"عَنْ سَعِيدِ بْنِ أَبِى بُرْدَةَ عَنْ أَبِيهِ عَنْ جَدِّهِ عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: "عَلَى كُلِّ مُسْلِمٍ صَدَقَةٌ
Saîd b. Ebû Bürde’nin (ra), babası aracılığıyla dedesinden naklettiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:
"Her Müslüman’ın sadaka vermesi gerekir."
(M2333 Müslim, Zekât, 55; B1445 Buhârî, Zekât, 30)
***
"عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: "كُلُّ مَعْرُوفٍ صَدَقَةٌ
Câbir b. Abdullah’ın (ra) naklettiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: "Her iyilik/güzel iş bir sadakadır."
(B6021 Buhârî, Edeb, 33)
***
"عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : "إِنَّ الصَّدَقَةَ لَتُطْفِئُ غَضَبَ الرَّبِّ وَتَدْفَعُ مِيتَةَ السُّوءِ
Enes b. Mâlik’in (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur: "Kuşkusuz sadaka, Rabbin hoşnutsuzluğunu giderir (Allah’ın (cc) kişiye huzurlu bir hayat bağışlamasına vesile olur, işlenen kötülüklere mukabil başa gelebilecek kötülüklere de kefaret olur) ve kötü bir şekilde ölmeyi (Allah’ın (cc) izniyle) önler."
(T664 Tirmizî, Zekât, 28)
***
"عَنْ عَدِيِّ بْنِ حَاتِمٍ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) أَنَّهُ ذَكَرَ النَّارَ فَتَعَوَّذَ مِنْهَا، وَأَشَاحَ بِوَجْهِهِ ثَلاَثَ مِرَارٍ، ثُمَّ قَالَ: "اتَّقُوا النَّارَ وَلَوْ بِشِقِّ تَمْرَةٍ، فَإِنْ لَمْ تَجِدُوا، فَبِكَلِمَةٍ طَيِّبَةٍ
Adî b. Hâtim’in (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sas) cehennemden bahsetti, ondan Allah’a (cc) sığındı ve yüzünü üç defa çevirdikten sonra şöyle buyurdu: "Yarım hurma (sadaka) ile bile olsa cehennemden korunun. Eğer bunu da bulamazsanız güzel bir sözle (korunun)."
(M2350 Müslim, Zekât, 68)
***
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) قَالَ: قَالَ رَجُلٌ لِلنَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : يَا رَسُولَ اللَّهِ! أَيُّ الصَّدَقَةِ أَفْضَلُ؟ قَال: ‘أَنْ تَصَدَّقَ وَأَنْتَ صَحِيحٌ حَرِيصٌ، تَأْمُلُ الْغِنَى، وَتَخْشَى الْفَقْرَ، وَلاَ "تُمْهِلْ حَتَّى إِذَا بَلَغَتِ الْحُلْقُومَ
Ebû Hüreyre (ra) anlatıyor: "Bir adam Hz. Peygamber’e (sas), "Ey Allah’ın Resûlü, hangi sadaka en faziletlidir?" diye sordu. Hz. Peygamber (sas), " Sağlıklı iken ve fakirlik endişesi ve zengin olma hırsı ile hareket ederken tasaddukta bulunabilmendir. (Sadaka vermeyi) can boğaza gelip de (son nefesini yaşadığın âna kadar) erteleme..." buyurdu."
(B2748 Buhârî, Vesâyâ, 7)
***
"عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ يَزِيدَ سَمِعَ أَبَا مَسْعُودٍ الْبَدْرِيَّ عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: "نَفَقَةُ الرَّجُلِ عَلَى أَهْلِهِ صَدَقَةٌ
Abdullah b. Yezid’in (ra) Ebû Mes’ûd el-Bedrî’den (ra) işittiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: "Kişinin ailesi için yaptığı harcama da sadakadır."
(B4006 Buhârî, Meğâzî, 12)
***
Bir gün Allah Resûlü (sas), "Her Müslüman’ın sadaka vermesi gerekir." buyurdu. Bunu duyanlar bir an için şaşırdılar. Çünkü aralarında zengin olmadıkları için mal ile sadaka veremeyenler de vardı. Hemen sordular: "(Sadaka verecek mal) bulamayana ne dersin?" Allah Resûlü (sas), "Eliyle (emek verir) çalışır. Hem kendisi faydalanır, hem de sadaka verir." buyurdu. Sahâbe tekrar, "Ya buna gücü yetmezse ne dersin?" diye sordular. "İhtiyaç sahibi, darda kalmış ve mazlum kimselere yardımcı olur." Sahâbe tekrar, "Ya buna gücü yetmezse ne dersin?" diye sorunca Resûlullah (sas), iyiliği veya hayrı ister. "Bunu da yapmazsa ne dersin?" diye dördüncü kez sorunca, "Kötülükten uzak durur. Bu da bir sadakadır." buyurdular.
