"عَنْ أَبِى الدَّرْدَاءِ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : "كَانَ مِنْ دُعَاءِ دَاوُدَ يَقُولُ: اللَّهُمَّ إِنِّى أَسْأَلُكَ حُبَّكَ وَحُبَّ مَنْ يُحِبُّكَ وَالْعَمَلَ الَّذِى يُبَلِّغُنِى حُبَّكَ، اللَّهُمَّ اجْعَلْ حُبَّكَ أَحَبَّ إِلَيَّ مِنْ نَفْسِى وَأَهْلِى وَمِنَ الْمَاءِ الْبَارِدِ
Ebu’d-Derdâ’dan (ra) nakledildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:
“Dâvûd Peygamber (as) şöyle dua ederdi: Allah'ım, senden seni sevmeyi, seni seven kişiyi sevmeyi, senin sevgine ulaştıran ameli isterim. Allah'ım, senin sevgini bana kendimden, ailemden ve soğuk sudan daha sevimli eyle.”
(T3490 Tirmizî, Deavât, 72)
***
"عَنْ عَبْدِ اللَّهِ عَنْ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) أَنَّهُ قَالَ: "الْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Abdullah (b. Mes’ûd) (ra) tarafından nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:
“Kişi sevdiğiyle beraberdir.”
(B6168 Buhârî, Edeb, 96)
***
"عَنْ أَبِي ذَرٍّ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : "أَفْضَلُ الْأَعْمَالِ الْحُبُّ فِي اللَّهِ وَالْبُغْضُ فِي اللَّهِ
Ebû Zer’den (ra) rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:
“Amellerin en faziletlisi Allah (cc) için sevmek ve Allah (cc) için nefret etmektir.”
(D4599 Ebû Dâvûd, Sünnet, 2)
***
"عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : "إِنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ يَقُولُ: أَيْنَ الْمُتَحَابُّونَ بِجَلَالِي؟ الْيَوْمَ أُظِلُّهُمْ فِي ظِلِّي يَوْمَ لَا ظِلَّ إِلَّا ظِلِّي
Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:
"Allah Teâlâ (cc) (kıyamet günü) şöyle buyurur: "Nerede benim rızam için birbirlerini sevenler! Gölgem dışında hiçbir gölgenin olmadığı böyle bir günde onları kendi gölgemde gölgelendireceğim. (Benim himayemden başka hiçbir himayenin olmadığı böyle bir günde onları, özel himayeme alacağım)."
(HM8436 İbn Hanbel, II, 338)
***
"عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ، أَنَّ رَجُلاً كَانَ عِنْدَ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) ، فَمَرَّ بِهِ رَجُلٌ فَقَالَ: يَا رَسُولَ اللَّهِ! إِنِّى لَأُحِبُّ هَذَا، فَقَالَ لَهُ النَّبِيُّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : "أَعْلَمْتَهُ؟’ قَالَ: لاَ. قَالَ: ‘أَعْلِمْهُ.’ قَالَ: فَلَحِقَهُ فَقَالَ: إِنِّى أُحِبُّكَ فِى اللَّهِ، فَقَالَ: أَحَبَّكَ الَّذِى أَحْبَبْتَنِى لَهُ
Enes b. Mâlik’ten (ra) rivayet edildiğine göre, bir adam Hz. Peygamber’in (sas) yanında iken oradan birisi geçti. Adam, "Ey Allah’ın Resûlü, ben bu adamı seviyorum." dedi. Peygamber (sas) de ona, “Bunu ona söyledin mi?” diye sordu. Adam "Hayır." cevabını verdi. Hz. Peygamber (sas), “Git, ona söyle.” buyurdu. Bunun üzerine adam o kimsenin yanına gitti ve "Ben seni Allah (cc) için seviyorum." dedi. Öteki adam da "Beni kendisi için sevdiğin Allah (cc) da seni sevsin." cevabını verdi.
