DÜŞMANIN GÜLÜ MÜ GÜLLESİ Mİ?
(ŞI’B’A -MAHALLEYE- GİRİŞ ÖRNEĞİ)

Mini veya makro hemen herkes kendine muhalif olanlara fırsat vermek istemez. Kendini eleştiren birini takdir eden hemen hemen yok gibidir. Varsa şayet takdire şayan biridir.

Dinlediklerimden ve okuduklarımdan hareketle, düşmanın düşmanlığından ziyade dostluğuna dikkat etmek gerekir.

1984’de Marmara İlahiyat Fakültesi’ndeki mezuniyet töreninde Hayrettin Karaman Hocamız, yaptığı konuşmanın ardından; “Çocuklar bir şeyhin müridine verdiği vird gibi bende sizden şunları yapmanızı istiyorum”

1. Her gün mealiyle birlikte beş sayfa Kur’an okuyun,

2. Her daim aynı veya ayrı Peygamberimizin hayatını okuyun,

3. Herhangi bir sanatla ilgilenin, demişti.

Hocamın bu tavsiyesinden sonra yer yer aksatsam da bu öğütlerine imkânım nispetinde riayet etmeye çalışıyorum. Bu bağlamdan olmak üzere daha önce mütalaa ettiğim şimdilerde ise satır satır okumaya çalıştığım Eyüp Baş’ın “Son Peygamber Hz. MUHAMMED (Siyer-i Nebi)” kitabını okuyorum. Fazla hacimli olmayan kitap, güzel bir üslup, tatlı bir anlatımla gayet güzel hazırlanmış.

Bahsi geçen kitabın altmış beş ila altmış sekizinci sayfalarındaki ‘Kabilesine Karşı Baskı ve Boykot’ başlığı altındaki bölümü okurken bu olayın arkasından nazil olan İsra suresinin; yetmiş üç ila yetmiş beşinci ayetleri bir hayli dikkatimi çekti.

Nasıl ki, Efendimizin vefatı sonrasında, ‘kim Muhammed öldü derse kellesini uçururum’ diye feryat eden Hz. Ömer, Hz. Ebubekir’in Âl-i İmran suresinin yüz kırk dördüncü ayetini* okuduğunda; “Ebu Bekir bu ayeti okuyuncaya kadar böyle bir ayetin daha önce inmiş olduğunu bilmiyordum. Herkes bu ayeti (ilk defa) ondan öğrenmiş gibiydi. Ondan ayeti dinleyen herkes onu okumaya başladı” dediği gibi ben de kendimi bahsi geçen ayetleri hiç okumamış gibi hissettim.

ŞI’B’A -MAHALLEYE- GİRİŞ Boykot olayını birkaç kitabı esas alarak özetlemeye çalışacağım.  

Peygamberimizin on üç yıllık Mekke dönemi boyunca müşrikler, en az iki defa heyetler halinde ssPeygamberimizi amcası Ebu Talib’e şikâyet ettiler. Yapılan son şikâyette Efendimizin davasından vaz geçmesini istediler. Bununla da yetinmeyip, Mekke gençlerinden Umare b. El-Velid’i Ebu Talib’e verip, Hz. Muhammed’i istediler. 

Durum kendine iletildiğinde Son Nebi, her daim hürmet gösterdiği amcasına ismiyle hitap ederek;

“Ey Ebu Talib! Şu güneşi gizlemek istesen onu gizlemeye gücün yeter mi?” diyerek tepki göstermiştir.

Bir diğer geldiklerinde Peygamberimiz;

Amca, “Sağ elime Güneş’i, sol elime Ay’ı koysanız yine de bu davamdan dönmem” demiştir.

Görüşmeler ve tekliflerle bir netice alamayacağını anlayan müşrikler, Benü Haşim, Benü Muttalib ve onlarla birlikte olanlara, kavli ve fiili düşmanlık göstermeye başladılar. Hem de artırarak.

Son Nebinin bu kararlı tutumundan sonra Ebu Talib, zarar verirler endişesiyle tedbiri artırdı. Bir defasında bu kaotik ortamdan dolayı yeğenini uzun süre göremeyince kaygılandı. Derhal kabilesine silahlanma talimatı verdi. O esnada Zeyd b. Harise gelip O’nun iyi olduğu haberini verince sakinleşti. 

Yaşanan bu olaylardan sonra Daru’l Erkam dâhil hiçbir yerde can güvenliği kalmadı. Müşrikler, kimsesiz Müslümanlara inanılmaz işkenceler yapmaya başladılar. Bunun üzerine Ebu Talib, Ebu Sufyan’ın kız kardeşiyle evli kardeşi Ebu Leheb hariç kâfir olanların da içinde olduğu bütün kabilesini bir arada tutmaya çalıştı.

Diğer taraftan gidişattan rahatsız olan müşrikler, Efendimizle ilgili kesin netice almak istiyordu. Tekrar bir araya gelerek durum değerlendirmesi yaptılar. Ashabının sayısı her geçen gün artan Hz. Peygamber’i öldürmeyi veya sürgün etmeyi gündeme getirdiler.

Nihai karar olarak diyetini de ödeyerek onu ortadan kaldırmayı teklif ettiler.

Efendimizin akrabaları ise bu görüşe şiddetle karşı çıktılar. Onu korumaya aldılar. Bunun üzerine müşrikler, işkencelerini daha da artırdılar. İşkencenin şiddetinden az da olsa dinlerinden dönenler dahi oldu.  

Ebu Talib, kabilesini bir arada toplamaya karar verirken Hz. Peygamber, korumasız kalan diğer Müslümanların da adil hükümdar Necaşi’nin memleketi Habeşistan’a gidebileceklerini söyledi.

Eyüp Baş sürecin sonunu şöyle izah ediyor. ‘Üç yıllık ambargo süresince Hz. Muhammed ve kabilesinin İslam’ı kabul etmiş-etmemiş bütün fertleri tarihte eşine az rastlanan acılar çektiler, kayıplar verdiler.

Bu dönemde Ebu Talib, Mahallesine sığınanlar arsında birlik, beraberlik ruhu güçlenirken, müşrikler arasında ise kabilecilik sebebiyle görüş ayrılığı ortaya çıktı. Bir diğer önemli hususta yaşanan bunca olumsuzluklara rağmen hiçbir zaman Hz. Muhammed’i suçlamadılar. Müşrikler boykot kararıyla da bir sonuca ulaşamadılar.’ 

Peygamberliğin yedinci yılında girilen Şı’b’dan, onuncu yılında çıkıldı.

Müşrikler Müslümanların muhasara edilmesini ve mahalledeki kalış şartlarını maddeler halinde kaleme alıp Kâbe duvarına astılar.

Başlıca maddeler; haram aylar dışında alış-verişin yasaklandığı, o esnada da alış-verişin fahiş fiyata satıldığı; hiç kimsenin yardım yapmayacağı, mahalleye giriş-çıkışın yasaklandığı; yardım yapanların engellendiği, kapılara gözlemcilerin konması gibi şartlardan oluşuyordu. İnsanlık dışı bu durum üç yıl sürdü.

GÜL MÜ, GÜLLE Mİ? Yukarıda ifade ettiğim gibi bu olumsuz hadise Müslümanlar arasında dayanışmaya, müşrikler arasında ise görüş ayrılığına sebep oldu.  Nitekim müşriklerden Züheyr Bin. Ebu Ümeyye, Haşim Bin. Amr, Mut’im Bin. Adiyy, Ebu’l-Buhteri Bin. Hişam ve Zem’a Bin. Esved’den oluşan altı kişi bir araya gelerek bu haksızlığa son vermek istediler.  

Mekkelilerin Kâbe’nin yanında toplandıkları bir sırada Züheyr Bin. Ebu Ümeyye ayağa kalkarak bu zulmü sonlandırmak gerektiğini ifade etti. Ebu Cehil tepki gösterince diğer arkadaşları tek tek kalkıp Ebu Cehil’e itirazlarını sürdürdüler. Cehil, bu tepkinin ardında bir anlaşmanın/planın olduğunu fark edince de susmayı tercih etti.  Mut’im Bin. Adiyy de Kâbe duvarına asılı belgeyi yırttı. Böylece boykot son bulmuş oldu.

Boykot bitmeye bitmişti ama asıl tehlike bundan sonra başlıyordu. Boykotun kalkmasını sağlayan grup, bu kez de Efendimizin yanına gelerek, Ya Muhammed, gördüğün gibi size yapılan haksızlığı önledik. Bu konuda kurtulmanız için büyük çaba sarf ettik. Siz de katı tutumunuzdan vaz geçip biraz esneseniz, bizim içinde bulunduğumuz hali kabul edip putlarımızı meşru görseniz; biz de senin tanrına ibadet etsek, böylece barış ve kardeşlik içinde yaşayıp gitsek olmaz mı? Dediler.

İnancı ilgilendiren bu teklife karşı Cenabı Allah;

‘O (Yolunu şaşırmış) kimseler, bizim adımıza, vahyettiğimizden başka bir şey ortaya atasın diye seni ayartarak, seni vahyettiğimiz (gerçeklerden) uzaklaştırmaya çalışmaktalar; öyle ki, bunu başarabilselerdi seni hemen kendilerine dost edinirlerdi! Eğer seni(n imanını) berkitmemiş olsaydık, belki de onlara biraz olsun eğilim gösterecektin. O zaman sana hayatta da ölümden sonra da kat kat (azap) tattırırdık ve bize karşı sana yardım edecek kimseyi de bulamazdın!’ buyurdu. (17/73-75)

---------------------0-------------------

*“Muhammed yalnızca bir elçidir; ondan önce de (başka) elçiler gelip geçtiler: Öyleyse, o ölür yahut öldürülürse, topuklarınız üzerinde gerisin geri mi döneceksiniz? Ama, topukları üzerinde gerisin geri dönen kişi hiçbir şekilde Allah’a zarar veremez. -halbuki Allah, (Kendisine) şükreden herkesin karşılığını verecektir.” 3/144

1-Siyer Kronolojisi; Mehmet Apaydın, KURAMER; İst. Ekim 2018; S. 350-52

2-Hz. Muhammed Mekke’de; W. Montgomery WATT; KURAMER, İst. Mart 2020; S.162…

3-Son Peygamber Hz. MUHAMMEDE Siyer-i Nebî; Eyüp Baş, Grafiker Yayınları; Ankara 2020