Değişik vesilelerle sadaka vermenin önemini ve kapsamını izah eden Allah Resûlü (sas) yine bir gün ashâbına bu konuda şunları söylüyordu: "Güneşin doğduğu her gün, insanın bütün eklemleri için sadaka vermesi gerekir. İki kişinin arasını düzeltmen sadakadır. Bir kimseyi kaldırarak hayvanına binmesine yardımcı olman veya eşyasını ona yüklemen sadakadır. Güzel söz de sadakadır. Namaza giderken attığın her adım sadakadır. Yoldaki rahatsızlık veren şeyleri kaldırman sadakadır." "Kendini doyurmak için harcadığın senin için sadakadır. Çocuğuna yedirdiğin şey senin için sadakadır. Eşine yedirdiğin şey senin için sadakadır. Hizmetçini doyurduğun şey senin için sadakadır." buyuran Peygamber Efendimiz (sas), bir anlamda helâl lokmanın sadaka yerine geçtiğini dile getirmektedir. Onun belirttiğine göre Müslüman kişinin bir insana selâm vermesi ve kişinin kendi eşi ile birlikte olması da sadakadır. Aynı şekilde Müslüman kardeşine güler yüzlü davranmak, kovasındaki sudan onun kabına boşaltmak, kaybolan birine yolu tarif etmek, iyi göremeyen birine rehberlik etmek ve üzerinde hakkı olduğu kimseye veya borçlusuna anlayışlı davranarak süre tanımak da Allah Resûlü (sas) tarafından sadaka olarak tanımlanmıştır. Öyle ki bir kimsenin diktiği ağaç veya ekinlerden her türlü canlının yedikleri bile sadaka kapsamındadır.
Sıdk (doğruluk), sadakat (özden bağlılık, samimiyet), sadık (dürüst ve samimi olan kişi) kelimeleri ile ortak kökten gelen sadaka bu anlamları ifade edebilecek bütün davranışları kapsar. Meselâ, ibadet niyetiyle sadaka veren kimse Rabbine karşı, malından veren varlıklı kişi muhtaçlara karşı, evinin ihtiyaçlarını karşılayan eşine ve çocuklarına karşı yardımsever, ihtiyaç sahiplerine karşı sadakatini, samimiyetini, iyi niyetli olduğunu göstermektedir.
Yüce Allah (cc), "Onun için kim (elinde bulunandan) verir, Allah’a (cc) karşı gelmekten sakınır ve en güzel sözü (kelime-i tevhidi) tasdik ederse, biz onu en kolay olana kolayca iletiriz. Fakat kim cimrilik eder, kendini Allah’a (cc) muhtaç görmez ve en güzel sözü (kelime-i tevhidi) yalanlarsa, biz de onu en zor olana kolayca iletiriz." buyurmuştur. Bu âyetlerde sadaka, sakınma ve tasdik etme arasında kurulan sıkı bağ, dikkat çekicidir. Sadaka, imanda sadakat ve samimiyetin bir delili, tasdik de âhirete imanın bir ifadesidir. Bunun içindir ki Resûlullah (sas), "...Sadaka bir delildir..." hadisinde sadakanın, veren kişinin imanına ve sadakatine bir delil olduğunu buyurmuştur.
Asıl sadaka, malî yardım şeklinde yapılandır. Ancak bu, herkes için mümkün olmayabilir veya her zaman ihtiyacı karşılamayabilir. Zira sadaka, karşımızdakini mutlu etmek ve bir eksiğini gidermek ise, aç olan kimse için onu doyurmak sadaka iken, hasta olan için ziyaretine gitmek sadaka olacaktır. Bazı durumlarda çevre temizliği sadaka iken, bazen güzel bir nasihat, hayat kurtaran bir sadaka olabilir.
Gücü kudreti yerinde olan gücüyle, malı olan malıyla, ilmi olan da ilmiyle sadaka verecektir. Zira sadaka vermek insanların imkân ve fizikî durumları ile yakından ilgilidir. Varlıklı bir insan için mal ile tasaddukta bulunmak akla gelen ilk sadaka şekli iken, gücü kuvveti yerinde olan kişinin emeğini insanların hayrına sunması sadaka sevabına eriştirecektir. Yaşlı ve hasta bir kimsenin güzel bir nasihati, iyiliğe çağırması güzel bir sadaka iken, genç ve dinamik bir kimsenin de o yaşlıya göstereceği saygı ve hizmet yerinde bir sadakadır.