(D5125 Ebû Dâvûd, Edeb, 112-113)
***
İslâm ordusu Bedir Savaşı’ndan büyük bir zaferle çıkmıştı. Hz. Ebû Bekir (ra), müşrik esirlerin fidye karşılığı serbest bırakılmasından yanaydı. Bu teklif Resûlullah’a (sas) da uygun gelmişti. Kararı duyan Mekkeliler esirlerini kurtarmak için fidye göndermeye başlamışlardı bile. Gönderilen fidyelerin arasındaki bir gerdanlık Resûlullah’ın (sas) dikkatini çekti. Evet, bu hiç şüphesiz eşi Hz. Hatice’nin (ra) gerdanlığıydı. Sevgili kızı Zeyneb (ra) idi bu gerdanlığı gönderen. Hz. Muhammed’e (sas) peygamberlik verilmeden önce Zeyneb (ra), teyzesi Hâle bnt. Huveylid’in oğlu Ebu’l-Âs b. Rebî’ ile evlenmişti. Düğün günü Hz. Hatice (ra), boynundaki gerdanlığı çıkarıp kızına hediye etmişti. Zeyneb (ra) ile Ebu’l-Âs arasında olağanüstü bir sevgi vardı. Ne var ki Resûlullah’a (sas) peygamberlik verildikten sonra, Zeyneb (ra) ilk inananlar arasında yerini alırken Ebu’l-Âs hâlâ Müslüman olmamıştı. Üstelik Bedir Savaşı’nda Peygamber’in (sas) karşısında, müşrik saflarında savaşmış, neticede Müslümanlara esir düşmüştü. Gerdanlığın fidye olarak gönderilmesi, Zeyneb’in Ebu’l-Âs’a duyduğu sevginin bir işaretiydi. Ebu’l-Âs da Zeyneb’e (ra) duyduğu sevgiden hiçbir şey kaybetmemişti. Mekke müşriklerinin onca baskısına rağmen Zeyneb’i (ra) boşamamış, vefakâr bir eş olduğunu göstermişti. Zeyneb (ra) de diğer Müslümanlarla beraber hicret edememiş, Mekke’de eşinin yanında kalmıştı.
Allah Resûlü (sas) hem Ebu’l-Âs’ın iyi bir damat olduğunun hem de Zeyneb’in (ra) ona olan sevgisinin farkındaydı. Müslümanlara dönerek bir teklifte bulundu: “Eğer uygun görürseniz kızım Zeyneb'in esirini serbest bırakın, şu gönderdiği gerdanlığı da ona geri verin.” Müslümanlar elbette Allah Resûlü’nün (sas) talebini geri çevirmeyeceklerdi. Ebu’l-Âs derhâl serbest bırakıldı. Ancak Resûlullah (sas) henüz hicret etmemiş kızının artık Medine’ye gelmesini istiyordu. Öte yandan eşi müşrik olduğu sürece evli kalmaları da mümkün değildi. Ebu’l-Âs’a bu talebini iletti. Ebu’l-Âs Resûlullah’a karşı gelmedi, Zeyneb’i (ra) göndereceğini söyledi.
Birbirini seven iki insan, aynı dinde birleşemeyince yollarını ayırmak zorunda kaldılar. Zeyneb (ra), kızı Ümâme ile birlikte Medine’de, Resûlullah’ın (sas) yanında yaşamaya başladı. Her ne kadar Ebu’l-Âs’ı sevse de Allah’ın (cc) ve Resûlü’nün (sas) sevgisi her sevginin üstündeydi. Mümin kadınların ancak mümin erkeklerle evlenebileceği çok açık bir dinî hükümdü. Öte taraftan sevgilerin en büyüğü olan Allah (cc) sevgisi, Allah’a (cc) ve Resûlü’ne (sas) itaati gerektiriyordu. Allah’ın (cc) sevgilisi olmaktan daha değerli ne vardı?
Zeyneb (ra) her ne kadar ayrılığı seçmiş olsa da aradan birkaç sene geçti ve Ebu’l-Âs bu ayrılığı bitirmeye karar verdi. Ebu’l-Âs, Mekkelilere olan tüm borçlarını kapattıktan sonra herkesin önünde kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu ve Medine’ye hicret etti. Artık Zeyneb (ra) ile Ebu’l-Âs’ı ayıracak hiçbir engel kalmamıştı.
Zeyneb (ra) ve Ebu’l-Âs’ın nikâhlarının yenilendiğine veya eski nikâhlarının üzerine evliliklerini devam ettirdiklerine dair farklı rivayetler bulunmakla birlikte, neticede Zeyneb (ra), Allah (cc) ve Resûlü’nün (sas) rızası için ayrıldığı eşine, yine Allah (cc) ve Resûlü’nün (sas) rızasıyla kavuşmuş oldu. Böylece o, gerçek bir müminin kalbinde, Allah (cc) sevgisinin üstünde hiçbir sevgiye yer olamayacağını gösterdi.
