Yazının başlığı Türkiye Diyanet Vakfı’nın, hedefini ortaya koymak için kullandığı muhteşem bir slogan. Yeryüzü kadar geniş bir yüreğin ve insanlık kadar büyük bir idealin ifadesi. Hayata dair en heyecan verici gayenin ve en büyük umudun işareti.
Değil mi ki hayatın en gerçekçi yönü, iyi ile kötünün mücadele meydanı olmasıdır. Bu mücadele önce kişinin nefsinde başlar, sonra dış dünyaya dökülür ve hayatın içinde devam eder. Bu durumu Bilge lider Aliya İzzetbegoviç, “hayat, inananlar ve salih amel işleyenler dışında kimsenin kazanamayacağı bir oyundur”, sözüyle tasvir eder. Müminler için hayat bir iyilik yolculuğudur ve insan yeryüzüne Alemlerin Rabbine samimiyetle bağlanmak ve iyi işler yapmak için gelen bir yolcudur. Âhiret hayatı ise bu yolu istikamet üzere tamamlayanlar için ebedi mükâfat yurdudur.
Dinimiz İslam’ın en temel hedeflerinden birisi, yeryüzünde iyiliği, güzelliği ve güzel ahlakı egemen kılmak; kötülüğü, haksızlığı ve her türlü zulmü de ortadan kaldırmaktır. Bu bağlamda Müslümanların görevi ise bu hedefleri gerçekleştirmek ve yaşanabilir bir dünya inşa etmek için tüm imkanlarıyla çalışmaktır.
İyilik, Allah’ın lütfuyla ihsan ettiği nimetleri, ihsan şuuruyla infak etmektir. Allah’ın rızasını kazanma arzusuyla yardımlaşmak, dayanışmak, paylaşmak; mazluma, muhtaca, yetime, yoksula kol kanat germek; kimsesize kimse olmaktır.
İyilik, sadece maddi imkânlarla da sınırlı değildir. Bazen içten bir tebessüm, samimi bir dua, bazen bir hüznün, bir acının paylaşılması yahut bir sevince ortak olmaktır.
İyilik, eşyayı emanet bilmektir. Herkes adına, can, akıl, mal, nesil ve inanç güvenliğini muhafaza etmek için gayret etmektir.
Hiç şüphesiz iyiliğin gerçek mükâfatı, dar-ı bekada Allah tarafından verilecektir. Zira Yüce Rabbimiz “Kim zerre kadar bir iyilik yaparsa mutlaka karşılığını görecektir.” buyurmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’de iyiliği anlatan temel kavram; tüm boyutlarıyla iyiliği, iyi olmayı ve karşılık beklemeden iyilik yapmayı, insanların huzuru için çalışmayı ifade eden “birr” kelimesidir. Bu kavramın kullanıldığı Bakara Suresi 177 ayet, gerçek iyiliğin şeklî davranışların ötesinde, Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara ve peygamberlere içtenlikle iman etmek, muhtaçlara yardım etmek, namazı ve zekâtı hakkıyla yerine getirmek, sözünde durmak, zor ve sıkıntılı zamanlarda güçlüklerle mücadele etmek gibi erdemli davranışlarla mümkün olduğunu beyan etmektedir. Kur’an-ı Kerim’in diğer ayetlerinde de “birr” kavramı, iman, ibadet ve ahlaka dair tüm iyi ve saygılı davranışları kapsayacak şekilde kullanılmaktadır. Müminlere iyilik ve takvada yardımlaşmaları, günah ve düşmanlıkta asla yardımlaşmamaları emredilmektedir.
Elbette iyilik, emek ister, değer ister, yürek ister, inanç ister. İyilik, ihlas ve ihsan ahlakı ile hayat bulur. Yani samimiyeti kuşanmak, gösterişten uzak ve beklentisiz olmaktır. İyilikler sadece Rızay-ı Bâri için yapılır. İçine zerre kadar gösteriş karıştığında ise, o iyilik sıradanlaşır ve iyilik olma vasfını kaybeder.
İyilik çalışmalarının iki boyutu vardır; Birincisi, iyi ve güzel olanı yaygınlaştırmak, ikincisi de kötülüğün ortadan kalkması için mücadele etmektir. Dolayısıyla iyiliğe gönül verenler barış, adalet, merhamet, paylaşma gibi değerleri egemen kılmak; kötülüğün, ifsadın, zulmün, fitnenin, ayrımcılığın, ötekileştirmenin, haksızlığın, şiddetin önüne geçmek için çalışmak zorundadır. Bu asil duruşun, Kur’an-ı Kerim’deki en açık ve kapsamlı ifadesi “emr-i bil-ma’ruf ve nehyi ani-l münker”dir. Tüm insanlığı kuşatan evrensel bir hukuk ilkesi olarak “ma’ruf” kavramı, herkesin doğuştan sahip olduğu temel hakların dokunulmazlığını ifade etmektedir.
Bugün maalesef kötülüklerin yeryüzünü kuşattığı, savaşların, yoksulluğun, şiddetin, terörün; huzuru ve güveni esir aldığı bir dünyada, yapılacak en soylu davranış; herkesin umuduna iyi gelecek çalışmalar yapmaktır. Zira uluslararası insani gelişim raporları, insanlığın vicdanının “kayıp ilanı” haline gelmiştir. 2019 yılı uluslararası çok boyutlu yoksulluk endeksine göre dünyada bir milyar üç yüz milyon insan korkunç bir sefaletin pençesinde hayata tutunmaya çalışmaktadır. Bir buçuk milyar insan sağlıklı içme suyuna sahip değildir. Dünya nüfusunun yarısı sağlıklı gıda, sağlık ve eğitim gibi temel ihtiyaçlarını yeterince karşılayamamaktadır. Seksen milyon insan mülteci olarak yaşamak zorunda kalmaktadır. Daha iyi bir hayat yaşama çabasıyla yoksullara kapalı sınırları yalınayak geçmeye, okyanusları takalarla aşmaya çalışırken hayatını kaybedenlerin sayısı çift rakamlarla haber bültenlerinin rutini olarak çoktan sıradanlaşmıştır. Savaşların, küresel felaketlerin, yoksulluk ve sefaletlerin en büyük mağdurları da çocuklar olmakta, en büyük zorluğu kadınların omuzlarına yüklenmektedir. Dünyadaki her üç kişiden ikisi daha iyi bir hayat ve gelecek umudunu kaybetmek üzeredir.
Tablonun acı olduğu açıktır. Elbette çıkış yolu mümkündür. Ancak önce yaşananları doğru anlamak gerekir. Dünyanın karşı karşıya kaldığı bu hazin durumun sebebi, iklim, coğrafya, ya da diğer doğal etkenler değildir. Bilakis yine birtakım insanların hukuku ve ahlakı hiçe sayması, servetin belli ellerde toplanması, iletişim ve teknolojinin algı ve sömürü operasyonları için kullanmasıdır. Nitekim dünyanın en zengin on kişisinin toplam zenginliği, yaklaşık dört milyar insanın toplam servetinden daha fazladır. Dünyadaki kullanılan paranın sadece yüzde biri eşit ve adil şekilde paylaşılabilse, yeryüzünde yoksulluk ve sefaletin önüne geçilebilecektir. Dolayısıyla son yüzyılda yaşanan krizlerin temelinde iyiliğin ihmal edilmesi, adaletin ötelenmesi, ahlakın hiçe sayılması vardır. Bugün insanlığın maruz kaldığı en temel sorun derin bir “değerler” krizidir.
Yaşananları doğru anlamak yetmez, olumsuzlukları değiştirmeye azmetmek gerekir. Modern dönem entelektüel camianın en büyük talihsizliği retorikle hayatın değişeceğini beklemektir. Hayata değer ve güzellik katmayı önemseyenlerin yapabileceği bir şeyler mutlaka olacaktır. Sait Faik Abasıyanık’ın “Alemdağı’nda Bir Yılan” adlı öyküsünde geçen, “Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor” ifadesi hüzünle beraber umudun da yoluna işaret eder. Belki de Dostoyevski’den kalan en güzel miras, “dünyayı güzellik kurtaracak” ifadesidir. İnsan olmanın belirtisi yaşamak değil, uğruna yaşanacak bir gayeye ve değerlere sahip olmaktır. Herkesin iyiliğini isteyebilmek bu sırrın en açık tezahürüdür. Ama iyiliği isteyenler bunu davranışlarıyla aleme ilan etmelidir. Sözün yorduğu insanlık, örnekliğin asaletine muhtaçtır. İyi olanların sorumluluğu iyilik için çalışmaktır. Zira hiçbir güzellik sadece temenniyle gelmeyecektir. İyiliğin, ifsadı bertaraf etmesi ve hayatı güzelleştirmesi, iyilerin ifsat edicilerden daha çok fedakârlık yapması ve daha çok çalışmasıyla mümkündür.
Elbette mülkün sahibi ve Âlemlerin rabbi olan Allah, yeryüzünde iyiliğin egemen olması için çalışanları muhakkak destekleyecek ve onları asla yalnız bırakmayacaktır.
Mustafa Irmaklı