Hadislerle İslam

Ubudiyet: Allah'a kul olmak

Ubudiyet ne demektir? Ubudiyet ve Allah'a kulluk konusunda Peygamber Efendimiz ümmetine hangi tavsiyelerde bulunmuştur? Allah'a kulluk nasıl olmalıdır?

Abone Ol

Ubudiyet: Allah'a kul olmak

Ebû Hüreyre"den (ra) nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:

Rabbimiz Tebâreke ve Teâlâ, her gece, gecenin son üçte biri kaldığında dünya semasına iner (rahmet nazarıyla bakar) ve şöyle buyurur: "Bana dua eden yok mu, duasını kabul edeyim! Benden isteyen yok mu, ona (dilediğini) vereyim! Benden mağfiret isteyen yok mu, onu bağışlayayım!" ”
(B6321 Buhârî, Deavât, 14)

***

İbn Abbâs anlatıyor: Bir gün Hz. Peygamber"in (sav) arkasında (bineğe oturmuş gidiyor) idim, bana şöyle buyurdu: “Evlâdım! Sana bazı sözler öğreteceğim: Allah"ı(n hakkını) koru ki O da seni korusun. Allah"ı(n hakkını) koru ki O"nu hep yanında bulasın. Bir şey isteyeceğinde Allah"tan iste. Yardım dileyeceğinde Allah"tan yardım dile. Şunu bilmelisin ki bütün toplum (varlık âlemi) bir konuda senin yararına bir şey yapmak için bir araya gelse, ancak Allah yazmışsa sana destek verebilirler. Yine (bütün varlık âlemi) bir konuda sana zarar vermek için bir araya gelse, ancak Allah yazmışsa sana zarar verebilirler... ”
(T2516 Tirmizî, Sıfatü"l-kıyâme, 59)

***

Ebû Hüreyre"nin rivayet ettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah şöyle buyurur: "Kim benim bir veli kuluma (dostuma) düşmanlık ederse, ben de ona harp ilân ederim. Kulum, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli bir şeyle bana yaklaşamaz. Kulum nafile ibadetlerle de bana yaklaşmaya devam eder, ta ki ben onu severim. (Sevince de) artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden isterse muhakkak ona (istediğini) veririm. Bana sığınırsa muhakkak onu korur ve kollarım..." ”
(B6502 Buhârî, Rikâk, 38)

***

Ebû Hüreyre"den (ra) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah şöyle buyurur: "Ben, kulumun benim hakkımdaki zannı ne ise öyleyim. Beni andığında onunla beraberim. O beni kendi başına anarsa, ben de onu kendi başıma anarım. O beni bir topluluk içinde anarsa, ben de onu o topluluktan daha hayırlı bir topluluk içinde anarım. O bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak gelirim!" ”
(B7405 Buhârî, Tevhîd, 15; M6832 Müslim, Zikir, 21)

***

Ubâde b. Sâmit"ten rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Kim Allah"a kavuşmayı arzu ederse, Allah da o kimseye kavuşmayı arzu eder. Kim de Allah"a kavuşmaktan hoşlanmazsa, Allah da o kimseye kavuşmaktan hoşlanmaz. ”
(B6507 Buhârî, Rikâk, 41; M6820 Müslim, Zikir, 14)

---

Resûlullah, yuları liften yapılmış Ya"fûr isimli merkebine bindi ve “Haydi Muâz, sen de bin!” diyerek genç sahâbîyi çağırdı. Muâz, Resûlullah"a rahatsızlık vermeme düşüncesiyle önce binmek istemedi. Ancak Resûlullah binmesi için ısrar edince, Muâz onun terkisine binmeye çalıştı. Ama Muâz"ın binmesiyle huysuzlaşan merkep, silkinerek ikisini de yere düşürdü. Kutlu Elçi gülerek yerden kalktı, Muâz ise, olanlardan kendisini sorumlu tutmuş gibiydi. Kendisine kızarak ayağa kalktı. Yeniden denediklerinde artık inat etmeyen merkep Hz. Peygamber ile Muâz"ı nihayet taşımaya başlamıştı.