Kutlu Nebî (sas), "Her iyilik bir sadakadır." hadisi ile sadakaya her Müslümanın yapabileceği bütün güzel davranışları kuşatacak bir anlam yüklemiştir. Bu şekilde geniş bir uygulama alanı bulunan sadakalar âhiret yurdu için de en güzel hazırlıktır. Âlim sahâbî Abdullah b. Mes’ûd (ra) anlatıyor: "Bir gün Nebî (sas) çevresindekilere, "Hanginiz vârisinin malını kendi malından daha çok sever?" diye sordu. Oradakiler, "Aramızda, kendi malını vârisininkinden daha çok sevmeyen kimse yoktur." dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurdu: "Şunu iyi bilin ki aranızda vârisinin malı, kendi malından daha çok hoşuna giden hiç kimse yoktur. (Çünkü) Senin malın (sadaka vererek) hayır yaparak önceden (âhirete) gönderdiğindir. Vârisinin malı ise (öldükten sonra) geride bıraktıklarındır." Allah Resûlü (sas) yine bir gün, "Çoklukla övünmek sizi oyaladı." âyetini okuduktan sonra o sırada yanında bulunan sahâbîlere, "Âdemoğlu, "Malım, malım!" diyor. Ey âdemoğlu, senin yiyip tükettiğin, giyip eskittiğin ve sadaka verip önceden (âhirete) gönderdiğin dışında bir malın mı var?" buyurmuştu.
Hz. Âişe'nin (ra) anlattığı bir diğer olayda Hz. Peygamber (sas) ailesi için bir koyun kesmiş ve eşlerine ondan ne kadarı kaldı diye sormuştu. Hz. Âişe (ra), "Bize sadece kürek kemiği kaldı." deyince Resûlullah (sas) şöyle buyurdu: "(Demek ki) kürek kemiğinin dışında tümü (bize) kaldı."
Allah Resûlü'nün (sas) açıkça belirttiğine göre sadaka malı azaltmıyor, Allah (cc) katında mükâfatın artmasına vesile oluyordu. Bunun için yularlı bir devesini Allah yolunda tasadduk eden bir sahâbî için, "Allah (cc) (bu kişiye) kıyamet gününde yularlı yedi yüz deve tasadduk etmiş gibi sevap verecektir." buyurmuştu. Kur'an-ı Kerim'de de Yüce Mevlâ (cc), "Allah (cc) yolunda mallarını harcayanların örneği, yedi başak bitiren bir dane gibidir ki her başakta yüz dane vardır. Allah (cc) dilediğine kat kat fazlasını verir. Allah'ın (cc) lütfu geniştir, O (cc) her şeyi bilir." buyurarak, kendi rızası için verenlerin mükâfatının yedi yüz misliyle olacağını bildirmiştir. Çünkü paylaşılmayan bir mal, geçici ve fânidir. Bir gün ya yok olur ya da yararsız hâle gelir. Fakat diğer insanlarla paylaşıldığı zaman daha uzun bir dönem devam eder ve istifade edildikçe de sahibine mükâfat kazandırır. Kutlu Nebî (sas), ’"nsan öldüğü zaman, şu üç şey dışında amelleri kesilir: Sadaka-i câriye (faydası kesintisiz devam eden sadaka), kendisinden yararlanılan ilim ve kendisine dua eden sâlih evlât." derken, insanların çeşme ve köprü gibi sürekli yararlandığı, uzun ömürlü yaşayan sadakaları ilk sırada anmaktadır.
Verilen sadakanın azlığı çokluğu, küçüklüğü büyüklüğü kadar helâlinden kazanılıp kazanılmadığı ve verilirken kişinin taşıdığı samimiyet de önemlidir. Hz. Peygamber'in (sas) kendisine, "Hangi sadaka en faziletlidir?" diye soran bir kimseye, "Malı az olanın gücüne göre verdiği (sadaka!)" demesi bu noktada son derece anlamlıdır.
Resûl-i Ekrem helâl maldan verilen sadakanın Allah (cc) katındaki değerini şöyle anlatmaktadır: "Kim helâl kazancından bir hurma miktarı sadaka verirse —ki Allah (cc) sadece helâl olanı kabul eder— Allah (cc) o sadakayı büyük bir hoşnutlukla kabul eder. Sonra onu sahibi için, sizden birinizin tayını yetiştirdiği gibi (özenle) dağ gibi olana kadar büyütür (bereketlendirir). Öyle ki lokma büyüklüğündeki bir sadakanın sevabı Uhud Dağı kadar oluverir. Allah'ın (cc) Kitabı'nda bunu tasdik eden âyetler şunlardır." buyuran sevgili Peygamberimiz (sas), "Onlar, kullarının tevbesini kabul edenin ve sadakaları alanın Allah olduğunu bilmezler mi?" "Allah (cc) faiz malını mahveder (Faiz karışan malın bereketini giderir), sadakaları ise artırır (bereketlendirir)..." âyetlerini okumuştur.
Halis niyetle Allah (cc) rızası için verilen her türlü sadaka, Allah (cc) katında değerlidir ve mükâfata lâyıktır. Allah Elçisi’nin (sas) anlattığına göre bir adam yemin ederek geceleyin sadaka vereceğini söyler ve bilmeyerek elindeki sadakayı bir hırsızın eline tutuşturur. Bunu duyan insanlar ertesi gün, "Bir hırsıza sadaka verilmiş!" diye konuşurlar. Sadakayı veren zât, buna üzülmez ve verdiği sadakadan dolayı Allah’a (cc) hamdeder. Tekrar sadaka vereceğine dair kendi kendine söz verir. Bu defa da elindeki sadakayı geceleyin bilmeyerek kötü bir kadına verir. Sabah olunca, bunu duyan halk, "Bu gece de kötü bir kadına sadaka verilmiş!" diye konuşurlar. Sadaka veren yine aldırmayarak, "Allah’ım! Kötü bir kadına (senin iraden dâhilinde) sadaka verdiğim için sana hamdediyorum." der. Üçüncü gece tekrar bir kimseye sadaka vermek ister. Ve bu sefer de bilmeyerek bir zengine verir. Ertesi gün halk bunu da diline dolayarak konuşurlar. Bu hayırsever kişi bilmeden bir zengine sadaka verdiği için tekrar Allah’a (cc) hamdeder. Allah (cc) rızasını gözeterek halis niyetle gizlice verdiği bütün bu sadakalardan sonra kendisine şöyle denilir:
"Bir hırsıza verdiğin sadaka var ya, umulur ki (bu sadaka sayesinde) o, hırsızlığından vazgeçer. Zinakâr kadına gelince, umulur ki o da zinasından vazgeçer. Zengine gelince, umulur ki o da ibret alır, Allah’ın (cc) kendisine verdiği maldan infakta bulunur." Bu hadis, verilen sadakaların âhiretteki ecir ve sevabından önce, dünyada sağlayacağı yararlara dikkat çekmektedir. Bırakın yoksullara verilen sadakayı, yanlışlıkla verildiğinde dahi sadaka, insanların hatalarını düzeltmesine imkân verebilmekte, çeşitli dünyevî kazanımlara vesile olmaktadır. Bu ise sadakanın, fakirlerin ihtiyaçlarını karşılamasının, onların maddî sıkıntılarını gidermesinin yanı sıra bazı kimselerin yanlışlarını fark edip düzeltmelerine yardımcı olduğunu da ortaya koymaktadır.
Peygamber Efendimiz (sas), cennette inananlara açılacak kapılardan birinin ‘sadaka kapısı ’ olduğunu bildirirken de verilen sadakaların mükâfata dönüşeceğini ve yapılan iyiliklerin karşılıksız kalmayacağına işaret buyurmuştur. "Kuşkusuz sadaka, Rabbin hoşnutsuzluğunu giderir (Allah’ın (cc) kişiye huzurlu bir hayat bağışlamasına vesile olur, işlenen kötülüklere mukabil başa gelebilecek kötülüklere de kefaret olur) ve kötü bir şekilde ölmeyi (Allah’ın (cc) izniyle) önler" , "Kıyamet günü müminin gölgesi (onu himaye edecek şey) sadakasıdır." hadisleri de aynı hususa işaret etmektedir.
Kutlu Nebî (sas), sadakanın insan psikolojisi üzerindeki faydalarına işaret ederek sadaka vermekle kişinin şahsiyetini geliştirebileceğine dikkat çekmiştir. Meselâ, katı kalpli olmaktan şikâyet eden bir sahâbîye yufka yürekli olabilmesi için ihtiyaç sahiplerine yedirme ve yetimin başını okşama suretiyle sadaka vermesini tavsiye etmiştir. "Hastalarınızı sadaka ile tedavi edin." buyuran Peygamber Efendimiz (sas), ihtiyaç sahiplerine yardımcı olan ve onların duasını alan kişinin karşılığını bulacağına işaret etmiştir.
"...Suyun ateşi söndürdüğü gibi, sadaka da hataları söndürür (ortadan kaldırır)..." buyuran Hz. Peygamber’in (sas) sünnetinde sadaka vermek, hataların tashihi için değerlendirilmesi gereken iyi bir fırsattı. Kişinin yaptığı hatalara karşılık sadaka vermesi, bu davranışlarından pişmanlık duyup kendi nefsine karşı bir nevi müeyyide uygulaması anlamına geliyordu. Yine bu anlamda, "Bir kişi, ailesi, malı, nefsi, çocuğu ve komşusu ile imtihana çekilir. Oruç, namaz, sadaka ve iyiliği emredip kötülükten sakındırma ise, bu imtihan için kefaret olur." buyuruyordu. Bir gün tüccarlarla sohbet ederken de, "Ey tüccar topluluğu! Muhakkak ki alışveriş esnasında boş söz ve yemin bulunur. Bu nedenle alışverişi sadakayla karıştırın (ki hatalara kefaret olsun)." tavsiyesinde bulunuyordu.
