İnsan, hayatı ölüme ve sonrasına yüklediği anlamla işler, şekillendirir ve anlamlandırır. Ahiret bilinci dünya hayatını tanzim eder. Bayram arifesinde yapılan kabir ziyaretleri de dünya ve ukba dengesini bayramda dahi gözeten Anadolu irfanının bir göstergesidir. Bu dengenin tesisi için bayram bize ne tür fırsatlar sunar?
Kabrin bir diğer adı mezar yani ziyaret edilen yer demek. Kabristanın diğer adı mezarlık yani ziyaret mekânı. Kabir ziyareti Peygamberimizin (s.a.s.) tavsiyesi. Kabirde olandan çok hayatta kalanın nasiplendiği bir ziyarettir kabir ziyareti. “Bugün dünya yarın ahiret” bilincini canlı tutan, dünyadan ukbaya uzanan köprünün kavşak noktası. Yaratılma sorumluluğunun gerekleri yapıldıktan sonra bedenin berzaha, ruhun vuslata kavuşma durumu. Efendimiz (s.a.s.) “lezzetleri gideren ölümü çok anın” buyurur. İnsan kabir ziyaretinde kendi özüne doğru bir yolculuk yapar. Varlığını, niçin var olduğunu, hayatın imtihan sırrını, uğruna verdiği anlamsız mücadeleleri, ömrünün sonunda kendisini bekleyen akıbeti düşünür. Büyükleri ve yakınlarıyla yaşadıkları zihninde canlanır. Vefat etmiş yakınlarına dair ertelediklerinin ve ihmal ettiklerinin pişmanlığıyla yüzleşir. Kabir ziyareti vefatın vefa ile buluşmasıdır. Bu ziyarette insan yakınlarıyla bayramlaşma duygusu yaşar. Hayatta iken ellerini öpüp hayır dualarına mazhar olduğu büyüklerine karşı vefasını kabirlerine gidip dua ederek gösterir. Bir gün yeniden sevdikleriyle birlikte ahiret bayramını yaşama özlemini ifade etme biçimidir kabir ziyareti. Büyüklerinden kendisine ve ailesine miras kalan hatıra, hırs, muhabbet, mücadele vs. her türlü bakiyenin anlam ve hakikat yüzleşmesidir kabir ziyareti. Kabir ziyareti o kadar köklü bir ibadet ve insani bir ihtiyaçtır ki insanın ölümünden sonra da kabir ziyaretleriyle devam eden ve nesilden nesile aktarılan manevi bir miras olarak görülmelidir.
İslam dinindeki ibadet ve cemaat birlikteliği Müslümanlara hayatın nefsani taleplerine karşı direnme noktasında yalnız olmadıkları bilincini aşılar. Cemaatle namazın teşvikinde hep birlikte tutulan ramazan orucuna mümin gönüller nefis mücadelelerinde birbirlerine omuz verir. Bayram sevinci de hep birlikte yaşanır. Yüce dinimizin bize bahşettiği bu lütfu bireyselliğin yükseldiği, yalnızlığın özendirildiği günümüzde nasıl yorumlamalıyız?
Cuma ve bayram namazları tek başına kılınamayan; cemaat olmayı ve müminlerin birlikte eda etmesini zorunlu kılan namazlardır. Bayramda oruç tutmak caiz değildir. Ümmetçe, milletçe topyekûn bayram yapmayı hak etmiş olma duygudaşlığının yaşanması bayramları bayram kılan anlamdır. Bayramlarda yaşanan bu duygudaşlık bizatihi bir ibadet olarak değerlendirilebilir. Hızla bireyselleşen dünyada bayramlar, “Durun siz insansınız! Birbirinizin sevgisine, ilgisine, sesine, sözüne, dua ve desteğine muhtaçsınız!” diyerek insanlara sosyal bir varlık olduklarını hatırlatan günlerdir. Bayramlar bireyselliğin özentisine kurban edilerek bir yozlaşma aracına dönüştürülmemelidir. Yozlaşmadan şikâyet etmeye başlamışsak yozlaşma zeminini kendimiz hazırlamışız demektir. Bunu önlemenin yolu da kendi kök değerlerimizi canlı ve diri tutmaktan geçer. Bayramları toplumsal bir ibadet şöleni olarak görmeyip bir tatil fırsatı olarak görüyorsak evet bu bir yozlaşmadır. Bunun sorumlusu da yetişkinlerdir. Bir ve beraber olma, kardeşliği egemen kılma, sevgi ve muhabbeti tahkim etme daveti ilahi bir davettir. Fitne ve tefrika, bireyselleşme ve bölünme şeytanidir. Mümin, şeytanın fitne ve ayrışma çıkaran sinsi vesvesesine değil, ilahi davetin vahdet temelli berrak sesine kulak vermelidir. Nasıl ki ramazan boyu sahurumuz Gazze, iftarımız merhamet olmuşsa, nasıl ki iftar vakti içtiğimiz bir damla suda, yediğimiz bir lokma ekmekte suyun ve ekmeğin hasretini çeken canların acısını hissetmişsek, nasıl ki ramazan boyu kan ve gözyaşından beslenmeyi alışkanlık hâline getirmiş sözde medeni dünyaya karşı kin ve öfkemizi bilemişsek artık bayramımız da ümmetin diriliş bayramı olmalıdır.