Hz. Peygamber elini arkaya doğru uzatarak Muâz"ın sırtına hafifçe dokunup “Ey Muâz b. Cebel!” diye seslendi. Tam bir sevgi ve bağlılıkla, “Buyur ey Allah"ın Resûlü, emrine âmâdeyim!” dedi Muâz. Bir süre daha gittiler. Resûlullah tekrar, “Ey Muâz b. Cebel!” diyerek seslendi. Aynı teslimiyetle, “Buyur ey Allah"ın Resûlü, emrine âmâdeyim!”diye cevap verdi yine Muâz. Sonra bir süre daha gittiler. Nebî (sav) tekrar,“Ey Muâz b. Cebel!” diye seslendi. Acaba ne diyecekti Resûlullah? İyice meraklanmıştı Muâz, belli ki önemli bir şeydi diyeceği. Artan bir merakla tekrar, “Buyur ey Allah"ın Resûlü, emrine âmâdeyim!” dedi. Efendimizin dilinden dökülen ifade şöyleydi:“Muâz, sen Allah"ın kulları üzerindeki hakkının ne olduğunu biliyor musun?” Her zamanki saygılı tavrıyla,“Allah ve Resûlü daha iyi bilir.” dedi ve sustu Muâz. Sabırsızlıkla Hz. Peygamber"in anlatacaklarını bekliyordu. Resûlullah daha fazla merakta bırakmadan Muâz"a sorusunun cevabını verdi: “Allah"ın kulları üzerindeki hakkı, kulların O"na kulluk ve ibadet etmeleri ve hiçbir şeyi O"na ortak koşmamalarıdır.”

Hz. Peygamber ve genç sahâbî bir süre daha merkep üzerindeki yolculuklarına devam ettiler. Sonra Hz. Peygamber “Ey Muâz b. Cebel!” diye seslendi yine. Muâz “Buyur ey Allah"ın Resûlü, emrine âmâdeyim!” diyerek cevabını yineledi. Resûlullah, “Peki kulların Allah üzerindeki hakkının ne olduğunu biliyor musun?” diye sordu. Muâz, “Allah ve Resûlü daha iyi bilir.” diyerek cevabı beklemeye başlamıştı. Resûlullah, “Allah"a kulluk etmesi ve O"na ortak koşmaması hâlinde kuluna azap etmemesi ve onu cennete koymasıdır.” sözleriyle verdi müjdeli haberi. 

Allah"ın üzerimizdeki en büyük hakkıdır O"nu tanımamız, O"na kul olmamız ve O"nun tekliğini şeksiz şüphesiz kabul etmemiz. Çünkü O yaratmıştır bütün varlığı ve insanın kendisini. Hem de en güzel bir şekilde yaratmıştır. Varlığımızın yegâne sebebi O"dur ve insan, hakkında“Ol!” emri verildiği için insan bu dünyada vardır. İnsanoğlunun yaratılışı nedensiz ve gayesiz de değildir. Mahlûkatın en şereflisi olarak yeryüzünde halife sıfatıyla var ettiği kulundan Yüce Yaratıcı"nın ilk beklentisi, varlığını O"na borçlu olduğunu bilmesi ve O"nun kudreti karşısında boyun eğmesidir. O, sadece Allah"a kulluk etmek için yaratılmış ve imtihan dünyasına gönderilmiştir. Kul da kul olduğunu bilip mütevazı tavrını korur, azamet ve kibriyânın, yücelik ve üstünlüğün sadece Allah"a ait olduğunu benimserse Rabbi, onu içinden ırmaklar akan cennetlerine koyacaktır.7 Ama kul, Rabbini inkâr ederek kendini büyük görür, O"nun emir ve yasaklarına uymaz ve kulluğunu unutursa, işte o zaman, âhirette kendisini azaptan kurtaracak yardımcı bulamayacaktır. Bu yüzden insan, Rabbi karşısındaki konumunu bilmeli, alçakgönüllülüğünü korumalı ve O"nun şu uyarısını unutmamalıdır: “Allah"ı unutan ve bu yüzden de Allah"ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın.”  

Bütün mahlûkatı yaratan Rabbimiz cömertlikte eşsizdir. O"nun gece gündüz demeden verdiği nimetler saymakla bitmez, tükenmez. İçtiğimiz sudan, takındığımız mücevherlere kadar, bindiğimiz araçlardan giydiğimiz kıyafetlere kadar her şey ama her şey onun bize bahşettiği hediyelerdir. Gözümüz, kulağımız, gönlümüz, elimiz, ayağımız, aklımız, sağlığımız hep O"nun ikramıdır. İşte, nasıl insanlardan ufak bir yardım gördüğümüzde teşekkür ediyorsak, bize hayatımızı, evlâdımızı, evimizi, barkımızı, malımızı, mülkümüzü, kısacası her şeyimizi bağışlayan Allah"a ne kadar teşekkür etsek az değil midir? Yüce Rabbimizin bizden beklediği de samimi bir kalp ile O"na bağlanıp nimetlerinin kadrini bilmeye gayret etmemiz ve kendisine şükretmemizdir. Ki, biz bütün günahları bağışlandığı hâlde Rabbine şükretmekten asla vazgeçmeyen, daima minnettar bir kul olma gayretinde olan bir Peygamber"in ümmetiyiz.) O Peygamber ki, mal edinmek isteyenlere önce şükreden bir kalp ve zikreden bir dil edinmelerini emretmiş, yemek yiyip de şükredenin, açlığa sabredip de oruç tutan kimse kadar sevaba kavuşacağını müjdelemiştir. Unutmamalıyız ki, Rabbinin nimetine şükretmesi, öncelikle insanın kendisine yarar sağlayacaktır. Çünkü şükrüne devam ederse, Allah ona verdiği nimetini daha da artıracaktır. Ancak nimete ve sahibine nankörlük ederse bilmelidir ki, Allah"ın azabı çok şiddetlidir. Ve nimete rıza göstermemenin, burun kıvırmanın, değerini bilmemenin, âhiret azabının yanında dünyada da açlık ve korkuyla sınanmak gibi sonuçları olabilecektir. 

Her nimet bizim için aynı zamanda bir imtihan vesilesidir. Zaten Rabbimiz bizi, hangimizin dünyada daha güzel davranışlarda bulunacağını belirlemek için yaratmıştır. İşte bu sınavı kazanmak ancak haddini bilmekle, Rabbimizin bize koyduğu sınırlara elimizden geldiğince riayetle ve O"nu sevmekle mümkün olacaktır. Çünkü Allah, kendisine itaat edeni sever, onu görür, gözetir ve kollar: “Ey âdemoğlu!” der; “Her durumda kendini bana kulluğa ada ki, gönlünü zenginlikle doldurup ihtiyacını gidereyim.”  İşte Allah, kendisine itaat için gayret edenin gayretini ve rızasını kazanmak için uğraşanın en küçük çabasını bile boşa çıkarmaz. Kulunun yaptığı her güzel işte, on katından yedi yüz katına kadar sevap verir. Kul da dünyada imtihanda olduğu bilinciyle yaşayıp takvayı elde ederse kurtuluşa erer ve cenneti kazanır. 

Her an Allah karşısında kendine çeki düzen veren kul, kimi zaman bu hâlini devam ettiremeyip hata da edebilir. Bilinçli, müttaki bir kul hata etse de, geri adım atıp Rabbine dönmeyi bilir. Allah da kulunun günahını fark ederek pişmanlıkla tevbe etmesine çok sevinir ve “Kulum dilerse günahını affedecek, dilerse cezalandıracak bir Rabbi olduğunu bildi. Şu hâlde ben de kulumu bağışladım.”  buyurur. Kulun samimiyetinden dolayı ona mağfiret kapılarını açar. Çünkü Yüce Rabbimiz kendi lütfundan istenilmesini ve affetmeyi sever. O"na hürmet eden ve O"nu devamlı hatırlayan kullarını affeder. Rahmeti geniş Rabbimiz gecenin son üçte birinde dünya semasına iner (rahmet nazarıyla bakar) ve “Bana dua eden yok mu, duasını kabul edeyim! Benden isteyen yok mu, ona (dilediğini) vereyim! Benden mağfiret isteyen yok mu, onu bağışlayayım! ” buyurarak engin affına çağırır. 

