Ebû Hüreyre'nin (ra) Hz. Peygamber'e (sas) ait olduğunu belirterek naklettiği bir hadiste (sas) şöyle buyrulmuştur:
“Ancak üç mescide (ibadet maksadı ile) gitmek üzere yolculuğa çıkılabilir: Benim şu mescidim, Mescid-i Harâm ve Mescid-i Aksâ.”
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ يَبْلُغُ بِهِ النَّبِيَّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “لاَ تُشَدُّ الرِّحَالُ إِلاَّ إِلَى ثَلاَثَةِ مَسَاجِدَ: مَسْجِدِى هَذَا، وَمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَمَسْجِدِ الأَقْصَى.”
(M3384 Müslim, Hac, 511)
***
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) عَنْ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَال: “السَّفَرُ قِطْعَةٌ مِنَ الْعَذَابِ، يَمْنَعُ أَحَدَكُمْ طَعَامَهُ وَشَرَابَهُ وَنَوْمَهُ، فَإِذَا قَضَى نَهْمَتَهُ فَلْيُعَجِّلْ إِلَى أَهْلِه.”
Ebû Hüreyre'den (ra) rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:
“Yolculuk, birinizin yeme içmesini ve uykusunu engelleyen bir çeşit sıkıntıdır. Bu sebeple (yolcu) işini bitirdiğinde bir an önce evine dönsün!”
(B1804 Buhârî, Umre, 19; B5429 Buhârî, Et'ıme, 30)
***
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ؛ أَنَّ النَّبِيَّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “ثَلاَثُ دَعَوَاتٍ مُسْتَجَابَاتٌ لاَ شَكَّ فِيهِنَّ: دَعْوَةُ الْوَالِدِ، وَدَعْوَةُ الْمُسَافِرِ، وَدَعْوَةُ الْمَظْلُوم.”
Ebû Hüreyre'den (ra) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:
“Üç dua şüphesiz kabul edilir: Babanın duası, yolcunun duası, mazlumun duası.”
(D1536 Ebû Dâvûd, Vitr, 29; T1905 Tirmizî, Birr, 7)
***
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَال: “إِذَا كَانَ ثَلاَثَةٌ فِى سَفَرٍ فَلْيُؤَمِّرُوا أَحَدَهُمْ.”
Ebû Hüreyre'den (ra) nakledildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:
“Üç kişi yolculuğa çıkacağı zaman aralarından birini başkan seçsinler.”
(D2609 Ebû Dâvûd, Cihâd, 80)
***
عَنْ عَبْدِ اللَّهِ [بْنِ عُمَرَ] قَالَ: كَانَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) إِذَا سَافَرَ فَأَقْبَلَ اللَّيْلُ قَالَ: “يَا أَرْضُ! رَبِّى وَرَبُّكِ اللَّهُ، أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنْ شَرِّكِ وَشَرِّ مَا فِيكِ وَشَرِّ مَا خُلِقَ فِيكِ، وَمِنْ شَرِّ مَا يَدِبُّ عَلَيْكِ، وَأَعُوذُ بِاللَّهِ مِنْ أَسَدٍ وَأَسْوَدَ، وَمِنَ الْحَيَّةِ وَالْعَقْرَبِ، وَمِنْ سَاكِنِ الْبَلَدِ، وَمِنْ وَالِدٍ وَمَا وَلَدَ.”
Abdullah (b. Ömer) (ra) şöyle demiştir: “Resûlullah (sas) yolculuk esnasında gece vakti yaklaşınca, "Ey yeryüzü! Benim Rabbim de senin Rabbin de Allah'tır. Senin şerrinden, senin içindekilerin şerrinden, sende yaratılanların şerrinden ve üzerinde dolaşıp duranların şerrinden Allah'a (cc) sığınırım. Aslan, yılan ve akrebin şerrinden, burada yaşayanların, doğuran ve doğanların şerrinden Allah'a sığınırım." derdi.”
(D2603 Ebû Dâvûd, Cihâd, 75)
***
Peygamber Efendimiz (sas) Hayber Savaşı'ndan dönüyordu. Eşi Hz. Safiyy'yi (ra) de devesine bindirmiş Medine'ye doğru ilerliyordu. Bir ara devenin ayağı sürçtü ve Hz. Peygamber (sas) eşiyle birlikte yere düştü. Bunu gören Ebû Talha (Zeyd b. Sehl el-Ensârî) hemen devesinden atladı ve Resûlullah'ın (sas) yanına gelerek, ‘Canım sana feda olsun ey Allah'ın Peygamberi! Sana bir şey oldu mu?’ diye sordu. Peygamberimiz (sas), "Hayır, benim bir şeyim yok. Lâkin sen git Safiyye'ye yardımcı ol!" buyurdu. "O (ra) sizin annenizdir!" dediği eşine derhâl destek olunmasını istemişti. Bunun üzerine Ebû Talha (ra), Hz. Safiyye'ye (ra) döndü. Deveden düşünce muhtemelen üstü başı açılan müminlerin annesini yanında bulunan bir elbise ile örttü. Derken Safiyye validemiz kendine gelip ayağa kalktı. Ardından Ebû Talha (ra) deveyi yeniden hazırladı. Peygamber Efendimiz (sas) ve Hz. Safiyye (ra) tekrar deveye binip ashâb ile birlikte yola devam ettiler. Nihayet uzaktan Medine görününce Peygamber Efendimiz (sas), "Tevbe ederek, kulluk ederek, Rabbimize (cc) hamdederek dönüyoruz." duasını okumaya başladı ve şehre girinceye kadar bu duaya devam etti.
Yolculukta olmadık sıkıntılar, sürprizler, kazalar yaşanabilmektedir. Allah Resûlü'nün (sas) yolculuğun sonunda okuduğu bu dua, Yüce Rabbimizin (cc) şu âyetiyle tam bir benzerlik arz etmektedir: "Allah'a (cc) tevbe eden, kullukta bulunan, O'nu öven, O'nun uğrunda seyahat eden (ve's-sâihûn), rükû ve secde eden, uygun olanı buyurup fenalığı yasak eden ve Allah’ın (cc) yasalarını koruyan müminleri de müjdele!" Bu âyette geçen "ve’s-sâihûn" ifadesi, lafzen seyahat edenler anlamına gelmekte ve tevbe, kulluk, hamd, rükû ve secde gibi en önemli ibadetler içerisinde zikredilmektedir. Seyahat edenlerin aç susuz yolculuk yapmalarından hareketle bununla oruç tutanların kastedildiği şeklindeki yorumları dikkate alan birçok mealde bu ifade ‘oruç tutanlar’ şeklinde tercüme edilmiştir. Oysa bilinçli, hikmetli, basiretli seyahatlerin hem gezene hem de gezilen bölgelerdeki insanlara sağlayacağı maddî mânevî yararlar düşünüldüğünde, âyette seyahat edenlerin neden övüldüğü daha kolay anlaşılır.
İslâm’da, Allah’ın (cc) kudretini görüp ibret almak, hac ve umre vesilesiyle mübarek mekânları ziyaret etmek, ilim tahsil etmek, akrabaları ve hastaları ziyaret etmek, rızık aramak, inanmayanların baskısı sebebiyle hicret etmek, Allah (cc) yolunda cihad etmek, İslâm’ı tebliğ etmek gibi amaçlarla seyahat teşvik edilmiştir. Nitekim Yüce Allah (cc), yaratıcı gücünü görmelerini ve bu gücün âhireti de yaratacağına inanmalarını temin için insanlardan dünyayı gezmelerini istemekteydi: "De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da Allah (cc) ilk baştan nasıl yaratmış bir bakın. İşte Allah (cc) bundan sonra (aynı şekilde) âhiret hayatını da yaratacaktır. Allah (cc) gerçekten her şeye kadirdir." Yine insanların ibret almaları için doğusuyla batısıyla yeryüzündeki tarihî mekânları da ziyaret etmeleri tavsiye edilmekteydi: "Yeryüzünde gezin dolaşın da (Allah’ın (cc) âyetlerini) yalan sayanların akıbetine ne olmuş, görün!"
Gerek Yüce Allah’ın (cc), gücü yetenlere Kâbe’ye gidip haccetmelerini farz kılması, gerekse Hz. Peygamber’in (sas) "Ancak üç mescide (ibadet maksadı ile) gitmek üzere yolculuğa çıkılabilir: Benim şu mescidim, Mescid-i Harâm ve Mescid-i Aksâ." buyurması, Müslümanları ibadet amaçlı seyahatlere yönlendirmekteydi. Yine Resûl-i Ekrem (sas), "Allah (cc), ilim öğrenmek amacıyla yola çıkan kimseye cennetin yolunu kolaylaştırır." diyerek ilim için seyahat etmeyi de tavsiye etmekteydi. Bundan dolayıdır ki başta hadis talebeleri olmak üzere İslâm’ın ilk asırlarında, Müslüman talebeler, dönemlerindeki en önemli ilim merkezlerinin hemen hepsine giderek oradaki âlimlerden ilim tahsil etmişlerdir.