Resûlullah (sas) bir konuşmasında cehennemden bahsetti, ondan Allah’a (cc) sığındı ve yüzünü üç defa çevirdikten sonra şöyle buyurdu: "Yarım hurma (sadaka) ile bile olsa cehennemden korunun. Eğer bunu da bulamazsanız güzel bir sözle (korunun)." Bu sözleriyle Hz. Peygamber (sas) az veya çok demeden, herhangi bir davranışla sınırlamadan sürekli sadaka verilmesi gerektiğine işaret buyuruyordu.
Hz. Peygamber (sas) cuma ve bayram namazlarında erkek ve kadınların saflarına karışır ve "Sadaka veriniz!" sözüyle onları teşvik ederdi. Cömertliğiyle meşhur sahâbîlerden Ebû Saîd el-Hudrî (ra), Resûlullah’ın (sas) bayram günleri insanlara iki rekât namaz kıldırdıktan sonra ayakta durup saflar hâlinde oturmuş cemaate doğru döndüğünü ve onlara, "Sadaka veriniz!" buyurduğunu ve bu durumda en çok sadaka verenlerin hanımlar olduğunu aktarmıştır.
Hz. Peygamber (sas) sair zamanlarda da ihtiyaç hâlinde ashâbını teşvik ederdi. Bir gün ashâbdan bazıları öğle vaktine doğru Resûlullah’ın (sas) yanındaydı. O sırada yalın ayak, abalarını ortadan delerek başlarına geçirmiş, çıplak, çoğu Mudar kabilesine mensup bazı kimseler Peygamber’in (sas) yanına geldiler. Bunların çok yoksul olduklarını gören Resûlullah’ın (sas) yüzünün rengi değişti. İçeri girip çıktı ve sonra Bilâl’e (ra) ezan okumasını, ardından kâmet getirmesini söyledi. Öğle namazını kıldıktan sonra cemaati sadakaya teşvik babında özlü bir hitapta bulundu: "Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan, ikisinden birçok erkek ve kadın (meydana getirip) yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’a (cc) karşı gelmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının. Şüphesiz Allah (cc) üzerinizde gözetleyicidir." âyetini okudu ve ardından, "...Allah’tan (cc) korkun. Herkes yarın için ne göndermiş olduğuna bir baksın..." âyetini okuduktan sonra (sözüne devamla) herkesin dinarından, dirheminden, elbisesinden, buğdayından, kuru hurmasından —bu yarım hurma da olsa— sadaka vermesi gerektiğini vurguladı.
Önce ensardan bir sahâbî avucunun alamayacağı büyüklükte, içi dolu bir para kesesi getirdi. Daha sonra oradakiler peş peşe bir şeyler getirdiler. Sonunda orada yiyecek ve giyecek cinsinden iki küme mal yığıldı. Bu durumu gören Resûlullah’ın mübarek yüzleri altın gibi parlamaya başladı.
Memnuniyetini de şu evrensel prensip ve müjde ile belirtti: "Her kim İslâm’da güzel bir gelenek başlatırsa hem yaptığının ecrini hem de kendisinden sonra onunla amel edenlerin ecrini kazanır. Onu yapanların kendi ecirlerinden de bir şey eksilmez. Her kim de İslâm’da kötü bir gelenek başlatırsa hem yaptığının günahını hem de kendisinden sonra onunla amel edenlerin günahını yüklenir. Onların günahlarından da hiçbir şey eksilmez."
Bu şekilde Allah Resûlü’nün (sas) mektebinde yetişen sahâbe, sadaka verme konusunda birbirleriyle tatlı bir yarış içindeydiler. Yine bir gün Allah Resûlü (sas) ashâbını mal vermeleri yönünde teşvik etmişti. Ömer b. Hattâb (ra), Resûlullah (sas) bu gün bize sadaka vermemizi emretti. Bu (emir) bende mal bulunan bir zamana rastladı. (Kendi kendime), "Eğer bir gün Ebû Bekir’i (ra) geçe(bile)ceksem ancak bugün geçerim." dedim ve malımın yarısını getirdim. Resûlullah, "Ailene ne bıraktın?" dedi. Ben de, "Bu kadarını." dedim. Ardından Ebû Bekir (ra) de malının hepsini getirdi. Resûlullah (sas) ona da, "Ailene ne bıraktın?" dedi. O (ra) da, "Onlara Allah (cc) ve Resûlü’nü (sas) bıraktım." dedi. Bunun üzerine ben, "Bundan sonra hiçbir şeyde seninle yarışa girmeyeceğim." dedim.
