عَنْ عَلِيٍّ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) :“مِفْتَاحُ الصَّلاَةِ الطُّهُورُ، وَتَحْرِيمُهَا التَّكْبِيرُ، وَتَحْلِيلُهَا التَّسْلِيمُ.”
Hz. Ali'nin (ra) rivayet ettiğine göre, Allah Resûlü (sas) şöyle buyurmuştur:
“Namazın anahtarı temizliktir. Başlangıcı tekbir, bitimi ise selâmdır.”
(D61 Ebû Dâvûd, Tahâret, 31)
***
حَدَّثَنَا مَالِكٌ أَتَيْنَا إِلَى النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) وَنَحْنُ شَبَبَةٌ مُتَقَارِبُونَ، فَأَقَمْنَا عِنْدَهُ عِشْرِينَ يَوْمًا وَلَيْلَةً، وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) رَحِيمًا رَفِيقًا، فَلَمَّا ظَنَّ أَنَّا قَدِ اشْتَهَيْنَا أَهْلَنَا أَوْ قَدِ اشْتَقْنَا سَأَلَنَا عَمَّنْ تَرَكْنَا بَعْدَنَا فَأَخْبَرْنَاهُ قَالَ: “ارْجِعُوا إِلَى أَهْلِيكُمْ فَأَقِيمُوا فِيهِمْ وَعَلِّمُوهُمْ وَمُرُوهُمْ –وَذَكَرَ أَشْيَاءَ أَحْفَظُهَا أَوْ لاَ أَحْفَظُهَا– وَصَلُّوا كَمَا رَأَيْتُمُونِى أُصَلِّى، فَإِذَا حَضَرَتِ الصَّلاَةُ فَلْيُؤَذِّنْ لَكُمْ أَحَدُكُمْ وَلْيَؤُمَّكُمْ أَكْبَرُكُمْ.”
Mâlik (b. Huveyris) (ra) anlatıyor: Biz yaşça birbirine yakın bir grup gençle Hz. Peygamber'e (sas) geldik ve onun yanında yirmi gün kaldık. Allah Resûlü (sas) çok merhametli ve şefkatli idi. Ailelerimizi özlediğimizi ya da —dönmeyi— arzuladığımızı anlayınca geride kimleri bıraktığımızı sordu, biz de anlattık. Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Ailelerinizin yanına dönün. Onlarla ikamet edin. Onlara, (öğrendiklerinizi) öğretin ve onlardan (dinin gereklerini yapmalarını) isteyin. Benim nasıl namaz kıldığımı gördüyseniz siz de namazı öyle kılın. Namaz (vakti) geldiğinde içinizden biri sizin için ezan okusun. En büyüğünüz de size imam olsun.”
(B631 Buhârî, Ezân, 18)
***
عَنْ مُعَاوِيَةَ بْنِ الْحَكَمِ السُّلَمِيِّ قَالَ: قَالَ ﴿رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ)﴾: “إِنَّ هَذِهِ الصَّلاَةَ لاَ يَصْلُحُ فِيهَا شَيْءٌ مِنْ كَلاَمِ النَّاسِ، إِنَّمَا هُوَ التَّسْبِيحُ وَالتَّكْبِيرُ وَقِرَاءَةُ الْقُرْآن.”
Muâviye b. Hakem es-Sülemî'den (ra) rivayet edildiğine göre, (Allah Resûlü (sas)) şöyle buyurmuştur: “Bu namazda insan kelâmı konuşulmaz. Namaz ancak tesbih, tekbir ve Kur'an okumaktır.”
(M1199 Müslim, Mesâcid, 33)
***
عَنْ أَنَسٍ قَالَ: قَالَ النَّبِيُّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “إِنَّ أَحَدَكُمْ إِذَا صَلَّى يُنَاجِى رَبَّهُ…”
Enes (b. Mâlik)'ten (ra) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki sizden biri namaz kılarken (aslında) Rabbiyle özel olarak konuşmaktadır...”
(B413 Buhârî, Salât, 36)
***
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “أَقْرَبُ مَا يَكُونُ الْعَبْدُ مِنْ رَبِّهِ وَهُوَ سَاجِدٌ، فَأَكْثِرُوا الدُّعَاءَ.”
Ebû Hüreyre'den (ra) rivayet edildiğine göre, Allah Resûlü (sas) şöyle buyurmuştur: “Kulun Rabbine en yakın olduğu (an) secde hâlidir. Öyleyse (secdede iken) çokça dua ediniz.”
(M1083 Müslim, Salât, 215)
***
Peygamber Efendimiz (sas), bazı sahâbîleri ile birlikte mescitte otururken ensardan Hallâd b. Râfi' (ra) isimli sahâbî içeri girdi ve alelacele namaz kıldıktan sonra Hz. Peygamber'e (sas) yaklaşarak selâm verdi. Hallâd'ın (ra) namaz kılışını göz ucuyla takip eden Resûlullah (sas), onun selâmını aldıktan sonra, “Dön ve namazını yeniden kıl, çünkü sen namaz kılmış olmadın!” buyurdu. Bunun üzerine Hallâd (ra) namazını tekrar kıldı ve Hz. Peygamber'in yanına gelerek selâm verdi. Resûlullah (sas), selâmını aldıktan sonra yine, “Dön ve namazını yeniden kıl, çünkü sen namaz kılmış olmadın!” buyurdu. Bu durum üçüncü defa tekrar ettikten sonra Hallâd (ra), “Seni hak ile gönderen Allah'a (cc) yemin olsun ki, bundan daha güzel yapamıyorum. Bana (doğrusunu) öğretir misin?” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sas) usulüne uygun olarak kılınması gereken namazı şöyle tarif etti:
“Namaz kılacağın zaman (önce) tekbir getir. Sonra Kur'an'dan kolayına gelen yerlerden oku. Ardından rükûa git ve yeterli olduğuna kanaat getirinceye kadar bekle. Sonra tam olarak doğrul. Peşinden secdeye git ve yeterli olduğuna kanaat getirinceye kadar bekle. (Secdeden) kalktığında (belini) iyice doğrult ve yeterli olduğuna kanaat getirinceye kadar bekle. Sonra (tekrar) secdeye var ve yeterli olduğuna kanaat getirinceye kadar bekle. Sonra namazın tamamını bu şekilde kıl.”
Müslümanlar diğer ibadetleri olduğu gibi namaz kılmanın şeklini ve detaylarını da Hz. Peygamber'den (sas) öğreniyorlardı. Zaman zaman Medine'ye heyetler geliyor ve Hz. Peygamber'e (sas) sorular soruyorlardı. Peygamber Efendimiz (sas) onlara da aynı şekilde uygulamalı olarak nasıl ibadet edeceklerini anlatıyordu. Bu heyetler arasında Medine'ye gelen ve burada yirmi gün kalan bir gruba Peygamber Efendimiz (sas), “Ailelerinizin yanına dönün. Onlarla ikamet edin. Onlara (öğrendiklerinizi) öğretin ve onlardan (dinin gereklerini yapmalaraını) isteyin.Benim nasıl namaz kıldığımı gördüyseniz siz de namazı öyle kılın. Namaz (vakti) geldiğinde içinizden biri sizin için ezan okusun. En büyüğünüz de size imam olsun (namaz kıldırsın).” buyurmuştu. Dolayısıyla namaz, sahâbenin Hz. Peygamber'den (sas) görerek öğrendikleri bir ibadet idi.
Sevgili Peygamberimiz (sas), ashâbına namazın nasıl kılınacağını tarif ederken öncelikle temizliğin en iyi şekilde yapılması gerektiğine dikkat çekiyordu. Çünkü namazın tastamam olabilmesi, öncelikle abdestin güzel bir şekilde alınmasına bağlıydı. Bu hususu, “Abdesti bozulan kimsenin namazı, yeniden abdest almadıkça kabul olmaz.” ve “Allah (cc), abdestsiz namazı kabul etmez.” hadisleriyle açık bir şekilde ifade eden Peygamberimiz (sas), temizliğin namaz kılmak için bir ön şart olduğunu vurguluyordu.
Bu husus Kur'ân-ı Kerîm'de de dile getirilmişti: “Ey iman edenler! Siz sarhoş iken —ne söylediğinizi bilinceye kadar— cünüp iken de —yolcu olan müstesna— gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya bir yolculuk üzerinde bulunursanız yahut sizden biriniz abdest bozmaktan gelirse ya da eşlerinizle cinsel ilişkide bulunup da (bu durumlarda) su bulamamışsanız o zaman temiz bir toprakla teyemmüm edin: Yüzlerinizi ve ellerinizi (onunla) meshedin. Şüphesiz Allah (cc) çok affedici ve bağışlayıcıdır.” âyeti cünüp olan veya abdesti bozulmuş olan kimselerin bu hâlleriyle namaz kılamayacaklarını ifade etmekteydi.
Peygamber Efendimiz (sas) abdesti âdeta namazın anahtarına benzetiyor ve şöyle diyordu: “Namazın anahtarı temizliktir. Başlangıcı tekbir, bitimi ise selâmdır.” Bundan dolayı namaz kılacak kişinin öncelikle abdestini güzel bir şekilde alması, namaz kılacağı ortamın ve elbiselerinin temizliğini sağlaması namazın sıhhati açısından en önemli hususlardandır. Abdestini her vakit için yenilemesi ise ayrıca ecir ve sevaba vesiledir.
Namaz kılmak için maddî ve mânevî kirlerden arınan kişi, namazda Allah Teâlâ'nın (cc) huzuruna çıkacağını düşünerek, kılık kıyafetine çeki düzen verir ve kıbleye doğru yönelir. Kıble Kâbe'dir. Dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlar arasında birlik ve beraberliğin göstergesi olan Kâbe, aslında sembolik bir anlam ifade etmektedir. Burada asıl kastedilen, mekândan münezzeh olan Rabbe yönelmedir. Yüzünü kıbleye dönen kişi gönlünü de Rabbine çevirmiştir.
Yüzünü ve özünü Rabbine çeviren kişi hangi namazı kıldığının farkında olarak yani kılacağı namaz için niyet ederek tekbir alır ve ellerini kaldırır. “Allâhü ekber.” (Allah (cc) en büyüktür.)” diyerek Allah'ın (cc) varlığı, birliği, en yüce olduğu, O'ndan (cc) başka ilâh olamayacağı ve O'na (cc) ortak koşulamayacağı şuuru ile namaza başlar. Tekbir alırken ellerini kaldırarak dünyalık her şeyi elinin tersiyle iter ve Rabbi ile baş başa kalır.
Tekbir ile birlikte, namaza özel, bazı yasaklar da başlar. Peygamber Efendimiz (sas), tekbir ile başlayan yasakların selâm verinceye kadar devam ettiğini belirtir ve“Allah'a (cc) saygı ve bağlılık içinde namaz kılın.” âyeti gereğince namazdaki huşûu bozabilecek davranışları yasaklar. Bu bağlamda Peygamber Efendimiz (sas), namazda aksıran bir kimseye “yerhamükâllâh!” denilmesi üzerine, “Bu namazda insan kelâmı konuşulmaz. Namaz ancak tesbih, tekbir ve Kur'an okumaktır.” buyurarak namazda konuşulmasını, bazı sahâbîlerin namazda selâm vermeleri üzerine de selâmlaşmayı yasaklamıştır. Yine namazda, dikkati dağıtacak herhangi bir şey ile meşguliyeti, söz gelimi etrafındaki taşlarla oynamayı, etrafla ilgilenmeyi, meselâ, gökyüzüne bakınmayı, namaz bitiminde selâm verilirken, el ile selâm vermek gibi uygunsuz davranışlar sergilemeyi yasaklamıştır. Çünkü namaz, kulun yalnızca Rabbi ile meşgul olması gereken bir ibadettir. Namazda bu gibi davranışlarla meşgul olmak, namazdaki huşûun yok olmasına sebebiyet verir. Huşû ve ihlâs namazın esasıdır. Nitekim Resûlullah (sas), “Kul, namazında etrafıyla ilgilenmediği sürece, Allah (cc) kuluna yönelir. Kul, namazında etrafıyla ilgilenmeye başladığında, Allah (cc) da ondan yüz çevirir.” buyurmuştur.
Kurtuluşa ermek ancak namazı huşû ile kılarak mümkün olabilir. Allah'a (cc) duyulan derin bir saygıyla kılınmayan namazlar ise insana ağır gelir. Bu sebepledir ki Resûl-i Ekrem (sas) namazdaki huşûu bozacağı için resim gibi dikkati dağıtabilecek şeylere karşı namaz kılmak istememiştir. Sofra kurulmuş iken aç karnına, tuvalet ihtiyacı var iken, uykulu hâlde namaza durulmasını hoş görmemiştir. Ayrıca namaz kılanın önünden geçilmemesi için uyarıda bulunmuş ve namaz kılanın da önüne bir engel (sütre) koymasını tavsiye etmiştir.
Aynı şekilde Resûlullah'ın (sas) cemaatle kılınan namazlarda safların düzgün olmasını istemesi, imamın hareketlerine uyulmasını tavsiye etmesi, imamın yanılması durumunda dahi konuşmadan erkeklerin yalnızca “sübhânallâh” diyerek, hanımların ise el çırparak ona ikaz etmelerini söylemesi, Allah'a (cc) yöneliş ve yakarış hâli olan namazda arzu edilen ihlâs, dinginlik ve iç huzurunu yok edecek durumları engellemeye yöneliktir.
Namazda huşûun sağlanması için, kılınan namazların Rabbin rızasını kazanma dışındaki bütün düşünce ve arzulardan arınmış bir hâlde, sadece namaza odaklanarak, âdeta kılabileceği son namazmış gibi kılınması Peygamber Efendimiz (sas) tarafından ayrıca tavsiye edilmiştir. Nitekim bir kimse, Azrail'in (as), arkasında beklediğini ve namazı bitirince canını alacağını bilse o namazı özene bezene ta'dîl-i erkâna riayet ederek kılacaktır. İşte Peygamber Efendimiz (sas) de her namazın bir veda namazı gibi kılınmasını tavsiye etmekle, namazların korku ile ümit arasında, saygı ve hassasiyet içerisinde kılınmasını öğütlemiştir. Resûlullah (sas) böyle temizliğe riayet edip rükû ve secdelerinin hakkını vererek huşû içerisinde kılınmaya devam edilen farz namazların, büyük günahlar dışındaki günahların affına vesile olacağını müjdelemektedir.
Tekbir alıp namaza duran mümin ellerini bağlayarak Allah'ın (cc) huzurunda bir süre kıyamda (ayakta) durur. Kıyam, Allah'a (cc) karşı olan saygının bir ifadesidir. Rabbinin karşısında el pençe divan duran kul, dünyalık her şeyi bir kenara bıraktıktan sonra Rabbine münâcâta başlar ve “Sübhâneke” olarak bilinen, “Sen eksik sıfatlardan uzaksın Allah'm! (Seni daima böyle tenzih eder) ve sana hamdederim. Senin adın mübarektir. İzzet ve celâlin ne yücedir. Senden başka tanrı yoktur.” duası gibi Peygamber Efendimiz (sas) tarafından okunan duaları tercih eder. Duanın ardından istiâze ve besmele ile, Allah Teâlâ'ya (cc) dua ve münâcât mahiyetindeki Fâtiha sûresi ile kıraate başlar.
Kıraat, “Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun.” âyeti gereğince namazda Kur'an'dan bir bölüm okumaktır. Kıraatsiz namazın geçerli olmayacağını belirten Peygamber Efendimiz (sas), “Muhakkak ki sizden biri namaz kılarken (aslında) Rabbiyle özel olarak konuşmaktadır...” buyurarak aslında namazın kul ile Allah (cc) arasında bir konuşma olduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla namaz kılan kimsenin okuduğu dua ve sûrelerin anlamlarını öğrenmesi önemlidir. Anlamak, ancak sakin ve sade bir okuyuşla mümkün olacaktır. Nitekim Ümmü Seleme validemiz (ra), Peygamber Efendimizin (sas) namazdaki kıraati kendisine sorulunca, onun, Kur'ân-ı Kerîm'i her âyetin sonunda durarak ve tane tane okuduğunu söylemiştir.
Namazda kıraate Fâtiha sûresi ile başlanır. Nitekim Peygamber Efendimiz (sas), “Fâtiha'yı okumayanın namazı yoktur.” buyurarak Fâtiha sûresinin namazda mutlaka okunması gerektiğini vurgulamıştır.
Hz. Peygamber (sas) Fâtiha sûresinin sonundaki, “Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.” duasının ardından, “Duada istediklerimizi kabul eyle.” anlamındaki “âmîn” kelimesinin söylenmesini de tavsiye etmiştir. Kendisi de namazlarda Fâtiha'nın sonunda, ilk safta yer alan cemaatin duyacağı bir şekilde “âmîn” demiştir.
Peygamber Efendimizin (sas) bildirdiğine göre, Allah Teâlâ (cc), Fâtiha'yı kendi ile kulu arasında paylaştırmış, ilk bölümü kendisine ait kılmış, kulun isteklerini beyan ettiği ikinci bölümü ise kuluna tahsis etmiş ve buradaki dileklerinin ona verileceğini müjdelemiştir.
Fâtiha sûresi, namazda kişi ile Rabbi arasında bir konuşma niteliğindedir. Fâtiha'yı okuyan kişi öncelikle hamd ve senâ ederek Rabbi ile konuşmasına başlar:
Kul, “el-Hamdü lillâhi Rabbi'l-âlemîn. (Hamd (övgü), âlemlerin Rabbine mahsustur.)” dediğinde Allah Teâlâ (cc), “Bak, kulum bana hamd etti.” buyurur.
Kul, “er-Rahmâni'r-Rahîm. (O, Rahmân ve Rahîmdir.)” dediğinde, Allah (cc), “Kulum bana senâ eyledi (beni övdü, yüceltti, methetti.)” buyurur.
Kul, “Mâliki yevmi'd-dîn. (Hesap ve ceza gününün (âhiret gününün) sahibidir.)” dediğinde, “Kulum beni yüceltti.” buyurarak Fâtiha"nın bu ilk bölümünü okuyan kulunun kendisine hamd ü senâ eylemesi karşısındaki memnuniyetini ifade eder.
Fâtiha'nın ikinci bölümünde ise kul, isteklerini Rabbine arz eder:
Kul, “İyyâke na'büdü ve iyyâke nestaîn. (Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.)” dediğinde, Allah (cc), “Bu, kulum ile benim aramdadır. Kulum ne istiyorsa onundur.” buyurarak ibadetlerini kabul edeceğini ve kuluna yardım edeceğini belirtir.
Kul, “İhdina's-sırâta'l-müstakîm, sırâta'llezîne en'amte aleyhim ğayri'l-mağdûbi aleyhim ve le'd-dâllîn. (Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapmışlarınkine değil.)” dediğinde, Allah Teâlâ (cc), “İşte bu, kuluma aittir. Kulum ne istiyorsa onundur.” buyurarak kulunun kendisine yönelmesi karşısında onu taltif edeceğini bildirir.
Rabbine olan bu münâcâtının hemen bitmesini istemeyen Hz. Peygamber (sas), “En faziletli namaz hangisidir?” sorusuna, “Kıyamı uzun olan.” şeklinde cevap vermiş, kendisi de namazlarında kıyamı uzun tutmuştur. Bununla birlikte cemaatle kılınan namazlarda cemaat içindeki yaşlı ve güçsüzleri dikkate alarak imamların namazı fazla uzatmamalarını istemiş ve “Ben, uzatmayı arzu ederek namaza durduğumda, (cemaat içerisinde) bir çocuğun ağlamasını işitir, onun annesini rahatsız etmesini istemediğim için namazı kısa tutarım.” buyurarak bu husustaki hassasiyetini dile getirmiştir.
Namaz kılan kişi, kıyamdan sonra tekbir getirerek rükûa gider. Rükû, Allah'ın (cc) azameti ve celâli karşısında kulun âcizliğini ifade eder. Aczini idrak eden kul, Yüce Yaratıcısı (cc) huzurunda başka hiçbir varlığın önünde eğilmeyeceği şekilde eğilir. Allah Teâlâ (cc), “Namazı kılın, zekâtı verin. Rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin.” buyurarak müminlerden rükû etmelerini istemekte ve “Ey iman edenler! Rükû edin, secde edin, Rabbinize kulluk edin ve hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz.” buyurarak kurtuluşun namazla ilişkisini hatırlatmaktadır.
Rükûda Kur'ân-ı Kerîm'den âyetler okunmaz. Peygamberimiz, “Namaz ancak tesbih, tekbir ve Kur'an okumaktır.” buyurarak namaz ibadetini üç bölüme ayırmıştır. Namaza tekbirle başlanır, kıyamda Kur'an okunur, rükû ve secdede ise Allah Teâlâ (cc) tesbih edilir. Nitekim Peygamberimiz (sas), “O hâlde, O Yüce Rabbinin adını tesbih et (yücelt).” âyeti gereğince rükûda, “Sübhâne Rabbiye'l-azîm. (Ulu Rabbim, her türlü noksanlıklardan uzaktır.)” denilmesini tavsiye etmiştir.
Namaz kılan kişi rükûdan sonra, “Semi'allâhu limen hamideh.” (Allah kendisine hamd edeni işitti.) diyerek doğrulur. Fâtiha'da ettiği hamdi Rabbinin duyduğunu hatırlar ve tekrar, “Rabbenâ ve leke'l-hamd. ((Allah'ım! Sen) Rabbimiz(sin!) ve sana hamd olsun.)” diyerek Rabbini içten gelen bir saygı ve şükran duygusu ile över. Hamd, Rabbi kendisine ikram ve ihsanda bulunsa da bulunmasa da, kulun O'na (cc) büyük bir tazim ve hayranlıkla övgü ve şükranda bulunmasıdır. Bu övgü karşısında Allah Teâlâ (cc) kulunun hamdini duyar ve ona icabet eder.
Namaz boyunca defalarca hamd eden kişi, daha sonra tekbir alır ve secdeye kapanır. “Hadi Allah'a secde edip O'na kulluk edin.” âyeti gereğince Allah'ın önünde hürmet ile secdeye kapanmak kulluğun en güzel ifadesidir. Secde, Allah'a (cc) gösterilen saygı, itaat ve teslimiyetin en mükemmel şeklidir. Yaratan'ın (cc) yüceliğini samimiyetle kabul eden kişi, Rabbi karşısındaki âcizliğini itiraf etmiş ve kulluk şuuruna ermiş demektir. Bu anlamda secdede insan bedenen eğilirken, ruhen yücelir ve Rabbine yaklaşır.
Elleri, yüzü, dizleri ve ayakları yani yedi organıyla secde eden kul, secdede, “Yüce Rabbinin adını tesbih et.” âyeti gereğince, “Sübhâne Rabbiye'l-a'lâ. (Yüce Rabbim her türlü noksanlıklardan uzaktır.)” diyerek Allah'ı (cc) tesbih eder. Çünkü secde, kişiyi Rabbine yakınlaştıran bir vesiledir. Hz. Peygamber (sas), “Kulun Rabbine en yakın olduğu (an) secde hâlidir. Öyleyse (secdede iken) çokça dua ediniz.” tavsiyesinde bulunmuştur. Ayrıca Peygamberimiz (sas), Allah'ın (cc), secde eden kulunun derecesini yükselteceğini ve her secdeye karşılık işlediği bir hatayı da affedeceğini müjdelemektedir.
Secdeyi iki kez yapan kul, rekâtları tamamladıktan sonra namazın sonunda oturur. Ka'de-i ahîre denilen bu oturuş esnasında Peygamber Efendimizin (sas) yaptığı gibi sol ayağını yayıp sağ ayağını diker ve “Teşehhüd” veya “et-Tahiyyâtü” olarak bilinen şu duayı okur:
“Bütün yüceltmeler (tazim), övgüler ve dualar, bütün ibadetler Allah Teâlâ'ya (cc) mahsustur. Sana selâm olsun Ey Peygamber! Allah'ın rahmeti ve bereketi üzerine olsun. Selâm bize ve Allah'ın (cc) salih kulları üzerine olsun. Şahitlik ederim ki, Allah'tan başka tanrı yoktur ve şahitlik ederim ki, Muhammed, Allah'ın (cc) kulu ve Resûlü'dür.”
Peygamber Efendimiz (sas) bu duayı ashâbına sanki Kur'an'dan bir sûre öğretir gibi öğretmiş, namazda bu duanın okunmasını istemiş ve şehâdet getirirken de işaret parmağını kaldırmıştır. İşaret parmağını kaldırması, Allah'ın (cc) varlığına, birliğine ve Hz. Muhammed'in (sas) O'nun (cc) kulu ve elçisi olduğuna kalbi ve dili ile şahitlik ettiği gibi hâl ve hareketleri ile de tüm bedeninin şahitliğini simgelemektedir.
Tahiyyât duasını okuduktan sonra “Salli” ve “Bârik” dualarını okur. Nitekim Hz. Peygamber (sas), “Sizden biriniz namaz kılarken son oturuşa geldiğinde Allah'a (cc) hamd ve senâ (tahiyyât) ile başlasın. Ardından Peygamber'e (sas) salât ve selâm getirsin. Sonra da dilediği şekilde dua etsin.” buyurarak hamd ile başlanan namazın kendisine salavât getirilerek ve dua edilerek bitirilmesini tavsiye etmiştir. Peygamber Efendimizin (sas) bu tavsiyesi, Allah Teâlâ'nın (cc), “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber'e (sas) salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selâm edin.” emri gereğincedir. Peygamber Efendimiz (sas), Allah Teâlâ'nın (cc) bu emri üzere namazda kendisine salât ü selâm edilmesini istemektedir.
“Salavât” olarak da bilinen salât ü selâm getirme, Hz. Peygamber'i (sas) övme ve ona dua etmeyi ifade etmektedir. Nitekim söz konusu âyet indiği zaman Peygamberimizin (sas) kumandanlarından Beşîr b. Sa'd (ra) Peygamber Efendimize (sas), “Yâ Resûlallah! Allah (cc) bize, sana salât ve selâm etmemizi emretti. Sana nasıl selâm vereceğimizi biliyoruz. Ancak sana nasıl salât getireceğiz?” demiştir.
Hadisi rivayet eden, ensardan Ukbe b. Amr Ebû Mes'ûd (ra) şöyle demiştir: “Resûlullah (sas) o kadar sustu ki, içimizden, "Keşke bu soruyu sormasaydı..." dedik.” Uzun bir süre sessiz kaldıktan sonra Peygamber Efendimiz (sas), oradakilere namazlarda okuduğumuz “Salli” ve “Bârik” dualarını öğretmiştir:
“Allah'ım! Muhammed'e ve Muhammed'in ailesine salât (rahmet) et. Tıpkı İbrâhim"in ailesine salât (rahmet) ettiğin gibi... Kuşkusuz sen övgüye en lâyık ve şanı en yüce olansın.”
“Allah'ım! Muhammed'e ve Muhammed'in ailesine bereket ihsan et. Tıpkı İbrâhim'in ailesine bereket ihsan ettiğin gibi... Kuşkusuz sen övgüye en lâyık ve şanı en yüce olansın.”
Namaz kılan kişi, Peygamber Efendimize (sas) salât ve selâm getirdikten sonra kendisi, ailesi ve ümmet-i Muhammed için dua eder. Burada belli bir duanın yapılması şart değildir. Farklı dualar olabilir. Bilinen dualardan en yaygını Kur'ân-ı Kerîm'de de geçen ve “Rabbenâ” duası olarak adlandırılan şu iki duadır:
“Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru.”
“Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, ana-babamı ve inananları bağışla.”
Bu dualar dışında Peygamber Efendimizin (sas) gerek otururken gerekse namazın diğer rükünlerinde farklı farklı dualar ettiğine ilişkin hadisler de nakledilmektedir. Özellikle nafile namazlarda, Peygamberimizin (sas) içinde bulunduğu yer, zaman ve durumlara bağlı olarak çeşitli dua ve niyazlarda bulunduğu görülmektedir. Peygamber Efendimizin (sas) namaz içerisindeki dualarından bazıları şöyledir:
Peygamberimiz namaza başlarken tekbir aldıktan sonra şu duaları okumuştur:
“Yüzümü, hanîf (hakka yönelmiş) olarak gökleri ve yeri yaratan Allah'a (cc) döndürdüm. Ben müşriklerden (Allah'a (cc) ortak koşanlardan) değilim.Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamam da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah (cc) içindir. O'nun (cc) hiçbir ortağı yoktur. Ben böyle (söylemek ve yaşamakla) emrolundum ve ben Müslümanlardanım. Allah"ım! Sen gerçek hükümdarsın. Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü eksiklikten tenzih ederim. Sen benim Rabbimsin. Ben senin kulunum. Kendime zulmettim. Günahımı itiraf ediyorum. Günahlarımın tümünü bağışla, çünkü günahları ancak sen bağışlayabilirsin. Beni güzel ahlâka eriştir, senden başka güzel ahlâka yöneltecek yoktur. Kötü ahlâkı benden uzaklaştır, senden başka kötü ahlâkı uzaklaştıracak yoktur. Her türlü emrin başım gözüm üstüne. Varlığımı sana borçluyum, dönüşüm sanadır, sana güvenir, sana sığınırım. Senin azabından kurtuluş ve kaçış ancak senin rahmetine sığınmakla olur. Senden bağışlanmamı ister ve sana tevbe ederim.”
“Allah'ım! Doğu ile batı arasını uzaklaştırdığın gibi günahlarımla aramı uzaklaştır. Allah'ım! Beyaz elbiseyi kirden arındırdığın gibi beni de günahlardan arındır!”
Rükûda ise şu duayı etmiştir:
“Allah'ım sadece senin önünde eğilir, yalnızca sana iman eder ve teslim olurum. Sen Rabbimsin. Kulağım, gözüm, iliklerim ve kemiklerim âlemlerin Rabbi Allah'a (cc) derin saygı duyarlar...”
Rükûdan doğrulduğunda şöyle dua etmiştir:
“Allah'ım, Rabbimiz! Gökler, yer ve dilediğin şeyler dolusu kadar hamd sanadır.”
Secdede ise şu duayı etmiştir:
“Allah'ım! Sadece senin önünde eğilir, yalnızca sana iman eder ve sana teslim olurum. Sen Rabbimsin. Yüzüm, onu yaratan, ona göz ve kulak verene secde etti. Her şeyi en güzel şekliyle yaratan Allah (cc) ne mübarektir!”
Peygamber Efendimiz (sas) namazı bitireceği zaman ise şu duayı etmiştir:
“Allah'ım! Önceden işlediğim, gelecekte işleyeceğim, gizli yaptığım, açıkça işlediğim tüm günahlarımı bağışla. Benim ilâhım sensin, senden başka ilâh yoktur.”
Allah Resûlü (sas), nafile namazlarda uzun uzun dua etmesine karşın özellikle cemaatle kılınan farz namazlarda cemaati sıkmamak için dualarını kısa tutmuştur.
Namaz kılan kişi, son oturuşta duaları okuduktan sonra “es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâh! (Allah'ın selâmı ve rahmeti üzerinize olsun!)” şeklinde selâm vererek namazı bitirir. Selâm âdeta namaz ile bu dünyadan ayrılan kişinin tekrar dünyaya dönmesini simgeler. Topluluğun içine giren kimsenin etrafındakilere selâm verdiği gibi namazını bitiren kimse de sağına ve soluna selâm vererek Rabbi ile olan münâcâtını/konuşmasını bitirerek tekrar topluma karışır ve günlük işlerine devam eder. Namaz kılmanın kendisine verdiği huzuru ve Rabbine karşı görevini yerine getirmiş olmanın sevincini hisseder. Bunun tezahürleri olarak Rabbine karşı gösterdiği hürmet ve tevazu yüzüne yansır, çevresindekiler tarafından da görülür. Bu sebeple Yüce Allah (cc), “Muhammed (sas), Allah'ın (cc) elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûa varırken, secde ederken görürsün. Allah'tan (cc) lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir...” buyurmuştur.
Namaz kılan kişi selâmdan sonra oturur, “Allâhümme ente's-selâmü ve minke's-selâm tebârekte yâ ze'l-celâli ve'l-ikrâm. (Allah'ım! Selâmete eriştiren sensin, selâm/selâmet senden gelir, sen ne kadar yücesin ey celâl ve ikram sahibi!)” der. Daha sonra otuz üçer defa, “Sübhânallâh. (Allah (cc) her türlü eksikten uzaktır.)”, “el-Hamdü lillâh. (Hamd Allah'a (cc) mahsustur.)” ve “Allâhü ekber. (Allah (cc) en büyüktür.)” der. Bu tesbihlerin ardından, “Lâ ilâhe illâllâhu vahdehû lâ şerîke leh. Lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr. (Tek olan Allah'tan (cc) başka hiçbir ilâh yoktur. O'nun (cc) hiçbir ortağı da yoktur. Mülk O'nundur (cc), hamd O'na (cc) mahsustur. O her şeye kadirdir.)” der. Peygamberimiz (sas), her namazın arkasından bu tesbihleri okumanın, deniz köpükleri kadar çok olsa da, kişinin günahlarının silinmesine vesile olacağını müjdelemektedir.
Bu tesbihlerin fazileti hakkında şu hâdise anlatılmaktadır: Bazı fakir sahâbîler Peygamber Efendimize (sas) gelip, “Zenginler en yüksek dereceleri ve kalıcı nimeti (âhiret saadetini) kazandılar. Çünkü onlar bizim kıldığımız gibi namaz kılıyorlar, bizim oruç tuttuğumuz gibi oruç tutuyorlar. Dahası onların malları da var. Bu sayede haccediyorlar, umre yapıyorlar, cihad ediyorlar ve tasadduk ediyorlar.” dediler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sas), “Size öyle bir şey öğreteceğim ki, siz onu yaptığınız takdirde hem sizi geçenlere yetişeceksiniz. Hem de arkanızdan size hiç kimse yetişemeyecek. Bu sayede, benzerini yapanlar dışında, içinde bulunduğunuz cemaatin en hayırlıları olacaksınız. (Tavsiyem şudur:) Her namazdan sonra otuz üçer defa "sübhânallâh", "el-hamdü lillâh" ve "Allâhü ekber" deyiniz.” buyurmuştur.
Otuz üçer defa bu tesbihler yapıldıktan sonra Peygamber Efendimiz (sas) tarafından Âyetü'l-Kürsî olarak adlandırılan Bakara sûresinin 255. âyeti okunur. Peygamber Efendimiz (sas), “Farz namazın ardından Âyetü'l-Kürsî'yi okuyan kimse, sonraki namaza kadar Allah'ın (cc) himayesi altındadır.” ve “Her farz namazın ardından Âyetü'l-Kürsî okuyan kimsenin cennete girmesine tek engel (henüz) ölmemiş olmasıdır.” buyurarak namazlardan sonra Âyetü'l-Kürsî'nin okunmasını tavsiye etmiştir.
Namaz kılınırken dikkat edilmesi gereken en önemli hususlardan biri ta'dîl-i erkâna riayet etmek yani namazdaki rükünlerin hakkını vermektir. Peygamber Efendimiz (sas) namazın tarifinde secde, kıyam ve rükû gibi her bölümün eda edilmesini anlatırken, “(azalar) mutmain oluncaya kadar” ifadesini kullanarak ta'dîl-i erkâna vurgu yapmıştır. Mutmain olmak, hareketi net bir şekilde gerçekleştirip, her rükünde en az “sübhânallâh” diyecek kadar durmaktır. Peygamber Efendimiz (sas), “En kötü hırsızlık namazdan çalmadır.” buyurarak rükû ve secdelerin hakkını vermeyerek acele etmenin ne derece yanlış olduğunu dile getirmiştir. Çünkü namaz, dinin direği, Allah Teâlâ'yı (cc) anmanın, O'na (cc) karşı şükran duygularını ifade etmenin, yakarış ve niyazın en mükemmel şeklidir. Allah'a (cc) yakınlaşma vesilesi olan namaz, sahibini hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyan en güzel ibadettir.
Huzurunda durulan Yüce Yaratıcı'nın (cc) büyüklüğüne yaraşır bir saygı, samimiyet ve kulluk bilinciyle devamlı eda edilen namaz, Peygamber Efendimizin (sas) ifadesiyle kıyamet günü sahibi için bir aydınlık, bir delil ve kurtuluş vesilesi olacak ve namaz kılan âhirette cennet ile mükâfatlandırılacaktır.