Hadislerle İslam

Umre: Manevi Dünyayı İmar Etmek

Umre yapmak farz mıdır? Umre nasıl yapılır? Allah resulü (sas) kaç defa umre yapmıştır?

Abone Ol

"عَنْ جَابِرٍ: أَنَّ النَّبيَّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) سُئِلَ عَنِ الْعُمْرَةِ أَوَاجِبَةٌ هِيَ؟ قَالَ: "لاَ وَأَنْ تَعْتَمِرُوا هُوَ أَفْضَلُ

Câbir’den nakledildiğine göre, "Umre yapmak farz mı?" diye sorulunca Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

"Hayır, fakat umre yapmanız, (yapmamanızdan) daha faziletlidir."

(T931 Tirmizî, Hac, 88)

***

" عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) : أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: "الْعُمْرَةُ إِلَى الْعُمْرَةِ كَفَّارَةٌ لِمَا بَيْنَهُمَا، وَالْحَجُّ الْمَبْرُورُ لَيْسَ لَهُ جَزَاءٌ إِلاَّ الْجَنَّةُ

Ebû Hüreyre’nin (ra) rivayet ettiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

"İki umre, aralarında işlenen günahlara kefarettir. (Allah tarafından) kabul gören haccın karşılığı ise ancak cennettir."

(B1773 Buhârî, Umre, 1; M3289 Müslim, Hac, 437)

***

"عَنْ أُمِّ مَعْقِلٍ عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: "عُمْرَةٌ فِى رَمَضَانَ تَعْدِلُ حَجَّةً

Ümmü Ma’kıl’in rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: "Ramazan’da yapılan bir umre, (sevap bakımından) hacca denktir."

(T939 Tirmizî, Hac, 95)

***

"عَنْ عُمَرَ أَنَّهُ اسْتَأْذَنَ النَّبِيَّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) فِى الْعُمْرَةِ فَقَالَ: "أَيْ أُخَيَّ أَشْرِكْنَا فِى دُعَائِكَ وَلاَ تَنْسَنَا

Hz. Ömer’den nakledildiğine göre, umreye gitmek için izin isteyince Hz. Peygamber (sas) ona şöyle demişti: "Kardeşçiğim! Duana bizi de ortak et ve bizi unutma!"

(T3562 Tirmizî, Deavât, 109; İM2894 İbn Mâce, Menâsik, 5)

***

"عَنْ أَبِى سَعِيدٍ الْخُدْرِىِّ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: "لَيُحَجَّنَّ الْبَيْتُ وَلَيُعْتَمَرَنَّ بَعْدَ خُرُوجِ يَأْجُوجَ وَمَأْجُوجَ

Ebû Saîd el-Hudrî’nin (ra) rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: "Ye’cûc ve Me’cûc’un çıkmasından sonra bile mutlaka Beytullah’a hac ve umre (ziyareti) yapılacaktır."

(B1593 Buhârî, Hac, 47)

***

Hicretin altıncı yılında Hz. Peygamber (sas) Medine’de ilginç bir rüya görmüş ve bunu, çok sevdiği Kâbe’yi ziyarete yormuştu. Rüyasını ashâbıyla paylaştı ve bir umre ziyareti ile bunu gerçekleştirmek istedi. Yapılacak bu umre ziyareti, doğup büyüdükleri Mekke’den gelen muhacirler başta olmak üzere herkesi heyecanlandırdı. Gerekli hazırlıklar yapıldı ve yola çıkıldı. Ancak yegâne gayeleri Kâbe’yi ziyaret etmek olan bu Müslümanlar, ihramlarıyla günlerce süren yorucu yolculuktan sonra Mekke’nin 22 km. batısındaki Hudeybiye’de Mekkeli müşrikler tarafından durduruldular. Niyetlerinin sadece umre ziyareti olduğunu defalarca dile getirmelerine rağmen, Mekkeliler Müslümanların umre yapmalarına izin vermediler. Bunun üzerine Allah Resûlü (sas) ile sahâbe arasında Rıdvan Biati, Mekkelilerle de Hudeybiye Antlaşması gerçekleşti. Neticede Müslümanlar kendi açılarından şartları oldukça ağır sayılabilecek bir antlaşma imzalamak durumunda kaldılar. Yapılan bu antlaşmaya göre, Müslümanlar bu ziyaretlerinden vazgeçip Medine’ye geri dönecekler, Kâbe’yi ertesi yıl ziyaret edebileceklerdi. Hasretleri iyice depreşen Müslümanlar, Mekke’nin yanı başına kadar varıp da Kâbe’yi ziyaret edemeden dönmenin hüznü ile çaresiz ihramlarından çıktılar ve Medine’ye geri döndüler. Onların en büyük teselli kaynağı ise, Rıdvan Biati’nden söz eden ve bir gün ihramlarıyla mutlaka Kâbe’yi ziyaret edeceklerini müjdeleyen Fetih sûresinin inmesi oldu.