Zeyneb (ra) ve Ebu’l-Âs’ın gönüllerini birleştiren o mukaddes bağ, sevgidir. Sevgiyi kullarının kalplerine yerleştiren ise Cenâb-ı Hak’tır (cc). Allah (cc), bütün sevgilerin kaynağı, varlık sebebidir, sevgisi sonsuz olandır. O (cc), Vedûd’dur. Hem seven hem sevilendir. Vedûd isminin ifade ettiği sevgi, lütüfkâr ve merhamet dolu bir sevgidir. Bu sonsuz sevgi sayesinde O (cc), tüm varlıklara rızık verir. Bu sınırsız sevgi ile kullarının da kendisini tanımasına, sevmesine yardımcı olur ve bu sevgi ile kullarını bağışlar. Zira Allah (cc), “Çok mağfiret eden, pek sevendir.” Kullarını bağışlamak onu sevindirir. Dolayısıyla canlı cansız varlıklarıyla tüm evren Allah’ın (cc) sevgi ve merhameti ile ayakta durur.
Kullarını sevmek, Allah’ın (cc) büyük bir ihsanıdır. Allah’ın (cc) kullarına duyduğu sevgi ve şefkat, annenin yavrularına duyduğundan çok daha fazladır. Resûlullah (sas), kayıp çocuğunu telaşla arayan, bu arada, yavrusuna duyduğu özlemle bulduğu her bir çocuğu bağrına basıp emzirmeye çalışan bir anneyi ashâbına göstererek, “Bu kadının çocuğunu ateşe atabileceğini düşünebilir misiniz? (İşte) Allah'ın (cc) kullarına merhameti bu annenin yavrusuna duyduğundan çok daha fazladır.” buyurmuştur. Allah Teâlâ (cc), kulunu sevdiği zaman, âdeta onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı (mesabesinde) olduğunu, kendisinden istediği zaman ona ihsanda bulunduğunu, kendisine sığındığı zaman da kulunu koruduğunu bildirmiştir. Sevgili Peygamberimiz (sas), kulun (farz ve nafile) ibadetlerde bulunarak Allah’ın (cc) sevgisini kazanabileceğini haber vermiş ve Allah’ın (cc) sevdiği kullarını nimetleriyle mükâfatlandıracağını müjdelemiştir. “Allah (cc) bir insanı sevdiği zaman birinizin hastasını (soğuk) su içmekten koruduğu gibi onu dünyanın (kötülüklerinden) korur." buyuran Resûl-i Ekrem (sas), Allah’ın (cc) sevdiği kullarını cehennem ateşinden de koruyacağını bildirmiştir.
Cenâb-ı Hakk’ın varlıklara duyduğu bu sonsuz sevgi ve şefkatin bilincinde olan bir Müslüman’ın yüreğinde en çok yer verdiği sevgi Allah (cc) sevgisidir. Bu sevginin üstünde hiçbir sevgiye yer vermez. Diğer bütün sevgiler, Allah’ı (cc) sevmenin, O’na (cc) boyun eğmenin bir gereğidir. İnsanın Yaratanı’na (cc) duyduğu bu içten sevgi ve bağlılık, yalnız O’na (cc) imanı gerektirir ve iman O’na (cc) olan eşsiz muhabbeti ifade eder. İmanlı olmak,insanın gönlünde büyüttüğü bütün sahte sevgileri yıkarak yalnız Allah’a (cc) teslim olmasıdır. Zira iman eden kimseler her şeyden çok O’nu (cc) severler.
Kalplere sevgiyi yerleştirecek olan şey davranışlardır. Dolayısıyla sevginin teşvik edilmesinde temel gaye aslında kâmil imanı elde edebilmektir. Zira insan, sevgi sayesinde olgun bir imana sahip olur, imanın lezzetini alır. Resûlullah (sas), insanın hakiki sevgilere gönlünde yer vererek imanın tadına varabileceğini şu şekilde ifade eder: “Şu üç özellik kimde bulunursa o kişi imanın tadına erer: Allah (cc) ve Resûlü'nü (sas) herkesten çok sevmek, sevdiği kişiyi sadece Allah (cc) için sevmek, imandan sonra küfre dönmekten, ateşe atılmaktan çekindiği gibi çekinmek.” Dâvûd (as) da Allah’tan (cc) sevgisini şöyle istemektedir: “Allah'ım, senden seni sevmeyi, seni seven kişiyi sevmeyi, senin sevgine ulaştıran ameli isterim. Allah'ım, senin sevgini bana kendimden, ailemden ve soğuk sudan daha sevimli eyle” Hz. Dâvûd’un (as) Allah’tan (cc) talebi sevgi olduğu gibi, “Allah'ım beni sevginle rızıklandır.” buyuran Allah Resûlü’nün (sas) duası da O’nun (cc) sevgisidir.Çünkü sevgi imanın özüdür. Sevgiyi öğrenmemiş, sevgiye kapılarını açmamış, sevmeye yeteneksiz bir kalp, mümin kalbi olamaz. Hz. Peygamber (sas) bu durumu şöyle ifade eder: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız.” Bu nedenle müminin kalbi, kemale ermiş bir imanı elde etmek uğruna sevgiyi arar, sevmeyi ister. Allah (cc) ve Resûlü’nün (sas) sevgisi nihayetinde cennete girmeye vesile olur. Zira kıyamet günü için Allah (cc) ve Resûlü’nün (sas) sevgisini hazırladığını söyleyen sahâbîye Sevgili Peygamberimiz (sas), “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” buyurmuştur.