Amacı ne olursa olsun yapılan her yolculuğun, çeşitli zorlukları vardır. Peygamber Efendimiz (sas) bunu şöyle dile getirmiştir: "Yolculuk, birinizin yeme içmesini ve uykusunu engelleyen bir çeşit sıkıntıdır. Bu sebeple (yolcu) işini bitirdiğinde bir an önce evine dönsün!" Hangi zaman ve mekânda yapılırsa yapılsın, yolculuklarda karşılaşılan zorluklar sebebiyle İslâm, yolcuların ibadetlerine çeşitli kolaylıklar getirmiştir. Bu nedenle, seyahat esnasında dört rekâtlı farz namazların iki rekât kılınmasına, ihtiyaç hâlinde öğle ile ikindi, akşam ile yatsı namazlarının bir usul çerçevesinde cem’ edilmesine, mestler üzerine mesh müddetinin üç gün olmasına, yolculuk esnasında farz olan orucun ertelenmesine izin vermiştir.
Dahası Resûl-i Ekrem (sas) yolcu veya yolda kalan kimseyi ihtiyaç hâlinde zekât verilecek kimseler arasında zikretmek suretiyle seyahat edenlere maddî olarak da kolaylık sağlanmasını tavsiye etmiştir. Bu cümleden olarak Hz. Peygamber (sas), Fedek arazisini yolculara vakfetmiş, Hz. Ömer’in (ra) de aynı şekilde Hayber’deki arazisini fakirlere, akrabalara, esirlikten kurtulmak isteyen kölelere, Allah (cc) yolunda savaşanlara, misafir ve yolculara vakfetmesini sağlamıştı. Âyet ve hadislerde geçen ‘ibnü’s-sebîl’ yani ‘yolcu’ ifadesi, daima yardım ve hizmet edilmesi tavsiye edilen bir sınıf olarak görülmektedir. Bir hadiste de Allah Resûlü (sas), yolcular için inşa ettirilen misafirhaneyi öldükten sonra müminin sevap defterinin açık kalmasına vesile olacak fiiller arasında zikretmişti. Bu tavır ve ifadeleriyle Resûl-i Ekrem (sas) gittikleri yerlerde misafir ve yolculara kolaylık sağlanmasını arzulamaktaydı. Bundan dolayıdır ki İslâm medeniyetinde sırf yolcuların barınacakları, ağırlanacakları hanlar, hamamlar, kervansaraylar, köy odaları gibi hizmet veren nezih mekânlar oluşturulmuştur.
Resûl-i Ekrem (sas), "Üç dua şüphesiz kabul edilir: Babanın duası, yolcunun duası, mazlumun duası." buyurmuştur. Bu müjde, Allah’ın (cc) rızasına uygun bir niyet ile rahatını terk ederek yola çıkan kimselere yönelik olmalı, böyle kimseler yolculukları esnasında maddî ve mânevî açıdan desteklenmelidir. Bu nedenledir ki Hz. Peygamber (sas), yanında bulunduğu hâlde yolcuya su vermeyen kişilerle kıyamet günü Allah’ın (cc) konuşmayacağını, onları temize çıkarmayacağını ve onların elîm bir azaba uğrayacaklarını belirterek seyahat esnasında yolcuların da birbirlerine yardımcı olmalarını istemiştir. Nitekim bir sefer esnasında ihtiyaç sahibi birisini görünce, "Yanında fazla binek hayvanı olan olmayana versin, fazla azığı olan da olmayana versin!" buyurarak yolcuların binek, yiyecek ve ihtiyaç duyulan diğer konularda yardımlaşmalarını emretmiştir. Allah Resûlü (sas) bir hadislerinde de gölgesinde yolcuların dinlenebileceği çöl ağaçlarını kesenleri kastederek "Kim bir sidre ağacını keserse, Allah (cc) da onu baş üzeri cehenneme atsın!" diye beddua etmiştir.
Yolculuk esnasında sadece insanlar değil yolcuyu ve yükünü sırtında taşıyan hayvanlar da yardımı ve iyi muameleyi hak etmektedir. Dönemin ulaşım vasıtaları olan hayvanlara yumuşak davranılması, konaklama yerlerinde mola verilerek dinlenmelerinin sağlanması, uzun yolculuklarda kurak ve çorak yerlerden bir an evvel geçilmesi şeklinde hadîs-i şerîflerde yer alan tavsiyeler, Rahmet Elçisi’nin (sas), mahlûkata şefkat hususundaki titizliğini gözler önüne sermektedir.
Hz. Peygamber (sas), yolculukta can ve mala gelebilecek zararları önlemek amacıyla tedbir alınmasını tavsiye ederdi. Bu çerçevede Hz. Peygamber (sas) özellikle kadınların, beraberlerinde bir yakınları bulunmadan üç günlük yolculuğa çıkmalarının uygun olmadığını, aynı şekilde tek başlarına gece yolculuğu yapmalarının da doğru olmayacağını ifade etmişti. Resûl-i Ekrem’in (sas) özellikle kadınların tek başlarına yolculuk yapmamaları hususunda ısrarlı uyarıları, sözü edilen ortamda onların can, mal ve namus konularında sıkıntıya düşmelerini önlemeye yönelikti. Ancak güvenlik sıkıntısının bulunmadığı, can, mal, namus konusunda endişe duyulmayan durumlarda insanların yalnız başına seyahat edebilecekleri söylenebilir. Nitekim Hz. Peygamber (sas), Tay kabilesinin önde gelen isimlerinden Adî b. Hâtim ile sohbet ederken ona, "Sen Hîre şehrini gördün mü?" diye sormuş, "Görmedim, ama hakkında bazı şeyler duydum." cevabını alınca da "Eğer ömrün uzun olursa, devesine üzerinde yolculuk eden bir kadın yolcunun, Allah’tan (cc) başka hiç kimseden korku duymadan Hîre şehrinden kalkıp gelerek Kâbe’yi tavaf edeceğini göreceksin." buyurmuştu.
Allah Resûlü’nün (sas) yolculuk esnasında alınmasını istediği tedbirlerden biri de uzun gece yolculuklarına yalnız başına çıkılmamasıydı. O günün şartlarında, erkek de olsa bir kimsenin yalnız başına yolculuk etmesi can ve mal güvenliği açısından riskliydi. Bundan dolayıdır ki Allah Resûlü (sas), tek başına bir kişinin veya iki kişinin yolculuk yapmasını ’şeytan’ , üç kişinin yolculuğunu ise ’kervan’ diye nitelemiştir. Çünkü şeytan, tek başına hareket eden kimseye daha yakın, cemaatten ise daha uzaktır. Bir veya iki kişinin yalnız başlarına sefere çıkmaları, bu anlamda çeşitli şeytanî desiselere, başa gelebilecek çeşitli tehlike ve belalara açık olduğu için bu durum şeytan ile sembolize edilmiştir.
Rahmet Elçisi (sas), yolculuk esnasında insanların karşılaşabilecekleri muhtemel zararlara karşı tedbir almalarını tavsiye etmiştir. Sıcak bölgelerde gece yolculuğunun daha rahat olacağını dikkate alan Allah Resûlü (sas), "Gece yolculuğunu tercih ediniz. Çünkü gündüz alınamayan yol, gece alınır." buyurarak seyahat için uygun zamanların seçilmesini önermişti. Yine Peygamber Efendimiz (sas) ashâbına, "Üç kişi yolculuğa çıkacağı zaman aralarından birini başkan seçsinler." tavsiyesinde bulunmuştu.
Cihad ve hac gibi zarurî durumlar dışında, deniz yolculuğundan sakındıran rivayetler, dönemin şartlarında deniz yolculuklarının tehlikeli olmasıyla izah edilebilir. Kendi bölgesi için sık kullanılan bir ulaşım türü olmasa da Hz. Peygamber (sas), deniz yolculuğu hakkında sorulanlara cevap vermiş, yolculuk esnasında bazen yanlarında yeterince su bulunmadığını söyleyerek deniz suyuyla abdest alıp alamayacaklarını soran bir sahâbîye, deniz suyunun temiz/temizleyici ve deniz hayvanlarının da helâl olduğunu söylemiştir.
Seyahat dönüşlerinde evine gece ansızın değil sabah veya akşam gelen Hz. Peygamber (sas), "Yolculuktan dönen kişinin ailesinin yanına gireceği en uygun vakit gecenin başlangıcıdır.", "Ailesinden uzun süre ayrı kalan kimse ailesinin yanına geceleyin ansızın gelmesin!" buyururdu. Aydınlanma ve haberleşme imkânlarının son derece kısıtlı olduğu asr-ı saadet şartlarında Resûlullah’ın (sas) bu tavsiyeleri, ailenin huzurunu ve güvenliğini sağlamaya yönelikti. Akşam yolculuktan dönen kimsenin eve gelmeden önce haber göndererek eşine hazırlanma süresi tanıması, evin ve ailenin yolcuyu karşılamaya hazır hâle gelmesi bakımından önem taşıyan nebevî bir edep kaidesi idi. İletişim araçlarının geliştiği günümüzde ise seyahatten dönen kimsenin önceden haber vermesi, yukarıdaki sakıncaları ortadan kaldıracaktır. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in (sas) ilgili yasağı da dönemin kendine özgü şartlarına bağlanacaktır.
Hz. Peygamber (sas), yolculuğa dua ederek çıkar, seyahat esnasında konakladığı yerde ve yolculuktan döndüğünde de Rabbine dua ederdi. Yola çıkacağı zaman bineğine biner, üç defa tekbir getirir, ardından şöyle dua ederdi: "Bunu bizim hizmetimize vereni tesbih ve takdis ederiz, yoksa biz bunlara güç yetiremezdik. Biz elbette Rabbimize döneceğiz. Allah’ım, bu yolculuğumuzda bize iyilik ve takva vermeni, hoşnut olacağın işler yapmamızı nasip etmeni dileriz. Allah’ım, yolculuğumuzu kolaylaştır, uzağı yakınlaştır! Allah’ım, seyahatimizde bizim sahibimiz, gerideki ailemizin ve malımızın vekili de sensin! Allah’ım, yolculuğun yorgunluk ve sıkıntısından, üzüntülü görünüşten, aile ve malımızın kötü hâllere düşmesinden sana sığınırım."
Resûlullah (sas) yolculuk esnasında gece vakti yaklaşınca, "Ey yeryüzü! Benim Rabbim de senin Rabbin de Allah’tır. Senin şerrinden, senin içindekilerin şerrinden, sende yaratılanların şerrinden ve üzerinde dolaşıp duranların şerrinden Allah’a sığınırım. Aslan, yılan ve akrebin şerrinden, burada yaşayanların, doğuran ve doğanların şerrinden Allah’a (cc) sığınırım." buyururdu.
Sevgili Peygamberimiz (sas) yolculuktan döndüğünde ise, "İnşallah Rabbimize tevbe ederek, O’na ibadet ederek ve hamdederek dönüyoruz." diye dua ederdi. Yolculuktan kuşluk vakti döndüğü zaman doğru mescide girer ve iki rekât namaz kılardı.
Tarih boyunca inananlar, gördükleri baskılar sebebiyle dinlerini serbestçe yaşayabilecekleri yerlere hicret etmişlerdir. Dolayısıyla hicret de bir tür yolculuktur. Kur’ân-ı Kerîm’de, "Kim Allah (cc) yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek çok yer de bulur, genişlik de." buyrulmaktadır. Çeşitli rivayetlerde yer alan, "Seyahat edin ki sıhhat bulun." telkinleri de bu âyet ile paralel beyanlardır. Bazı sıkıntıları olmakla birlikte yapılan yolculukların, insana farklı kültürleri görme, etkilenme ve bununla yeni açılımlar yapabilme imkânı sunduğunda kuşku yoktur. Bu anlamda İmam Şâfiî’nin, "Erdemlere ulaşmak için gurbete çıkın. Yolculuk yapın. Zira yolculukta beş çeşit fayda vardır. Bunlar; üzüntülerin unutulması, rızık temin edilmesi, ilim ve âdâb öğrenilmesi ve değerli insanlarla sohbet edebilme imkânının elde edilmesidir." sözü dikkate değerdir.
Aslında hayat, Rabbe (cc) giden bir yol; insan bir yolcu; ömür de süresi bilinmeyen bir yolculuktur. Birçok âyet ve hadiste İslâm’ın, ‘sebîl’ ve ‘sırât-ı müstakîm’ şeklinde ‘dosdoğru yol’ olarak anılması bunu gösterir. Mümin, ebedî hayata doğru yaptığı bu yolculuğunda, yoldaki işaretlere dikkat ederek vuslata erişmeye çalışır. Şüphesiz dünya fânidir, dünya yolculuğu geçicidir. Bu nedenledir ki Peygamber Efendimiz (sas), Abdullah b. Ömer’e (ra) hitaben, "Bu dünyada gurbetteki biri veya yolcu gibi ol!" buyurmuştur.
Şu hâlde kendisinin bu dünyada bir yolcu olduğunu kabul eden mümin, gideceği yere hangi azıkla ve hazırlıkla ulaşabileceğini, oraya neler götüreceğini iyi bilmelidir. "Siz ne yaparsanız Allah (cc) onu bilir. Âhiret için azık toplayın. Kuşkusuz, azığın en hayırlısı takvadır." âyeti, en güzel hazırlığın nasıl yapılacağına işaret etmektedir. Sonuç olarak her yolculuk, dünyadan âhirete yapılan asıl yolculuğun bir parçasıdır ve düşünen bireye gerçek yolu ve yolculuğunu hatırlatır.