (sas) kucağıma yaslanır, Kur'an okurdu.”

(B297 Buhârî, Hayız, 3; M693 Müslim, Hayız, 15)

 ***

عَنْ عَائِشَةَ أَنَّ فَاطِمَةَ بِنْتَ أَبِى حُبَيْشٍ سَأَلَتِ النَّبِيَّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَتْ: إِنِّى أُسْتَحَاضُ فَلاَ أَطْهُرُ، أَفَأَدَعُ الصَّلاَةَ؟ فَقَالَ: “لاَ، إِنَّ ذَلِكَ عِرْقٌ، وَلَكِنْ دَعِى الصَّلاَةَ قَدْرَ الْأَيَّامِ الَّتِى كُنْتِ تَحِيضِينَ فِيهَا، ثُمَّ اغْتَسِلِى وَصَلِّى.”

Hz. Âişe'den (ra) nakledildiğine göre, Ebû Hubeyş'in kızı Fâtıma  (ra) Hz. Peygamber'e (sas), “Devamlı kanamam oluyor ve hiç temizlenemiyorum. Acaba namaz kılmayı bıraksam mı?” diye sorunca Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Hayır. Bu, damar(dan gelen bir kan)dır (âdet kanaması değildir). Normalde âdet gördüğün günler süresince namaz kılmayı terk et. Sonra yıkan ve namazını kıl.”

(B325 Buhârî, Hayız, 24; M753 Müslim, Hayız, 62)

*** 

عَنْ مُعَاذَةَ قَالَتْ: سَأَلْتُ عَائِشَةَ فَقُلْتُ: مَا بَالُ الْحَائِضِ تَقْضِى الصَّوْمَ وَلاَ تَقْضِى الصَّلاَةَ؟ فَقَالَتْ: أَحَرُورِيَّةٌ أَنْتِ؟ قُلْتُ: لَسْتُ بِحَرُورِيَّةٍ، وَلَكِنِّى أَسْأَلُ، قَالَتْ: كَانَ يُصِيبُنَا ذَلِكَ فَنُؤْمَرُ بِقَضَاءِ الصَّوْمِ وَلاَ نُؤْمَرُ بِقَضَاءِ الصَّلاَةِ.

Muâze (isimli bir kadın) anlatıyor: Hz. Âişe'ye (ra), “Âdetli kadına ne oluyor da, (tutamadığı) oruçları kaza ettiği hâlde (kılamadığı) namazları kaza etmiyor?” diye sordum. Hz. Âişe (ra), “Sen Harûrî (Sadece Kur'an'da harfiyen bulunan hükümlerle yetinen bir Hâricî) misin?” diye cevaplayınca, “Hayır, Harûrî değilim ama soruyorum.” dedim. Bunun üzerine Hz. Âişe (ra), “Biz (Resûlullah (sas) zamanında) âdet olurduk, orucu kaza etmemiz bize emredilir ama namazı kaza etmemiz emredilmezdi.” dedi.

(M763 Müslim, Hayız, 69; B321 Buhârî, Hayız, 20)

*** 

Allah'ın (cc) Son Elçisi'yle (sas) Medine'den yola çıkan kafilenin hedefi Mekke idi. Yolculuk hac yolculuğuydu. Yolcular Mekke'ye henüz ulaşmamışlardı ki aralarında bulunan Hz. Âişe (ra) derin bir hüzne kapılarak ağlamaya başladı; ağlamasının nedeni âdet görmeye başlamasıydı! İhrama girerek niyetlendiği umresi yarım kalacağı gibi, haccı da yapamayacaktı. Şevki kırılmış, heyecanı kaybolmuştu. Yanına gelen Allah Resûlü'nü (sas) gözyaşlarıyla karşılamıştı. Peygamberimiz (sas), neşeli bırakıp kederli bulduğu eşinin hâlini görünce hayretle sordu: “Hayırdır? Niçin ağlıyorsun? Yoksa âdet mi oldun?” Hz. Âişe (ra), “Evet!” dedi ve buruk bir sesle ekledi: “Hâlbuki Allah (cc) şahit, haccı ne çok istemiştim! Ama bu yıl hacı olamayacağım.” Şefkat Peygamberi (sas) ona teselli olacak şu karşılığı verdi: “Bu başına gelen, Âdem kızlarına Allah'ın takdir ettiği bir yazgıdır. Kâbe'yi tavaf etmek dışında hacıların eda edecekleri vazifeleri sen de yerine getirebilirsin.”

