İki Süper Gücün Bilek Güreşi

Amin Maalouf’un okuduğum son iki kitabı: Uygarlıkların Batışı ve Labirent.

İlki, Ortadoğu ve Ortadoğu üzerinde oynan oyunlardan, dünyada ciddi bir güç elde etmesine rağmen yeterli dengeyi sağlayamayan, hatta sübjektif tutumuyla dünyayı kargaşaya sürükleyen ABD’den bahsediyor.

İkinci kitap ise Japonya, Çin, Rusya ve Amerika’nın geçmişleri ve geldikleri durumu günümüzde oynadığı rolüne ve konumuna değinmekte.

Mısırlı Katolik bir annenin, Lübnanlı gazeteci Marunî bir babanın oğlu Maalouf, kırk yılı aşkın bir süredir Fransa’da yaşamaktadır. Yazdığı birbirinden değerli kitaplarla dünya çapında bir okuyucuya sahiptir.

Bahsi geçen kitaplar, roman tadında mini dünya tarihi özelliğini taşımakta. Dünyaya nizam vermeye çalışan liderler, onların diğer devlet ve bölgelerde oynadığı rollerine değinmekte.

Labirent kitabından sadece bir olayı özetleyerek aktarmak istiyorum.

Bazı tarihlerde bir takım olaylar meydana gelmiştir. Onlardan biri 1956’da Macaristan’daki ayaklanma, diğeri aynı tarihte Süveyş kanalının mısır lideri Muhammed Nasır tarafından millileştirilmesi.

Macar ayaklanmasını II. dünya Savaşının galibi Sovyetler, acımasız bir şekilde bastırdı.

Süveyş Kanalının millileştirilmesine karşı ise ABD, Fransa, İngiltere ve İsrail Mısır’a savaş açtılar. Buna karşı Sovyetler, ismi geçen dört devlete kafa tuttu ve hatta tehdit içeren bir mektup yazdı. Bahsi geçen mektupla, İngiltere ve Fransa’ya; “…Sovyet hükümeti, saldırganları ezip Doğu’da barışı yeniden tesis etmek için güç kullanmaya son derece hazır ve kararlıdır.”

İsrail Başbakanı David Ben Gurion’a da; “Doğu halkları nezdinde İsrail’e karşı öyle büyük bir kinin tohumlarını ekiyor ki, bu durumun İsrail’in bir devlet olarak varlığını korumasını çok güçlendireceği ortadadır.”

Durumdan vazife çıkaran ABD ise müttefiklerine; derhal Savaşı durdurmalarını istedi. Zira Sovyetlerin ciddi itibar kaybettiği bir anda tekrar güç devşirmesine fırsat verilmemesi gerektiğini söylüyordu.

Bu durumu Amin Maalouf Labirent kitabında; ABD’nin dikkat çeken bu hamlesi mevcut krizi durdurmanın yanı sıra, eski sömürgeci güçlerin (İngiltere, Fransa) bölgesel krizlere Washington’ın onayı olmadan askeri müdahale de bulunma kapasitelerini kesinkes yitirdiklerine işaret eden simgesel andır. Aynı zamanda II. Dünya Savaşının diğer büyük galibinin kendi süper güç rolünü karalı bir şekilde üstlendiği andır.

Sovyet Başbakanı Bulganin’in Avrupalı yöneticileri çileden çıkaran sözleri Arapları, Hintlileri, Afrikalıları ve daha pek çoklarını sevindirdi.

Gücünün farkında olan Amerika, Küba’yı İspanya’nın sömürgesinden kurtardı. Bir takım anlaşmalarla kendi sömürgesi haline getirdi. Getirmekle de kalmayıp, ne zaman isterlerse müdahale etmelerine hak tanıyan aşağılayıcı “Platt Maddesi”ni* anayasaya eklemelerini dayattı. Dahası başta Irak askerleri olmak üzere birçok tutukluya insanlık dışı içkence yaptıkları Guantanamo Körfezi’ni asla boşaltmak istemedikleri gibi büyük bir deniz üssü kurdular.

Castro, ülkesine sürekli tecavüzde bulunan Amerika’nın tasallutundan kurtarmak, bunu isterken de iki süper gücün rekabetini sonuna kadar kullanmak istiyordu. Nitekim 1 Ocak 1959’da Küba’nın genç ve devrimci avukatı Fidel Castro, ülkesini ABD’ye rağmen yönetme kararı aldı. Alınan kararın ardından ABD ambargo uyguladı. Küba hatırı sayılır şekilde fakirleşti. Bu yüzden birçok Kübalı Amerika’ya göçtü.

