عَنْ مُطَرِّفِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ الشِّخِّيرِ، عَنْ أَبِيهِ عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “مُثِّلَ ابْنُ آدَمَ وَإِلَى جَنْبِهِ تِسْعٌ وَتِسْعُونَ مَنِيَّةً، إِنْ أَخْطَأَتْهُ الْمَنَايَا وَقَعَ فِى الْهَرَمِ حَتَّى يَمُوتَ.”
Mutarrif b. Abdullah b. Şihhîr'in (ra), babasından rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:
“Âdemoğlu, kendisini kuşatan ölümcül tehlikelerle birlikte varedilmiştir; bu tehlikeleri atlatsa bile, ihtiyarlığa yakalanır ve neticede ölür.”
(T2150 Tirmizî, Kader, 14)
***
عَنْ أَنَسٍ قَالَ: كَانَ النَّبِيُّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) يَدْعُو بِهَؤُلاَءِ الدَّعَوَاتِ: “اَللَّهُمَّ! إِنِّى أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْبُخْلِ وَالْكَسَلِ وَأَرْذَلِ الْعُمُرِ، وَعَذَابِ الْقَبْرِ، وَفِتْنَةِ الْمَحْيَا وَالْمَمَاتِ.”
Enes (b. Mâlik) (ra) diyor ki: “Hz. Peygamber (sas) şu dualar ile Allah'a (cc) yalvarırdı: "Allah'ım! Cimrilikten, tembellikten, ömrün en rezil/düşkün zamanından, kabir azabından, hayatın ve ölümün fitnesinden sana sığınırım." ”
(M6876 Müslim, Zikir, dua, tevbe ve istiğfar, 52)
***
عَنْ عَمْرِو بْنِ عَبَسَةَ: أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “مَنْ شَابَ شَيْبَةً فِى سَبِيلِ اللَّهِ كَانَتْ لَهُ نُورًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ.”
Amr b. Abese'den (ra) rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur: “Kim saç ve sakalını Allah (cc) yolunda (çalışırken) ağartırsa, bu (beyazlık) kıyamet günü kendisi için nur olur.”
(T1635 Tirmizî, Fedâilü'l-cihâd, 9)
***
عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “مَا أَكْرَمَ شَابٌّ شَيْخًا لِسِنِّهِ إِلاَّ قَيَّضَ اللَّهُ لَهُ مَنْ يُكْرِمُهُ عِنْدَ سِنِّهِ.”
Enes b. Mâlik'in (ra) rivayet ettiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur: “Bir genç, ihtiyar bir kimseye yaşından dolayı hürmet ederse, Allah (cc) da ona yaşlılığında kendisine hürmet edecek birisini hazırlar.”
(T2022 Tirmizî, Birr, 75)
***
عَنْ عَمْرِو بْنِ شُعَيْبٍ، عَنْ أَبِيهِ، عَنْ جَدِّهِ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “لَيْسَ مِنَّا مَنْ لَمْ يَرْحَمْ صَغِيرَنَا وَ[لَمْ] يَعْرِفْ شَرَفَ كَبِيرِنَا.”
Amr b. Şuayb'ın (ra), babası aracılığı ile dedesinden naklettiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur: “Küçüğümüze merhamet etmeyen ve büyüğümüzün saygınlığını kabul etmeyen bizden değildir.”
(T1920 Tirmizî, Birr, 15)
***
Mekke'nin fethedildiği gündü... Resûl-i Ekrem'in (sas) hicret arkadaşı, sıddîk dostu Hz. Ebû Bekir (ra), yaşlılıktan saçı ve sakalı bembeyaz olan babası Ebû Kuhâfe'yi Hz. Peygamber'in (sas) huzuruna getirmişti. Gözleri görmeyen ihtiyarı karşılayan Peygamber Efendimiz (sas), o mütevazı, o zarif, o hürmetkâr hâli ile şöyle buyurdu: “Bu ihtiyarı evinde bıraksaydın da ben ona gitseydim olmaz mıydı?”
Ebû Kuhâfe, Müslüman olacaktı, Allah'a (cc) ve Resûlü'ne (sas) iman edecekti o gün. Hz. Ebû Bekir (ra) cevap verdi: “Ey Allah'ın Resûlü! Onun sana yürüyüp gelmesi, senin ona gelmenden daha uygundur.” Sonra Peygamber Efendimizin (sas) önüne oturdu yaşlı adam. Onun göğsünü sıvazlayan Peygamberimiz (sas) “Müslüman ol!” buyurdu. Kabul etti Ebû Kuhâfe, hayata yeniden başlamayı, ömrünün son demlerinde İslâmla şeref bulmayı, huzura ermeyi...