Rabbimiz, kendisinden isteyeni asla kapısından kovmaz. Yeter ki, sadece O"na dayansın, samimi bir kalp ile “Allah"ım! Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.” diyerek tevekkül etsin onu Yaratan"a. O Yaratan ki samimi bir şekilde ibadet eden kulunu sever, ne isterse ona ihsan eder. Allah Resûlü"nün bizlere anlattığına göre şöyle buyurur: “Kim benim bir veli kuluma (dostuma) düşmanlık ederse, ben de ona harp ilân ederim. Kulum, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli bir şeyle bana yaklaşamaz. Kulum nafile ibadetlerle de bana yaklaşmaya devam eder, ta ki ben onu severim. (Sevince de) artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden isterse muhakkak ona (istediğini) veririm. Bana sığınırsa muhakkak onu korur ve kollarım.”  Gözün görmediği, akla gelmeyen nice nimetler bahşeder ona. Dahası onu hiçbir gölgenin (himayenin) bulunmadığı o dehşetli kıyamet gününde kendi gölgesinde (himayesinde) barındırır. 

Rabbine yakın olmak, insan için, kul için dünyada da âhirette de çok önemlidir. Yüce Allah şöyle buyurur: “Ben, kulumun benim hakkımdaki zannı ne ise öyleyim. Beni andığında onunla beraberim. O beni kendi başına anarsa, ben de onu kendi başıma anarım. O beni bir topluluk içinde anarsa, ben de onu o topluluktan daha hayırlı bir topluluk içinde anarım. O bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak gelirim! ” Ama O"na kavuşmak istemeyene, O da kavuşmak istemez. O"nunla ilişkisini kesenle, O da ilişkisini keser. Yani Yüce Yaratan, kulu ile ilişkisini ayarlarken, onun kendisiyle nasıl bir ilişki kurduğuna bakar. Bir sarmaldır, bir döngüdür kul ve Allah ilişkisi. Birbirini besleyen, birbirinden beslenen, daima canlı bir ilişkidir.

Kul, Rabbine yaklaşmak için önce O"nun varlığına iman edip, O"na kayıtsız şartsız boyun eğmeli, gücün ve kuvvetin O"na ait olduğunu bilmelidir. O"ndan gelene razı olmalı, O"nun rızası için sevmeli, O"nun rızası için nefret etmelidir. Daima O"nu hatırlamalı, anmalı, aklından, gönlünden çıkarmamalıdır. Kur"an ile hemhâl olmalı, başta namaz olmak üzere bütün ibadetlerini yerine getirmeli, O"na dua etmeli, güzel ahlâklı, dürüst ve âdil olmalı, Rabbinin emir ve yasaklarını hakkıyla yerine getirmeye çalışmalıdır. Bunları yapınca kul, Rabbi onu sever, her zaman onun yanında olur ve onu dost edinir kendine. Ve Cebrail"e söyleyerek, yerdeki ve gökteki bütün mahlûkata sevdirir onu. Ve cemâlini gösterir sevdiği cennetlik kullarına.

Kul eğer Rabbinin varlığını ve nimetlerini inkâr eder, O"nun birliğini unutup ortak koşar, emir ve yasaklarına riayet etmez, kibirlenir ve O"nu anmaktan uzaklaşıp kendisini Yaratan"ı unutursa, Rabbi de kulunu unutur ve uzaklaşırlar birbirlerinden. İşte Yüce Allah, böyle bir kulun yüreğine korku salar, âhirette yüzüne bakmazve en büyük azaba uğratır onu. 

Unutmamalıyız ki, Allah, her zaman kendisine inanan ve güvenen kullarıyla beraberdir, onların yanındadır. Onlar Allah katında en yüksek derecelere nail olacaklardır. Ve velileri, hamileri, sahipleri Allah"tır onların. Rabbimiz sevdiği kulunu her an kollar, gözetir, yalnız bırakmaz, terk etmez, duymazlıktan gelmez. Bedir"de Resûlullah"a ve inanan ashâbına meleklerle nasıl yardım ettiyse, inanan kuluna da her hâlde ve durumda yardım eder. Yeter ki, kul, Rabbine güvenip dayansın ve cân-ı gönülden“Ve kefâ billâhi vekîlâ” (Vekil olarak Allah yeter.) diyebilsin.

Merhum M. Âkif"in dediği gibi:

“Allah"a dayan, sa"ye sarıl, hikmete râm ol,
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol!”

Kaynak: DİB Hadislerle İslam