Bayramlara hayret makamından bakan hiç şüphesiz çocuklarımız. Onların minik yüreklerindeki bu sevinci korumak için başta ebeveynler ve ardından toplum olarak üzerimize düşen görevler nelerdir?
İnsan neyle muhatap oluyorsa yönelişi de onadır. Çocuklarımızı neyle muhatap ettiğimize bakmamız lazım. Çocuklarımız neşesiyle, kederiyle hayatın sırlarını büyüklerinden alıp adına ömür dediğimiz zamanı omuzlarlar. Gelecek kuşakların ömür bereketi büyüklerinden aldıkları davranış kodlarında saklıdır. Büyüklerin sergilediği küçük hatalar küçükler için telafisi mümkün olmayacak büyük sonuçlar doğurabilir. O nedenle çocuklar duyduğunu değil gördüğünü yapar denilir. Bayramlar geleceğimiz adına en güzel örnekliği sergileme günleridir. Bayram arifesinden itibaren evde büyüklerde yaşanan bayram heyecanı ve telaşı minik yüreklerde tarifi mümkün olmayan büyük coşkuya, içinde umut dolu bir yaşama sevincine dönüşür. Aile ve çocuklarda oluşan bu mutluluk dalga dalga binaya, sokağa, köye ve mahalleye taşmaya başlar. Asrın dayattığı bireyselliğe inat büyükler olarak bizlerin çocuklarımıza bayramların neşesini yaşatma zorunluluğumuz bulunuyor. Çocuklarla birlikte yapılacak bayram alış verişleri, mezar ziyaretleri, birlikte camiye gidip kılınacak bayram namazları, iştirak edilecek bayramlaşma programları, akraba, komşu ziyaretleri velhasıl bayram için oluşan telaşın her biri onların geleceği adına hafızalarında biriktirdikleri en kıymetli hazineler olacaktır. Arapçada bayrama (عيد-îd) denir. Îd’in âdet anlamı da vardır ki bayramlar vesilesiyle âdet ve gelenekler yaşamaya devam eder. Âdetleri büyükler ayakta tutarsa gelecek kuşaklar da yaşamasını sağlar. İslam hamuruyla yoğrulmuş değerler dünyamızın ve kültürel varlığımızın tahrip edilmemesine çok yönlü özen göstermemiz gerekir. Değerler manzumemizi yıkan dizi, reklam, afiş vs. ne varsa bütün bunlar kendi özümüze dönük yeniden tasarlanıp planlanmalıdır.
İsrânın miraca refik olması gibi, abdestin namaza girizgâh olması gibi, sahurun imsaki kucaklaması gibi ramazan ayı da bizi bayram sevincine hazırlar. Bu yıl mübarek ramazanın terekesi nedir? On bir ay sonra yeniden kavuşana dek, onun bize bıraktığı hangi mirasa sığınacağız?
Bu sene eşref-i mahlûk olma vasfımızın sınandığı bir yılın ramazanını geçirdik. Filistin, Gazze, Doğu Türkistan vb. yerlerde yaşanan insanlık dramları insan olma özelliğimizi sorgulamaya sevk etti hepimizi. İnsanla insanlık, açlıkla tokluk arasındaki uçurum ve uzaklığın ürkütücü büyüklüğüne tanık olduk. İnsan hakları, kadın ve çocuk hakları, eşitlik, özgürlük, demokrasi vb. değer yüklü evrensel kavramların istismar edildiğine, adaletsizlik, ayrımcılık, sömürgecilik vb. kötülükleri küreselleştiren bir perdeleme vazifesi için kullanıldığına da şahit olduk. Zalimlerin konforunun mazlumların kan ve gözyaşları üzerine bina edildiği, zulüm üzerine kurulu örgütlü sistemlerin insanların merhamet çığlığına karşı sağır kesildikleri bir dünyada dil, din, ırk ayrımı yapmadan bütün kıtalarda insanlığını kaybetmemiş vicdan seslerinin tek bir melodiyle merhamet ve insanlık bestesine dönüşmüş olması, zalimlerin giderek yalnızlığa mahkûm edilmesi bu ramazanın en büyük terekesi, bu vesileyle oluşan bilinç ve hilkat kardeşliği de en büyük mirası olmuştur.
Bayramların ayırıcı vasfı insanlığı dünyalık telaşlardan çekip alması, fıtratı ile buluşturmasıdır. Öze dönüşün mihenk taşlarından olan bayramları nasıl değerlendirmeliyiz?
Bizler iman etmeden cennete, birbirimizi sevmeden de imana ulaşılması mümkün olmayan bir dinin mensubuyuz. Bayramlar mutlak olarak sevgi, barış, esenlik, dua ve muhabbet günleri demektir. Ramazan bayramı fıtır bayramıdır. Fıtır bayramı demek oruç sebebiyle nefsini eğitmiş, iradesine hükmetmiş, yalan söz ve davranıştan kendini kurtarmış, kin, kibir, haset, fesat gibi kalbi karalayan illetlerden özünü arındırıp yaratılış gayesiyle bütünleşen bir kıvama erişmiş, nefsin esaretinden kurtulup takvanın özgürlüğüne kavuşmuş kimselerin bayramı demektir. Oruçla dikilen takva elbisesini giyinmiş insan, müminler topluluğunun bir ferdi olma sevincini yaşar. Bireysel olarak Müslüman cemaatinin içinde olma huzur ve özgürlüğünü tadar. Mümin aynı zamanda bir ülfet insanıdır. Ülfeti hayata taşıyan unsur insanın fıtratında bulunan iman duygusudur. Ülfetle süslenmiş mümin seven ve sevilen kimsedir. Sevgiden ve sevilmekten mahrum olanlar iman fakirliğine düşmüş demektir. Bazen zedelenen, küllenen beşeri ilişkilerin yeniden canlanması için küçük bahaneler gerekir. Bu tür bahaneler için de bayramlar bir fırsattır. Bayram vesilesiyle kırık kalpler onarılır, yetim başı okşanır, açılmayan kapılar açılır, hâl hatır sorulur, yüz yüze, gönül gönüle bakar. Kalpler sevgi ve muhabbetin heyecanıyla çarpar ki bu etkileşim dalga dalga yayılan titreşimlerle hanelerden hanelere uzanan toplumsal bir sevgi bağı, sosyal bir merhamet ağı oluşturur. Yeryüzünde oluşan bu merhamet ağı gökyüzünün rahmet ve merhametini üzerimize yağdırır. Bayramlar akrabalar, komşular ve dostlar arası muhabbetin devamlılığını sağlayan en önemli manevi araçlarımız, kırık gönülleri onaran ülfet harcımız, kin ve öfke duvarlarını yıkan irade gücümüzdür. Bayramların sunduğu bu fırsatlar değerlendirilmez, hâl hatır sorulmaz, komşu, dost ve akraba ziyaretleri yapılmazsa değerleriyle birlikte ilelebet ayakta kalmayı başarmış bir milletten söz etmemiz çok mümkün olmaz.
Dünya acılı bir anne gibi karşımızda insanlığın müşfik elini beklerken bayramlarda İslam kardeşliğini nasıl tesis etmeliyiz? Gazze’de devam eden işgal ve yaşanan dramın gölgesinde idrak ettiğimiz bu bayramda ne yapsak sadırlarımıza nasıl şifa olacak?
Bayramlar kardeşlik, birlik, beraberlik, yardımlaşma ve paylaşma günleridir. Fitne ve tefrika ile kararmış kalpler kardeşliğin sıcaklığını hissedemez. Kalpleri ülfet perdesiyle sarabilirsek o zaman kardeşliğin sıcaklığını ve gücünü hissedebiliriz. Ümmetin fertleri kendilerini fitne ve tefrikadan arındırmadan kalpleri arasında ülfet oluşmaz. Kalpler arasında ülfet oluşmadan da kardeşlik tesis edilemez. Medeniyetimizin kurucu değerleri Kuran ve sünnet bunu ifade ediyor. İman kardeşliğini eylem kardeşliğine dönüştürmeye ihtiyacımız var. Söylemden öteye geçiremediğimiz din kardeşliğini aksiyon kardeşliğine dönüştürmeye muhtacız. Bugün bu durumu boykot kardeşliği, zihin ve fikir kardeşliği, dua ve buğz kardeşliği olarak tanımlayabiliriz. Biz eğer zulmü destekleyen firmaları boykot etmede, zalime buğuz beslemede, mazlumlara yardım ve duada ortak bir eylem oluşturamıyorsak sadece kardeşlik edebiyatı yapıyoruz demektir. Kötülüğü önlemenin yolu iyiliği çoğaltmaktan geçiyor. Bunun için de el, dil ve kalp aktif olmalı. Yaşadığımız psikolojik eziklik ortamından çıkmamız için duanın izzetine sığınmalı, duayı artırmalıyız. Bu hem kendimize hem mazlumlara şifa olacaktır.
Yardımlaşma ve dayanışmanın hakiki anlamına eriştiği vakitlerdir bayramlar. Yaralarını sarmaya devam eden depremzede vatandaşlarımızdan Gazze’de Doğu Türkistan’da gadre uğrayan din kardeşlerimize kadar “Bayram o bayram ola” sözünü mümkün kılmak için bize düşen sorumluluklar nelerdir?
Bizim medeniyetimizin temeli gönül birliğidir. Bayramlar da gönül alma gönül yapma günleridir. Medeniyetimiz gönül yapmayı Kâbe yapmaya, gönül almayı köle azat etmeye tercih edecek kadar yüce ruhlu bir medeniyettir. Doğudaki bir müminin ayağına diken batsa batıdaki müminin yüreği sızlar buyurur Efendimiz (s.a.s). Müminler topluluğu olarak ortak bir yürek sızısına ulaşmadıkça bayram sevincini ümmetin sevinci kılma imkânımız olmayacaktır. Asrın felaketi milletimizin fedakârlığıyla, devlet millet bütünleşmesiyle asrın birlikteliğine dönüşmüştür. 11 ilimizde yaşanan depremin enkazı 81 ilimizin tamamının üzerine düşmüştür âdeta. Bu büyük acı ancak millet olma bilinciyle teselli bulacaktır. Elbette giden canların geri gelmesi mümkün değildir. Onlar merhametin yegâne sahibine iltica ettiler. Ancak yıkılan şehirler yeniden imar edilirken milletçe gönüllerimizi de uhuvvet, meveddet, merhamet ve muhabbet duygularıyla yeniden imar etmeliyiz. Pandemide yakalandığımız biriktirme, cimrilik ve bencillik hastalığından depremde yaşadığımız yardımlaşma ve paylaşma duygusuyla şifa bulduk elhamdülillah.
Bayramlar sevinç ve kederde ümmetin yürek birliğini sağlama günleridir. Bugün Gazze’de, Doğu Türkistan’da ve diğer coğrafyalarda yaşanan dramlar karşısında dillerimiz suskun gönüllerimiz mahzundur. Bunun sebebi karşımızdakilerin gücü değil Müslümanların cesaretsizliği ve dağınıklığı, dünyayı ahirete tercih etme bedbahtlığıdır. Olup bitene baktığımızda 21. asrın cahiliye dönemini yaşadığımızı düşünüyoruz. Cahiliyenin karanlığını Kur’an aydınlattı. Müminler topluluğu olarak dünyanın kararmış ufkunu aydınlatmak bize düşüyor. Bunun için bizim de yeniden Kur’an’a dönmemiz, ona sımsıkı sarılarak doğusuyla batısıyla, kuzeyi ve güneyiyle ümmet bilincine ve ortak bir yürek sızısına ulaşmamız gerekiyor. Onu elde ettiğimiz gün evet işte o gün bayramlar bayram olacaktır.