Yaşlılık... İnsanoğlunun, iyisi ve kötüsü ile geride bıraktığı ömrünü sorgulama zamanı... Kimine göre son demleri zamanın, kendini ölüme her zamankinden bir adım daha yakın hissettiği... Kimine göre ise vuslata uzanan son kıvrımı yolun... Allah Resûlü'nün (sas), “Âdemoğlu, kendisini kuşatan ölümcül tehlikelerle birlikte varedilmiştir; Bu tehlikeleri atlatsa bile, ihtiyarlığa yakalanır ve neticede ölür.” buyurduğu üzere hayatın son durağıdır, sonbaharıdır yaşlılık.
Ölüm bir yok oluş değil, Yaratıcı'ya açılan bir kapıdır. Mevlânâ'nın deyişiyle, iyiler için “şeb-i arûs” yani düğün gecesidir ölüm. Hz. Peygamber'in (sas) ifadesiyle, Allah'ın (cc) rahmeti, rızası ve cenneti müjdelendiği vakit, mümin Allah'a (cc) kavuşmayı diler. Allah (cc) da ona kavuşmayı diler. Kâfir ise Allah'ın (cc) azabı ile “müjdelendiği” vakit, Allah'a (cc) kavuşmaktan hoşlanmaz. Allah (cc) da ona kavuşmaktan hoşlanmaz. Ölümün inkâr olunamaz gerçekliği karşısında insanın mutluluğu yakalayabilmesi ancak bu dünya görüşü ile mümkün olabilir: Ölüm, Rabbe kavuşma vaktidir. İşte bu nedenle vefatının yakınlaştığı zamanlarda Rabbi, dünyada dilediği kadar yaşamak ve dünyada dilediği kadar yiyip içmek ile kendisine kavuşmak arasında bir tercih yapmasını istediğinde Allah Resûlü (sas), Rabbine kavuşmayı tercih etmiştir.
Gençlikte sağlığının kıymetini bilen yaşlı, bir taraftan kendisine bahşedilmiş bir nimet olarak çocukluk, gençlik ve olgunluk çağlarının güzelliklerini tatmış olmanın mutluluğunu yaşarken, bir taraftan dünyayı geride bırakmanın tedirginliğindedir. Sağlığın ve onca geçen zamanın değerini bilmeyip aldanan ihtiyar ise, geçmişi geri getirememenin ve eksikleri telâfi edememenin hüznü ile doludur.
Her hastalığın bir şifası vardır. Ancak Allah ihtiyarlığın tedavisini yaratmamıştır. İnsan her geçen gün vücudundaki değişime tanıklık eder. Çocuk iken büyümüş, güçlenip olgunlaşmış ve gün gelmiş yine çocuk gibi zayıflamıştır. Artık eskisi gibi göremez, işitemez ve rahat davranamaz hâle gelmiştir. Kısacası önceden yaptıklarını yapamaz olmuştur. İlâhî kanun gereği, artık cildi kırışmış, beli bükülmüş, saçları ağarmıştır. Düşünce ve idrak gücü de zayıflamıştır. Rabbimizin (cc),“Kime uzun ömür verirsek onu yaratılış itibariyle tersine çeviririz. Hâlâ düşünmeyecekler mi?” şeklinde ifade ettiği bu yaşlılık alâmetleri belirdiğinde, gençliğini ve güzelliğini kaybeden, gücünü yitiren, beli bükülen insan, âdeta çocuklaşmış ve merhamete muhtaç bir hâle gelmiştir.
Yüce Rabbimiz (cc), Kur'ân-ı Kerîm'de, ihtiyarlık dönemini “erzelü'l-umr” yani ömrün en rezil/sefil/düşkün dönemi olarak ifade etmektedir: “Allah (cc) sizi yarattı. Sonra sizi öldürecek. İçinizden kimileri de, bilgili olduktan sonra hiçbir şeyi bilmesin diye ömrünün en düşkün çağına ulaştırılır. Şüphesiz Allah (cc) hakkıyla bilendir, (her şeye) hakkıyla gücü yetendir.” Her insanın ömrü farklıdır. Kimisininki kısa, kimisininki ise uzundur. Âyet-i kerimede uzun süre yaşayacak kimselerin ömrün en düşkün dönemine ulaşacağı vurgulanmaktadır. Bu dönem insanın aklî ve bedenî birçok kabiliyetinin zayıflayacağı hatta yok olacağı bir dönemdir. İnsanın bu dönemde gençlikteki güç ve kuvvetine yeniden kavuşması mümkün değildir.
