Yüce Rabbimiz, kıyamete kadar geçerli olan son ilahi hitabına “oku” emriyle başladı. Hem de ne okuma! Bütün matematiksel hesapları alt üst eden bir süre ve zamansızlık içerisinde gerçekleşen, dünyanın bütün bilim insanlarının halen kafasını allak bullak eden bir yokluktan varlığa geçişi okuma. Etrafında çok ince bir hesaba göre ayarlanmış bir hız ve mesafede döndüğümüz, yokluğunda yaşamın mümkün olmadığı güneşimizi, güneşimizden faydalandırırken aynı zamanda bizi onun zararlarından koruyan şu gök kubbeyi, en çevreci, en sessiz ve en düzenli fabrikalar olan canlılığın yapıtaşı hücreyi ve o tek bir hücreden insana dönüştüren büyük mucizeyi okuma. Dahası insana has bir özellik olan öğrenme ve bildiklerini yazıya dökebilme yetisini, en önemlisi de tüm bunları bir “ol” emri ile gerçekleştiren, tüm gücün, aklın ve zekânın sahibi olan eşsiz yaratıcıyı okumak ve nihayetinde anlamak…
Ahir zaman hitabının “oku” diye başlaması elbette pek çok hikmetleri içeriyordu ki, bu hikmetleri anlamak günümüzde hiç de zor değil. Okumanın öneminin büyüklüğü o denli objektif ki, dindarına da orta hallisine de inançsızına da sorsanız, okumanın ne kadar önemli olduğunu söyler. Hatta her kesimden münevverlerimiz sık sık okuma oranlarımızın düşüklüğünden şikâyet ederek gelişmiş ülkelerdeki okuma oranlarına ulaşamayışımızdan dem vururlar ki çok da haklılar. Gelişmiş ülkelerden Japonya’da kişi başı yılda okunan kitap sayısı 25, İsviçre’de 10, Fransa’da 7, ülkemizde ise 6 kişiye ancak bir kitap düşüyor. Durum oldukça vahim.
Vaktimizi israf ediyoruz. Hâlbuki zaman en kıymetli hazinemiz. Her an her saniye geçmişe bıraktığımız bir hatıra ve yaşadığımız şu an içinde bizler tarihimizi yazıyoruz. Örneğin, yarım saatlik bir yolculukta neler neler okuruz istersek. Ama bu bizim yerleşik alışkanlığımız değil maalesef. Çünkü kitaba yabancıyız. TÜİK verilerine göre kitap, ihtiyaç listemizde 235. sırada. Peki, bizi ileriye götürecek ve ufkumuzu açacak olan bu önemli alışkanlığı nasıl kazanacağız? Kanaatimce cevap, anahtar bir kelimede gizli: “Merak”. “Merak ilmin hocasıdır” demiş büyükler, ne kadar da doğru! Bizi ekranlara kilitleyen ve ülkemizde maalesef televizyon izleme oranlarını % 94’lere çıkaran yapımların uyguladıkları strateji de bu.
Bu durumda en yakın kütüphaneye gidip, bizi devamı için meraklandıracak basit, sade bir kitap seçip almak mükemmel bir başlangıç olabilir. Bir hikâye, bir serüven. Ya da merak ettiğimiz herhangi bir konuda yazılmış, işimize yarayan, eksikliğini hissettiğimiz bilgileri içeren bir kitap. Bir ya da iki kitaptan sonra televizyon başında geçen zaman artık bizi rahatsız etmeye başlayacaktır. Bunun sebebi, kitapla yani öğrenmeyle geçmeyen zamanın boşa gittiğini hissedecek olmamızdır. Ama bu sadece bir başlangıç…
Bu aşamayı geçtikten sonra önümüzde başta hayat rehberimiz İslam’a dair olmak üzere keyifle okuyabileceğimiz yüz binlerce kitabın olduğunu fark edeceğiz. Öyleyse, hayatı anlamlandırmak için haydi kütüphanelere!