İlerleyen günlerde Peygamberimiz (sas) Hz. Âişe'nin (ra) hevesle başladığı bu görevi lâyıkıyla yerine getirmesine yardımcı olmuş, bayram günü âdeti sona erip temizlenince farz olan tavafını yapmasını istemişti. Hatta, “İnsanlar ne güzel hem umre hem hac yaparak evlerine dönüyorlar. Oysa ben sadece haccedebildim.” diyerek sızlanan eşinin, kardeşi Abdurrahman (ra) ile birlikte Ten'im'e gidip ihrama girmek suretiyle yarım kalan umresini tamamlamasını da sağlamıştı.

Bir kız çocuğu olarak dünyaya gelmek nasıl Yüce Allah'ın (ra) takdirine bağlıysa, bir genç kızın âdet kanaması ile ergenliğe erişmesi de aynen öyledir. Yeme, içme, uyuma ya da üreme bir insan için ne kadar doğalsa, âdet görme de bir kadın için o kadar doğaldır. Dolayısıyla hayatın akışı içinde diğer bedensel gelişim ve işlevlerle birlikte normal karşılanarak kabullenilmelidir.

Oysa ay hâli zaman zaman kimi topluluk ve inanışlarda kadının aleyhine ve hatta utanç verici bir durum olarak telakki edilmiştir. Kadının iradesi dışında kalan, müdahale etme, değiştirme imkânı olmayan Allah (cc) vergisi bu durum sebebiyle aşağılanması; anlaşılması, açıklanması ve kabul edilmesi mümkün olmayan bir yaklaşımdır Allah'ın Peygamberi (sas), mescitten kendisine bir seccade getirmesini istediğinde, “Ama ben âdetliyim!” diyerek mescide girmek ve seccadeye dokunmak istemeyen Hz. Âişe'ye (ra), “Âdetli olma hâli senin elinde değil ki!” buyurmaktadır. Bunun üzerine çekingenliğini gizlemeyen annemiz, mescide girmiş ve seccadeyi almıştır.

Gerçekten ilkel kültürlerden bugüne uzanan çizgide, âdetli kadınla ilgili olumsuz tasavvur değişmemek için direnmekte ve dinin özüne aykırı olduğu hâlde insanların terk etmekte zorlandığı bid'atleri de beraberinde getirmektedir. Zerdüştlerin âdetli kadını murdar sayarak temizlenene kadar bir odada tek başına bekletmelerine benzer şekilde, bugün de kimi Müslüman kadınların âdet günlerinde kendilerini toplumdan soyutlamaları şaşırtıcıdır. Uğursuzluk taşıyacakları endişesiyle doğum tebrikine gitmeyerek taze bebeğe bakmayan ya da düğüne katılmayarak yeni gelinin çeyizine dokunmayan nice kadın vardır. Âdetli iken hamur yoğurmaktan kaçınan, turşu kurmayan, salça ve reçel yapmayan ya da sofradaki ekmeği bölmekten çekinen kadınların sayısı hiç de az değildir. Oysa Peygamberimiz (sas) âdetli eşinin dokunduğu gıdalardan tiksinmemiş ve Hz. Âişe'nin ısırdığı etin devamını yerken veya içtiği suyun kalanını içerken tam da onun ağzının değdiği yere ağzını getirerek bütün bunların anlamsızlığını göstermek istemiştir. 

Kadını sadece âdet gördüğü günlerde değil sonrasındaki yedi günde de sakınılması gereken biri olarak gören yahudi geleneğinde, âdetli kadının bedeni kadar kullandığı eşyalar da kirli ve yasaklı sayılmaktadır. Aybaşı hâlinde iken eşine dokunmayan, onunla birlikte yemek yemeyen ve aynı yatakta yatmayan yahudi erkekleri, Peygamberimizin (sas) ashâbını da şüpheye düşürmüştür. “Biz de onlar gibi belirli günlerinde eşlerimizden tamamen uzaklaşmalı mıyız?” diye sorduklarında, Allah Resûlü (sas), cinsel beraberlik dışında günlük yaşantılarını aksatmaya gerek olmaksızın diledikleri her şeyi yapabileceklerini söylemiştir. Aynı şekilde kendisine gelerek âdetli bir kadınla aynı sofrayı paylaşmanın hükmünü danışanlara, “Onunla beraber yemek yiyebilirsin(iz).” buyurmuştur.