Sadaka vermek aslında bir şükür ifadesidir. Verilen nimetin devamı için onu diğer insanlar ile paylaşmaktır. Yüce Allah (cc), "Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun." buyurarak kendilerine nimet verilenlerin aynı nimeti başkalarıyla paylaşmalarını emretmiştir. Peygamber Efendimiz (sas) bu gerçeğe fırsat buldukça vurgu yapıyor ve konunun daha iyi anlaşılıp kavranabilmesi için temsiller getiriyor, geçmişten örnekler veriyordu: "...İsrâiloğulları içerisinde cildi alacalı, kel ve kör üç kişi vardı. Allah (cc) bunları imtihan etmek istedi ve onlara bir melek gönderdi. Melek, derisi alacalı olan adama geldi ve en çok istediği şeyin ne olduğunu sordu. Adam, güzel görünümlü bir cilt istediğini çünkü insanların hâlihazırdaki görüntüsüyle kendisini çirkin bulup ondan iğrendiklerini söyledi. Bunun üzerine melek, adamın vücudunu sıvazladı ve şifa bulan adamın çirkinliği gitti. Ona çok güzel bir renk ve hoş bir görünüm verilmişti. Daha sonra melek ona en çok hangi malı sevdiğini sordu. Hastalıktan kurtulan adam, deveyi sevdiğini söyleyince, ona on aylık gebe bir deve verildi. Melek, devenin onun için bereketli olmasını temenni ederek adamın yanından ayrıldı ve başı kel olan adamın yanına gitti. Ona da en çok istediği şeyin ne olduğunu sordu. O da kendisinden kelliği giderecek, insanların iğrenmelerini ortadan kaldıracak güzel bir saç istediğini söyledi. Melek onun başını sıvazlar sıvazlamaz kellikten eser kalmadığı gibi, çok güzel saçları oluverdi. Bu kez de melek ona en çok hangi malı sevdiğini sordu. O, ineği sevdiğini söyleyince, kendisine gebe bir inek verildi. Melek bu adama da bahşedilen ineğin bereketli olmasını temenni ederek yanından ayrıldı. Melek son olarak âmâ olan adamın yanına geldi ve dünyada en çok istediği şeyin ne olduğunu ona da sordu. O, görmeyen gözlerinin açılmasını ve bu sayede insanları görmek istediğini söyledi. Melek adamın gözlerini sıvazladı ve adam görmeye başladı. Ardından da daha öncekilere sorduğu gibi, ona hangi malı çok sevdiğini sordu. Adam koyunları sevdiğini söyleyince, kendisine kuzulu bir koyun verildi.
Bir müddet sonra muzdarip durumda olan bu kişilere bahşedilen hayvanlar yavruladılar ve çoğaldılar. Bu suretle birinin bir vadi dolusu devesi, diğerinin bir vadi dolusu sığırı, ötekisinin de bir vadi dolusu koyunu oldu. Aradan yıllar geçti. Melek, bu üç kişinin karşısına bir kez daha çıktı. Ama bu sefer onların karşısına çıkma sebebi, nimeti veren Allah’a (cc) karşı onları şükür imtihanına tâbi tutmaktı.
Bu amaçla önce cildi alacalı olup da Allah’ın (cc) sıhhat ve mal verdiği adamın yanına geldi. Tıpkı onun eski hâli gibi hastalıklı ve yoksul bir insan suretine girmişti. Ona dedi ki: "Ben fakir biriyim. Bütün çarelerim tükendi. Yolculuğu tamamlayabilmem önce Allah’ın (cc) inayeti sonra da senin yardımınla mümkündür. Şimdi ben, sana güzel bir renk, güzel bir görünüm ve mal veren Allah (cc) rızası için senden bir deve istiyorum. Bu sayede yolculuğumu tamamlayayım ve memleketime ulaşayım." İnsan suretindeki meleğin isteklerini dinleyen adam, "(İyi ama malımda) hak sahipleri çoktur." diye cevap verince melek ona, "Sanki seni tanır gibiyim. Sen insanların iğrendiği, cildi alacalı olan kişi değil miydin? Fakir olduğun hâlde Allah (cc) bu malı mülkü sana vermedi mi?" diye sordu. Bu sorulara karşılık adam, "(Hayır) yemin olsun ki bu mal mülk bana atalarımdan miras kaldı." dedi. Melek de ona cevaben, "Eğer sen yalan söylüyorsan Allah seni eski hâline döndürsün!" dedi ve oradan ayrıldı.
Sonra kel olan adamın yanına kel bir insan suretinde gitti ve aynı şeyleri söyledi. Bu adam da alacalı adamın yaptığı gibi meleğe yardım etmeyi reddetti. Melek de ona, "Eğer sen bu sözlerinde yalancı isen, Allah (cc) seni eski hâline döndürsün!" dedi.
Ardından âmâ bir insan suretine girerek eskiden âmâ olan adamın yanına giden melek, ona dedi ki: "Ben gariban bir yolcuyum. Yolda kaldım. Önce Allah’ın (cc), sonra senin yardımınla ancak gideceğim yere ulaşabilirim. Şimdi ben, sana görme kabiliyetini bahşeden Yüce Allah’ın (cc) rızası için senden bir koyun istiyorum ki ondan istifade ederek gideceğim yere ulaşabileyim." Meleğin bu isteği üzerine âmâ olup da Allah’ın (cc) sıhhat verdiği adam dedi ki: "Evet ben gerçekten kördüm. Allah (cc) bana görme kabiliyetini bahşetti. Fakir idim, beni zenginleştirdi. (İşte koyunlarım!) Dilediğin kadar al. Allah’a (cc) yemin ederim ki, bugün Allah (cc) rızası için benden alacağın hiçbir şeyde sana sınır koymam." Bunun üzerine melek ona, "Malın senin olsun. Siz imtihan edildiniz. Neticede Allah (cc) senden razı oldu, diğer iki arkadaşın ise Allah’ın (cc) gazabına uğradılar. " dedi."
Allah Teâlâ (cc), "Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık, hayra sarf edenler var ya, onların mükâfatları Allah (cc) katındadır. Onlara korku yoktur, üzüntü de çekmezler." buyurur. Sadakalar gösteriş ve riyadan uzak, alanın haysiyet ve onuru zedelenmenden verilmelidir. Allah Resûlü (sas) de, Allah’ın (cc) kendi gölgesinden (himayesinden) başka hiçbir gölgenin (yardımcının) bulunmadığı kıyamet gününde, Allah’ın (cc) gölgesinde (himayesinde) olacak yedi sınıf insandan bir sınıfın da sağ elinin verdiği sadakayı sol bilmeyecek derecede gizli tutan kimseler olduğunu belirtmiştir.
Eskiden bazı cami, türbe ve hastanelerin gizli köşelerinde üstleri çukur sadaka taşları vardı. Varlıklı hayırseverler bu çukurlara gizlice para koyarlar, sıkıntılarını ve kötü durumlarını dile getiremeyen, kimseye açamayan fakir insanlar da gizlice gelir, ihtiyaçları miktarınca parayı alırlardı. Kalanını ise kendisi gibi muhtaç insanları düşünerek orada bırakır ve sadakayı bırakan meçhul kişiye dua ederdi. Böylece sadaka verenler gösteriş ve riya âfetinden kurtulur, ihtiyaç sahibi fakirlerin de onurları zedelenmezdi. Böylece sadakayı veren de alan da daha bir samimi duygular içinde sevap kazanırlardı.
Sadaka her zaman verilebilirse de bazı zamanlar farklıdır ve buna bağlı olarak mükâfatı da farklı olacaktır. Allah Teâlâ (cc), "Herhangi birinize ölüm gelip de, "Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!" demesinden önce size verdiğimiz rızıktan harcayın." buyurarak sadakanın ömür sonuna veya hastalık zamanına ertelenmemesi gerektiğini bildirmiştir. Ebû Hüreyre’nin (ra) anlattığına göre bir adam Hz. Peygamber’e (sas), "Ey Allah’ın Resûlü, hangi sadaka en faziletlidir?" diye sordu. Hz. Peygamber (sas), "Sağlıklı iken ve fakirlik endişesi ve zengin olma hırsı ile hareket ederken tasaddukta bulunabilmendir.. (Sadaka vermeyi) can boğaza gelip de (son nefesini yaşadığın âna kadar) erteleme..." buyurdu. Çünkü yaşlı veya hasta birinin sadaka vermesi ile hayatının baharında olan kişinin vermesi farklıdır. Birincisi artık ihtiyacı kalmadığı veya istifade edemeyeceğini anladığı için verir, öteki ise ihtiyacı olduğu hâlde vererek diğerkâmlık, fedakârlık gibi birçok erdemli davranışı beraber sergiler. Böylece ihtiras, tamahkârlık ve dünyaya aşırı bağlılık duygularını dizginler. İşte Kutlu Nebî (sas) bu sonu gelmez ihtiras ve tamahkârlığın daha vakit varken dizginlenmesi için zamanında sadaka vermenin daha faziletli olduğuna işaret etmiştir.
Peygamber Efendimiz (sas) farklı zamanlarda, farklı kimselere en faydalı olacak sadaka çeşitlerini haber vermiştir: "Sadakanın en faziletlisi, Müslüman’ın ilim öğrenmesi, sonrada onu Müslüman kardeşine öğretmesidir." ; "Sadakaların en kıymetlisi Allah (cc) yolunda (savaşana bağışlanan) çadır gölgesi ve Allah (cc) yolunda (cihad edene) verilen hizmetçi veya Allah yolunda (savaşana) sağlanan binittir." ; "En hayırlı sadaka, su ikram etmektir." ; "Size sadakanın en değerlisini öğreteyim mi? (Evlendikten sonra herhangi bir sebepten dolayı) sana dönüp gelen ve senden başka da geçimini sağlayacak kimsesi olmayan kızına (yaptığın harcamadır)!" Bu hadislerden sadaka faziletinin, kişiye, ortama ve faydalı olma durumuna göre değiştiği anlaşılmaktadır. Buna göre ilmî faaliyetlerin az olduğu bir ortamda insanları eğitme en güzel sadaka sayılırken, suyun az olduğu bir yerde insanlara içme suyu sağlamak en güzel sadaka olmaktadır. Diğer bir durumda da fakir, kimsesiz, terk edilmiş dul bir kadına sahip çıkmak en hayırlı sadaka olabilmektedir.
Sadaka verilirken dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da fakirin incitilmemesi, gönlünün kırılmaması ve yapılan iyiliğin başına kakılmamasıdır. Allah Teâlâ (cc), "Güzel söz ve bağışlama, arkasından incitme gelen sadakadan daha iyidir. Allah (cc) zengindir, halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir). Ey iman edenler! Allah’a (cc) ve âhiret gününe inanmadığı hâlde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle yaptığınız hayırları boşa çıkarmayın..." buyurmaktadır.
Sadakanın kimlere verileceği de önemlidir. Bir insanın harcama yapmasına, yardım etmesine en lâyık olanlar öncelikle eşi ve aile efradıdır. "Kişinin ailesi için yaptığı harcama da sadakadır." buyuran Allah Resûlü (sas), aile fertleri ihtiyaç hâlinde iken başkalarına sadaka verilmesini tasvip etmemiştir. Bunun içindir ki O (sas) şöyle buyurmuştur: "Sadakanın en hayırlısı, vereni ve geçindirmekle yükümlü olduğu aile efradını ihtiyaçsız bırakacak şekilde verilendir. Üstteki (veren) el, alttaki (alan) elden hayırlıdır. Sen ilk önce, geçimini sağlamakla yükümlü olduğun kimselerden başla."
Sadaka verilirken ikinci olarak hısım ve akraba gözetilmelidir. Çünkü yoksul bir kişiye verilen sadakada sadece bir sevap varken, akrabaya verilende iki sevap vardır. Birincisi sadaka sevabı, ikincisi akrabalık bağlarını kuvvetlendirme sevabıdır. Hz. Peygamber, akrabaya verilen sadakanın aradaki kin, haset, dargınlık vb. duyguları gidereceğine işaretle, "Sadakanın en faziletlisi içinde sana karşı (gizli) düşmanlık duygusu besleyen akrabaya verilen sadakadır." buyurmuştur.
Sonuç olarak sadaka, Allah’a (cc) karşı bağlılığın bir ifadesi olarak her insanın imkân ve bulunduğu ortama göre yapabileceği bir ibadet çeşididir. Böylece Müslümanlar zaman ve sınırlama olmaksızın hayır işlemeye, mükâfat kazanmaya teşvik edilmektedir. Kendi şahsı, ailesi, toplumu, çevresi hatta hayvanları ilgilendiren bütün hayırlı işlerin sadaka olduğunu bilen bir kişi var gücüyle çalışacaktır. Ayrıca bu sadaka kültüründe her şahsa bu hayrı işleme fırsatı verilerek insanların hayır yolunda yarışmalarına imkân sağlanmıştır. Bu sayede insanlar daha güzelini ve daha faydalısını bulma noktasında çaba içerisinde olacak ve sonuçta faydalı olma, hayır yapma anlayışı hâkim olmaya başlayacak, insanlar farklı alanlarda hayır yarışına gireceklerdir. Böylece Kutlu Nebî’nin (sas), "Sadakalarınızı (bir an önce) veriniz. Çünkü size öyle bir zaman gelecek ki kişi sadakasını getirecek fakat onu kabul edecek kimse bulamayacak. (Sadaka getirdiği) adam, "Dün gelseydin onu kabul ederdim, fakat bugün ona ihtiyacım yok." diyecek." şeklinde tasvir ettiği kanaatkâr bir toplum oluşacaktır.
Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam