Aylık Dergi

Transhümanizmin İyi Yaşam İdeali ve İnsanı Geliştirme Hayali

Abone Ol

Prof. Dr. Ülfet Görgülü

Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi

“… Bizim 1.0 sürüm biyolojik bedenlerimiz de aynı şekilde dayanıksızdır. Gereksindikleri sıkıcı, koruyucu bakım ritüelleri bir yana, sayısız türden hataya tabidir… Tekillik, biyolojik bedenlerimiz ve beyinlerimizin söz konusu kısıtlamalarını aşmamızı sağlayacak. Yazgımıza karşı güç kazanacağız. Ölümlülüğümüz kendi elimizde olacak. Dilediğimiz kadar yaşayabileceğiz.” diyor transhümanist hareketin öncü isimlerinden Kurzweil ve “Teknolojik değişim hızının insan yaşamını geri döndürülemez biçimde dönüştürecek kadar yüksek olacağı, değişimin etkilerinin de bir o kadar derinleşeceği, geleceğe ait” bu döneme “tekillik” adını veriyor. (Ray Kurzweil, İnsanlık 2.0: Tekilliğe Doğru Biyolojisini Aşan İnsan, çev. Mine Şengel [İstanbul, Alfa Bilim2018], 19, 22.) Transhümanist hareketi “bize verildiği hâliyle insani var oluşa isyan” olarak özetlemek mümkündür. Teknolojiden yararlanarak bedenlerin ve zihinlerin geliştirilmesi gerektiğini, yaşlanmanın ölüm nedenleri arasından çıkarılabileceğini, insan makine karışımı “yeni bir insan” yapılabileceğini iddia ediyor bu hareket. (Mark O’connell, Makine Olmak, çev. Öznur Karakaş, İstanbul: Domingo, 2018, 6.) Bu anlayışa göre biyolojik sınırlılıklarıyla insan, kusurlu ve zayıf bir varlıktır. Hastalanabilen, yaşlanan ve nihayet ölen insana yapılacak en büyük iyilik “iyi yaşam” için onu teknoloji eliyle özellikle de gen teknolojileri ve nanoteknolojiyle geliştirmek ve üst bir sürüme çıkarmaktır.  Transhümanist düşünürler, insanın refah içinde bir hayat sürmesini sağlamanın aynı zamanda ahlaki bir görev olduğunu, genetik müdahaleyle gelecek nesilleri geliştirmemenin bu anlamda bir hata olacağını öne sürmektedirler. (Julian Savulescu, “Genetic Interventions and the Ethics of Enhancement of Human Beings”, The Oxford Handbook of Bioethics, Edit. Bonnie Steinbock, USA 2009, 517-535.) Zira geliştirme teknolojilerinden yararlanarak insanların bireysel performaslarını arttırmak, hayatlarını daha kolay hâle getirecek, daha mutlu olmalarını ve iyi bir yaşam sürmelerini sağlayacaksa onları bu fırsatlardan mahrum bırakmanın ne anlamı olabilir ki! 

İnsanın genetik müdahaleyle geliştirilmesi, iddia edildiği gibi onun üstün yararına mıdır? İnsan olmanın anlamı biyolojik canlı olmaktan mı ibarettir? Fıkhın makasıd doktrini açısından mesele nasıl değerlendirilebilir?

Makâsıdu’ş-Şerîa çerçevesinde genetik geliştirme

Şer’i hükümlerin maksat, mana ve hikmetlerini ifade eden “Makâsıdu’ş-Şerîa”, gerek naslarla düzenlenen gerek içtihat yoluyla elde edilen fıkhi hükümlerde, dünyevi ve uhrevi yararları temin ve zararları önlenmenin nihai gaye olarak dikkate alındığı fikrine dayanır. Bir davranışın ahlaki değerini ilkelere uygunluğundan ziyade ortaya çıkardığı yarar yönünden ele alan ve elem verici her durumu kötü, haz verici her eylemi ise ahlaki bulan faydacı etik teori ile fıkhın makasıd yaklaşımı birbirinden farklılık arz eder. İslam, insanların yararını gerçekleştirmeyi gaye edinirken haz ve refahı, hayatın merkezine koymaz. Hayatın anlam ve değerini belirleyen; güç, servet, zekâ, yaşam kalitesi gibi değişkenler olmayıp insanın bizatihi ahlaklı ve ilkeli bir duruşa sahip olmasıdır. Kur’an, “İnsanların diriltileceği gün, Allah’a temiz bir kalple gelenler dışında, malın da evladın da fayda vermeyeceği (o) gün beni mahcup etme!” (Şuara, 26/87-89.) ayetiyle bu gerçeğe dikkat çekmektedir. Bu yüzden makasıd, hukuki olduğu kadar ahlaki bir içerik de taşır.

İslam’ın gerçekleştirmeyi ve korunmasını hedeflediği yarar, güncel ve yaygın kullanımdaki faydadan farklıdır. Dinen temini istenen maslahatın, nefsin arzularına göre değil, ahireti hesaba katan bir dünya hayatını ikame için dikkate alındığını söylerken Maliki fakih Şâtıbî (Şâtıbî, el-Muvâfakât, [Beyrut: Dâru’l-Fikr, ts.], 2/25) meselenin bu boyutunu dile getirmektedir. Birey ve toplum için önem derecesine göre en üst kategoriyi oluşturan maslahat can, din, akıl, nesil ve malın korunmasını içerir. Dinî metinlerden tümevarım yoluyla elde edilmiş olan ve “zaruriyyat” kategorisini oluşturan bu yararlar aslında evrensel ve vazgeçilmez değerleri ifade eder. Gazali de bu beş değerin korunmasını temin eden her hususu maslahat, bunların ortadan kalkmasına neden olanları ise mefsedet/zarar kapsamına dâhil etmektedir. (Gazzâlî, el-Mustasfâ, thk. Muhammed Abdüsselam Abduşşâfiî [Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1993], 1/174.) Buna göre maslahat yönünün üstün gelmesi hâlinde o husus maslahat, mefsedet yönünün galip olması durumunda ise mefsedet kapsamında değerlendirilir. Birlikte bulunmaları hâlinde ise zararın bertaraf edilmesi yararın teminine öncelenir. “Def’i mefâsid celbi menâfiden evlâdır.” (Mecelle, mad. 30) kaidesi bunu ifade eder. Bir eylem yarar-zarar dengesi açısından incelenirken neden olabileceği sonuçların göz önünde bulundurulması da önemlidir. Bu hususta yine Şâtıbî’ye kulak verelim: “Fiillerin sonuçlarının dikkate alınması (meal) şer’an muteber bir gayedir. Bu bağlamda fiillerin (dine) uygun ya da muhalif olması arasında fark bulunmamaktadır. Şöyle ki müçtehit, mükelleflerin fiillerine, bu fiilin yol açacağı sonuçlara bakmadan cevaz ya da men hükmü vermez.” (el-Muvâfakât, 4/110.) Buna göre fıkhi yönden bir değerlendirme yapabilmek için olgunun etraflıca anlaşılması ve muhtemel sonuçlarının dikkate alınması gerekli olmaktadır.

İnsanın üstün refahı için genetik olarak geliştirmesi gerektiği fikrine bu çerçeveden bakıldığında söz konusu müdahaleler, insan türünün çeşitliliğini bozma riski taşımaktadır. Genetik müdahale, gen seçimine imkân vererek kalıtsal anlamda üstünlüğe ve ırka dayalı ayrımcılığa yol açabilecektir. Bu durumun çeşitli sosyal problemlere neden olabileceğini ve insanlığın geleceği adına tehdit oluşturabileceğini söylemek mümkündür. İslam anlayışında can, korunması gereken en üst değer olup bunun bir gereği olarak sağlığa özen gösterme, hastalık durumunda tedavi yollarını araştırma bir sorumluluktur. Hz. Peygamber de (s.a.s.) gerektiğinde tedavi olmaya teşvik etmiştir. (Ebu Davud, Tıp, 1.) Genetik müdahale ile insanı geliştirmenin ise tedaviyle bir ilgisi yoktur. Bilakis bu müdahaleler fıtratın değiştirilmesi niteliği taşımaktadır. Kur’an, Allah’ın insanları bir fıtrat ile yarattığını ve bu yaratışta bir değişim olamayacağını bildirmektedir. (Rum, 30/30.) Allah’ın yarattığını değiştirmeye kalkışanlar ise Kur’an’ın diliyle kınanmaktadır. (Nisa, 4/118-119.) Bunun yanı sıra müreffeh hayatın ne olduğu, genetik geliştirmenin insanı daha mutlu edip etmeyeceği, insanı biyolojik olarak geliştirmenin ahlaki gelişimine yansımasının nasıl olacağı gibi konu çerçevesinde tartışılabilecek pek çok husus bulunmaktadır. 

İslam nezdinde insan, yaratılmışların en şereflisi ve muhterem bir varlıktır. Akıl, idrak, irade, temyiz, beyan gibi manevi niteliklerle donatılmış insanın, “Biz insanı en güzel biçimde yarattık.” (Tin, 95/4.) ayetinde ifadesini bulduğu şekliyle varlık âleminde diğer canlılardan ayrı ve özel bir konumu bulunmaktadır. Transhümanist düşüncenin insanı hücre ve genlerin toplamından ibaret gören yaklaşımıyla İslam’ın mükerrem insan anlayışı kıyası mümkün olmayan bir farklılık taşır. Transhümanistlerce fizyolojik açıdan insanın tabiattaki pek çok canlıdan daha güçsüz ve zayıf olması onun adına bir zafiyet olarak kabul edilmekte, bu eksikliğin genetik güçlendirme ile aşılabileceğine inanılmaktadır. İnsan varlığına ve bedenine onarılması gereken bir meta olarak yaklaşanlar geliştirme uygulamalarında hiçbir sakınca görmemektedirler. İslam’da ise insan varlığı minnettar olunacak ilahi bir hediye olarak görülmekte, insan, saygınlığına yaraşır bir mertebeye oturtulmakta ve bedene yönelik keyfi müdahalelere onay verilmemektedir.

Transhümanistlerin gen teknolojilerinden medet ummalarının ardında hastalıkların olmadığı, insanın uzun zamanlar yaşadığı hatta ölümünün kendi elinde olduğu bir geleceğin düşü yatıyor. Oysa bilimsel ve teknolojik gelişmeler ne kadar hız kazansa ve ileri düzeye ulaşsa da insanoğlunun ölümlü bir canlı olduğu gerçeğini değiştiremeyecektir. Ne kadar uzun ve sağlıklı yaşasa da Kur’an’ın da bildirdiği gibi her insan ölüm gerçeğiyle yüzleşecektir. (Âl-i İmran, 3/85.) Dolayısıyla bilimsel başarılara ve teknolojik gelişmelere imza atan insanoğluna düşen, kibirli ve şımarık bir tavırla yaratana ve ölüme meydan okumak değil, başta insan olmak üzere bütün varlığa, sınırlarını ve haddini bilmenin getirdiği bir tevazu ve edeple yaklaşmaktır.