Diğer taraftan Peygamber Efendimiz (sas), âdetliye dokunmama gibi rencide edici bir tavrı kesinlikle reddetmiştir. Ümmü Seleme (ra) annemizle âdetli iken de aynı yatağı paylaşan Sevgili Peygamberimizdir (sas). Aynı şekilde Hz. Âişe'nin (ra), “Resûlullah (sas), eşlerinden biri âdetli iken de tenine dokunurdu.” diyerek özel durumlarını anlatması, âdetli kadının pis olmadığını herkese duyurmak amacıyladır. 

Ayrıca anneleri Havva'nın (ra), Âdem'in (as) aklını çelerek yasak meyveden yemesine, dolayısıyla da cennetten çıkarılmasına sebep olduğu gerekçesi ile Havva (ra) kızlarını lânetli ve cezaya müstahak görmek, yahudi kültürünün bir parçasıdır. Halbuki Kur'ân-ı Kerîm, Hz. Âdem'i (as) aldatanın şeytan olduğunu özellikle belirtirken iki eşin yasağı birlikte çiğnediklerine dikkat çeker. Ama yahudi söyleminin geleneğe etkisi, kadının âdetli iken ya da hamilelik ve doğum gibi sıkıntılara katlanırken bu ilk günahın bedelini ödediği düşüncesini yaymıştır. Bu yüzden bazı çevrelerde asırlar boyunca âdetli kadın Allah'tan (cc) uzak, ibadetten mahrum edilmiş ve kirli sayılmıştır.

Âdet görmenin, kız çocuğunu, dinin emir ve yasaklarına bizzat muhatap olan bir yetişkin konumuna yükselttiği düşünüldüğünde, hayatın yeni bir yönde akmaya başlaması kaçınılmazdır. Çünkü bir insan için ergenlik, dinî ve hukukî yükümlülüklerin başlama noktasıdır. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (sas), kadının özel günlerinde ibadet hayatını düzenleyen birtakım sınırlamalar getirmiştir. Ama bunların arasında âdetli kadının ücra bir köşede ibadete hasret beklemesi ya da ibadet eden eşine yaklaşamaması gibi bir kayıt kesinlikle bulunmamaktadır. Aksine Resûlullah (sas), gece namazı kılarken âdetli olan eşlerinin yanı başında uyumalarından rahatsız olmaz, secde ederken elbisesinin onlara değmesine aldırmaz, hatta üzerlerindeki dokuma örtünün bir kısmını kendi omuzuna alarak namaza devam ederdi.

Ramazan ayının son on gününde itikâfa girerek mescitte ibadetle meşgul olan Allah Resûlü (sas), bu süre içerisinde hâne-i saadetlerine girmezdi. Ancak saçlarının yıkanmasını veya taranmasını arzu ettiğinde hücresinin kapısından başını uzatarak eşine seslenirdi. Aynı şekilde Resûlullah'ın (sas) kendilerine necis muamelesi yapmaksızın günlük hayatını devam ettirmesine alışık olan Meymûne validemiz (ra), saçı başı dağınık bir vaziyette dolaşan ve eşi âdetli olduğu için kendisine dokunmadığını söyleyen Abdullah b. Abbâs'a (ra), “Hay evlâdım, âdetin el ile ne ilgisi olabilir!” demiştir. Peygamberimizin (ra) bazen âdetli eşine yaslanarak Kur'ân-ı Kerîm okuduğu olmuştur. Nitekim Âişe annemiz (ra),“Ben âdetli olduğum hâlde Hz. Peygamber (sas) kucağıma yaslanır, Kur'an okurdu.” derken, Meymûne annemiz (ra) de bu durumu vurgulamıştır.

