Hayatın gerçekliği gelmek ve gitmek üzerinedir. Bu durum bütün yaratılmış varlıklar içinde böyledir. Yaratılan hiçbir varlık bundan vareste değildir.
İnsan mükerrem yaratılmıştır. Onun mükerremliği de akletmesindendir. Akıllı insan, dünya menfaati ile ahiret menfaati karşı karşıya geldiğinde ahiret menfaatini tercih edendir.
İnsanın değeri, yaratılış gayesine uygun hareket etmesiyle ölçülür. Yaratıcının karşılıksız verdiği hayat armağanı, O’nun yolunda, O’nun istediği istikamette değerlendirildiğinde kıymetlidir.
İnsanın değeri, tâbi olduğu imtihanı kazanmasıyla ölçülür. İmtihanı kazanmaksa kopması mümkün olmayan ‘…hablü’l-metîn…’e sımsıkı sarılmak ve onun şaşmaz ölçülerine tâbi olmakla mümkündür.
İmtihanın muhataplarından biri olarak, 6 Ocak1960’da muhataralı bir zamanda dünyaya geldim. Sistemin yöneticileri ve yürütücüleri, insanları her fırsatta asli kimliğinden, manevi değerlerinden uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. Kendilerine muhalefet edenlere ise eziyet ediyorlardı. Bu ikilemdeki yerim, yelpazenin sağı/islamî kanadı oldu. Mücadeleme bu kanatta devam ettim. İnşallah ömrümün sonuna kadar da burada sürdüreceğim.
Bu güne kadar muhtelif kurumlarda görev yaptım. 1985’de başladığım resmi görevimin son sekiz yılını devletimizin en önemli ve en köklü kurumlarından Diyanet İşleri Başkanlığında tamamladım.
Diyanet’in, yurt içinde ve yurt dışında -TDV dâhil- yaklaşık yüz elli bin çalışanı mevcut. Ayrıca (şimdilik) 149 ülkede faaliyet göstermektedir. Başkanlık ve Diyanet Vakfı, sadece ülkemizin değil, bütün insanlığın ümidi olma gibi büyük bir iddiaya sahip. Liyakatli görevlendirme, sağlıklı ve sürdürülebilir planlama/çalışmayla bu iddia, ne hayal ne de asılsız.
Diyanet’te göreve başladığım 2017’den emekli olacağım 6 Ocak 2025’e kadar hep hayır düşündüm. Hayırlı işler yapmanın heyecanını taşıdım. Heyecanımı hizmete ne kadar yansıttığım ise görecelidir… Niyetin amelden efdal olduğu gerçeği, teselli kaynağımdır.
Nâpuhteliğim konusunda bir şey söylemem lakin tabasbusçuluk yapmadım. Taksimatı ilahiyeye hayatım boyu hep razı oldum. Hiçbir zaman elentiye yemsinmedim. Hakkım olmayanı, hak etmediğimi istemedim. Verilen görevi de alâ kaderin yerine getirmeye çalıştım.
Şimdi ise veda zamanı. Kurumu, hep hayırla yâd edeceğim. Burada güzel insanlar tanıdım. Güzelliklere tanık oldum.
Cahit Koytak, Şehrin Kitabı’nda;
Kendimi, sizinle, aynı çağda,
Aynı ülkede, aynı şehirde,
Aynı yuvada bulduğum için,
Çok şanslıyım, çok şanslı ve mutlu
Belki de ‘seçilmiş’ biri!’ yim…
Güzelin güzelliklerini, güzel şekilde sunmak için güzel gayrette bulunan Diyanet’i ve personelini, kurum dışından bazı art niyetli insanlar, fazlaca tahfif ve tenzil etmeye çalışmaktalar. Bu güruh, ellerindeki bu tenkit silahını hiçbir zaman bırakmadılar. Bırakacağa da benzemiyorlar. Her ne kadar bu durum tabi görülmese de bunların hasımlığını bir yerde anlamak mümkün. Lakin içimizden bazıları bu eblehliğe çanak tutuyorsa bu çok acı!
Her şeye rağmen bütün bu sataşmalar, Üstadın, “ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın/gündüz geceye muhtaç; bana da sen lazımsın” dediği gibi hizmetlerimizin, faaliyetlerimizin sağlıklı yürütülmesi için olumlu değerlendirilebilir. Bu yüzdendir ki, yapılan her eleştiriyi de asılsız mesnetsiz görülmemelidir. Aynı zamanda kendimizi muaheze etmekten de geri durmamalıyız.
Diyanet’imizle buluşmama kardeşim ve Başkanım Ali Erbaş vesile oldu. Hora da geçti. Zira geriden tanıdığım müessesemizi içerden ve yakından tanıma fırsatı buldum. Kurumumuza göreve başlamadan önceki bakışımla ayrılırken ki bakışım -olumlu anlamda- değişti. Diyanet daima var olmalıdır.
Müşavir olarak başladığım görevimi müşavir olarak tamamladım. Geçen süre içerisinde kekelemeden ve lekelemeden görevimi tamamladım. Kendilerine müteşekkirim.
İçimde en ufak bir olumsuzluk hissetmeden herkese hakkımı helal ediyorum. Muhataplarımın tasarrufunu da kendilerine bırakıyorum.
Hoşça kalın, Allah’a ısmarladık.