Hudeybiye Antlaşması’nın üzerinden bir yıl geçmiş, umre zamanı gelmişti. Allah Resûlü’nün (sas) emri ile tekrar umre hazırlıklarına başlandı. Önceki yıl gerçekleştiremedikleri umre, kaza edilecek ve bu umreye ‘kaza umresi’ denilecekti. Önceki sene giden 1400-1500 kişiye ilâveten bu sene yeni katılanların da olduğu 2000 kişilik grup yola çıktı. Yapılan antlaşma gereği Müslümanlar Mekke’ye silahsız girecekler ve üç gün içerisinde ziyaretlerini tamamlayıp döneceklerdi.

Allah Resûlü (sas) ve sahâbe, yıllarca uzak kaldıkları Mekke’ye gür sesleriyle telbiyeler getirerek girdiler. Hasret kaldıkları Kâbe’yi tavaf etmeye başladılar, Mekkelilerin meraklı bakışları arasında. Mekkeli Müslümanlar Medine’ye hicret edince, oranın havası kendilerini olumsuz etkilemiş ve biraz zayıf düşmüşlerdi. Mekkeliler tarafından bu durum dile getirilince Hz. Peygamber (sas) ashâbına onlara karşı güçlü görünmelerini, onların oturduğu tarafa dolandıklarında daha çalımlı ve güçlü yürümelerini emretmiş, ashâb-ı kirâm da bunu yapmıştı. İşte erkeklerin tavafın ilk üç şavtında daha heybetli yürümeleri (remel) ve tavafta ihramlıyken sağ omuzlarını açık bulundurmaları (ıztıba), aslında hasımlara karşı güç ve gövde gösterisi amaçlı olarak bu umrede ortaya çıkmıştı. İbn Abbâs’a (ra) göre, başlangıçta tavaf esnasında Kureyşlilere gövde gösterisi için yapılan remel, Hz. Peygamber’in (sas) Veda haccında tavafın ilk üç şavtında yapmasıyla sünnet olmuştu.

İki taraf da antlaşmaya uymuş ve böylece Hz. Peygamber (sas) ve Müslümanlar umrelerini kaza etmişlerdi. Mekkelilerle herhangi bir tartışmaya girmeksizin umre ziyareti tamamlanmıştı.

Allah Resûlü’nün (sas) diğer bir umresi ise, hicretin sekizinci senesinde Mekke’nin fethinin ardından gerçekleşmişti. Huneyn Gazvesi’nde elde edilen ganimetleri Ci’râne’de bekletirken Kutlu Elçi (sas) umre yapmak istedi. Bu amaçla Mekke ile Tâif arasında, Mekke’ye 29 km. uzaklıktaki Ci’râne denilen yerde niyet edip ihrama girdi ve geceleyin yola çıktı. Mekke’ye geceleyin girdi, umresini yaptı ve aynı gece Mekke’den çıkarak Ci’râne’de sabahladı. Sanki bütün geceyi orada geçirmiş gibi ertesi gün güneş batıya kayınca, Batn-ı Serif bölgesinden çıktı. Oradan çıkıp Müzdelife yolunu takip ederek gittiği için yaptığı bu umre insanların çoğuna gizli kaldı.

İşte bu umrelere işaret eden Enes b. Mâlik (ra), "Resûlullah (sas) dört defa umre yaptı. Bunlardan hac için geldiğinde yaptığı umresi hariç, diğerleri hep Zilkâde ayındadır: Hudeybiye’den dönüşteki umresi, ertesi yılki umresi, Huneyn ganimetlerini dağıttığı yer olan Ci’râne’den yaptığı umresi ve hac ile beraber yaptığı umre." demektedir.

İmam Buhârî (ra), Sahîh ’inde umre ile ilgili bölüme, İbn Ömer’in (ra) "herkesin bir hac ve bir umre yapması gerektiği’ şeklindeki görüşünü naklederek başlar ve İbn Abbâs’ın (ra) bunu Kur’an’da, "Allah için haccı ve umreyi tam yapın!’" şeklinde hac ile umrenin birlikte anılmasıyla izah ettiğini belirtir.

Gerçekten de Yüce Allah (cc), önemine binaen umreyi hac ile birlikte anmaktadır: "Safâ ile Merve, Allah’ın (dininin) nişanelerindendir. Her kim Beyt’i hacceder veya umre yaparsa, o ikisi arasında sa’y etmesinde bir günah yoktur..."

Câbir b. Abdullah’tan (ra) rivayet edildiğine göre, bir gün Peygamber Efendimiz'e (sas) umre yapmanın farz olup olmadığı sorulunca, "Hayır, fakat umre yapmanız, (yapmamanızdan) daha faziletlidir." cevabını verir. Bu hadisi kitabında nakleden büyük hadis âlimi İmam Tirmizî (ra) şu değerlendirmeyi yapar: "Bazı ilim adamları ‘Umre farz değildir." der. Hac ve umrenin ikisine de ‘hac’ denirdi. Kurban Bayramı’nda yapılana ‘Haccü’l-ekber’ (Büyük Hac), umreye ise ‘Haccü’l-asğar’ (Küçük Hac) denirdi. İmam Şâfiî’ye göre, umre yapmak, hiçbir ilim adamı tarafından terk edilmesine ruhsat verilmeyen bir sünnettir."

Bilhassa Ramazan ayı içinde yapılan umrenin ayrı bir fazileti vardır. Nitekim hicretin dokuzuncu senesinde, Peygamber Efendimiz (sas) ashâbıyla birlikte hacca gitmeye karar vermiş ve yol için hazırlık yapmaya başlamıştı. Onun hacca gideceğini işiten birçok sahâbî, birlikte hac yapabilmek için âdeta can atıyordu. İşte ensardan Ma’kıl’in (ra) ebeveyni de o bahtiyarlar arasında olmayı arzuluyordu. Ebû Ma’kıl (ra) ile eşi Ümmü Ma’kıl (ra), bu iştiyak içinde Resûl-i Ekrem’e (sas) gittiler. İlk sözü Ümmü Ma’kıl (ra) aldı ve "Ey Allah’ın Resûlü! Benim üzerimde yapmam gereken bir hac görevi var. Ebû Ma’kıl’in ise (sadece) genç bir devesi var." dedi. Eşini onaylayan Ebû Ma’kıl (ra), "Evet, doğru söyledi, ancak ben o deveyi Allah yoluna vakfettim. (Dolayısıyla onunla hacca gitmesi mümkün olur mu bilmem?)" dedi. Resûlullah (sas), ’Sen o deveyi ona ver de, onunla hacca gitsin. Çünkü (onunla hacca gitmek de) Allah yolunda (bir hayır)dır." buyurdu. Bunun üzerine Ebû Ma’kıl (ra) deveyi eşine verdi.

Ancak o sene ikisi de hastalandılar ve sonunda Ebû Ma’kıl (ra) vefat etti. Bundan dolayı o sene Ümmü Ma’kıl (ra) da hacca gidemedi. Resûl-i Ekrem (sas) hacdan döndükten sonra Ümmü Ma’kıl (ra) kendisini ziyarete gelince Allah Resûlü (sas), "Ümmü Ma’kıl, seni bizimle beraber (hacca) gelmekten alıkoyan ne idi?" diye sordu. Zaten Peygamber (sas) ile birlikte hacca gidememenin üzüntüsü içerisindeki Ümmü Ma’kıl (ra), Allah Resûlü’ne (sas) başından geçenleri anlattı. Sonunda, "Ey Allah’ın Resûlü! Ben ihtiyar ve hasta bir kadınım. Benim için (bu kaçırdığım) haccın yerine geçecek bir amel var mı?" diye sorunca Resûl-i Ekrem (sas), "Madem bizimle beraber haccı kaçırdın, öyleyse sen Ramazan’da umre yap! Çünkü Ramazan’da yapılan bir umre, (sevap bakımından) hacca denktir." buyurdu. Bu cevabı işiten Ümmü Ma’kıl (ra), şöyle demekten kendini alamadı: "Hac, hacdır; umre de umredir. (Birbirinin yerine geçer mi!) Resûlullah (sas) bunu bana söyledi ama bu sadece bana mı özgüdür (yoksa herkes için geçerli midir) bilemiyorum!"