Hz. Peygamber (sas), âdetli hanımlar da dâhil bütün kadınların bayram namazlarına iştirakini, bayram namazının kılındığı musallaya gelerek hutbeyi dinlemelerini ve duaya katılmalarını istemiştir.

Âdetli olmanın birtakım kurallara uymayı da beraberinde getirdiği tartışmasız bir gerçektir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de, “Sana kadınların ay hâlini sorarlar. De ki: O sıkıntı verici bir durumdur. Bu yüzden âdet sırasında kadınlardan geri durun ve onlar temizleninceye kadar kendilerine yaklaşmayın. Temizlendikten sonra, Allah'ın (cc) izin verdiği şekilde onlara yaklaşın. Şüphesiz Allah (cc) gönülden tevbe edenleri sever, içi dışı temiz olanları sever.” buyrulurken Müslüman erkeklere âdetli eşleriyle ilgili uymaları gereken temel kural öğretilmektedir. Allah Resûlü (sas) de özel durumunu önemsemeksizin eşiyle birlikte olan kimseyi ağır bir dille uyarmakta ve böyle bir hata karşılığında bir miktar sadaka verilmesini tavsiye etmektedir.

Kur'ân-ı Kerîm'in âdet dönemini belirleyici kabul ederek koyduğu bir diğer hüküm ise, boşanmış kadınların bekledikleri iddet süresi ile ilgilidir. Bu hükme göre eşinden boşanan bir kadın hamile olup olmadığının ortaya çıkması ve hamilelik durumunda bebeğinin babasının doğru tayin edilebilmesi için evlenmeksizin üç ay hâli (âdet veya temizlik dönemi) geçene kadar, şayet hamile ise doğum yapana kadar beklemek zorundadır. Âdetten kesilen veya henüz âdet görmemiş hanımların iddet süresi ise üç ay olarak tayin edilmiştir. Diğer taraftan Allah Resûlü (sas) bir kimsenin, âdetli hanımını boşamasına izin vermemiş, böyle bir karar alan İbn Ömer'e (ra) eşine dönerek hanımına mühlet tanımasını söylemiştir.

Kur'an, âdet dönemine yönelik sınırlandırmalar hakkında başka açıklama yapmazken, inananlara Rablerinin rızasına uygun bir hayatı en ince detaylarına kadar öğreten Sevgili Peygamberimiz (sas), kadınlara özel günlerinde nelere dikkat etmeleri gerektiğini tek tek anlatmıştır. Bu öğretimin başında, âdet görmeyi olağan karşılayarak bundan dolayı utanmama öğüdü gelir. Öyle ki Resûl-i Ekrem (sas), eşlerinin mahcup olarak kendisinden uzaklaşmaya çalışmalarını engellediği gibi, aynı zamanda diğer Müslüman hanımlara da bu konuda son derece hassas ve anlayışlı davranır.

Allah Resûlü'nün öğrettiği üzere vücuttan çıkan diğer kirli akıntılar gibi âdet kanı da temiz değildir. Dolayısıyla bulaştığı yerin temizlenmesi gerekmektedir. Kıyafetlerinde kan lekesi olduğunda ne yapmaları gerektiğini soran hanımlara Peygamberimiz (sas), “(Bu durumdaki bir kadın) elbisesini eliyle ovar, su ile çitiler ve üzerine su dökerek temizler. Daha sonra bu elbise ile namaz kılar.” buyurmuştur. Üzerlerine giyecek tek bir elbiseye sahip olan ve âdet dönemleri bittiği an namaz kılmak için aynı elbiseyi temizleyerek tekrar giymek zorunda kalan sahâbî hanımlar, kanı yıkadıktan sonra izinin kalmasının namaza engel olmadığını da Resûlullah'tan (sas) öğrenmişlerdir.

Kadının âdet günleri sona erdiğinde kirlenen kıyafetlerini arındırdığı gibi bedenini de temizlemesi gerekmektedir. Hükmî bir necaset olarak nitelendirilen aybaşı hâlinden sonra gusül abdesti alınması farzdır. “Âdet görmeye başladığında namazı bırak, âdetin bittiğinde ise guslet.” buyuran Peygamber Efendimiz (sas), nasıl yıkanacağını soran Esmâ'ya (ra) guslü şöyle tarif etmiştir: “Aranızdan bir hanım gusletmek istediğinde suyunu ve sidresini (güzel kokulu temizleyicisini) alarak itina ile güzelce temizlenir. Sonra başına su dökerek suyun saç diplerine ulaşmasını sağlayacak şekilde iyice ovalar. Ardından bütün vücuduna su döker ve misk sürülmüş hoş kokulu bir bez parçası ile (özel) temizliğini yapar.” Resûl-i Ekrem'in (sas) cümlelerinden gusül esnasında suyun yanı sıra hoş kokulu ve arıtıcı maddelerin de kullanılmasını istediği anlaşılmakta, Hz. Âişe (ra) de bu konuda hanımları özel olarak uyarmaktadır. Aslında âdet döneminin, kadının temiz ve bakımlı olmasına, kına yakıp süslenmesine engel olmadığı bilinen bir gerçektir. Diğer taraftan Peygamber Efendimiz (sas), âdet sonrası gusletmek için su bulunamadığında tıpkı abdestte olduğu gibi toprak ile teyemmüm yapılabileceğini belirtmiştir.

Âdet günleri başladığında kadının ibadet düzeni ile ilgili en büyük değişiklik namaz ve orucunda olmaktadır. Peygamberimiz (sas), kendisine gelerek, “Devamlı kanamam oluyor ve hiç temizlenemiyorum. Acaba namaz kılmayı bıraksam mı?” diye soran Ebû Hubeyş'in kızı Fâtıma'ya, daimî kanamanın âdet sayılamayacağını söyledikten sonra, “Normalde âdet gördüğün günler süresince namaz kılmayı terk et. Sonra yıkan ve namazını kıl.” buyurmuştur.

Aynı hüküm oruç için de geçerlidir. Âişe annemiz (ra), “Biz (Resûlullah (sas) zamanında) âdet olurduk, orucu kaza etmemiz bize emredilir ama namazı kaza etmemiz emredilmezdi.” derken, Peygamber (sas) emrinden açıkça bahsetmekte ve “Âdetli kadına ne oluyor da, (tutamadığı) oruçları kaza ettiği hâlde (kılamadığı) namazları kaza etmiyor?” diye soran bir kadını, “Sen Harûrî (Sadece Kur'an'ın hükümleriyle yetinen bir Hâricî) misin?” diyerek sert bir üslûpla azarlamaktadır. Onun, bu kadını, ibadete aşırı derecede düşkünlükleri ile tanınan sünnet çizgisinin dışında kabul edilen Hâricîlere atıfta bulunarak ikaz etmesi, âdetli iken namaz kılmama ve oruç tutmama konusundaki hükmün sünnete uygun olduğunu ve sorgulama dışında bırakılmasını istediğini göstermektedir.

Diğer taraftan Hz. Âişe (ra), Ramazan'da âdetli iken tutamadıkları oruçların kazasını bazen bir yıla yakın geciktirerek öbür yılın Şâban ayında tuttuklarını anlatmaktadır ki bu anlatım, müminlerin annelerinin âdet dönemlerinde Ramazan orucunu bıraktıklarının açık ifadesidir. Hz. Peygamber'in (sas) hâne-i saadetinde aldıkları eğitim gereği ibadet konusunda son derece itina gösteren Peygamber eşlerinin (ra) bu uygulaması, âdetli kadının oruç tutmama konusunda tıpkı yolculuk hâlindeki bir kimse gibi özgür bırakıldığı, dilerse tutup dilerse tutmayacağı şeklinde bir yorumu anlamsız kılmaktadır.

Âdet dönemi sonrası kaza edilerek iadesi yapılmayan namazların kadının hayatı boyunca hesabı tutulduğunda ciddi bir yekûn teşkil etmesi kaçınılmazdır. İbadet sayısında eksiklik anlamına gelen bu duruma hadislerde de işaret edilmekteyse de Allah'a yakınlığın, eda edilen ibadetlerin sayısal fazlalığı ile değil kulluk yolunda atılan adımların taşıdığı halis niyet ve samimiyetle elde edilebileceği tartışılmaz bir gerçektir.