Bütün olumsuzluklara rağmen Castro, Sovyetlerin desteğiyle ayakta kaldı. Öyle bir destek ki az kalsın Sovyetlerle Amerika arasında nükleer bir savaşa sebep oluyordu. (Ekim 1952)

Sovyet lider Kruşçev Küba’ya füzeler yerleştirdi. Bunu tespit eden ABD Başkanı Kennedy, denizden ambargo koydu ve derhal füzelerin kaldırılmasını istedi. Bu arada Küba üzerinde uçan bir Amerikan uçağı düşürüldü. İş her geçen gün karmaşık bir hal alıyordu.  

İşin ciddiyetini anlayan Kruşçev, diyalog yolunu seçerek Kennedy’ye; “Sayın Başkan, her ikimiz de savaş düğümünü attığımız ipi iki ucundan çekmeyi bırakmalıyız, çünkü çektikçe bu düğüm daha da sıkışacak. Ve bu düğümü atanın bile onu çözemeyeceği bir an gelecek. O zaman düğümü kesmek gerekecek ve size bunun ne anlama geldiğini açıklamama gerek yok. Çünkü ülkelerimizin elindeki korkunç güçleri gayet iyi biliyoruz…”          

‘Sovyet başkanı Küba’daki füzeleri geri çekti; buna karşılık Amerika’da bir yıl önce Türkiye’ye konuşlandırdıkları füzeleri geri çekecekler ve defalarca yaptıkları, özellikle de 1961’deki başarısız Domuzlar Körfezi Çıkarması*yla da örneklendiği gibi, artık Fidel Castro’yu devirmeye çalışmayacaktı. Washington önerileri kabul etti. Yalınız kendi füzelerinin geri çekilişinin gizli tutulmasını ve Türk yöneticilerinin alınganlığını idare edebilmek için altı ay sonra gerçekleştirilmesini istedi. Gerilim anında düştü, dünya rahat bir nefes aldı.’ 

Bu bilek güreşinin iki başrol oyuncusu Kennedy ve Kruşçev’in talihleri yaver gitmedi. İlki bir yıl sonra Dallas’ta bir suikast sonucu öldürüldü ve arşivlerin açılmamasına karşın ölümünün ardındaki sis perdesi hala dağılmadı. Kennedy’nin Castro’ya karşı uygulamaya çalıştığı suikastlara karşılık, Kennedy suikastını da Castro gerçekleştirmiş olabileceği yorumu yapıldı. 

Kruşçev ise 14 Ekim 1964’te gözden düşmesinin nedenlerinden biri olarak füze krizi gösterildi. Nitekim olayın üzerinden iki yıl geçmeden iktidardan uzaklaştırıldı. Komünist parti yöneticileri arkadaşlarının hem “maceraperestliğinden” hem de “çevirdiği dolaplardan” rahatsız olmuşlardı. Kruşçev’in yerine daha ölçülü, daha aklı başında ve üslup olarak daha az göze batan birisi olarak Leonid Brejnev’i getirdiler.

Birinci, ikinci ve Soğuk Savaş’ın galibi Amerika, eline geçen imkânı hoyratça, kendi lehine ve müttefikleri için kullandı. Karşı koymaya çalışan Rusya ve müttefiklerini de her durumda köşeye sıkıştırmaya çalıştı.

ABD Kapitalizmi, Rusya Sosyalizmi benimsedi. 70’li ve 80’li yıllarda ümit bağlanan sosyalizm/komünizm, kendine bel bağlayanları hayal kırıklığına uğrattı.

Arayış içinde olan insanlık, ne aradıklarını bilememenin şaşkınlığı içindeler...   

Bu iki süper güç, kendi rahatları için payandalarını birbirinin üstüne saldılar. Küba onlardan sadece biri. Dün böyleydi. Bugün böyle. -Tedbir alınmaz/uyanık olunmazsa- yarın da farklı olmayacaktır…

·        22 Mayıs 1903’de onaylanan Platt Değişikliği, ABD ile Küba arasında Küba’nın bağımsızlığını yabancı müdahalelerden korumayı amaçlayan bir anlaşmaydı. (…) ABD’nin, Küba’nın uluslararası ve iç işlerine kapsamlı bir şekilde müdahil olmasına izin veriyordu.

·        17-19 Nisan 1961’de ABD’nin desteğini alan sürgündeki Kübalıların, Fidel Kastro rejimini yıkmak için gerçekleştirdikleri başarısız işgal girişimi.