Dünya teyakkuz halinde. Bu güzel bir şey. Kimse hastalanmasın, ölmesin diye.

Ama üzerlerine kimyasal bomba yağan, cesetleri sahillerden toplanan, kumda oynarken mermi isabet eden çocuklar, kadınlar, masumlar için de teyakkuzda olmadıkça adil bir yer olmayacak dünya. Adalet olmayınca da huzur bulamayacak.

Ölmek istediğini söyleyen küçük çocuklar var, İsabet eden şarapnel parçasının parçaladığı bedenindeki acıya dayanarak. “Neden” diye soran gazeteciye, “Neden ölmek istiyorsun?” “Cennete gidip karnımı doyurmak için” cevabını veren çocuklar.

Keşke açlık bulaşıcı olsaydı…

O zaman belki anlardı, yediğinden fazlasını çöpe atanlar açın halinden.

Belki anlardı, asgari ücretin iki katını bir öğün yemeğe harcayanlar. Çok görmezdi verdiğini. “Harcamayı bilsin, yetinmeyi bilsin” demezdi belki.

Keşke bulaşıcı olsaydı açlık…

Her gün evinin önündeki çöp bidonunu karıştırıp işe yarar bir şeyler arayan elleri, yüzü simsiyah ama yüreği tertemiz çocukların halinden anlardı belki çok yiyip yağ bağladığı için zayıflama salonlarına binleri harcayanlar.

Keşke acı bulaşıcı olsaydı…

O zaman bastığı bir düğmeyle cesetlerini parçaladığı, sakat kalan; yakını ölen insanların acısını belki anlardı savaş baronları.

Keşke fakirlik de bulaşıcı olsaydı…

 Okula giden çocuğuna harçlık verememenin ne demek olduğunu belki anlardı milyon dolarlık rezidanslarda, milyon liralık arabaya binip cennet bekleyenler.

Belki anlardık, belki harekete geçerdik, belki rahatımız bozulurdu hiç olmazsa…

“Kendisi için istediğini kardeşi için de istemeyen mü’min olamaz” buyurmuştu Hz. Peygamber (a.s). Şimdilerde buna “empati” diyorlar.

Paylaştıkça, bölüştükçe, dertlendikçe, sevince ve acıya ortak oldukça güzelleşecek dünya.

Elbette ahiret…