Peygamberimizin (sas), âdet döneminde kadının erteleyeceği bir diğer ibadet ise, Kâbe'yi tavaf etmektir. Haccın diğer bütün esas ve uygulamalarını yapabileceği hâlde tavaf edemeyen âdetli kadın, Âişe validemizin (ra) yaptığı gibi âdeti biter bitmez farz olan ifâda yani ziyaret tavafını eda etmek zorundadır. Ama Safiyye validemiz (ra) gibi bu tavafı tamamladıktan sonra âdet olmuşsa, hacıları yolundan alıkoyarak veda tavafı etmek için temizlenmeyi beklemesi gerekmemektedir.

Aslında Resûl-i Ekrem (ra), âdetli olduğu günlerde bazı ibadetlerden muaf tutulan bir kadın için hayatın sekteye uğramasını istememektedir. Hz. Peygamber'in (sas) dinî hassasiyetler taşıyan inanmış bir kadından beklediği, günlük yaşam akışını bozmaması ancak açıkça muaf olduğunun belirtildiği hususlarda buna uymasıdır. Resûlullah (sas), bayram namazına genciyle yaşlısıyla bütün kadınların katılmasını isterken özellikle âdetli hanımları da zikretmiş, yalnız onların namaz kılınan alanın hemen yanında ama namaz kılanlardan biraz uzakta durmalarını ve cemaate karışmamalarını istemiştir. Namaz kılanlarla bir tutulup saflara karışmaları hâlinde belki de herkesle ortak hareket edemediklerinden cemaati şaşırtma ihtimali olan âdetli hanımlar, bayram sabahının bereketinden de mahrum bırakılmamıştır. Böylece hem cemaatin düzeni hem de âdetli hanımların ibadet hayatına iştiraki sağlanmış olmaktadır.

Allah Resûlü (sas) özel günlerinde hanımların geçerli bir sebep olmaksızın mescide girmelerini de hoş görmemektedir. Nitekim evlerinin kapıları doğrudan mescide açılan ve evden her çıkışlarında mutlaka mescit içinden geçmek zorunda kalan bazı sahâbîleri uyararak, “Şu evlerinizin kapılarını mescitten başka yöne çevirin. Çünkü ben mescide âdetli ve cünüp olanların girmesini (pek) uygun bulmuyorum.” buyurmuştur. Eve geliş gidiş yolunun her hâlükârda mescitten geçmesi elbette ibadetgâha gerekli itinayı göstermeyi zorlaştıracaktır. Halbuki Âişe (ra) annemizden mescitteki seccadesini kendisine getirivermesini rica eden de Peygamberimizdir (sas). Hatta annemiz (ra), şaşkınlık dolu bir ifadeyle âdetli olduğunu söylemiş ama Hz. Peygamber (sas) isteğini tekrarlayınca mescide girerek seccadeyi almıştır. Şu hâlde âdetli kadınların mescitlere girmeleri mutlak olarak men edilmiş değil, hem hanımların hissiyatı, hem de mescidin temizliği ve benzeri hususlar dikkate alınarak bu konuda ihtiyaç durumu ölçü olarak getirilmiştir.

Kadınların tıpkı âdet dönemlerinde olduğu gibi doğum yaptıktan sonra da bir süre loğusalık kanamaları olmaktadır. Kur'an'da hakkında bir hüküm belirtilmeyen ve “nifas” olarak adlandırılan bu durum, Peygamberimiz döneminden beri süre gelen uygulamaların ışığında âdet ile aynı kategoride değerlendirilir. Dolayısıyla âdetli bir hanımın konumu, tutumu ve özel döneminde uyması gereken sınırlamalar aynıyla loğusa bir anne için de geçerlidir. Doğumdan sonra başlayan bu durumun süresi kişiye göre değişiklik göstermekle birlikte, kanamanın kesilmesiyle sona erer. Ümmü Seleme validemiz (ra), “Resûlullah (sas) döneminde loğusa kadın kırk gün (namaz kılmaksızın) otururdu.” diyerek loğusalığın en fazla kırk gün sürebileceğini belirtmektedir. Bu dönemin bitişinde de yine âdet kanamalarında olduğu gibi gusül abdesti almak gerekmektedir.