Hayatını Allah (cc) sevgisi ile yoğurmuş bir insanın kalbinde Allah (cc) sevgisini, Allah’ın (cc) habîbi Resûlullah’ın (sas) sevgisi izler. Zira Hz. Muhammed (sas), Hz. İbrâhim (as) gibi Halîlullah’tır, Allah (as) dostudur. ’Halîlullah’ olacak kadar Allah’a (cc) yakındır. Allah’ın (cc) kullarına olan sevgisinin en açık işareti olarak yaratılmıştır. İşte bu nedenle bir mümin, herkesten çok Peygamberini (sas) sever. Resûlullah (sas), “Hiçbiriniz beni babasından, evlâdından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe kâmil mümin olamaz.” buyurmuş, Allah Teâlâ (sas) da müminlerin Allah (cc) ve Resûlü’nü (sas) babalarından, oğullarından, kardeşlerinden, eşlerinden, mallarından hulâsa dünyadaki her şeyden daha fazla sevmeleri gerektiğini bildirmiştir. “Size verdiği nimetlerden ötürü Allah'ı (cc) sevin. Allah'ı (cc) sevdiğim için beni sevin; beni sevdiğiniz için de ailemi sevin.” buyuran Resûlullah (sas), Allah’ı (cc) sevmenin ve O’na (cc) olan imanın gereği kendisinin sevilmesini istemiştir.
Müminlere canlarından daha yakın olan Allah Resûlü’nün (sas) muhabbeti, onunla hemhâl olan ashâbını kuşatmıştır. Sahâbenin peygambere (sas) hitaben, "Anam babam sana feda olsun!" deyişlerinden daha güzel bir sevgi ifadesi olabilir mi? Onların peygamber sevgisi, hayatlarının gayesiydi. Bu sevginin büyüklüğü, âmâ bir sahâbînin dudaklarından dökülen şu sözlerle ifade edilmişti: “Ben, Peygamber'e (sas) bakmak, onu görmek için gözlerimi istiyordum, fakat şimdi Peygamber (sas) vefat etti. Allah'a (cc) yemin ederim ki eğer (Yemen'deki) Tübâle beldesinin ceylanlarından bir ceylanın gözü dahi bende olsa, artık buna sevinmem.”
Sahâbe Resûlullah’a (sas) duydukları bu derin sevgilerini, ona cân-ı gönülden hizmet ederek sergilerlerdi. Allah Resûlü’ne (sas) hizmet için âdeta birbirleriyle yarışırlardı. Veda Haccı esnasında Bilâl (ra) ve Üsâme (ra), Resûlullah’ın (sas) yanından ayrılmamış, biri devesini doyururken diğeri Peygamber’i (sas) elbisesiyle gölgelendirmeye çalışmıştı.
Kaybetme korkusu ve endişesiyle yüreği titreyerek sevmek, sahâbenin, Resûl-i Ekrem’e (sas) duyduğu sevginin göstergelerinden biridir. Zira sevgilinin yanında olmak, uğruna pek çok şeyden vazgeçilebilecek kadar değerli görülür ve seven kişinin yüreğinde ayrılık endişesi oluşmaya başlar. Onun için Abdurrahman b. Avf (ra), Resûlullah (sas) secdede uzun bir süre kalınca korkuya kapılmış, Allah Resûlü’nün (sas) vefat ettiğini zannetmişti. Samimi ve kâmil bir sevgi besleyen kişi, sevdiğinden ayrılmaya katlanamaz. Bu yüzden ashâbdan Enes b. Mâlik (ra), Resûlullah’ın (sas) Medine’ye geldiği gün her yerin apaydınlık olduğunu ancak vefat ettiği zaman karanlıklara gömüldüklerini ifade etmiştir.
