Allah (cc), "Adalet ve İhsan"ı emreder (Nahl,90).
Adalet; "Bireysel ve toplumsal hayatta dirlik ve düzeni, hakkaniyet ve eşitlik ilkelerine uygun yaşamayı sağlayan ahlaki erdem” olarak tanımlanabilir. Peygamber Efendimizin buyurduğu gibi: “Her hak sahibinin hakkını vermektir.” (Buhari, Savm, 51).
Allah’ın güzel isimlerinden ikisi de “mutlak adalet sahibi” anlamında “el-Adl” ve “el-Muksit” isimleridir ve sorumluluk sahibi insanların da bu ilke ile hareket etmelerini istemiştir.
"Adil yönetici, herkesin sığınmak için delik aradığı günde Allah’ın özel konuğudur" (Buhârî, Ezân,36).
Adalet hiçbir şeye feda edilemez. Adaleti satan zulmü satın almıştır. Kısa vadede kâr ettiğini düşünse de uzun vadede kurtuluşu imkânsız büyük zarara saplanmıştır.
“Zulmeden kimse, yeryüzündeki bütün servete sahip olsa, azaptan kurtulmak için hepsini feda eder.”(Yunus, 54)
Allah (cc), adaletin hemen peşinden “İhsan”ı emretmiştir. Adalet ile ihsanın art arda gelmesi tesadüf değildir. İhsan kavramı anlaşıldığında, ihsan olmadan adalettin gerçekleşemeyeceği görülecektir.
Peki ihsan nedir?
Hz Peygamber şöyle tarif ediyor:
İhsan; Allah’ı görüyormuş gibi O’na kulluk etmektir. O'nu göremesen de O seni görmektedir.” (Buhari)
Lokman (a.s)’ın dediği gibi; Bir hardal tanesi ağırlığında bir iyilik veya kötülük yapsan, bunu yaparken de hiçbir canlının yaşamadığı bir mağaranın içerisinde veya gökyüzünde yahut denizin dibinde bulunsan, bu yaptığın işi Allah’ın göreceğini ve büyük hesap gününde karşına koyacağını bilmektir (Lokman, 16).
İhsan, adaleti besleyen ve yaşatan duygunun adıdır. İhsan mertebesine erişen kimse, Allah’ın her an ve her yerde gördüğünü düşünerek yaşar, haksızlık ve adaletsizlik yapmaz; hüküm ve karar verirken, taksimat yaparken ve tevdi edilen görevi ifa ederken insanlar arasında düzen ve dengenin tesis edilmesini amaç edinir.
Allah’ı görüyor gibi yaşayan, yapılması gereken şeyi en iyi şekilde yapar, her görevi hakkıyla yerine getirir.
Dolayısıyla, ihsanın olmadığı yerde adalet olmaz. Adalet dağıtılırken dil, din, renk, cinsiyet, fakir, zengin gibi farklılıklar gözetilmez.
Yaşadığımız çağda, adalet ve insan hakları gibi kavramları ağızlarından düşürmeyenler, icraata gelince gerçek yüzlerini göstermişlerdir. Türkiye’nin dışında, canlarını korumak için yerini yurdunu terk etmek zorunda kalmış masum mülteci çocuklar ve kadınlara karşı sözde insan hakları savunucusu Avrupa ülkeleri sınıfta kalmıştır. Bir litre petrol için çıkardıkları savaşları ve öldürdükleri insanları şimdi saymayalım. Diğer taraftan İspanya’dan sürgün edilen yüzbinlerce Yahudiye kucak açan tek devletin, ecdadımız Osmanlı Devleti olduğunu not edelim.
İslam medeniyetinin kastettiği adalet, “Düşmanın dahi olsa adaletten ayrılmamaktır.” (Maide,8). Bu da Allah’ı görüyormuş gibi yaşayanların başarabileceği bir fazilettir.