İshâk b. Râhûye (ra) şöyle der: "Bu hadisin mânâsı, Hz. Peygamber’den (sas) rivayet edilen, "Kim İhlâs sûresini okursa Kur’an’ın üçte birini okumuş gibi olur." hadisi gibidir (böyle anlaşılmalıdır)." Aslında bu hanım, hac ile umre arasındaki farkı iyi bilmektedir. Önce, çok daha faziletli olan hacca karşılık Ramazan’da yapılan bir umrenin hacca denk olmasına şaşırıyor, fakat Resûlullah’ı işittikten sonra bu umrenin haccın yerine geçeceğini düşünmeye başlıyordu. Bu yüzden, o hükmün yalnızca kendisi için mi yoksa herkes için mi geçerli olduğunu bilemiyordu. Oysa Hz. Peygamber (sas) bu sözüyle Ramazan ayında yapılacak umrenin faziletini anlatabilmek için onu hacca teşbih etmişti. İbn Huzeyme’nin (ra) de dediği gibi, şayet umre burada bütün hükümleriyle hacca denk olsaydı, o zaman hac yerine geçerdi ve İslâm’ın kişiye yüklediği hac vazifesi, Ramazan’da yaptığı umresiyle kendinden düşerdi.

İbn Abbâs (ra) tarafından nakledilen bazı rivayetlerde de Hz. Peygamber (sas) ile ensardan bir hanım arasında benzer bir diyalog geçmektedir. Bu rivayetlerde, eldeki iki deveyle baba ile oğlun hacca gittikleri, kalan tek devenin de su taşımada kullanıldığı gerekçesiyle Medineli hanımın hacca katılamadığı anlatılmakta, bu durumda Peygamberimiz aynı şekilde hanıma Ramazan’da umre yapmasını tavsiye etmektedir.

Gerçekten de günümüzde bile Ramazan’da yapılan umre her yönüyle çok farklıdır. Hemen her ülkeden Müslümanların davet ettiği iftar sofraları, orada zemzem ile açılan oruçlar, hatimle kılınan teravih namazları, gün boyu yapılan tavaflar, son on gün gece yarısından sonra cemaatle ve ikinci bir hatimle kılınan teheccüd namazları, özellikle de herkesi hıçkırıklara ve gözyaşlarına boğan hatim duası ve bayram namazı anlatılamaz, ancak yaşanır...

Ebû Hüreyre’nin (ra) naklettiği bir hadiste umrenin faziletine değinen Resûlullah (sas) şöyle buyurur: "İki umre, aralarında işlenen günahlara kefarettir. Allah (cc) tarafından kabul gören haccın karşılığı ise cennettir."

Umreye gitmek için kendisinden izin isteyen Hz. Ömer’e (ra), Allah Resûlü’nün (sas) söylediği şu sözler, hem umrenin faziletini, hem de Resûl-i Ekrem’in (sas) yakın dostuna olan ilgisini, samimiyetini ve tevazuunu göstermektedir: "Kardeşçiğim! Duana bizi de ortak et ve bizi unutma!" Allah Resûlü’nün (sas) kullanmış olduğu, ’Kardeşçiğim!’ hitabı Hz. Ömer’in (ra) o kadar hoşuna gitmiştir ki bu ifadeyi, "üzerine güneşin doğduğu her şeyden daha sevimli" diye nitelemiştir.

