Meryem DALĞIÇ
DİB Başkanlık Vaizi
İlyas (as) İsrailoğullarının soyundandır. Nesebi Musa’nın (as) kardeşi Hz. Harun’a dayanır. Harun’un (as) üçüncü kuşaktan torunu olan Hz. İlyas; uzun boylu, zayıf, iri başlı ve kıvırcık saçlıydı. Yedi yaşında iken Tevrat’ı ezberlediği rivayet edilir. O, ileride putperest kavme peygamber olarak gönderilecekti. Onları tevhit inancına davet edecek ve hayırla yâd edilecekti. Kur’an-ı Kerim’de ismi, iki defa İlyas (Enam, 6/85; Saffat, 37/123), bir kez de İlyasin (Saffat, 37/130.) şeklinde üç yerde zikredilir. Arapçaya İlyas şeklinde geçen isminin aslı İbranicede Eliyah veya Eliyahu idi. Hz. İlyas’ın, Kitabı-ı Mukaddes’te geçen büyük peygamberlerden İlyâ olduğu belirtilir. Zira Kur’an-ı Kerimde anılan İlyas da tıpkı peygamber İlyâ gibi Baal putperestliğiyle mücadele etmişti. (DİA, “İlyas”, XXII, 160.)
Allah’a verdikleri sözü unutmuşlardı
Hz. Musa ve kardeşi Harun (a.s.) peygamberden sonra İsrailoğulları, Tevrat’a sımsıkı sarılmamış, ona gerekli olan ihtimamı göstermemişlerdi. Kendilerine rehber olarak gönderilen Kitap’tan yüz çevirdikleri an, yoldan sapmışlardı. Ne zaman sırat-ı müstakimden ayrılsalar Allah Teâlâ, onlara tekrar elçiler göndermişti. Hz. Musa’nın ardından İsrailoğullarının başına geçen Yeşu (Yûşa) peygamber ve sonraki elçiler de İsrailoğulları’nı puta tapmama konusunda uyarmışlardı. Ancak İsrailoğulları, puta tapan başka milletlerle karşılaşmış ve onların etkisiyle de yaptıkları ibadete putperest unsurlar karıştırmışlardı. Böylece Allah’a verdikleri sözü unutup zamanla putlara tapmaya başlamışlardı. (DİA, “Putperestlik”, XXXIV, 366.) Oysa Kitab-ı Mukaddes’te Hz. Musa’ya verilen on emirden biri şöyleydi: “Benden başka tanrın olmayacak, kendine yukarıda gökyüzünde ya da yer altındaki sularda yaşayan herhangi bir canlıya benzer put yapmayacaksın. Putların önünde eğilmeyecek, onlara tapmayacaksın.” (Çıkış, 20/3-5.) Ne yazık ki! Put onların içlerinde yatan, üzeri bazen küllenen ama hiç sönmeyen bir ateş gibiydi. (Ahmet Lütfi Kazancı, Peygamberler Tarihi, Ensar Yayınları, 8. Baskı, 543.) Zira geçmişte Musa, (a.s.) onları Firavun’un zulmünden kurtardığında karşılaştıkları putperest kavme özenmişler ve Allah’ın elçisinden kendilerine bir put yapmasını istemişlerdi. (Araf, 7/138-140.) Yine Hz. Musa vahiy almak üzere Tûr’a çağrıldığı vakit, Sâmiri’nin yaptığı altın buzağıya tapmaya kalkışan da aynı millet değil miydi? (Taha, 20/88.) Dolayısıyla fırsat buldukları an Hakk’tan, hakikatten sapmak onların âdetiydi. Bu kez de Baal ismini verdikleri bir putu ilah edinmişlerdi.
Baal tapıcılığı, kadim Ugarit topraklarından güneye, Kenan bölgesini de içine alacak şekilde geniş bir coğrafyada yer alırdı. Baal, antik dillerde “efendi”, “sahip” ve “koca” anlamına gelirdi. Yontularak insan şekli verilmiş olan Baal putuna, bağlıları tarafından dağların ve tepelerin zirvelerine sunaklar yapılır, buralarda onun adına kurbanlar sunulurdu. O, Kenan ülkesinde bereket veren, yağmur yağdıran, toprağı verimli kılan, bir tanrı olarak kabul edilirdi. (Hakan Olgun, Ugarit Metinleri Çerçevesinde Baal Tapıcılığı ve İsrailoğulları’na Etkisi, Milel ve Nihal inanç, kültür ve mitoloji araştırmaları dergisi, c.11 sayı, 2, s. 10, 2014.) İsrail halkı, Mısır’dan çıkarılıp Filistin’e göç ettiğinde kabilelerden biri Baalbek’e yerleşmişti. Günümüzde Lübnan’ın Beka vadisinde yer alan tarihî şehir Baalbek’in, ismini Kenaniler’in baş tanrısı Baal’den aldığı rivayet edilir. Bu beldede halkının başında bulunan zalim kral, Baal ismini verdiği bir put yaptırmış halkını da ona tapmaya zorlamıştı. (DİA, “Ba‘lebek”, V, 9.) İsrailoğullarının Baalbek’e yerleşmeleri, onları Baal kültü ve ritüelleri ile tanıştırmış ve bu inançtan etkilenmeye başlamışlardı. Neticede Yeşu peygamberin vefatının ardından da Allah’a verdikleri sözü unutup kendisine dahi hayrı dokunmayan bir putu ilah edinmişlerdi.
Kavmini tevhit inancına davet etmişti
Yüce Allah, kullarının kendisini unuttuğu, Baal putperetsliğinin en yaygın olduğu dönemde onları uyarsın diye İlyas’ı (a.s.) bu millete peygamber olarak gönderdi. Allah’ın Elçisi, Baal putuna tapan Kral Ahab ve kavmini tevhit inancına davet etti. (Hayat Rehberi Kur’an, DİB Yayınları, s.434.) Onun ilahi daveti Kur’an-ı Kerim’de şöyle zikredildi: “Kuşkusuz İlyas da elçilerimizden biriydi. Kavmine, ‘(şirk ve günahtan) sakınmayacak mısınız? En güzel yaratanı, sizin de geçmişteki atalarınızın da Rabbi olan Allah’ı bırakıp Baal’e mi taparsınız?’ dedi.” (Saffat, 37/123-126.) Ancak kavmi hâlâ yontulan bir ağaç parçasının, şekil verilen bir taşın ya da eritilip dökülen bir maddenin ilah olamayacağına bir türlü inanmamıştı. Her şeylerini ona borçlu olduklarını zannediyorlardı. Oysa dikildiği yerden bir adım dahi ileri gidemeyen, hiçbir şeye gücü yetmeyen bir taş nasıl ilah olabilirdi ki? Buna mukabil İlyas (a.s.) onlara; kadiri mutlak, tek ve en güzel olan Yüce Yaradan’ı tanıttı. Allah Teâlâ’nın isimlerinden, sıfatlarından, hikmetlerinden bahsetti. Gece gündüz akli ve naklî delillerle putun, cansız bir varlık olduğunu anlattı. Tüm bu misaller ve uyarılar onların iman etmesine yetmedi. Elbette bununla yetinmediler, her inkârcı gibi onlar da peygamberlerini yalancılıkla itham ettiler. (Saffat, 37/127.)
Putperest kavme göre Baal, yağmur yağdıran bir bereket tanrısıydı. Onların inkâr ve isyanları neticesinde Cenâb-ı Hak da İlyas’a (a.s.) üç yıl yağmura hükmetme mucizesi verdi. Bu süre zarfında yağmur yağmayınca kuraklık ve kıtlık baş gösterdi. İlyas (a.s.) kavmine, “Eğer siz hak yolda iseniz putunuza dua edin size yağmur yağdırsın. Yağdırmazsa batıl yolda olduğunuzu kabul edin ve onu terk edin. Ben de üzerinizdeki belanın kaldırılması için Allah’a (cc) dua edeyim.” dedi. Ümitleri kesilinceye kadar yalvardılar, netice alamadılar. İlyas’a (a.s.) dönüp “Biz yanılmışız, buyur sen Rabbine dua et.” dediler. Allah’ın elçisi ellerini kaldırdı, rahmet yağdırması için Yüce Yaradan’a yalvardı. Nihayetinde yağmur yağdı, her şey yeniden canlandı. Baalbek’i tekrar bolluk ve bereket kapladı. Ancak sıkıntının ardından refaha kavuşan İsrailoğulları, yine sözünü tutmadı. (Taberi, Camiu’l-beyan, XXIII, 58-61; A. Lütfi Kazancı, Peygamberler Tarihi, 544.) İlahi çağrıya bir kez daha kör ve sağır kaldılar, putperestlikten ayrılmadılar. Bu yüzden onlar, mutlaka cehenneme konulacaklar arasında sayıldılar. (Saffat, 37/127.) Hz. İlyas, kavminin inkârına ve küfürdeki inadına çok üzüldü. Rabbine sığındı, başka bir diyara gitmek üzere milletinden ayrıldı. Böylece İlyas’tan (a.s.) yüz çeviren İsrailoğulları da hem dünyada hem de ahirette hüsrana uğradı.
Şirk en büyük günahtır
Şirk, Allah’a ortak koşmaktır. Allah’ın varlığına inanmakla birlikte O’nun tek olduğunu, kabul etmemektir. Allah katında şefaatçi olması ümidiyle Allah’tan başka varlıkları ilah edinmektir. (Yunus, 10/18.) Onlara dua ederek onlardan medet ummak, yardım istemektir. (Araf, 7/192-198.) Dolayısıyla tüm bunlar sadece Allah’a ait olan bir hakkı başka varlıklarda da görmeye teşebbüs etmektir. Bu yüzden Cenab-ı Hak, şirkin büyük bir zulüm ve haksızlık olduğunu beyan etmiştir. (Lokman, 31/13.) Peygamber Efendimiz (sas), “Seni yarattığı hâlde Allah’ın bir dengi olduğunu kabul etmek, Allah katında en büyük günahtır.” buyurmuştur. (Buhari, Tefsir, Furkan, 2.) Allah, kendisine ortak koşulmasını asla affetmeyecek (Nisa, 4/48.) ve şirk koşanların amellerini de boşa çıkaracaktır. (Enam, 6/88.) Nitekim Sevgili Peygamberimiz, (s.a.s.) bu şekilde bağışlanmadan ölenlerin cehenneme gireceğini ifade etmiştir. (Müslim, İman, 150; Hadislerle İslam c.1, s.636.) Ne kötü şeydir Allah’ı (cc) tanımamak, O’nu inkâr etmek! Şeytanı dost edinmek ve cehennem azabını hak etmek.
Peki, bu kadar apaçık delillere, gönderilen elçilere rağmen Âdemoğlu niçin kendisini yaratan, çeşitli nimetlerle donatan Rabbinden yüz çevirir? Fıtratında var olan yüce bir varlığa inanma duygusunu, hiçbir şey yaratmayan ve kendileri de yaratılmış olan putlarda arar! Şüphesiz putperestliğe meyletmenin pek çok sebebi vardır. Fakat en önemli sebep putperestlerin, Allah’ı şanına yaraşır biçimde tanıyamamalarıdır. (Enam, 6/91.) Bazıları ise peygamberlerini bulundukları konumdan farklı konumlara çekerek onlara başka fonksiyonlar yüklemiş ve tevhidi koruyamamıştır. Bir kısmı da tevhit inancını benimsemiş ancak zamanla düşünce tembelliğine kapılmıştır. Kâinatta meydana gelen olayların arkasındaki gerçek Yaradan’ı unutmuş, görünen tabiatı ve tabiat olaylarını kendi kendinin sebepleri kabul etmiştir. İnsanlar; korku, şüphecilik, kibir, inat ve taklidin yanı sıra servet, makam ve şöhret gibi dünya nimetlerini hayatın tek amacı hâline getirmiş, neticede şeytanın aldatıcı özendirmelerine kapılmaları da şirke düşmelerinin önemli sebepleri arasında yer almıştır. Şirk cehaletin, aczin ve tembelliğin eseri olup bir yönüyle insanın kendini aldatmasıdır. Elbette böyle bir aldanışla insan, kendi fıtratına ve benliğine yabancılaşmış ve boş kuruntular içinde tüm imkân ve potansiyelini israf etmiştir. (DİA, Şirk, XXXIX, 195-197.)
Allah’ın (c.c.) övgüsüne mazhar olan peygamber
Bütün peygamberler gibi Hz. İlyas (as) da Allah Teâlâ’nın kendisini seçtiği ve doğru yolu gösterdiği kulları arasında zikredildi. Tıpkı Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. Harun ve Hz. Muhammed (sas) gibi onun risalet vazifesi de kavminin putperest inançlarıyla mücadele etmekle geçti. Böylece İlyas peygamber kendisinden sonra gelen insanlar arasında hayırla, güzellikle ve övgüyle anıldı, ismi ebedîleşti. Cenab-ı Hak bu hususu Yüce Kitabında şöyle zikretti: “Onun hakkında, ‘İlyas’a selam olsun!’ ifadesini sonradan gelen nesiller arasında devam ettirdik. İşte iyileri biz böyle ödüllendiririz. Çünkü o bizim mümin kullarımızdandı.” (Saffat, 37/129-132.)
İlyas peygamberin duası
İlyas’ın (as) şöyle dua ettiği rivayet edilir: “Maşallah, maşallah, hayrı Allah’tan başka kimse getirmez. Maşallah, maşallah, Allah’tan başka kimse kötülüğü bertaraf edemez. Maşallah, maşallah, her ne nimet varsa Allah’tandır. Maşallah, maşallah, Allah’a tevekkül ettim, Allah bana yeter, o ne güzel vekildir.” (Hayat Rehberi Kur’an, DİB Yayınları, s.435.)
Sevgili Peygamberimiz de (s.a.s) bu hususta bizlere şöyle dua etmemizi tavsiye etmiştir. Hoşa giden bir şeyin görülmesi hâlinde “maşallah la kuvvete illa billah” (Allah’ın dilediği olur, bütün güç ve kudret O’na aittir.) denir. Sabah kalkıldığında veya akşam yatmadan önce de “Allah’ın dilediği olur, dilemediği olmaz.” şeklinde dua edilir. (Beyhaki, Şuabü’l-iman, IV, 90; Ebu Davud, Edeb, 101.)