Hadislerle İslam

Resim ve Heykel: Tapınmak İçin Değil

'Suret' ne demektir? 'Timsal' ne demektir? Resim ve suret yapmak caiz midir? Heykel yapmak caiz midir?

Abone Ol

Nadr b. Enes (ra) anlatıyor: “İbn Abbâs'ın (ra) yanında oturuyordum. Iraklı bir adam ona gelerek: "Ben şu resimleri yapıyorum, bu konuda ne dersin?" diye sordu. İbn Abbâs (ra), "Yaklaş, yaklaş!" dedi. Ben Muhammed'in (sas) şöyle buyurduğunu işittim:

"Kim dünyada (tapınmak üzere) bir resim yaparsa kıyamet günü kendisinden o yaptığı resme can vermesi istenir, fakat o, ona can veremez." ”

عَنِ النَّضْرِ بْنِ أَنَسٍ قَالَ: كُنْتُ جَالِسًا عِنْدَ ابْنِ عَبَّاسٍ أَتَاهُ رَجُلٌ مِنْ أَهْلِ الْعِرَاقِ فَقَالَ: إِنِّى أُصَوِّرُ هَذِهِ التَّصَاوِيرَ فَمَا تَقُولُ فِيهَا؟ فَقَالَ: ادْنُهْ ادْنُهْ، سَمِعْتُ مُحَمَّدًا (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) يَقُولُ: “مَنْ صَوَّرَ صُورَةً فِى الدُّنْيَا كُلِّفَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَنْ يَنْفُخَ فِيهَا الرُّوحَ وَلَيْسَ بِنَافِخِهِ.”

(N5360 Nesâî, Zînet, 113)

***

عَنْ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ:قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “إِنَّ أَشَدَّ النَّاسِ عَذَابًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ الْمُصَوِّرُونَ.”

Abdullah (b. Mes'ûd) (ra) tarafından nakledildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

“Kıyamet günü en çetin azaba uğrayacak olanlar, (tapınmak için) resim/heykel yapanlardır.”

(M5537 Müslim, Libâs ve zînet, 98; B5950 Buhârî, Libâs, 89)

***

عَنْ عِمْرَانَ بْنِ حِطَّانَ:أَنَّ عَائِشَةَ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) حَدَّثَتْهُ: أَنَّ النَّبِيَّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) لَمْ يَكُنْ يَتْرُكُ فِى بَيْتِهِ شَيْئًا فِيهِ تَصَالِيبُ، إِلاَّ نَقَضَهُ.

İmrân b. Hıttân'dan nakledildiğine göre, Hz. Âişe (ra) ona şöyle rivayet etmiştir:

“Peygamber (sas) kendi evinde, üzerinde haç resimleri bulunan hiçbir şeyi bırakmamış, onları yok etmiştir.”

(B5952 Buhârî, Libâs, 90)

***

عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “لاَ تَدْخُلُ الْمَلاَئِكَةُ بَيْتًا فِيهِ تَمَاثِيلُ أَوْ تَصَاوِيرُ.”

Ebû Hüreyre'nin (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

“İçinde heykeller veya suretler bulunan eve melekler girmez.”

(M5545 Müslim, Libâs ve zînet, 102)

***

عَنْ أَبِى زُرْعَةَ قَالَ: دَخَلْتُ مَعَ أَبِى هُرَيْرَةَ فِى دَارِ مَرْوَانَ فَرَأَى فِيهَا تَصَاوِيرَ، فَقَالَ:سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) يَقُولُ: “قَالَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ: وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ ذَهَبَ يَخْلُقُ خَلْقًا كَخَلْقِى؟ فَلْيَخْلُقُوا ذَرَّةً، أَوْ لِيَخْلُقُوا حَبَّةً، أَوْ لِيَخْلُقُوا شَعِيرَةً.”

Ebû Zür'a anlatıyor: “Ebû Hüreyre (ra) ile birlikte Mervân'ın evine girdim. Ebû Hüreyre (ra) evin içinde suretler görünce şöyle dedi: Resûlullah'ın (sas) şöyle buyurduğunu işittim:

"Yüce Allah (cc), "Benim yaratışım gibi yaratmaya kalkışanlardan daha zalim kim olabilir? Onlar, (güçleri yetiyorsa) bir karınca, bir buğday tanesi veya bir tek arpa yaratsınlar!" buyurdu."”

(M5543 Müslim, Libâs ve zînet, 101; B5953 Buhârî, Libâs, 90)

***

Saîd b. Ebu’l-Hasen, İbn Abbâs’ın (ra) yanında otururken Iraklı bir adamın telaşla çıkagelmesini şöyle anlatır: "Adam kapıdan girer girmez henüz soluklanmadan, "Ey İbn Abbâs! Ben geçimimi sırf el sanatından kazanan biriyim. Gördüğün şu resimleri yapar, bunların gelirleriyle geçinirim, ne dersin?" dedi. Bunun üzerine İbn Abbâs (ra), "Yanıma yaklaş da sana Resûlullah’tan (sas) işittiğim bir hadisi aktarayım." dedi ve ekledi:

"Her kim (tapınmak üzere) bir resim yaparsa, şüphesiz Allah (cc) o kimseye yaptığı resme can verinceye kadar azap edecektir. Halbuki o sureti resmeden kişi, yaptığı o resme ebediyen ruh üfleyip can veremeyecektir!" İbn Abbâs’ın (ra) naklettiği Peygamber sözü karşısında dehşete kapılan ressam, bu sözlerden her ressamın cehennemlik olduğunu anlayınca, nefes almada güçlük çekmeye başladı ve benzi sapsarı kesildi. Adamın hâlini gören İbn Abbâs (ra), "Yazık sana! Eğer mutlaka sanatını icra etmek zorunda isen, o zaman sana ağaçların ve benzeri ruhu olmayan şeylerin resmini yapmanı tavsiye ederim." dedi."

İslâm dini gelmiş olmasına rağmen putperestliğin Mekke toplumu üzerindeki izleri henüz tam olarak silinebilmiş değildi. Putperestlikten kalma alışkanlıklara zaman zaman rastlanıyordu. İslâm öncesi Arap yarımadasında ve kadim şirk toplumlarında resim ve heykel yapımı, sadece sanatsal bir etkinlik değil, aynı zamanda tapınmanın ya da dinî duygularla yönelişin bir aracı idi. Rahmet Peygamberi (sas), Müslümanlarda gördüğü olumsuz davranışların İslâm’a aykırı olduğunu kendilerine hatırlatıyor, zaman zaman onların davranışlarına yansıyan câhiliye inanışlarına işaret ediyor, onları doğruya yönlendiriyordu. Hz. Peygamber (sas), toplumsal dönüşümün eşiğindeki bir cemiyette, yeni sınırlar çiziyor, birtakım düzenlemeler yapıyordu. Yukarıdaki olayda geçtiği üzere, İslâm’ı seçmesine rağmen hâlâ sahip olduğu sanatıyla geçimini sağlamaya çalışan ressamlar ya da heykeltıraşlar konusunda da gerek Peygamber-i Zîşân (sas), gerekse İbn Abbâs (ra) gibi bazı güzide sahâbîler bazı uyarılarda bulunmuşlardı.

Aslında resim ve heykel yasağı İslâm’dan önceki bazı dinlerde de görülmektedir. Bilindiği gibi, Hz. İbrâhim’den (as) Hz. Musa’ya (as), Hz. İsa’ya (as) ve Hz. Peygamber’e (sas) kadar tevhid dinleri bazı varlıkları Allah’a (cc) eş ve benzer kabul eden tüm anlayışlarla amansız bir mücadele içinde olmuşlardı. Tevrat, her türlü suret ve resmi, "Ne yukarıda, ne gökte, ne yerde, ne yerin altında, ne de suda bulunanın resmini yap, ne onlara tap, ne de hizmet et! Çünkü ben, senin efendin ve tanrın, kıskanç bir tanrıyım." şeklinde kesin bir şekilde yasaklamış ve Yahudiler, bu yasağa uymuşlardı. Bu yasağın putlaştırma ve tapınma amaçlı suret ve resimlere yönelik olduğu, "Ne onlara tap, ne de hizmet et!" cümlesinden anlaşılmaktadır. Tevrat’ın yasakladığı resim ve suret yapımını, İncil de yasaklar. Çünkü bütün tevhid dinleri birbirini tasdik için gönderilmiştir. Ancak daha sonraları birçok kilisede önce resimler, sonra da Hz. İsa (as), Hz. Meryem (ra) ve azizlere ait ikonlar yer almaya başladı. Nitekim eşi Ümmü Seleme, Allah Resûlü’ne (sas) Habeşistan’da gördüğü Maria adındaki kiliseden ve duvarlarında gördüğü resimlerden bahsetmişti. Allah Resûlü (sas), "Onlar öyle bir millettir ki içlerinden iyi bir kul veya iyi bir adam öldüğünde mezarının üzerine bir tapınak inşa edip içini de bu tür resimlerle doldururlar. Onlar Allah (cc) katında yaratılmışların en şerlileridir." buyurmuştu.

‘Heykel’ anlamına gelen ’timsâl’ kelimesi, Kur’an’da, iki yerde ’temâsîl’ şeklinde çoğul olarak geçmektedir. Bu âyetlerden birinde Hz. İbrâhim’in (as), babasının ve kavminin tapındıkları heykellerden, diğerinde ise Hz. Süleyman’a (as) yapılan birtakım heykellerden bahsedilir. Bu ikinci âyette geçen timsâllerin anlamı ile ilgili olarak yapılan yorumlardan birine göre bunlar, meleklerin, peygamberlerin ve salih kişilerin heykelleri, diğerine göre de Hz. Süleyman’ın (as) tahtının ve basamaklarının üzerinde bulunan tavus ve doğan gibi kuşların suretleridir.

Tasvir ile ilgili âyetlerde kendisini ’el-Musavvir’ (Şekil veren) ismiyle vasfeden Yüce Allah (cc), insanlara daha ana rahimlerindeyken şekil verdiğini, insanı düzgün, dengeli ve ölçülü bir biçimde yarattığını ve ona çok güzel biçim verdiğini anlatmaktadır.

Kur’ân-ı Kerîm’de Tevrat’taki gibi resim ve heykeli yasaklayıcı açık bir ifade olmasa da câhiliye devrinin gelenek ve örfünde yer alan puta tapıcılık yerilmekte ve Allah’a (cc) şirke götürecek olan şeyler ve bu duruma düşenler kınanmaktadır. İlgili âyetlerden anlaşıldığına göre, Kur’an’da geçen ‘tasvir’ kelimesi Allah’ın (cc) yaratma ve biçimlendirmesini; ‘timsâl’ kelimesi ise heykeli ifade eder.

Girişte nakledilen rivayette olduğu gibi, kaynaklarımızda resim ve suret yapımını yasaklayan birçok hadis bulunmaktadır. Bir defasında müminlerin annesi Hz. Âişe (ra), üzerinde hayvan resimleri bulunan bir minder almıştı. Peygamber Efendimiz (sas) bunu görünce kapıda bekledi ve içeri girmedi. Hz. Âişe (ra), onun bakışlarından hoşnutsuzluğunu hissedince, "Ey Allah’ın Resûlü! Allah’tan (cc) ve senden bağışlanma dilerim, ne kusur işledim?" diye sordu. Hz. Peygamber (sas), "Şu minderin burada ne işi var?" buyurdu. Hz. Âişe (ra), "Onu, oturman ve yaslanman için satın almıştım." dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sas), "(Tapınmak için) Bu resimleri yapanlara kıyamet gününde azap edilir ve onlara, "Hadi bakalım, yaptığınız şu suretlere bir de can verin!" denilir." buyurdu.

Hz. Âişe’nin (ra) anlattığına göre, onun, evde astığı resimli bir perdeyi görünce Resûlullah’ın (sas) beti benzi atmış ve şöyle buyurmuştu: "Ey Âişe, kıyamet günü en çetin azaba uğrayacak kimseler, yaratma hususunda Allah’a benzemeye çalışanlardır!" Bunun üzerine Hz. Âişe (ra) da bu perdeyi kesmiş ve ondan bir veya iki yastık yapmıştı.

Yine Hz. Âişe (ra), üzerinde resim ve süslerin bulunduğu elbisesini duvara asmış, Peygamber-i Zîşân (sas) namaz kılarken gözü oraya ilişmesin diye onu oradan alıp uzaklaştırmasını istemiş, bunun üzerine Hz. Âişe (ra), o elbiseden yastıklar yapmıştı.

Bazı rivayetlerde, Cibrîl’in (as) Hz. Peygamber’in (sas) evine gelip de içeri girmeyişinin sebebi olarak, kapının örtüsünde birtakım insan resimleri olması ayrıca evde Peygamber’in (sas) torunlarına ait bir köpeğin bulunması zikredilmiştir. Cibrîl’in (as) uyarısı üzerine oradaki suret imha edilmiş, resimli örtüden iki minder yapılmış, köpek ise evden çıkartılmıştır.

Putperestliği ortadan kaldırmayı ve tevhidi yerleştirmeyi amaçlayan Allah Resûlü (sas), bilhassa mâbetlerde bulunan resim, heykel ve putlara karşı açık tavır koymuştu. Nitekim Mekke’nin fethinde, Bathâ’da bulunan Hz. Ömer’e (ra) Kâbe’ye gelmesini ve duvarlarda çizili bulunan bütün resimleri silmesini emretmiş; oradaki bütün resimler silininceye kadar Kâbe’ye girmemişti. İbn Abbâs’ın (ra) anlattığına göre ise Hz. Peygamber (sas), müşriklerin Kâbe’de yapmış oldukları resimleri görünce Kâbe’nin içine girmemiş, emredip o resimleri sildirmişti. Hz. Peygamber (sas), ellerinde ‘ezlâm’ denilen fal kalemleri ile resmedilen Hz. İbrâhim (as) ile Hz. İsmâil’i (as) görünce, "Allah (cc) bunları yapanları kahretsin! Allah’a (cc) yemin ederim ki bu iki peygamber hiçbir zaman böyle fal kalemleriyle rızık ve kısmet aramamışlardır." buyurmuştu.

Yine evlerde yer alan değişik kültürlere ait dinî motif, simge ve sembollere karşı Hz. Peygamber’in (sas) tutumu, tevhide vurgu yapmanın yanında, yeni bir kültürün inşasında bu işaretlerin rolünün ne derece büyük olduğunu kanıtlamaktadır. Hz. Peygamber’in (sas) kendi evinde, üzerinde haç resimleri bulunan hiçbir eşya bırakmadığını ifade eden rivayetler, yabancı dinî sembollerin özellikle bulundurulmaması gerektiğini göstermektedir. Resim yasağı, elbette haç şekillerini ihtiva eden eşyalara has değildir. Allah’ın (cc) yaratışını taklidi çağrıştıran ve tapınma amaçlı yapılan her türlü uygulama ve ürün bu yasağın kapsamındaydı.

Hadislerde geçen suret ya da timsâl kelimeleri, acaba Tevhid Peygamberi’nin (sas) gönderildiği toplumda nasıl anlaşılıyordu?

Sözlükte ‘suret’, ‘dış görünüş, biçim, şekil, resim, çehre’; ‘timsâl’ ise ‘heykel, simge ve sembol’ gibi anlamlara gelmektedir. Dilbilimciler, suretin çok boyutlu ve gölgeli olanına timsâl ya da heykel; boyutlu olmayıp sadece resmedilenine ise suret ya da resim demektedirler. Suret kelimesi, canlı ve cansız bütün şeyleri içine alırken, timsâl veya onun çoğulu olan temâsîl kelimesi, yalnızca ruh sahibi olan canlıları ifade etmek için kullanılır. Buna göre suret kelimesini, kendisine şekil verilmiş ve biçimlendirilmiş resim ve heykel olarak değerlendirmek de mümkündür. Hz. Peygamber (sas), tapınma amaçlı yapılan tasvirlerin evde bulundurulmasını sert bir dille yasaklamıştır: "İçinde heykeller veya suretler bulunan eve melekler girmez.", "En büyük azaba maruz kalacak kimseler suret (heykel) yapanlardır." "Dünyada suret yapanlara kıyamet günü azap edilecek, "Haydi, yaptıklarınıza can verin." denecek."

İslâm öncesi dönemde yaşayan Araplar da tek yaratıcı olan Allah’a (cc) inanmakla birlikte O’na, araya vasıtalar koyarak ulaşabileceklerini düşünüyor, bunun için de çoğu insan suretindeki çeşitli resim ve heykelleri aracı tanrı kabul ediyorlardı. İslâm, Allah’tan (cc) başka hiçbir yaratıcının ve mutlak güç sahibinin olmadığı (tevhid) fikrini esas aldığı için, insanları tevhid akidesinden uzaklaştıracak, şirke bulaştıracak her türlü tehlike karşısında çok temkinli davranmıştır. Hz. Peygamber’in (sas) canlı resimleri ve heykelleri konusunda gösterdiği hassasiyet de bu yüzden olsa gerektir. Ancak, sonraki dönemlerde şirke bulaşma tehlikesinin azalmasına paralel olarak İslâm âlimlerinin de bilhassa resim konusunda daha müsamahakâr davranmaya başladıkları görülmektedir.

Bu konudaki hadisler, şirkten yeni kurtulmuş bir toplumun tekrar eski inançlarına dönmelerini engellemeye yöneliktir. Resim yasağı konusunda İslâm âlimlerinin farklı değerlendirmeleri bulunmaktadır. İlgili hadislerde sözü edilen şiddetli azabın, Allah’ın (cc) yarattığı gibi yaratmaya kalkışan, bu hususta Allah (cc) ile yarışa girişen, tapınmak üzere put yapan, ibadet olunacağını bilerek yapan ve bunu helâl sayan ressamlara, heykeltıraşlara ait olduğunu şârihler açıklamışlardır. Aynı şekilde hadislerde geçen resim yasağının tapınmak maksadıyla resim yapmak olduğu şeklinde açıklamalar da yapılmıştır. Meşhur müfessir Taberî de bu hadisin tapınmak üzere yapılan suretlerle ilgili olduğunu söylemiştir.

İslâm’ın doğduğu coğrafyada neredeyse bütün resimler aynı zamanda put kabul ediliyordu. İslâm’ın resim ve heykele bakışına şekil veren en temel olgu, devrin anlayışında resim ve heykelin, tevhid inancıyla çelişmesiydi. Resûlullah’ın (sas) Hz. Ali’yi (ra) yüksek kabirleri yer seviyesine indirmek, evlerdeki resimleri de imha etmekle görevlendirmesi de bu durumla ilişkiliydi.

Resim ve heykele karşı ilk zamanlarda sergilenen bu tutum, Müslümanların ibadet yerleri, yapı bezeme ve tezyinatında, kitap süslemeleri ve onların resimlendirilmesinde, günlük hayatta kullandıkları eşyalarda, sanatsal zevklerini ve güzellik duygularını farklı bir tarzda ortaya koymalarına sebep olmuştur. Böylece, İslâm sanatı, Bizans, Roma ve Sâsânîlerin aksine figüratif ve natüralist bir sanat olmayıp soyut bir sanat hâline gelmiştir. Bu soyut sanat anlayışı kendisini hat sanatı olarak ifade etme şansını yakalamıştır. Şayet tasvir, cami ve mescitlerde hoş karşılanıp diğer birçok dinde olduğu gibi günlük hayatta fazlasıyla teşvik görmüş olsaydı o zaman, İslâm sanatı da Hıristiyan Bizans ve Roma ile Sâsânî sanatının taklitçisi olabilirdi. Sonsuzluğun kendisinde ifadesini bulduğu geometrik şekiller, hatâyîler, rûmîler, hatlar, ebrular, tezhipler, hilyeler ve minyatürler bugün olmayabilirdi. İşte İslâm dininin ibadet mahallerinde tasviri reddedip günlük kullanımda bazı kısıtlamalarla kabul etmesi, bunu yaparken de diğer dinlerin sembolleri durumundaki şekillere kesin tavır takınması, İslâm sanatının özgün bir sanat olmasını sağlamıştır.

İslâm’da Allah (cc) müteâldir, yani aşkındır, yüceler yücesidir. Hiçbir şey O’na (cc) benzemediği gibi, O (cc) da hiçbir şeye benzemez. Bundan dolayı İslâm sanatı daha çok soyut bir sanattır. Süsleme ve nakışlar, birlikte iç içe geçerek âdeta dile gelerek Allah’ın sonsuzluğunu resmederler. Çizimlerin hiçbirinin mekânı yoktur. Zamanın üstünde seyreder çizgilerin her biri. İslâmî tezyinatın baş unsuru sonsuzluğu ifade eden soyut ve sınırsız desenlerin tevhidi anlatmasında saklıdır. Süslemeler, insanın kalbini mâsivayla meşgul etmek yerine, mâsivayı yani Allah’tan (cc) başka her şeyi tecrit etmeye yöneliktir. İslâm sanatının sonsuz desenleri soyuttur. Soyut ve sonsuz desenlerin tevhide kapısı, bu desenlerin bir dalga hâlinde tekrarlanmasıyla açılır. Soyut ve sonsuz tekrarlamalar sayesinde kişileştirme son bulur. Buradan hareketle, İslâmî sanat anlayışı, giyim kuşam süsünden, evlerin, ibadet yerlerinin ve diğer sosyal hayat içerisinde bir yer işgal eden tüm mesken ve mekânların dekorasyon ve düzenlenmesine kadar her yerde kendisini hissettirir.