Üzerinde bir cübbe bulunan, sakalı ve başı sarıya boyanmış bir adam, Ci’râne’de iken Resûlullah’a (sas) gelerek, "Ey Allah’ın Resûlü! Ben umre için ihrama girdim ve gördüğün gibiyim (ne yapmalıyım?)" diye sormuş, bunun üzerine Hz. Peygamber (sas), "Üzerinden cübbeni çıkart, sarı boyayı da yıka ve hac yaparken ne yapıyorsan, umrende de onu yap."  buyurmuştur.

Umre ile hacda yapılması gereken hususlar, Safâ ile Merve arasında sa’y yapıp ihramdan çıkılmasına kadar aynıdır. Peygamberimizin (sas) umrelerinden birini kısaca özetleyen İbn Ömer (ra) şöyle anlatır: "Hz. Peygamber (sas) umre için (Mekke’ye) geldi, Beyt’i yedi kere (etrafında dönerek) tavaf etti. Makam’ın arkasında iki rekât namaz kıldı. Safâ ile Merve arasında sa’y etti. (Siz de böyle yapınız, çünkü) "Andolsun ki, Allah’ın Resûlü’nde (sas) sizin için güzel bir örnek vardır.’’  Muâviye (ra) ise, Resûlullah’ın (sas) umre yaptığında sa’y sonrasında saçını makasla kısalttığını haber verir.

Umre yapan kişi sa’yini tamamladıktan sonra saçlarını tıraş eder veya kısaltır ve ihramdan çıkar. Böylece umre tamamlanmış olur. Hacda ise, ayrıca günü geldiğinde Arafat’a çıkılması, arefe günü orada vakfeye durulması, dönüşte Müzdelife vakfesi, Mina’da kurban kesilmesi ve Cemerât’ta şeytan taşlanması gibi hacca özgü görevler devam etmektedir.

İbn Abbâs’ın (ra) anlattığına göre, câhiliye devrinde müşrikler hac aylarında umre yapmayı dünyadaki en çirkin işlerden sayarlardı. Onlar, Muharrem ayına Safer ismini verirler ve "(Ne zaman) devenin sırtındaki yara iyileşir; (yoldaki) ayak izleri silinir; (Safer ayı da çıkarsa) artık umre yapmak o zaman helâl olur." derlerdi. İbn Abbâs (ra) dedi ki: "Resûlullah (sas) sahâbîleriyle beraber (Zilhicce’nin) dördüncü günü (sabahında) sadece haccetmek niyetiyle telbiye ederek (Mekke’ye) geldi. Peygamber (sas), sahâbîlerine haclarını umreye çevirmelerini (tavaf, sa’y ve tıraşla ihramdan çıkmalarını) emretti." Allah Resûlü (sas), umrenin kıyamete kadar hac (ayları) içine girmiş olduğunu ilân etti ve böylece hac aylarında umre yapmakta hiçbir sakınca olmadığını göstermiş oldu.

Günümüzde olduğu gibi iktisadî ve coğrafî nedenlerle, ömründe yalnız bir defa hacca gidebilme imkânı bulan bir kimse, elbette hac ile birlikte umre yapmaya da gayret edecektir. Çünkü bu insanlardan çoğu, hac dışında ayrıca umre için Kâbe’ye gelme imkânını belki de hiç bulamayacaktır. Oysa ilk dönemlerde İslâm coğrafyası küçüktü ve insanların Medine’den, Şam’dan, Irak’tan umreye de gidebilme imkânları mevcuttu. Bu nedenledir ki, günümüzde ülkemizden giden hacıların çoğu, önce umre yaptıktan sonra ardından yeni bir ihramla yapılan temettü haccını tercih etmektedirler.

İslâm’ın temel ibadetlerinden olan hac, farz kılındığından bugüne dek her yıl nasıl devam etmekteyse, umre vazifesi de aynı şekilde asırlardır her gün devam etmektedir. Allah’ın (cc) evi olan Kâbe, Rahmân’ın misafirleri tarafından asırlardır kesintisiz bir şekilde ziyaret edilmektedir. Öyle anlaşılmaktadır ki bu durum kıyamete kadar da böyle devam edecektir. Sahâbeden Ebû Saîd el-Hudrî’nin (ra) naklettiğine göre, Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurur: "Ye’cûc ve Me’cûc’un çıkmasından sonra bile mutlaka Beytullah’a hac ve umre (ziyareti) yapılacaktır."