Kudüs

Mukaddes Şehir Kudüs ve Mescid-i Aksa

Bugün azgın bir azınlığın elinde, insanlığı mahcup eden görüntülere sahne olan selam şehri Kudüs, Hz. Ömer (r.a.) tarafından Bizanslıların elinden alınıp İslam devletinin topraklarına dâhil edildiğinde, şehrin sakinlerine mutlak din hürriyeti ve güven içinde yaşayacaklarına dair yazılı eman verilmişti.

Abone Ol

Ülkemizin güzide şairlerinden biri olan ve mukaddes beldeyi edebiyatımıza taşıyarak şiirimizi ümmetin derdiyle yoğuran Sezai Karakoç, Kudüs’ü “Gökte yapılıp yere indirilen şehir” olarak tanımlar. Bu söyleyiş, Kudüs hakkında yapılan tanımlamaları ve mülahazaları, bütün zamanları kapsayarak özetler gibidir. “Mukaddes Şehir”, “Barış Şehri”, “Doğruluk Şehri” gibi isimlerle de bilinen Kudüs, dünyanın en kadim şehirlerinden biridir. Pek çok peygamberin hayatından izler taşıyan bu kutlu şehir, insanlığın tarihî serüvenine tanıklık etmektedir.

Kudüs, ilahi vahyin ortak adı olan İslam’ı tebliğ vazifesiyle görevlendirilen nice peygamberin hatırasını barındıran ve İslam’ın çağlarüstü hakikatlerini ve insanlığın ortak değerlerini temsil eden bir merkezdir. Tarih, bu kutsal beldede pek çok elim hadisenin de şahididir. Zira Kudüs, tarih boyunca pek çok savaşa sahne olmuş; kuşatılmış, yağmalanmış, yakılıp yıkılmış ve yeniden inşa edilmiştir. Bu mukaddes toprakların insanları ise eziyet görmüş, sürülmüş, katliamlara maruz kalmıştır.

Yüce Allah’ın insanları doğru yola çağırmak üzere görevlendirdiği peygamberlerin birçoğu bu şehirde yaşamıştır. Hz. İbrahim, İsmail, İshak, Yakup, Yusuf, Musa, Davut, Süleyman, Zekeriyya, Yahya ve Hz. İsa, tevhit ve hukuk mücadelesini bu şehirde gerçekleştirmiştir. Peygamberler aracılığıyla ilahi vahyin tecelli ettiği bu topraklar, Hz. Peygamber’in Gece Yürüyüşü’nün (İsra) menzili ve göğe yükselişinin (Miraç) başlangıç mekânı olması sebebiyle, yeryüzünden âlemlerin Rabbine açılan yolun ve göklerden dünyaya inen engin rahmetin şahididir.

Kutsiyeti Kur’an ile tescil edilen Kudüs’ü (Maide, 5/21.) Yüce Allah (c.c.) “iyi ve güzel bir yer” (Yunus, 10/ 93.) olarak tanıtmaktadır. Kudüs, çevresinin mübarek kılındığını bizzat Kur’an’ın beyan ettiği (İsra, 17/1.), Müslümanlar nezdinde her türlü meşakkatin göze alınarak yolculuk yapılmaya değer görüldüğü üç mabetten biri olan (Buhari, Enbiya, 8; Müslim, Mesâcid, 2.) Mescid-i Aksa’yı bağrında muhafaza etmektedir. Ayetlerin yanı sıra pek çok hadis-i şerifte Mescid-i Aksa ve çevresinin faziletlerine temas edilmiştir. Dinlerin, dillerin, kültürlerin, medeniyetlerin merkezi olarak, tarihten günümüze temsil ettiği sembol ve değerlerle insanlığın ortak vicdanı olan Kudüs’e karşı Peygamber Efendimiz de (s.a.s.) büyük bir ilgi göstermiş, Filistin topraklarına yönelik diplomatik ve askerî girişimlerde bulunmuştur. Sahabe de bu mukaddes beldeye yoğun ilgi göstermiş, Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminden itibaren ibadet ve ziyaret maksadıyla Mescid-i Aksa’ya yolculuk yapmış ve Kudüs’ün fethini değerli bir hedef olarak görmüştür. Çünkü Resulüllah (s.a.s.), vefatından hemen önce Beytülmakdis’in yakında fethedileceğini müjdelemiş hatta Şam/Filistin topraklarına gönderilmek üzere bir ordu hazırlatmıştır. Bu sebeple sahabe, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) vefatından hemen sonra Kudüs topraklarını fethe yönelmiştir. Müslümanların Kudüs’ü fethiyle farklı din ve inanç mensupları arasında asırlar boyu barışa, kardeşliğe ve karşılıklı güvene dayalı bir ilişkinin tesis edilmiş olması, yeni bir dönemin de kapılarını aralamıştır. Bu huzurlu ortam Müslümanların Kudüs’e hâkim oldukları sürece devam etmiştir.

Bugün azgın bir azınlığın elinde, insanlığı mahcup eden görüntülere sahne olan selam şehri Kudüs, Hz. Ömer (r.a.) tarafından Bizanslıların elinden alınıp İslam devletinin topraklarına dâhil edildiğinde, şehrin sakinlerine mutlak din hürriyeti ve güven içinde yaşayacaklarına dair yazılı eman verilmişti. Müslümanların fethinden itibaren beş yüzyıla yakın güvenli bir şehir olan Kudüs’ün halkı, Haçlıların işgaliyle korkunç bir katliama tabi tutulmuş, şehir tekrar büyük acılara bürünmüştür. Yaklaşık bir asır boyunca bölgeye emsalsiz acılar yaşatan Haçlılara karşı Selahaddin Eyyubi’nin destansı zaferi ve yeniden fethi sonrasında Kudüs, Müslümanların yönetiminde farklı din, dil, ırk ve mezheplerin bir arada yaşadığı, huzurun ve güvenin hâkim olduğu uzun yıllar geçirmiştir. Müslümanların idaresi altında tam bir altın çağ yaşayan barış ve huzur şehri Kudüs, I. Dünya Savaşı’ndan sonra İslam coğrafyasının işgaliyle bu özelliğini kaybederek yine acının, sıkıntının, gözyaşının merkezi hâline gelmiştir. Sömürgeleştirilen Filistin topraklarında, Kudüs’ün kadim değerlerle bağları kopartılmak istenircesine tarihî mekânları tarumar edilmiş, yerli halkın tüm imkânlarına el konulmuş, çeşitli baskı ve uygulamalarla Müslümanlar şehri terk etmeye zorlanmıştır.

Filistin’de işgale başlandığı günden bu yana Siyonist zihniyet tarafından sürekli izlenen genişleme politikasıyla, dünyanın değişik ülkelerinden -zaman zaman zorlama ve şantajlarla- Yahudiler, Filistin topraklarına taşınmaya başlanmıştır. Böylece küçük alanlarda kendini gösteren toprak istilası, her geçen gün Yahudi nüfusun arttığı planlı bir işgale dönüşmüştür. İsrail’in Yahudileri orada yaşayan tek kavim hâline getirme gayretiyle Müslümanlar; baskı, zulüm, işkence ve hatta katliamlara uğramış, her türlü hak ve özgürlükten mahrum bırakılmış, tüm varlıkları talan edilerek ellerinden alınmıştır. Neticede İslam coğrafyasının merkezinde bir avuç azınlık olarak ihdas edilen ve uluslararası hukuku, ahlakı, diğer inançların kutsallarını hiçe sayan İsrail, dünyanın egemen güçlerinin desteğini arkasına aldığından bu hukuksuz uygulamalarına yönelik ciddi bir uluslararası yaptırım ile de karşılaşmamıştır.
Kudüs, her ne zaman Müslümanların elinden çıksa acı ve ıstırabın odağı hâline gelmiştir. İşgal edildiği tarihten bu yana, bu topraklarda ve çevre coğrafyalarda huzur, gözyaşı ve kan hiçbir zaman eksik olmamıştır. Bugün yakılan, yıkılan, temelleri oyulan, çevresi boşaltılan ve sistematik saldırılar karşısında yok olma tehlikesini her geçen gün biraz daha derinden hisseden Mescid-i Aksa, emsali görülmemiş bir yıkım siyaseti ile baş başa bırakılmıştır.

Bu mübarek şehirde yaşayan Müslümanların acıları artarak devam etmekte, her geçen gün hayatlarına daha zor günler eklenmektedir. İsrail, Filistin topraklarında giderek artan bir şiddette insanlık suçu işlerken; insanlığı, vicdanı, ahlakı, uluslararası hukuku hiçe sayan gözü dönmüş bir anlayışla, Filistin halkına karşı tam bir vahşet uygulamaktadır. Dünyanın gözü önünde infazlar yapmakta, insanlık onurunu ayaklar altına alarak hak ihlallerinde bulunmaktadır. Civarında yaşayan Filistinli Müslümanların evleri yıkılmakta, iş yerleri kapatılmakta, tarım arazileri işgalciler tarafından yakılmaktadır.
Bunca zulmü ve işkenceyi yapan ve İslam coğrafyasını gözyaşı diyarı hâline getirenler, ümmetin parçalanmışlığından cesaret almaktadırlar. Müslümanların zayıf ve dağınık görünümleri sebebiyle savunmasız Filistin halkına yönelik uygulanan katliam, baskıcı politikalar ve ibadet özgürlüğünü engelleme girişimleri sürdürülmektedir. Ancak bilinmelidir ki vahşice gerçekleştirilen işgalin üzerinden yılların geçmiş olması, bu kutsal şehre işgalcilerin yerleştirilmesi ve yerleşenlerin sayısının her gün artması, hiçbir surette işgali meşrulaştırmayacaktır.

Ümmetin bir asra yakın zamandır, çiğnenen onurunu, viran olan yurdunu, dağılan vahdetini kurtarmak için bu zulme dur denilmelidir. İslam dünyası bir araya gelerek işgale engel olmalı, ümmetin kanayan yarasına merhem bulmalıdır. Kudüs, Müslümanlar olarak şahsiyetimizi, kimliğimizi sağlamlaştıran kadim bir köşe taşıdır. Müstesna zamanlarda yaşadıkları ve ihtiva ettiği mukaddesatı ile bizlere değerlerimizi anlatmaktadır. Şimdi bir hüzün yurdu olduğu kadar umut kıvılcımlarımızı güçlendiren diriliş mekânı olarak da bir amaca karşılık gelmektedir. İnanıyorum ki tevhid, adalet ve merhamet medeniyetinin temsilcileri olan müminler eliyle Kudüs yeniden “selam” yurdu olacaktır.

Prof. Dr. Ali Erbaş

Diyanet İşleri Başkanı