Her yeni eskir, her doğan ölür, her beklenen gelir… Gelip geçici olan dünya hayatına şüphesiz bizler de bir gün veda edeceğiz.

"Bu son yolculuğum için gerekli hazırlıkları yapayım" dahi diyemeden. Kim bilir belki de eşimiz, dostumuz ve sevdiklerimizle helalleşemeden. Zira Rabbimizin kapımızı ansızın çalacak bir hükmüdür ecel. Ne bir saniye öne çekilir ne ertelenir. Ne de herhangi birimizi görmezden gelir ölüm.

Rabbimizin dünya imtihanında bizler için takdir ettiği kısa zaman dilimine ömür diyoruz. Ömür, mamur edilmesi, ebedi kazanca dönüştürülmesi gereken hayatı ifade eder. İyilik ve güzelliklerle geçirilmiş bir hayattır ömür. İnsani ve ahlaki erdemlerle tezyin edilmiş bir hayattır ömür.  Eğer fani dünya hayatı, emanet ve sorumluluk bilinciyle Allah’a iman ve salih amellerle tezyin edilmişse mamur edilmiş demektir. Eğer bu kısacık hayat, emanet ve sorumluluk bilinciyle Allah’ın razı olacağı şekilde yaşanmışsa bereketlenmiş demektir.

 Zamanın yegane sahibi Yüce Rabbimizdir. Her bir anımızı bizlere emanet olarak lütfeden O’dur. Ve Rabbimizin katında asıl önemli olan, zamanı nasıl geçirdiğimizdir. Sayılı nefeslerimizi ne uğrunda tükettiğimizdir. Ömür nimetini, yaratılış gayemize uygun değerlendirip değerlendirmediğimizdir.

Yokluk aleminden varlık alemine gelen her bir canlı mutlaka ölümle karşılaşacaktır. Vakit tamam olduğunda en sağlam kalelerde olsa bile hayat sayfasını mutlaka kapatacaktır. Hepimizin inandığı bu gerçeğe rağmen, çabucak geçip giden dünya hayatına kendimizi kaptırıyoruz çoğu zaman. Gündelik meşgaleler, yarına dair hesap ve hayaller... Bazen daha iyi olma kaygısı... Bazen bütün ruhumuzu kuşatan ve mahkûm eden benlik duygusu... Dünyaya özgü endişeler... Dünyaya özgü koşuşturmalar… Bizi bize yabancılaştırıyor, kalabalıklar içerisinde yalnızlaştırıyor. Yaratılış ve dünyaya gönderiliş gayesinden bizi uzaklaştırıyor. Bu gayeden uzaklaştıkça hem kendimize hem insanlığa hem de Yaratan’a karşı sorumluluklarımızı unutuveriyoruz.

Allah Resûlü (sas) "Dünyada kimsesiz bir garip yahut bir yolcu gibi ol!" (Buhârî, Rikâk, 3) nasihati ile asıl hedefin baki hayat olduğunu bize dile getirir. Dünyanın, ahirete uzanan zorlu ve sonlu bir yol olduğunu hatırlatır bizlere.  İnsanın, yoldaki işaretlere riayetiyle ahiret yurdundaki konumunu kendisinin belirleyeceğini vurgular. Buna göre girdiğimiz yol bizi ya huzura,  ya da hüzne götürür. Tercih bizimdir.

İnancımıza göre insanoğlunun ölümle birlikte başlayacak ve sonsuza dek sürecek olan ahirette durumunu, sınırlı ve kısacık dünya hayatındaki vakitlerini ne ile geçirdiği belirleyecektir. Dolayısıyla mümin için "ömür ", dünya huzuru ve ahiret mutluluğunun anahtarıdır.

Ömür sermayemizin günlerini bir bir sayarken, ömür sermayemizi günbegün tüketirken,   kendimize şu soruları soralım:

Yerde ve gökte bulunan varlıklar, kendi lisanlarıyla Yüce Allah’ı tesbih ederken biz Rabbimize ne kadar yakın olabildik?

اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜ  "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?"  (A'raf Suresi 7/172) sualine karşı Allah’a verdiğimiz söze ne kadar sadık kalabildik?

O’nun emirlerini ne kadar tutabildik? Yasaklarından ne kadar sakınabildik? Bu yaşımıza kadar sevap hanemize hangi hayırları, hangi iyilik ve güzellikleri kaydedebildik? Elimizi, dilimizi, gözümüzü, kulağımızı, zihnimizi, gönlümüzü haram ve günahlardan ne kadar koruyabildik?

Rabbimiz, “Var mı dua eden, duasını kabul edeyim?” “Var mı tövbe eden, tevbesini kabul edeyim?” buyurduğu halde, O’na el açıp dua edebildik mi? O’ndan af isteyip günahlarımız için nedametle tevbe edebildik mi?  İki günü birbirine denk olanın zararda olduğu şu hayatta acaba kaç günümüzü diğerinden daha verimli kılabildik? Kaç günümüzü ebedi kazanca dönüştürebildik? Anne ve babamıza, eş ve evladımıza, akraba ve komşularımıza karşı vazifelerimizi ne kadar yerine getirebildik? İhtiyaç sahiplerinin derdiyle ne kadar dertlenebildik? Dünyanın neresinde olursa olsun mağdur ve mazlum kardeşlerimizin acısını dindirmek için neler yapabildik? Mazlumların gözyaşını silebildik mi, yaralarına merhem olabildik mi? Acaba Rabbimizin huzuruna sevdiği, razı olduğu bir kul olarak varabilecek miyiz? Kısacası, Din-i Mübin’i İslam’ı hakkıyla yaşayarak, Sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa’ya gerçekten layıkıyla ümmet olabilecek miyiz?

Beyhude tüketilmiş bir ömrün sonunda, ah edip "keşke" demek yerine, hayırlı ve bereketli bir ömrün sonunda "elhamdülillah, çok şükür" diyebilmek temennileri ile Efendimiz (sas)’in şu sözü üzerinde hep birlikte düşünelim:

"Kıyamet gününde insanoğlu şu beş şeyden hesaba çekilmedikçe Rabbinin huzurundan bir yere kımıldayamaz: Ömrünü nerede ve nasıl geçirdiğinden, gençliğini nerede yıprattığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, bildiği ile amel edip etmediğinden." (Tirmizî, Sıfatü"l-kıyâme, 1)