Âdet ve nifas dönemleri dışında herhangi bir hastalık sebebiyle rahimden gelen kanamalar da kadınlara ait özel hâller arasında yer alır. Bir yaranın durmadan kanaması ya da burundan devamlı kan gelmesi gibi değerlendirilmesi gereken bu özür durumu, “istihâze” olarak adlandırılır. Bugün olduğu gibi Peygamberimiz (sas9 zamanında da kanaması âdet dönemini aşarak uzayıp giden hanımlar vardır. Allah Resûlü'ne gelerek özel hayatlarına dair en hassas konularda bile danışmaktan çekinmeyen bu sahâbî hanımlar sayesinde, istihâzenin gereklerini öğrenebiliyoruz.

Özürlü bir kadın için yapılması gereken ilk iş, istihâze kanı ile âdet kanının ayırt edilmesidir. Bu adımda Peygamberimiz (sas), “Kan âdet kanı olursa rengi siyah (koyu) olur ve böyle bilinir. Bu durumda namaz kılmayı bırak. Ama başka renkte bir kan olursa abdest al. Çünkü bu, damar(dan gelen bir kan)dır.” buyurarak yol gösterir. Hastalık sebebiyle kanaması uzamadan önce, düzenli olarak kaç gün âdet gördüğünü bilen kadın, ibadet hayatını bu bilgiye göre düzenler.

Âdet günleri sona erdiği hâlde kanaması bitmeyen bir kadın, âdetinin bitiminde mutlaka gusül abdesti almalıdır. Daha sonra devam eden istihâze kanı sadece abdesti bozar. Dolayısıyla Peygamberimizin (sas) tabiriyle, “hasırın üstüne damlayacak kadar çok bile olsa” özür kanı namaza engel değildir. Nitekim Peygamberimizin (sas) eşi Zeyneb'in (ra) kardeşi olan Ümmü Habîbe bnt. Cahş (ra), “Yıkandığında kanın kırmızılığı suyun yüzüne çıkardı.” diye anlatılacak kadar yoğun kanamasına rağmen bizzat Allah Resûlü'nün (sas9 emri ile âdet günleri dışında namazlarını terk etmemiştir. Peygamber Efendimiz (sas) aynı durumdaki diğer baldızı Hamne bnt. Cahş'a iki seçenek sunarak ya diğer âdetli hanımlar gibi âdeti bitince gusletmesini ya da öğleyi ve akşamı geciktirip, ikindiyi ve yatsıyı erkenden kılmak suretiyle, namaz aralarını birleştirerek birer gusülle kılmasını, sabah namazı için de ayrıca gusletmesini söylemiştir. Ayrıca namaz gibi önemli bir ibadeti bırakmaması gereken özür sahibi (yani istihâze kanı gören) kadın, oruç tutmak ve eşiyle birlikte olmak gibi sorumluluklarını da yerine getirir.

Tıpkı erkek gibi kadının da yaratılışı gereği sahip olduğu nitelikler, üstlendiği roller ve yaşadığı özel hâller olması doğaldır. Bunlar arasında sayabileceğimiz âdet ve loğusalık hâli, metabolizma için çeşitli faydalar barındırmasıyla, hastalık değil aksine sağlıklı olmanın işaretidir. Nitekim ilgili âyette de aybaşı hâline, maraz değil sancı ve sıkıntı anlamında “eza” denmektedir. Yavrusunu karnında taşıma ve dünyaya getirme gibi bir sorumlulukla erkekten ayrılan kadının, bedenine özgü gelişmelerle bir ömür yaşaması, kendisinin değil Rabbinin tercihidir. Dolayısıyla âdet, nifas ve istihâze kanamalarının kadın hayatını nasıl etkileyeceğini takdir buyuran da, bu hâllerde kadın kullarının ne yapacağını öğretmesi için Peygamberini (sas) görevlendiren de Yüce Yaratan'dır (cc). Ve O (cc) şöyle buyurmaktadır: “İster erkek, ister kadın olsun, sizden hiçbir çalışanın çabasını boşa çıkarmayacağım. Çünkü hepiniz birbirinizdensiniz!”