İnsanlık olarak kâinat hakkında gitgide daha fazla bilgiye sahip oluyor iken bu durum manevi-ruhsal derinliğimizi artırmadı. Dünyada en büyük soykırımların, bilim ve teknolojide ilerlemiş toplumların eliyle yapıldığına tarih şahit oldu. Günümüzde yaşanan bu salgın hastalık sürecinde de aynı toplumların nasıl bencilce hareket ettiğini hep birlikte izledik/izliyoruz. Bu durumda, çok okuyarak dünyevi anlamda gelişen, imkânlarını artıran toplumların ayetteki “oku” (Alak, 96/1) emrini bilmeyerek de olsa yerine getirdikleri söylenebilir mi?
İnsanoğlu tarih boyunca; “Nereden geldim? Niçin geldim? Dünyadaki gayem ne?” şeklinde uzayıp giden sorularla meşgul olmuş ve hâlen de meşgul olmaya devam etmektedir. Kimisi bu soruları zihninde doğru bir şekilde cevaplandırarak Rabbine kul olma hazzına ererken, kimisi de tüm delillere rağmen Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyerek (düşüncesine uygun şekilde) kendisini ölümle gelecek olan büyük yok oluşa hazırlar. Nitekim ateistlerde durum böyledir. Onların durumu, bilinçli ve sistematik bir inançsızlık olduğundan onlar, ölümle yok olma fikrinin endişesini çevresindekilere hissettirmemeye çalışır ve bir taraftan da iman edenlerle inanç konusunda tartışmasını sürdürür.
Bir ucundan bir ucuna ışık hızıyla yani saniyede 300.000 km hızla bile gidilse, ne bir insan ömrünün ne de eldeki verilere göre bütün bir insanlık tarihinin toplam süresinin yetmeyeceği uçsuz bucaksız bu kâinatta daha iyi yemek, daha iyi giyinmek, daha büyük dünyevî hazlara erişmek ya da çalışarak ışık hızını keşfetmek ve o hıza ulaşmak için tüm gücünü harcayıp, bir gün ansızın gelen ölümle her şeyin sona erdiğini görmek, insanı varoluş gayesi olarak bunların dışında bir şeyleri aramaya itmelidir. Bu gaye yukarıda sayılanlardan daha büyük ve daha ulvi olmalıdır.
Dinin amacı, insanları dünyada ve ahirette iyiliğe, mutluluğa ulaştırmak olduğuna göre ilk inen ayet de mutlaka bu amacı taşıyor olmalıdır. Bu durumda “oku” emrini yerine getirenlerin bireysel ve toplumsal anlamda ahlaki ve insani durumlarının günümüzde olduğundan çok daha iyi olması ve ideal bir psikolojik ve sosyal düzeye erişmeleri beklenir. Öyleyse bu okuma, herhangi bir kitap okumak değil, “şahitten” yani âlemdeki gözle görülenlerden hareketle “gaibe” yani gözle görülemeyene ulaşma metodu çerçevesinde bir okumadır. Bu bilinç içerisinde kâinata bakan insan, ondaki inanılmaz güzelliği, düzeni ve büyüklüğü; sözgelimi anne karnında kısa bir süre içerisinde insan yavrusuna dönüşen bir embriyonun geçirdiği evreleri ya da kuru bir buğday tanesinin canlı bir bitkiye dönüşmesini ve bunu mümkün kılan sebepleri görüp onu eşsiz bir var edenin olduğunu fark ederek hayatını O’nun emir ve yasakları çerçevesinde düzenler.
Bu durumda kâinat ve ondaki bu eşsiz düzen bir kitap haline gelir ki onu okuyup inceleyen insan, yaratılışındaki muazzam esrarı fark ederek, onu yaratanın sıfat ve fiilleri hakkındaki bilgiye ulaştığında bu kitabı okumuş olur. Bütün insanlığı dünya ve ahiret saadetine erdirecek olan okuma işte budur. Çünkü Rabbini bulan, her şeyi bulma; onu kaybeden de her şeyi kaybetme sonucuyla karşılaşır.
Öyleyse, şimdi hep birlikte zaman kaybetmeden İslam’ın bu ilk emri gereğince Yüce Allah’ın kâinat kitabını okuyalım. Onun büyük ihsanıyla, insanı bir kan pıhtısından yarattığını, ona kalemle yazmayı ve bilmediklerini öğrenme özelliğini bahşettiğini (Alak, 96/2-3-4) bir kez daha derinlemesine düşünelim ve böylece hakiki manada “okur” olalım. Bizlere düşen ise bu büyük imtihan karşısında Allah’a daha samimi bir kalp ile yönelerek, tevbe ve istiğfar ile hatalarımızdan bağışlanma dilemektir. Rabbim memleketimizi, İslam âlemini ve tüm insanlığı içinde bulunduğu bu büyük musibetten kurtarsın ve bizleri kendisine hakkıyla kul eylesin.