Kitap okumak çok güzel. Doğru kitabı doğru zamanda okumak daha bir güzel.

“Her yaş bir kemal getirir” kelamı kibarından hareketle insan, yaşlandıkça okuduğunu ve hayatı daha iyi anlıyor. Bu yüzden okuduğum kitaplardan bazısını yeniden okuyorum.  

Ne tür kitap okursam okuyayım, yanı başımda İslam klasiklerden birini veya birkaçını mutlaka bulundururum.

Okuma ve araştırmalarıma fasıla verdiğimde onlardan bir bölüm okurum. Okumayı sürdürdüğüm müddetçe de bunu hep yapacağım.

Kitap okuyan bütün dostlarıma İslam klasiklerini tavsiye ederim.

O kitaplardan biri de Feridüddin Attar’ın ‘Mantık Al-Tayr’ kitabıdır. Bu kitabın eski baskısı olmasına rağmen yeniden aldım.

Mini bir hatırlatma! Tasavvuf içerikli bu ve buna benzer kitapları okurken çok dikkatli olunmalıdır. Tasavvuf ıstılah ve literatürüne sahip olmayanlar yanlış anlayabilirler. Bu eserler ön yargıdan uzak istifade etmek, ibret ve öğüt için okunmalıdır.

Bu tür kitaplar nas olmadığı gibi, nas gibi de algılanmamalıdır. Bunlar da diğer kitaplar gibi yazarın görüş ve yorumundan ibarettir.

Kitabın içeriğine katılmadığımız gibi eleştirebiliriz de.

Ama üçüncü asırdan bu yana hem de tüm eleştirilere rağmen fasılasız varlığını –artırarak- sürdüren ve sürdürecek olan bu irfan mekteplerini ve hocalarını asla yok saymayız.

İslam’ın ana ilkelerine aykırı görüş ve davranışları bulunmadığı müddetçe bu yol kıymetlidir, değerlidir.

Yukarda da bahsettiğim gibi hicri altıncı, miladi on ve on üçüncü asırda yazılan Mantık Al-Tayr isimli kitap da bu türdendir. Yazıldığı tarihten günümüze kadar varlığını sürdüren ve sürdürecek olan kitap, hala güzel bir öğretmendir.

Hiç yorum yapmadan bu öğretmenden bir nasihat:  

‘Şeyh Ebubekir-i Nişaburî, tekkesinden çıkmış, dervişleriyle bir yere gidiyordu.

Şeyh önde merkebe binmiş gidiyor, ardından da dervişler gidiyordu. Birden bire eşek, kuvvetlice bir yellendi.

Şeyh bu sesten vecde geldi, bir nara attı, elbisesini yırttı.

Hem dervişler, hem de kim gördüyse, şeyhin bu halini hoş görmedi, beğenmedi.

Bir zaman sonra birisi: “Neden eşeğin yellenmesinden vecde geldin, hallendin?” diye sordu.

Şeyh dedi ki: “O gün şöyle bir baktım, yol kapanmıştı adeta; dervişlerim yolu doldurmuştu.

Önümde de dervişler vardı, ardımda da, kendi kendime, hakikaten de Beyazıt’tan (Bestâmî) aşağı değilim ben!

Bugün nasıl dervişlerimle kalkmış, debdebeyle yola düşmüşsem

Şüphe yok, yarın da naz ve naimle başın yücelerde, mahşer sahrasına giderim, dedim.

Ben tam bu düşüncedeyken eşek yelleniverdi!

Yani bu çeşit saçma düşüncelere dalana, bu türlü beyhude laflara kapılana, eşek bir os… cevap veriyordu!

Bu yüzden canıma bir ateştir düştü; tam hallenecek zamandı, vecde geldim, hallendim.”

Sen ululuğa düşüp kaldıkça, hakikatten pek uzaklarda kalırsın, pek uzaklarda.

Ululanmayı yık, gururunu yak; hatta sana bir huzur geldiyse, onu bile yak, yandır!

Ey her an başka bir boyaya boyanan, senin her kılının dibinde bir başka Firavun var!

Sen de varlıktan bir zerre bile kalmış olsa, münafıklıktan yüzlerce nişane kalmış demektir.

Benlikten kurtulup emin olsan, iki âleme de düşman kesilsin!

Bir günceyiz bende yok olsan, yokluğa ersen, bütün gece karanlıklarda kalsan bile aydınlanır, apaydın olursun!

A benlikle yüzlerce belalara uğrayan, ben deme de İblis’ in şerrine müptela olma!’

(T. İş B. Yay. S.228-29)

--

NOT: Verilen örnekte geçen argo kavram umarım uluyucularımı rahatsız etmez. Orijinali yazara ait olduğu için değiştirmeyi uygun bulmadım

Önemli olan söylenen ve yaşananlardan ibret alıp, kendimizi çek etmemizdir.