Sevgi, kişide şefkat ve merhamet duygularını güçlendirir. Kişi, sevdiğinin sıkıntıya uğramasına dayanamaz hatta onu kendi canından çok sever hâle gelir. Ashâbı kendisini her şeyden çok seven Rahmet Peygamberi (sas) de engin merhametiyle bütün ümmetine kucak açmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de Peygamber’in (sas) ümmetine olan sevgisi şöyle anlatılır: “Andolsun size öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona pek ağır gelir. O (sas), size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir.” Peygamberimizin (sas) ümmete sevgisinin ve düşkünlüğünün ne düzeyde olduğunu anlatan en çarpıcı örnek, kıyamet gününün dehşetinde Rabbine ümmeti için dua edeceğini bildirmesidir. Çünkü gerçek sevgi, en zorlu ve dehşetli anlarda dahi kendinden önce sevgiliyi düşünebilmektir.
Sevgi nimetini kullarının fıtratına yerleştirmiş olan Cenâb-ı Hak (cc), elçileri vasıtasıyla sevgiye dair mesajları bütün zaman ve mekânlara ulaştırmıştır. Asr-ı saadet, sevginin insanı nasıl değiştirebileceğinin müthiş örneklerine sahne olmuştur. Birbirlerini hiç acımadan öldüren, birbirlerine zulmeden, birbirleriyle düşman olan topluluklar, nesep kardeşliğini geride bırakan ulvî bir kardeşlik bağına sahip olmuşlardır. Allah Teâlâ (cc), bu durumu şöyle bildirir: “Allah'ın (cc) size olan nimetini hatırlayın; hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O (cc), gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun (cc) nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz.” Ensar ve muhacir, aralarındaki bu muhabbetten dolayı (din) kardeşlerini kendilerine tercih edecek seviyeye gelmişlerdir. Şüphesiz insanlarda meydana gelen bu değişimde onların Allah (cc) için birbirlerine duydukları muhabbet etkili olmuştur. Zira, bütün sevgiler, menfaat için değil Allah (cc) için olduğunda bir anlam ifade eder. Allah Resûlü (sas) bu yüzden, “Amellerin en faziletlisi Allah (cc) için sevmek ve Allah (cc) için nefret etmektir.” buyurmuştur. Allah Teâlâ (cc), bu şekilde kendi rızasını gözeterek birbirini seven ve bir araya gelen kişilere muhabbetinin vacip olduğunu bildirmiştir.
Sevgiyi değerli ve anlamlı hâle getiren, dünyevî çıkar ya da gaye gütmeksizin yaşanması, Allah’ın (cc) vereceği karşılık dışında hiçbir karşılık aranmamasıdır. Resûlullah’ın (sas) anlattığı bir kıssada, sırf Allah (cc) için kardeşini ziyarete giden bir kişinin karşısına çıkan melek ona şu müjdeyi vermiştir: “Sen Allah'ı (cc) hoşnut etmek için o adamı sevdiğinden dolayı, Allah (cc) da seni seviyor.”
Allah (cc) tarafından sevilmenin bir işareti de, dünyada insanlar tarafından sevilmektir. Buna dair Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: “Allah (cc) bir kulu sevdiği zaman Cebrail'e (as), "Allah (cc) falan kulu seviyor, sen de onu sev!" diye seslenir. Cebrail (as) de o kulu sever. Sonra Cebrail (as) gök halkı içinde, "Allah (cc) falanı seviyor, onu sizler de sevin!" diye nida eder. Bunun üzerine o kulu gök ehli de sever. Sonra yeryüzündeki insanların gönlüne o kimsenin sevgisi yerleştirilir.” Böylece hem gökte melekler hem de yeryüzünde insanlar tarafından sevilme bahtiyarlığına erişir. Ve kıyamet gününde Allah Teâlâ (cc) şöyle nida eder: “Nerede benim rızam için birbirlerini sevenler! Gölgem dışında hiçbir gölgenin olmadığı böyle bir günde onları kendi gölgemde gölgelendireceğim. (Benim himayemden başka hiçbir himayenin olmadığı böyle bir günde onları, özel himayeme alacağım)."
Gönülleri Rablerinin sevgisinde birleşen müminlerin birbirlerine karşı duydukları muhabbet şüphesiz, diğer sevgilerden daha kuvvetlidir. Nitekim Resûlullah (sas), ruhları askerî birliklerden meydana gelmiş ordulara benzeterek, birbirlerini tanıyıp kaynaşanların birbirlerini sevdiğini, aksi durumdakilerin ise birbirlerine muhalefet ettiklerini bildirmiştir. Böylece inançları, amelleri, gayeleri ve davaları ortak, mizaçları, düşünme tarzları ve davranışları birbiriyle uyumlu insanların birbirlerini seveceklerini haber vermiştir.
Ortak bir gayede birleşen inananlar birbirlerinin kardeşidirler ve Hz. Peygamber (sas) müminlerin sevgi ve bağlılıklarını onları tek bir vücuda benzeterek dile getirmiştir. Bir varlığın bir başkasının acı ve hüznünü kendisine aitmiş gibi hissedebilmesi ancak ‘sevgi’ diye adlandırılan ilâhî his sayesinde mümkündür. Böylece, insanlar birbirlerinin sıkıntısı karşısında ilgisiz ve kayıtsız kalamazlar.
İnsanların birbirlerini sevmelerini imanın bir gereği olarak gören Allah’ın Elçisi (sas), sevgiyi devamlı kılmanın ve yüce bir değer hâline getirmenin yolunu da göstermiştir. O (sas) da şu veciz hadisinde ifadesini bulmuştur: "Hiçbiriniz kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe hakkıyla iman etmiş sayılmaz." Bu davranış olgunluğu, kâmil bir imanın göstergesi olduğu gibi kalıcı ve değerli sevgi ilişkileri sürdürmede de önemli bir rol oynar. Her birey tüm sevdiklerine bu olgunlukla davrandığı sürece uzun süreli, huzurlu ve sevgi dolu ilişkiler yaşamak hiç de zor olmayacaktır. Çünkü sevginin başlıca düşmanı bencilliktir. Oysa sevgi, paylaşmayı, el ele vermeyi ve sevdiğini kendine tercih etmeyi gerektirir.
Allah Resûlü (sas), müminlere aralarında sevgiyi yaygınlaştırmalarını emretmiş ve bunun yöntemleriyle ilgili bilgiler vermiştir. Resûlullah (sas), sevginin sağlam temellere oturtulması ve böylece gelişmesine zemin sağlanması için insanların önce birbirlerini tanımaları gerektiğini ifade etmiştir. Bu bağlamda, Müslümanların birbirlerinin ismini, babalarının ismini, hatta mensup oldukları kabileyi sorarak öğrenmelerini istemiş, böylece aralarında sevgi ve bağlılığın gerçekleşeceğini söylemiştir. Tanışıp kaynaşan insanların karşılıklı olarak birbirlerini sevebilmelerinin yolu ise selâmlaşmaktır. Resûlullah (sas), “Size, yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey öğreteyim mi? Aranızda selâmı yayın.” buyurmuştur. Selâmlaşma, kişinin kendisini güvende ve selâmette hissetmesini sağlar. Kişi kendisine güven ve sükûnet sağlayana meyleder ve böylece sevgi hâsıl olur.
İyilik görmek de sevmeye, sevgiyi pekiştirmeye sebep olur. Bu doğrultuda gerek insanların sevgisini kazanmada gerekse onlara duyduğumuz sevgiyi ifade etmede iyilik ve ikram önemli rol oynar. Abdullah b. Mes’ûd (ra), kalplerin kendisine iyilikte bulunanlara sevgi, kötülük edenlere nefret duyacak yapıda yaratıldığını söylemiştir. Resûlullah’ın (sas) hediyeleşmeye önem vermesi de insan fıtratındaki bu özellikten hareketle sevgiyi tesis etme amacına yöneliktir. “Birbirinize hediye verin, böylece birbirinizi seversiniz ve aranızdaki düşmanlık gider.” buyurmuş ve kendisi de hediyeleşerek insanlara örnek olmuştur.
Sevgideki derinliği hissettirebilmek için sevginin ifade edilmesi büyük önem arz eder. Hz. Peygamber (sas) de sevginin dile getirilip paylaşılmasını istemiştir. Allah Resûlü (sas), sevdiğini söylemeyi ümmetine tavsiye etmesinin yanında kendisi de sevgisini sunmaktan kaçınmazdı. Bir gün Muâz b. Cebel’in (ra) elini tutarak ona, “Ey Muâz, ben seni seviyorum.” demişti. Bunun üzerine Muâz (ra) da, "Ben de seni seviyorum, ey Allah’ın Elçisi!" diye karşılık vermişti. Resûlullah’ın (sas) Kur’an’dan bir sûre öğretmek için yanına çağırdığı Ebû Saîd b. Muallâ’nın (ra) elini tutması, kalbindeki kasvetten şikâyet eden bir adama kalbinin yumuşaması için yetimin başını okşamasını tavsiye etmesi, tokalaşmanın insanlar arasındaki kini gidereceğini bildirerek bunu teşvik etmesi, onun sevgiyi ifade etmeye verdiği önemi göstermektedir.
İnsanın yüreğine anne baba sevgisini, kardeş sevgisini, eş sevgisini, çocuk sevgisini yerleştiren de Allah’tır (cc). Zira O (cc), “Kendileriyle huzur bulmanız için size kendi cinsinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O'nun (cc) (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.” buyurur. Dolayısıyla sevgi, Allah’ın (cc) varlığının delili olacak kadar değerlidir.
Hanımlarına karşı sevgisini esirgemeyen ve her zaman nazik bir eş olan Allah Resûlü (sas), ilk eşi Hz. Hatice’yle (ra) ilgili, “Bana onun sevgisi bahşedildi.” buyurmuştur. Onun vefatından sonra hatırasına hürmeten eşinin sevdiği insanlarla ilişkisini devam ettiren Hz. Peygamber (sas) zaman zaman Hz. Hatice’ye (ra) karşı duyduğu özlemi de dile getirmiştir. Hz. Hatice’nin (ra) vefatından yıllar sonra kız kardeşi Hâle, Resûlullah’ı ziyarete geldiğinde, Hâle’nin sesinin Hatice’ninkine (ra) benzerliği karşısında bir an ürperen Allah Resûlü (sas), onu Hz. Âişe’yi (sas) kıskandıracak sevinç ve heyecanla karşılamıştı.
Sevgili Peygamberimiz (sas), Hz. Âişe’yi (ra) çok severdi. Amr b. Âs (ra) bir gün Peygamberimize (sas), "Sana insanların en sevimlisi kimdir?" diye sormuş ve "Âişe” cevabını almıştı. Bir defasında Hz. Âişe (ra), mescitte kılıç kalkan gösterisi sunan Habeşli grubu seyretmek istediğinde Resûlullah (sas), Hz. Âişe (ra) gösteriden sıkılana kadar, yanağı Âişe’nin (ra) yanağında gösteriyi izlemişlerdi. Allah Resûlü’nün (sas) Hz. Âişe’ye (ra) olan bu muhabbetinin farkında olan hanımlarından Hz. Sevde (ra), Peygamber’in (sas) kendisine ayırdığı günü Âişe’ye (ra) hibe etmişti. Böylelikle Sevde (ra), sevgide fedakârlığın hangi boyutlara varabileceğini göstermesi bakımından emsalsiz bir davranış sergilemişti.
Dinimizde sevgi ve saygı gösterilmesi emredilen varlıklar arasında anne ve baba her zaman özel bir yere sahip olmuş, onlara karşı ‘öf’ bile demek yasaklanmıştır. Ayrıca akrabalarla sevgi bağlarının devam ettirilmesi (sıla-i rahîm) konusuna da önem verilmiştir. Allah Resûlü (sas), kişinin çocuklara karşı da her zaman sevgi ve merhametle davranmasını emretmiş, onları öpüp yanaklarını okşamış, sırtına bindirmiş, hatta namazdayken bile kucağında taşımıştır. Sevgili Peygamberimiz (sas), çocuklarına karşı her zaman oldukça ince ve zarif bir şekilde sevgisini ifade etmiştir. Kızı Fâtıma (ra), yanına girdiği zaman Resûlullah (sas) onun için ayağa kalkar, elinden tutar, onu öper ve kendi yerine oturturdu. Hz. Fâtıma (ra) bu zarif sevgi gösterisini kendisine örnek edinir ve babasına aynı şekilde davranırdı. Bu tavır sevginin saygıdan ayrılmaması gerektiğini de göstermektedir. Aksi hâlde, kaba ve saygısız davranışlar, insanların incinmesine, zamanla sevgilerini yitirmelerine sebep olmaktadır.
Rahmet Peygamberi (sas), canlı cansız bütün mahlûkata karşı sevgiyle yaklaşmış, hayvanlara, bitkilere, doğaya hulâsa bütün âleme muhabbet nazarıyla bakmış ve en güzel şekilde bunu dile getirmiştir. Peygamberimiz (sas), dağlara, şehirlere duyduğu sevgiyi bile dillendirmiştir. Nitekim Mekke’ye, Medine’ye, Uhud Dağı’na olan sevgisini ifade ettiği bilinmektedir.
İnsan, kalbinde en çok Allah (cc) sevgisine yer verip bütün sevgilerinde O’nun (cc) hoşnutluğunu gözetince, daha önce nefret ettiği kişileri dahi sevmeye başlayabilir. Asr-ı saadette Hz. Hamza’yı (ra) şehit ettiren Hind ile Resûlullah (sas) arasında yaşanan hadise bunun en güzel örneğidir.
Hz. Âişe’nin (ra) naklettiğine göre bir gün Hind geldi ve Hz. Peygamber’e (sas), "Yâ Resûlallah! Vaktiyle yeryüzünde senin ev halkın kadar zelil ve harap olmalarını istediğim hiçbir ev halkı yoktu. Oysa bugün, yeryüzünde senin ev halkın kadar aziz olmalarını istediğim hiçbir ev halkı yoktur." dedi. Resûlullah (sas) da Hind’e kendisiyle aynı hisleri paylaştığını söyledi. Her zaman olduğu gibi sevgi konusunda da ölçülü olmayı emreden Allah Resûlü (sas) şöyle buyurmuştur: “Sevdiğin kimseyi ölçülü sev ki bir gün sevmeyeceğin bir kişi olabilir. Sevmediğin bir kimseyi de ölçülü şekilde sevme ki günün birinde çok sevdiğin bir kimse olabilir.”
Sevgi, insan ruhunun derinlerine işleyen bir duygudur. Hz. Peygamber (sas), sevginin insan tabiatı ve davranışları üzerindeki derin tesirlerini ifade etmek üzere, “Bir şeyi sevmen seni kör ve sağır eder.” buyurmuştur. Bu yoğun duygu atmosferi içinde seven kimse, sevdiğinin hatalarını, çirkin davranışlarını göremez, duyamaz hâle gelebilir. Bu nedenle sevilecek kimsenin Allah’ı (cc) seven, dolayısıyla Allah’ın (cc) hoşnut olmayacağı davranışlardan kaçınan birisi olması önem arz eder. Resûlullah (sas), “Kişi, dostunun dini/ahlâkı üzerinedir.” diyerek sevgi ve dostluğun amellere ne ölçüde tesir ettiğini ifade etmiştir.
Sevginin yurdu olan kalp, farklı sevgilere meyledebilecek tarzda yaratılmıştır. Kalp, güzellik, zarafet, asalet veya zenginlik gibi dünyevî değerlere meyillidir ve dünya hayatının geçici zevklerinin cazibesine kapılabilir. İnsanın dünya nimetlerine olan sevgisi tabiî olmakla birlikte, Allah (cc) ve Resûlü’nün (sas) sevgisini gölgede bırakacak veya ona asıl yaratılış amacını unutturacak derecede olmamalıdır. Bu nedenle, kullarını çok iyi tanıyan Cenâb-ı Hak (cc), insanın tabiatında bulunan çeşitli zaaflara işaret ederek onları uyarmıştır. Allah Teâlâ (cc), insanın malı çok sevdiğini bildirmiş, Allah Resûlü (sas) de, “Âdemoğlunun iki vadi dolusu altını olsa üçüncüsünün de olmasını ister.” şeklinde bu düşkünlüğe dikkat çekmiştir. “Sevdiğiniz şeylerden Allah (cc) yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz.” buyuran Cenâb-ı Hak (cc), Allah (cc) rızasının dünya nimetlerinin üzerinde olduğunu kullarına hatırlatmıştır. Kur’an’da insanların eşlerine, çocuklarına, altın ve gümüşe, dünya malına karşı düşkün oldukları, ancak tüm bu dünyevî sevgilerin geçici olduğu bildirilmiş ve bunların âhireti unutturmaması gerektiği şu şekilde hatırlatılmıştır: “Şu insanlar, hemen ellerine geçebilecek dünyalıkları seviyorlar da önlerindeki çetin bir günü (âhireti) ihmal ediyorlar.” Oysa nitelikli ve kalıcı sevgi, Allah (cc) katında kıymetli olan hususlara değer verildiği sürece elde edilebilir. Böyle bir sevgi, Allah’ı (cc) anmaktan alıkoyucu bir nitelik taşımayacak, Allah’ın (cc) rızasını kaybettirmeyecektir. Hiçbir zaman unutulmaması gereken husus, Allah’a (cc) karşı olan sorumlulukların yerine getirilmesine engel olan bir sevgiden Allah’ın (cc) razı olmadığıdır: “Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı (cc) anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır.”
Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam