Rızık: Allah'tan Gelen Nimet
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ:أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ:
“يَدُ اللَّهِ مَلْأَى لاَ يَغِيضُهَا نَفَقَةٌ، سَحَّاءُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ.” وَقَالَ: “أَرَأَيْتُمْ مَا أَنْفَقَ مُنْذُ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ؟، فَإِنَّهُ لَمْ يَغِضْ مَا فِى يَدِهِ.” وَقَالَ: “عَرْشُهُ عَلَى الْمَاءِ وَبِيَدِهِ الْأُخْرَى الْمِيزَانُ يَخْفِضُ وَيَرْفَعُ.”
Ebû Hüreyre"den nakledildiğine göre,
Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Allah"ın eli doludur. Gece gündüz yaptığı cömertçe lütuflar, O"nun elindekileri tüketmez.”;“Gökleri ve yeri yarattığı günden beri neler verdiğini görmüyor musunuz? (Bütün bu verdikleri) Allah"ın elindeki hiçbir şeyi eksiltmemiştir.” Ve ekledi: “O"nun arşı, suyun üzerindedir. Diğer elinde de terazi vardır (âdildir). O, kimine az verir, kimine de çok verir.”
(B7411 Buhârî, Tevhîd, 19)
***
عَنْ حَبَّةَ وَسَوَاءٍ ابْنَىْ خَالِدٍ قَالا:َ دَخَلْنَا عَلَى النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) وَهُوَ يُعَالِجُ شَيْئًا فَأَعَنَّاهُ عَلَيْهِ. فَقَالَ: “لاَ تَيْأَسَا مِنَ الرِّزْقِ مَا تَهَزَّزَتْ رُءُوسُكُمَا. فَإِنَّ الإِنْسَانَ تَلِدُهُ أُمُّهُ أَحْمَرَ لَيْسَ عَلَيْهِ قِشْرٌ. ثُمَّ يَرْزُقُهُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ.”
Hâlid (el-Esedî)"nin oğulları Habbe ve Sevâ" anlatıyor: Hz. Peygamber (sav) bir şeyi tamir etmekle meşgul iken yanına gittik ve ona yardım ettik. O da bize şöyle dedi: “Başlarınız hareket ettiği (yaşadığınız) sürece rızık konusunda ümitsizliğe düşmeyin. Annesi insanı, kıpkırmızı ve çıplak olarak doğurur. Sonra Yüce Allah onun rızkını verir.”
(İM4165 İbn Mâce, Zühd, 14)
***
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ:قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “انْظُرُوا إِلَى مَنْ هُوَ أَسْفَلَ مِنْكُمْ، وَلاَ تَنْظُرُوا إِلَى مَنْ هُوَ فَوْقَكُمْ. فَهُوَ أَجْدَرُ أَنْ لاَ تَزْدَرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ.”
Ebû Hüreyre"nin naklettiğine göre, Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur: “Sizden aşağıda olanlara bakın; yukarıda olanlara bakmayın. Bu, Allah"ın (size verdiği) nimetleri küçümsememeniz bakımından daha uygun olur.”
(M7430 Müslim, Zühd, 9)
***
عَنِ الْمِقْدَامِ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) عَنْ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “مَا أَكَلَ أَحَدٌ طَعَامًا قَطُّ خَيْرًا مِنْ أَنْ يَأْكُلَ مِنْ عَمَلِ يَدِهِ...”
Mikdâm"dan (ra) rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Kesinlikle hiç kimse kendi el emeğinden daha hayırlı bir yemek yememiştir...”
(B2072 Buhârî, Büyû", 15)
***
عَنْ جَابِرٍ عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ:
“مَنْ أُبْلِيَ بَلاَءً فَذَكَرَهُ فَقَدْ شَكَرَهُ وَإِنْ كَتَمَهُ فَقَدْ كَفَرَهُ.”
Câbir (b. Abdullah)"ın naklettiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Kime bir nimet verilir ve o da o nimeti dile getirirse, onun şükrünü yerine getirmiş olur. Eğer onu gizlerse, nimete nankörlük etmiş olur.”
(D4814 Ebû Dâvûd, Edeb 11)
***
عَنْ عَمْرِو بْنِ شُعَيْبٍ عَنْ أَبِيهِ عَنْ جَدِّهِ قَالَ:قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) :
“إِنَّ اللَّهَ يُحِبَّ أَنْ يُرَى أَثَرُ نِعْمَتِهِ عَلَى عَبْدِهِ.”
Amr b. Şuayb"ın, babası aracılığıyla dedesinden naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah, nimetinin eserinin kulunun üzerinde görülmesini sever.”
(T2819 Tirmizî, Edeb, 54; HM20176 İbn Hanbel, IV, 438)
***
Abdullah b. Ömer, babası Hz. Ömer ile Sevgili Peygamberimiz"i (sav) buluşturan hatıralarından birisini şöyle anlatır:
Allah"ın Elçisi (sav) bir gün Ömer"in (ra) üzerinde beyaz bir elbise görür. “Bunu yeni mi aldın, yoksa yıkandı mı?” diye sorar. “Yok” der Ömer (ra), “Yıkandı da ondan böyle görünüyor yâ Resûlallah.” Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz (sav) şöyle dilekte bulunur: “Yeni elbiseler giyesin, hamdederek yaşayasın ve şehit olarak ölesin. Ve Allah seni dünyada ve âhirette göz aydınlığı ile rızıklandırsın.”
İnsanı en güzel şekilde yaratan Yüce Allah, ona duyması için kulaklar, görmesi için gözler ve bir de kalp vermiştir. Hayatı boyunca ihtiyaç duyduğu maddî ve mânevî her şeyi onun hizmetine sunmuş ve dünyayı onu hoşnut edecek türlü nimetlerle donatmıştır. Yeryüzünü onun için bir yerleşme yeri, gökyüzünü de sağlam bir kubbe yapmıştır. “Güneş” diye isimlendirilen alev alev yanan bir kandille dünyayı aydınlatıp ısıtmıştır. Yeryüzünü dengede tutması için heybetli dağlar yerleştirmiş, bu dağları çeşitli renklerle süslemiş ve içlerine değerli madenler gizlemiştir. Doğal güzelliklerinin yanı sıra yön bulmayı sağlayan nehirler, yollar, yıldızlar ve daha nice işaretler var etmiştir. Güneş, ay ve yıldızlarla beraber gece ile gündüzü de insanın hizmetine vermiştir. Öyle ki gece, uyuyan insan için bir örtü olmuş, gündüz vakti ise çalışmaya ayrılmıştır. Kiminin suyu tatlı kimininki de tuzlu ve acı olan denizleri de insan için yaratmıştır. Bu denizlerin içinde hem yemek için taze et, hem de süs eşyası olarak kullanılacak inci ve mercan bulunur. Üzerlerindeki suları yara yara giden dağlar misali yüksek gemiler ise insana ulaşım imkânı sunar. Ve Rahmân olan Allah hayat kaynağı olan suyu indirmiştir, belirli bir ölçüyle. Gökten gelen bu rahmet, insanlar ve hayvanlara içecek olur. Ölü toprağa can vererek aşılayıcı rüzgârın da yardımıyla bin bir türlü ekin bitirir. Üzüm bağları, sebzeler, zeytin ve hurma ağaçları, iri ve sık ağaçlı bahçeler, meyveler, çayırlar... Ve insanlarla hayvanların yiyeceği daha pek çok şey hayat bulur toprakta.
Sıcaktan koruyan gölgeler ve elbiseler, savaşta giyilen giysiler ve dağlardaki barınaklar da Rahmân"ın kullarına hediyesidir. O, huzur ve dinlenme mekânı olan evleri; tüyünden, yününden, kıllarından, etinden ve sütünden yararlanmak üzere hayvanları yaratmıştır. İnsanın bakmaktan zevk aldığı bu hayvanlar, aynı zamanda onun taşımaya güç yetiremeyeceği yükleri çok uzaklara götüren birer yardımcıdır. Allah"ın bahşettiği atlar, katırlar ve merkepler ise, bazen insanlar için binek, bazense yeryüzünü süsleyen birer ziynettir.
İnsana sağlanan bütün bu imkânlar “nimet” olarak adlandırılır. Ancak sadece bunlar değildir nimet. Kişinin hayat arkadaşı olan eşi, yaşamına anlam kazandıran ve neşe katan çocuklarıyla torunları da ilâhî nimetlerdendir. Bebekken aldığı ilk nefesinden başlayıp, yemeyi öğrendiğinde ağzına koyduğu ilk lokmaya, yürümeyi öğrendiğinde attığı ilk adıma, konuşmayı öğrendiğinde söylediği ilk kelimeye kadar insana sunulan her güzelliğin adıdır nimet. Bazen bir bilgi olur nimet; kişiyi doğruya götüren. Bazen bir sevgi olur nimet; insanları birbirine bağlayan. Bazen bir namaz olur, kulu Rabbine yaklaştıran. Farkına varamasak da sağlık ve boş vakit de nimettir bizim için. Kısacası nimet, Allah"ın kuluna maddî ve mânevî her türlü yardımıdır. Nimet maddî ve somut şeyler olabileceği gibi, mânevî ve ilâhî de olabilir. Nimet bazen darda kalan müminlerin gönlüne doğan huzur ve güven duygusu, bazen de onları destekleyen melek ordusudur.
Sadece insanların değil, yeryüzündeki tüm canlıların rızkı Rezzâk olan Allah"a aittir. O sadece inananlara değil, kendisini inkâr edenlere, hatta kendisine iftira edenlere de bol bol rızık verir. Peygamberimiz, Rahmân"ın bu özelliğini şöyle dile getirmiştir: “Duyduğu incitici sözlere karşı Allah"tan daha sabırlı davranabilen kimse yoktur. O"na ortak koşarlar, çocuğu olduğunu söylerler. Ama Allah onlara afiyet vermeye ve onları rızıklandırmaya devam eder.” Ve ne kadar harcasa da O"nun hazinesi asla tükenmez. Resûlullah bunu bir benzetmeyle insanlığa şöyle açıklamıştır: “Allah"ın eli doludur. Gece gündüz yaptığı cömertçe lütuflar, O"nun elindekileri tüketmez.Gökleri ve yeri yarattığı günden beri neler verdiğini görmüyor musunuz? (Bütün bu verdikleri) Allah"ın elindeki hiçbir şeyi eksiltmemiştir.” ; “O"nun arşı, suyun üzerindedir. Diğer elinde de terazi vardır (âdildir). O, kimine az verir, kimine de çok verir.” Kur"ân-ı Kerîm ise, şu âyetle işaret etmiştir Rahmân"ın nimetlerinin sonsuzluğuna:“O size istediğiniz her şeyden verdi. Allah"ın nimetlerini saymaya kalkışsanız sayamazsınız.” Ancak insan için en önemli nimet, doğruyu görmesi, Hakk"a yönelmesi, hidayete ermesi, Allah"a imanla tatmin olmasıdır. Allah"ın rızasını kazanarak cennetine girmesidir ki, orada tasavvurların çok ötesinde, eşsiz güzellikte nice nimetler kendisini beklemektedir.
“Rızık”, nimete göre daha özeldir. Dünya üzerine serpiştirilmiş bulunan nimetlerden kişinin payına düşendir. Bireyin çalışıp elde ettiği, giyip eskittiği, boğazından geçip istifade ettiğidir rızık. Allah"ın kişiye özel olarak sunduğu her türlü nimettir. Kur"ân-ı Kerîm"in pek çok âyetinde rızkın sahibinin kendisi olduğunu vurgulayan Allah Teâlâ, geçim kaygısından dolayı çocuklarını öldüren câhiliye Araplarına şöyle seslenmiştir: “Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de biz rızıklandırıyoruz...”, “Başlarınız hareket ettiği (yaşadığınız) sürece rızık konusunda ümitsizliğe düşmeyin. Çünkü şüphesiz annesi insanı, kıpkırmızı ve çıplak olarak doğurur. Sonra Yüce Allah ona rızık verir.” diyen Resûlullah da rızkı verenin Allah olduğuna dikkatleri çekerek, inananlara bu konuda endişe etmemeleri gerektiğini bildirmiştir. Ayrıca Peygamber Efendimiz adalet terazisinin Rahmân"ın elinde olduğunu, böylece yarattığı nimetlerden herkesin alacağı payı da yine O"nun belirlediğini ifade etmiştir. Nitekim, “Allah dilediğine rızkı bol verir; dilediğine de kısar.” diyen Yüce Allah, “Dünya hayatındaki rızıklarını/maişetlerini aralarında biz paylaştırdık.” buyurarak, dünya nimetlerini kulları arasında kendisinin bölüştürdüğünü açıkça kaydetmiş, bu nedenleâyetlerinde, inananların başkalarına verilen nimetlere göz dikmemeleri gerektiğini bildirmiştir: “Allah"ın, sayesinde kiminizi kiminize üstün kıldığı şeyleri arzu edip durmayın. Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır; kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır. Allah"tan, onun lütfunu isteyin. Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” Ve onları kendileri için daha hayırlı ve kalıcı olan âhiret rızkının peşine düşmeye çağırmıştır. Hz. Peygamber de inananlara, daha iyi durumda olanlara bakıp hayıflanmak yerine, daha muhtaç olanlara bakıp eldeki nimetin değerini bilmenin daha yerinde olacağını şöyle ifade etmiştir: “Sizden aşağıda olanlara bakın; yukarıda olanlara bakmayın. Bu, Allah"ın (size verdiği) nimetleri küçümsememeniz bakımından daha uygun olur.”
Rızkı verenin ve dağıtanın yalnızca Allah olduğuna inanan mümin, başkasının sahip olduğu nimetlerden dolayı kıskançlık duymaz ve başkasına verilen faziletler sebebiyle mutsuz olmaz. Yeryüzündeki nimetlerden bolca yararlanmak ve rızkı olabildiğince çok elde etmek için yapması gereken tek şeyin Allah"ın helâl kıldığı yollarda çalışmak ve sonra da tevekkül etmek olduğunu bilir. Çünkü, “Rızkı Allah"ın yanında arayın, O"na kulluk edin ve O"na şükredin.” diyen Yüce Yaratan, inananları nimetlerinden faydalanmaya çağırmış ve onlara cuma namazı gibi özel bir ibadetin hemen sonrasında bile yeryüzüne dağılarak rızık aramalarını tavsiye etmiştir. Ancak yarattığı şeylerden helâl ve temiz olanlarının tüketilmesi gerektiği konusunda da onları uyarmış, kendisine karşı gelmekten sakınan ve sınırlarına saygı duyan kimseyihiç ummadığı yerden rızıklandıracağını ve tevekkül edene bu rızkın yeteceğini ilân etmiştir. Allah"ın Resûlü (sav) de bu durumu kuşların durumuna benzetmiş ve şöyle buyurmuştur: “Eğer siz Allah"a gerçekten güvenip tevekkül edebilseydiniz, kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de mutlaka rızıklandırırdı: Kuşlar sabah karınları açlıktan çökmüş olarak yuvalarından çıkarlar, akşam karınları doyup şişmiş olarak evlerine dönerler.”
Resûlullah, “Kesinlikle hiç kimse kendi el emeğinden daha hayırlı bir yemek yememiştir.” buyurarakhelâl lokmanın önemine vurgu yapmıştır. Zira rızkı veren Allah"tır, ancak rızık kazanmak için çaba sarf edecek olan insandır ve insanın bu çabası helâl yollardan olmalıdır. Ayrıca Resûlullah, birtakım güzel davranışları yerine getiren müminin rızkının bereketleneceğini bildirmiştir. Örneğin akrabalık ilişkilerine önem vermenin kişinin rızkını bollaştıracağını söylemiş, günahlara tevbe etmenin ise, insanın yepyeni ve umulmadık rızıklara kavuşmasına vesile olacağını haber vermiştir: “Allah, istiğfara devam eden kimsenin her sıkıntısı için bir çıkış yolu ve her kederi için bir ferahlık sağlar. Onu hiç beklemediği yerden rızıklandırır.” Nitekim âlemlerin Rabbi kendi koyduğu sınırlara uygun şekilde elde edilen rızkın daha hayırlı olduğunu ifade etmiştir.
Nimet veya rızık, adı ne olursa olsun, Allah"ın verdiği her şey, kuluna yaptığı bir iyiliktir. Dolayısıyla kulun hayatında bu iyiliğin bir karşılığı olmalıdır. Kur"ân-ı Kerîm"in diliyle, “İyiliğin karşılığı iyilikten başka ne olabilir?” Bu, âyetin yer aldığı sûrede Rahmân olan Allah ısrarla şu soruyu yöneltir kullarına: “O hâlde, Rabbinizin nimetlerinden hangilerini yalanlayabilirsiniz?” Çünkü nimet gören kulun şükretmesi ve elindeki nimetin hakkını vermesi beklenir. Rahata erince kendisini rahata kavuşturanı unutup, gelişi güzel yaşamak veya yağan rahmetin sahibi olan Allah"a yönelmemek nimetin kadrini bilmemektir. Hâlbuki, “Göklerde ve yerde ne varsa hepsini Allah"ın sizin hizmetinize verdiğini ve açıkça yahut gizlice üzerinizdeki nimetlerini tamamladığını görmediniz mi?” buyuran Yüce Yaratan, müminler için bir hayat rehberi kıldığı kitabında kulları için bahşettiği sayısız nimetlerden örnekler vererek insanların bunlar üzerinde düşünmesini, bunlardan ibret alarak kendisine şükretmesini istemiştir. Rabbimiz şu ilâhî kurala göre davranacağını kullarına müjdelemiştir: “Eğer şükrederseniz size verdiğim nimetleri mutlaka artırırım. Ama nankörlük ederseniz, bilin ki, azabım gerçekten çok çetindir.” Dolayısıyla mümin, her biri ayrı bir nimet olan Rabbinin âyetlerine, O"nun yarattığı canlı-cansız her tür varlığa yöneltmelidir ilgisini: “Nice canlılar vardır ki, rızıklarını taşımazlar (yiyecek biriktirmezler). Onları da sizi de Allah rızıklandırır. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” İnsan, boyunun kaç katı erzakı itekleye sürükleye yuvasına götüren karıncaları gözünün önüne getirmelidir. Suyun derinliklerinde güle oynaya beslenen balıkların yaşayışlarını tefekkür etmelidir. Dünyanın nasıl ahenkli bir düzenle işlediğini ve yaratılmışların nasıl dengeli bir hayat sürdüğünü idrak etmelidir. Bu muhteşem sahneleri düşünerek Yüce Yaratıcı"yı tanımak ve eldeki imkânları, sahip olunan bütün malı mülkü ihsan edenin O olduğunu bilmek, “nimetlere teşekkür edip gereğini yapma” ahlâkını bireye kazandırır ki, bu kazanım da ayrı bir nimettir. “Kime bir nimet verilir ve o da nimeti dile getirirse, şükrünü yerine getirmiş olur. Eğer onu gizlerse, nimete nankörlük etmiş olur.” diyen Sevgili Peygamberimiz, nimeti anmanın gereğine işaret etmiş ve “Allah, nimetinin eserinin kulunun üzerinde görülmesini sever.” buyurmuştur. Nitekim Resûl-i Ekrem eskimiş elbiselerle yanına gelen bir kişiye malı mülkü olup olmadığını sormuş, maddî durumu oldukça iyi olan Mâlik b. Nadle isimli bu zâtın develeri, koyunları, atları ve köleleri olduğunu söylemesi üzerine ona şu tavsiyede bulunmuştur: “Allah sana bir mal verdiği zaman O"nun nimetinin ve ikramının izleri üzerinde görülsün.”
Hz. İbrâhim"in şu duası Allah"ın verdiği nimetlerin farkında olarak yaşamanın güzel bir örneğidir: “O, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. O, beni yediren ve içirendir. Hastalandığımda da bana şifayı O verir. O, benim canımı alacak ve sonra diriltecek olandır. O, hesap gününde, hatalarımı bağışlayacağını umduğumdur. Rabbim! Bana hikmet ver ve beni salihlerin arasına kat!” Kur"ân-ı Kerîm, buna benzer pek çok duayla, Rabbinin nimetini anan ve bunlara şükreden peygamberlerin kıssalarına yer verir. Allah Teâlâ da peygamberlerin üstün vasıflarını sıralarken onların “şükreden bir kul” olduklarını özellikle dile getirmiştir. Hz. Peygamber"i resûl olarak seçtikten kısa bir süre sonra,“O, seni yetim bulup barındırmadı mı? Seni yolunu kaybetmiş olarak bulup da doğru yola iletmedi mi? Seni ihtiyaç içinde bulup da zengin etmedi mi? âyetleriyle kendisine verdiği nimetleri hatırlatan Yüce Allah, devamında indirdiği âyetlerle onun bu nimetlerin gereğini yaparak yaşamasını öğütlemiş ve kendisine sunulan bu ikramları dile getirmesi gerektiğini bildirmiştir: “Öyleyse sakın yetimi ezme! El açıp isteyeni de sakın azarlama.
Rabbinin nimetini de an.” Sevgili Peygamberimiz (sav) de, bu emir doğrultusunda, hep o cömert Yaratıcı"yı ve ikramlarını anarak yaşamış, O"nun verdiği nimetlere duyduğu minnettarlıkla, gece gündüz Rabbine yönelmiştir. Geçmiş ve gelecek tüm günahlarının bağışlanmış olduğunu bilmesine rağmen niçin sabahlara kadar ibadetle meşgul olduğunu soran Hz. Âişe"ye de, “Şükreden bir kul olmayayım mı?” cevabını vermiştir.
Ashâb-ı kirâm, Rabbimizin nimetleri karşısında nasıl bir tavır takınacaklarını Allah Resûlü"nden öğrenmişlerdir. Peygamberimiz (sav) onlara, sadece kendi hayatlarına özgü nimetlerin değil, Allah"ın dünya üzerindeki bütün ikramlarının farkında olabilmeyi ve O"nun yaptığı bütün iyiliklere yeterli bir kulluk bilinciyle karşılık verebilmeyi öğretmiştir. Sağlığın, mutluluğun, sevginin, zenginliğin, kısaca her türlü olumlu durum ve gelişmenin kaynağının Allah olduğunu idrak edebilmeyi göstermiştir. Kendisini sevindiren bir olay olduğunda hemen Rabbine secde eden Resûl-i Ekrem, “Rabbe hamdedilmeden başlanan her işin sonuçsuz kalacağını” bildirmiştir. Zorlu yolculuklardan ve savaşlardan geri döndüğünde, hatta tuvalet ihtiyacını giderdiğinde bile şükrederek inananlara, yalnızca iyiliklere kavuşmanın değil güçlüklerden kurtulmanın da bir nimet olduğunu hatırlatmıştır. Gün boyu koşuşturmanın ardından insanlardan uzaklaşıp yatağına girdiğinde, “Bizi doyurup sulayan, ihtiyaçlarımızı gideren ve bizi barındıran Allah"a hamdolsun. İhtiyaçlarını karşılayacak ve kendisini barındıracak kimsesi olmayan nice insanlar vardır.” diyerek tüm kalbiyle Yüce Allah"a teşekkür etmiş, müminlere her daim şükretmenin en güzel örneğini sergilemiştir. Onlara her yemekten sonra Allah"a kendilerini yedirip içirdiği, Müslüman kıldığı için şükretmeyi duanın en makbul olduğu iftar anında, “Senin verdiğin rızıkla orucumu açtım.” demeyi, Allah"ın evine misafir olmak için ihrama girince, “Buyur Allah"ım buyur! İşte çağrına uydum da geldim.Övgü sana, nimet senin, varlık senin.” demeyi vebağışlanma dilerken, “Bana verdiğin nimetleri itiraf ederim. Günahımı da itiraf ederim.” ifadelerini eklemeyi öğretmiştir.
Dolayısıyla Resûlullah (sav) hem ibadetlerin Allah"a teşekkürün bir ifadesi olduğunu, hem de ibadetleri yapabilmenin de bir şükür sebebi olduğunu göstermiştir. Hz. Peygamber"in bu uygulama ve öğretileri nimetlere şükrün yanı sıra Müslümanların gönüllerinde Allah"ın söz konusu nimetlerini canlı tutan ve hatırlatan dualardır. Ayrıca, “Size ulaşan her nimet Allah"tandır.” “Başına gelen her iyilik Allah"tandır.” diyen Kur"ân-ı Kerîm, nimetleri en ince ayrıntısına kadar sıralayan âyetleri ile inananları şükretmeye davet etmiştir: “Allah sizi annelerinizin karnından siz hiçbir şey bilmez hâlde iken çıkardı. Size kulaklar, gözler ve kalpler verdi. Belki şükredersiniz!”
“Nimet” sözcüğüyle aynı anlam kökünden gelen “En"âm” sûresinde şu âyetler yer alır: “Sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geldiniz. Size verdiğimiz dünyalık nimetleri de arkanızda bıraktınız.” Dolayısıyla nimet ve rızık adına bu dünyada elde edilen her şey geçicidir. Allah Teâlâ kullarına bunu sık sık hatırlatmıştır, ancak insanın içindeki yaşama ve para kazanma arzusu da sürekli artmaktadır. Bu nedenle Resûl-i Ekrem (sav), bir defasında şu açıklamayı yapmıştır: “Âdemoğlu iki şeyi hiç sevmez. Birisi ölümdür; oysa ölüm, mümin için fitneden/imtihandan iyidir. İkincisi ise, malının mülkünün az olmasıdır; oysa mal mülk ne kadar az olursa, hesabı da o kadar az olur.” Her nimetin verilecek bir hesabı vardır. Âlemlerin Rabbi, ismini, insanın mal mülk edinme hırsını ifade eden “Tekâsür” kelimesinden alan sûrenin bitiminde, “Ardından da o gün nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz.” buyurmuştur. Peygamber Efendimiz de, kıyamet gününde kullara nimetlerle ilgili sorulacak ilk sorunun, “Senin vücudunu sağlıklı kılmadık mı? Sana soğuk sulardan içirmedik mi?” şeklinde olacağını ifade ederek sahip olduğu nimetlerden dolayı insanın hesaba çekileceğini hatırlatmıştır.
Bu nedenle Allah Resûlü, “Allah"ım! Günahlarımı bağışla, rızkımı genişlet ve bana verdiğin rızıkları bereketli kıl!” diye dua ederek inananlara Allah"tan rızık istemeyi öğretmiş, ancak dünyalık nimetlerin talebinde orta yolu izlemeyi tavsiye etmiştir. Kendi ev halkı için de daima kendilerine yetecek kadar rızık verilmesini arzu etmiş, bu şekilde dua etmiştir.
Hâsılı, mümine düşen, öncelikle elindeki nimetin farkında olmak, aldığı nefesin bile bir nimet olduğunu idrak etmek, nimetleri kendisine bahşedene teşekkür etmek ve nimeti sahibinin razı olacağı şekilde kullanmaktır. Nimet zekâysa onu olumlu yönde değerlendirebilmek, enerjiyse hayırlı yolda koşturarak harcayabilmek, paraysa zekâtını verip geriye kalanıyla kendine ve çevresine harcayarak âhiretine yatırım yapabilmek, bu dünyada ne kadar nimete sahip olursa olsun âhirete bunlarla işlediği salih amellerinden başka bir şey götüremeyeceğini bilerek paylaşımda bulunabilmektir. Zira başkalarına yardım etmek kişinin malını eksiltmez, daha da artırır. Hz. Peygamber"in bildirdiğine göre Allah, kullarına şöyle buyurmuştur: “Ey âdemoğlu! İnfak et ki, ben de sana infak edeyim.” Ve Yüce Yaratan kendisinin verdiği nimetlerle cimrilik yapanları sert bir dille
uyarmıştır: “Allah"ın kendilerine ikram edip verdiği malları infak etmekte cimrilik edenler, o biriktirdikleri malların kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Aksine bu onlar için pek kötüdür. Bu derece cimrice sarıldıkları şey kıyamet günü boyunlarına tasma gibi geçirilecektir.”
Ayrıca mümin, Allah"ın hazineleri sonsuz olsa da O"nun verdiği her nimeti yeteri kadar kullanmalı ve aşırıya kaçmamalıdır. Akıp giden nehirden abdest alırken dahi israf edilmemesini emreden Allah Resûlü, müminlere darlıkta da bollukta da nimetleri ihtiyaç kadar kullanmak gerektiği anlayışını kazandırmak istemiştir. Nimete şükreden, onun gerçek sahibinin Allah olduğunu bilen, nimetlerin geçiciliğini fark eden ve dilediğince değil ihtiyaç ölçüsünde harcama alışkanlığını kazanan kişi, kıskançlık, haset, açgözlülük gibi duygulardan arınarak elindekiyle tatmin olmanın memnuniyeti ve huzuruyla yaşar. Bu anlayışın yaygınlaşması da insanı tüketim aygıtı olmaktan kurtarır ve gelecek endişesini silerek yeni nesillere güzel ve temiz bir hayatı miras bırakmasını sağlar.
DİB Hadislerle İslam