“Allah (cc), sizi güçsüz olarak yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından bir güç veren, sonra gücün ardından bir güçsüzlük ve yaşlılık verendir. O, dilediğini yaratır. O, hakkıyla bilendir, hakkıyla kudret sahibidir.” âyet-i kerimesinde buyurduğu gibi Allah (cc), insana genç iken verdiği güç ve sıhhati yaşlandığı zaman kendisinden alır ve onu âciz bir duruma düşürür. Peygamber Efendimiz (sas) bu durumu bildiği için dualarında sık sık ihtiyarlık ile gelen âcizlikten Allah'a (cc) sığınmaktadır: “Allah'ım! Cimrilikten, tembellikten, ömrün en rezil/düşkün zamanından, kabir azabından, hayatın ve ölümün fitnesinden sana sığınırım.” İnsanoğlu hayat ve ölümün, kimin daha güzel davranacağını sınamak için Allah (cc) tarafından yaratıldığından habersiz, yaşar gider. Güçlü, itibar sahibi, güzel çağlarında, dünyanın sonu gelmez zevk ve eğlenceleriyle aldanmaktan kendini alamaz. Sağlığını ve vaktini değerlendiremeden ömrünü geçirir. İnsanı çok iyi tanıyan şeytan, Hz. Âdem'i (as) bile, “Ey Âdem! Sana ebedîlik ağacını ve yok olmayacak bir saltanatı göstereyim mi?” sözleriyle, fıtratında yer alan ebedîlik duygusunu istismar ederek kandırmamış mıdır?
Ölüme bir adım mesafede olduğu hâlde dünyalık heveslerin peşinde koşuşturan insanın durumu daha da acıdır. Peygamber Efendimiz (sas), “Âdemoğlu büyürken beraberinde şu iki şey de büyür: Mal sevgisi ve uzun ömür/yaşama isteği.” buyurarak insanın, ihtiyarlasa bile bazı nefsanî arzularından vazgeçemeyeceğini ifade etmektedir. İhtiyar, yaşının getirdiği olgunluk ve vakarın kendisini Allah'a (cc) daha da yaklaştırması beklenirken dünyaya olan bağlılığı nedeniyle günaha dalarsa, Allah'ın (cc) gazabını hak edecektir. Nitekim Peygamberimiz (sas), Allah'ın (cc) en çok kızdığı üç kişiden birinin, zina eden ihtiyar olduğunu ifade etmiştir. Büyükler bile fuhuş ve rezilliğe bulaşırsa o toplumun ıslah olması düşünülebilir mi hiç? “İşte, yaptığınız (iyi işler) sayesinde kendisine vâris kılındığınız cennet!” diye cennetliklere seslenildiğinde, ömrünü beyhude geçiren insan, büyük bir pişmanlık içerisinde şaşkın ve mahrum bir şekilde kalacaktır. Zira onun âhirette mahrum oldukları, dünyada sahip olmak için bütün varlığını adadığı şeylerdir. Özellikle de yaşlılık döneminde çokça düşkün olduğu mal ve yaşama isteği... Cennette bunların hepsi mevcuttur: Ölmemek üzere bir hayat, hastalanmamak üzere bir sağlık, asla ihtiyarlığı olmayan bir gençlik ve darlığı olmayan bir bolluk. O hâlde insan, geçici faydalanma yurdu olan dünya için değil, ebedî olarak kalınacak âhiret hayatı için hazırlanmalıdır. Bedeni yıpratan hastalıktan, bunaklığa sebep olan ihtiyarlıktan ve ansızın geliveren ölümden önce hayırlı ameller işlemeye gayret etmelidir. Nitekim er ya da geç ölüm kapıyı çaldığında ameller kesilecektir. Bu nedenle mümin, bir an evvel ölmek için dua etmemelidir. Zira imanla bezenmiş uzun bir ömür, inanan kişiye iyiliklerini artırması için bir fırsattır. Allah'a (cc) eş ve ortak koşmadan O'na kavuşan mümin, bütün hatalarına rağmen nihayetinde cennete kavuşacaktır. Nitekim Kutlu Nebî (sas), asâsına dayanarak yanına gelen ihtiyarın, “Ey Allah'ın Resûlü! Bazı hata ve günahlarım oldu, affolunur muyum?” sorusuna şöyle karşılık vermiştir: “Allah'tan başka ilâh olmadığına şahitlik etmedin mi?” Bunun üzerine ihtiyar, “Elbette (şahitlik ettim) ve yine şahitlik ederim ki, sen Allah'ın Resûlü'sün.” deyince Peygamberimiz (sas), “O hâlde, (önceki) bütün aldatma ve kötülüklerin affolundu.” buyurmuştur.
Evet, iman edip Allah (cc) ve Resûlü'ne (sas) gönülden bağlanan ve bu uğurda saçını ağartan bir insan, Allah (cc) katında hanesine sevaplar yazılarak, günahları bağışlanarak ve derecesi yükseltilerek mükâfatlandırılır. Hatta Peygamberimiz (sas), “Kim saç ve sakalını Allah (cc) yolunda (çalışırken) ağartırsa, bu (beyazlık) kıyamet günü kendisi için nur olur.” buyurarak böyle kimseleri onurlandırmıştır.
Nasıl dünya âhiretin tarlası ise, yaşlılık da bir yönüyle gençliğin hasat vaktidir. İnsan gençlikte zamanını ne ekerek geçirirse yaşlılığında onu devşirir. “Bir yaşlı için şu durum ne acıdır: Ona bir şey sorulur ama onun hiçbir bilgisi yok!” Böyle diyordu Urve. Ve oğullarını etrafına toplayıp onlara şu nasihatte bulunuyordu: “Oğullarım, öğrenin! (Bugün) her ne kadar sizler topluluğun küçükleri iseniz de elbette bir gün gelecek başkalarının büyükleri olacaksınız.”
Gençlik döneminde elde ettiği bilgi, tecrübe ve donanımlarıyla yılların verdiği olgunluğu birleştiren yaşlı, bu birikimini kendinden sonra gelen nesillere aktarmalıdır. Bu sayede gençliğe faydası dokunur. Onları yetiştirirken bir yandan da kendi itibarını artırır. O, toplumda kendisine danışılan, görüşlerine değer verilen kişiliği ile hem kendisi için hem de diğer insanlar için üretken ve faydalı bir bireydir. Zaten “ihtiyar”, kelime olarak da “seçkin, seçilmiş, tecrübeli” anlamlarını çağrıştırmaktadır. İhtiyar, yeri geldiğinde devlet başkanlarının bile görüşlerine başvurduğu bilge kişiliktir. Tıpkı Hz. Ömer'in (ra) tartışmalı konularda yaşlı ve tecrübeli kadınlara görüşlerini almak üzere başvurduğu gibi... Bazen de bir tas çorba ile insanların sevgisini kazanır. Ashâbdan bir kısmının zaman zaman ziyaret ettikleri bir nineleri, aralarındaki bu iletişimden hem kendisi mutludur hem de kendisini ziyarete gelenleri mutlu etmektedir. Bu nine cuma günleri onlar için özel bir yemek hazırlar, ashâb da cuma namazını kıldıktan sonra nineye gidip selâm verirler ve yemeğini yerlerdi. Ashâb için büyük bir mutluluk kaynağı olan bu durum onların insanî ilişkilere ne kadar önem verdiğini de göstermektedir.
İnsan, birlikte yaşamanın gereği olarak çevresi ile sürekli irtibat hâlinde olmak, insanî ilişkilerini sürdürmek ister. Yaşlılık döneminde çevresine olan bağlılığı daha da artar. Bu dönemde yaşlıları sosyal ortamlardan uzaklaştırmak, dışlamak onları mutsuzluğa ve yalnızlığa itmek demektir. Hâlbuki Allah Resûlü (sas), “Beli bükülmüş ihtiyarlar, süt emen bebekler ve otlayan hayvanlar olmasa idi, üzerinize azap yağardı.” buyurarak ağarmış saçı, bükülmüş beli ile yaşlıların, içinde yaşadıkları toplum için bir rahmet kaynağı olduklarını, diğer insanların onlar sayesinde nimete kavuştuğunu bildirir. Bundan dolayı yaşlılara yapılacak ziyaretler onların kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlayacaktır. Özellikle eşlerini kaybetmiş ihtiyar kimseleri yahut da çocuklarından uzak kalmış anne babaları ziyaret etmek onları hayata bağlayacak, yalnızlığın sebep olacağı sıkıntı ve bunalımlara engel olacaktır.
Evlâtların, ihtiyarlamış anne babalarına kolayca ulaşabilecekleri hâlde onları ziyaret etmemeleri büyük bir vefasızlıktır. Peygamber Efendimiz (sas), “Rabbin rızası, anne babanın rızasına bağlıdır. Rabbin öfkesi ise anne babanın öfkesine bağlıdır.” buyurarak, anne babayı hoşnut etmenin Allah'ı (cc) hoşnut etmek gibi olduğunu ifade etmiştir. İşte yaşlandıklarında onları hoşnut etmenin en güzel yolu da sık sık ziyaretlerine gitmektir. Peygamber Efendimizin (sas), “Akrabalarıyla ilişkisini kesen kimse cennete giremez.” şeklinde koyduğu genel kural, elbette öncelikle anne baba için geçerli olacaktır. Anne ve babası yanında yaşlanıp da onlara hürmet ve ihsanda bulunmayan kimsenin durumunun ne derece vahim olduğunu anlatırken Sevgili Peygamberimiz (sas), “Burnu yere sürtünsün!” buyurur. Ve bu sitem dolu ifadeyi üç defa tekrarlar. Ashâb, “Yâ Resûlallah, kimdir o?” diye sorunca Hz. Peygamber (sas), “Yanında annesi ile babasından biri yahut her ikisi ihtiyarlayıp da cennete giremeyen kişidir.” açıklamasını yaparak cennete gitmeyi anne babanın hoşnutluğu ile ilişkilendirir.
Bu nedenle her geçen gün anne, baba, dede veya ninesinin yaşlılıklarına tanıklık eden insan, ilâhî buyruk gereği, özellikle yanında yaşlanan anne ve babasına hoş muamele etmeli, onlara karşı sorumluluk, hassasiyet, şefkat, destek ve yardımlarını artırmalıdır. “...Eğer onlardan biri ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara "Öf!" bile deme, onları azarlama, onlara tatlı ve güzel söz söyle. Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: "Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhamet et."” âyet-i kerimesinde ifade edildiği gibi evlât, anne babasına bu şekilde bol bol dua edeceği gibi aynı zamanda anne babanın hayır dualarını da almaya çalışmalıdır. Çünkü onların duası reddolunmayacak dualar arasındadır. Hatta sadece anne baba değil, diğer yaşlılar da duası kabul edilen kimseler arasındadır. Nitekim Peygamber Efendimiz (sas), “Allah Teâlâ (cc), sünnete bağlı bir şekilde istikamet üzere yaşayan, saçları ağarmış ihtiyar bir Müslüman kendisine dua ettiğinde, kuşkusuz ona istediğini vermemekten hayâ eder.” buyurarak ihtiyar kimselerin dualarının da kabul olunacağını ifade etmiştir. Yaşlı annesinin bütün ihtiyaçlarını gidererek onun hayır duasını almayı başaranlardan biridir Ebû Hüreyre. Ebû Hüreyre'nin (ra) annesi, ihtiyar hâlinde kendisine müşfik davranan oğluna şöyle dua eder: “Sen, yaşlı hâlimde bana nasıl iyilik ve ihsanda bulunduysan, Allah (cc) da sana öyle merhamet etsin.”
Anne babalar başta olmak üzere yaşlı kimselerin temizlik, iaşe, sağlık, giyim kuşam gibi ihtiyaçlarını gidermek her Müslüman için bir vazifedir. Nitekim Peygamber Efendimiz (sas) hayatı boyunca düşkün ve muhtaç kimselerin bakımlarını üstlenmiş, Allah'ın (cc) kullarına olan yardım ve rızıklandırmasının zayıf kimseler hürmetine olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca ashâbına, anne babaya iyiliğin önemini vurgulamak için mağarada mahsur kalan ve aralarında anne babasına ikramda bulunmak için bütün geceyi ayakta geçiren üç kişinin hikâyesini özenle anlatmıştır.
İhtiyarlara hürmet bir yönüyle de sosyal hayatı düzenlemeye yardımcı olur. Bir gün ihtiyarlayacak olan genç, yaşlılara hürmet göstermekle bu düzene katkıda bulunarak aslında kendi geleceğine de yatırım yapmaktadır. Allah Resûlü (sas) bu gerçeğe şöyle işaret eder: “Bir genç, ihtiyar bir kimseye yaşından dolayı hürmet ederse, Allah (cc) da ona yaşlılığında kendisine hürmet edecek birisini hazırlar.” Küçüklerin büyüklere selâm vermesi ve söz hakkının öncelikle büyüklere verilmesi, bu düzeni sağlamaya yönelik uygulamalardır. Peygamberimiz (sas), cemaatle namaz kılarken arkasında en yaşlılardan başlanarak saf tutulması gerektiğini bildirir. Uygulamanın gerekçesi ise dikkat çekicidir: “Pazar yerlerindeki gibi karmakarışık olmaktan sakının!” Ayrıca o, namaz kıldırabilecek kişilerin yeterlilik açısından eşit olmaları durumunda, yaşı büyük olanın imam olmasını tavsiye ederek yaşlıların toplum içerisindeki itibarını korur.
“İhtiyar bir Müslümana, Kur'an'ın belirlediği sınırları aşmayan ve ondan uzak kalmayan bir Kur'an hafızına hürmet etmek ve adaletli devlet başkanına hürmet göstermek, Allah'a (cc) duyulan saygıdandır.” buyuran Peygamberimiz (sas), bizzat yaşlılara hürmet etmeye özen göstermiştir. Bir gün kendisini görmek için yaşlı bir adam gelir, oradaki insanlar yaşlıya yer açmakta ağır davranırlar. Bunun üzerine Allah'ın Resûlü (sas), “Küçüğümüze merhamet etmeyen ve büyüğümüzün saygınlığını kabul etmeyen bizden değildir.” buyurur. Bir keresinde de Allah Resûlü'ne (sas) içecek bir şey getirilir. Kendisi bundan bir miktar içtikten sonra âdeti olduğu üzere ashâb ile paylaşmak ister. Sağında genç bir delikanlı olan amcasının oğlu İbn Abbâs (ra), solunda ise yaşlı kimseler bulunmaktadır. Allah Resûlü (sas) her zamanki gibi sağdan başlamak yerine yaşlılara hürmet gereği soldan başlamayı uygun görür ve bunun için İbn Abbâs'tan (ra) izin ister. Fakat o, “Hayır, vallahi yâ Resûlallah! Senden gelen nasibimi hiç kimseye bırakmam.” cevabını verince Peygamberimiz (sas) elindeki tası onun eline bırakıverir. Bu hadise, bir taraftan gençteki Peygamber sevgisini ve Hz. Peygamber'in (sas) sağdan başlama sünnetini gösterirken diğer taraftan onun yaşlılara olan ilgi ve saygısını ifade etmektedir.
İnsanların saygı, hürmet ve merhametine mazhar olan ihtiyar, yaşı ilerledikçe Allah'ın (cc) rahmetinden ve bağışlamasından daha da fazla nasiplenir. Yarattığı insanı çok iyi tanıyan Allah (cc), insanı bu çağa ulaştığında bazı mükellefiyetlerden muaf tutmuş, bazı sorumlulukları da onun için hafifletmiştir. Örneğin Peygamberimiz (sas), “Biriniz insanlara namaz kıldıracak olursa, hafif tutsun. Çünkü içlerinde zayıf olanı, hasta olanı, yaşlı olanı var. Kendi kendine namaz kıldığında ise (namazını) istediği kadar uzatsın.” buyurmuştur. Yahut Peygamberimiz (sas) yaşlandığı için hac yapamayan kişinin yerine bir başkasının hac yapmasına izin vermiştir.
Kendi ihtiyaçlarını gideremeyecek derecede düşkün bir hâle gelmek ve yaşlılığın bunaklığa dönüşmesi ise istenilmeyen durumlardır. Resûlullah (sas) bu hâle düşmemek için dualarında Rabbine şöyle yalvarır: “...Allah'ım! Günahlarımı kar ve dolu suyu ile temizle ve beyaz elbiseyi kirden arındırdığın gibi kalbimi hatalardan arındır. Benimle hatalarımın arasını da doğu ile batının arasını açtığın gibi aç. Allah'ım! Tembellikten, bunaklık derecesinde yaşlılıktan, günahtan ve borçlu kalmaktan sana sığınırım.”
Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam