Şehadeti göze alarak yaşamak izzet ve asaletin, fedakârlık ve cesaretin zirvesidir. Şehadeti ölümden ayıran keskin çizgiler vardır.
İnsanoğlunun en karmaşık ve tarifi zor duygularla baş başa kaldığı, ötesini ve manasını izahta en çok zorlandığı konulardan birisidir ölüm. Söylenen her cümleyi bir yarım kalmışlık hâli takip eder ve yapılan her izahta bir miktar boşluk kalır. Bu noktada ölümü izah eden yegâne yol, hayata yüklenen anlamdır. Zira bazıları için bir bilinmezlik ve âdeta karabasanlarla dolu karanlık bir dehlize yuvarlanmak olan ölüm, bazıları için ise sevgiliyle buluşma zamanıdır.
İslam’ın en mukaddes kavramlarından olan şehitlik ve gazilik; müminlerin hayata ve ölüme yükledikleri mana ile çok yakından ilgilidir. İnsanın değeri mücadelesinde saklıdır. Uğruna yaşanan ve yolunda mücadele edilen şeyler insanın asaletinin göstergesidir. Müminler için hayat, Âlemlerin Rabbi’ne samimiyetle iman ederek iyilik yolunda gayret etmektir. Şehadet, gerektiğinde inancını, değerlerini, mukaddesatını yaşama ve savunma yolunda insanın en değerli varlığı olan canını feda etmesidir. Farkında olanlar için bir sevdaya ve özleme dönüşür âdeta. Bunun içindir ki ümmetin örnek şahsiyetleri aynı zamanda şehadet kervanının da öncüleri olmuşlardır. Zira ölüm zaten bir gün gelecekse insana emanet olan canı, yüce bir mana ile teslim etmekten daha şerefli ne olabilir? Bu, yok oluşa delice gitmek değil canı verene ve mutlak sahibine asaletle teslim ederek daha yüce mertebelere giden yolun kapılarından geçmektir.
Şehadeti göze alarak yaşamak izzet ve asaletin, fedakârlık ve cesaretin zirvesidir.
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de Âl-i İmrân suresinin 169’uncu ayetinde bildirildiğine göre Rabbimiz şehitlere ölümsüzlük payesi vermiş ve onların ölmediğini bilakis rızıklanmaya devam ettiğini bildirmiştir. “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Allah’ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir hâlde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar.” Bu ayetin tasdikiyle Allah yolunda, vatan ve mukaddesat uğrunda canlarından geçenler için keder ve hüzün yoktur. Onlar, şehadetin sağladığı mükâfatların şahitleri olarak neşe ve sevinç içerisindedirler.
Şehitlik, şehadetin Allah katında peygamberlikten sonra erişilebilecek en yüksek mertebe olduğunu müjdeleyen Peygamber Efendimizin de duası ve özlemi olmuştur. Nitekim o, şehadete duyduğu özlemi şöyle ifade buyurmuştur: “Ne kadar da çok isterdim; bu canı bu tende tutan Allah’a yemin ederim ki Allah yolunda savaşıp şehit olayım sonra diriltileyim, sonra şehit olup tekrar diriltileyim, sonra şehit olup tekrar diriltileyim, daha sonra tekrar şehit olayım ve diriltileyim!”
Şehadeti ölümden ayıran keskin çizgiler vardır.
Şehadet, ölümün dirilişe dönüşmesidir. Şehitlikle taçlanan bir hayatın ve mücadelenin en temel gayesi Allah’ın rızasını kazanmaktır. Hakikat yolunda İslam’ın belirlediği hedef ve ilkeler uğruna mücadele etmektir. Şehadet marifet ister. Şehitler, uğruna candan vazgeçilecek değerlerin idrakinde olan kişilerdir. Şehadete götüren mücadele aynı zamanda bir merhamet, adalet ve özgürlük mücadelesidir. Şiddete değil, şefkate dayalı bir mücadeledir. Değil mi ki iman, vatan, özgürlük, asalet gibi değerler gerektiğinde uğruna ölümü göze alanların hakkıdır. Bu değerler yolunda canını feda edecek yiğitleri olan milletler asla esarete düşmeyecektir.
Şehitlik mertebesine yükselen yol iman, niyet ve samimiyetle başlar.
İslam inancında davranışların en belirleyici faktörü niyettir. Âdeti ibadete dönüştüren de ameli makbul kılan da niyettir. Öyle ki bir kimse iman bilinci ve kulluk şuuruyla iyilikler yapmaya niyet etse ve bunun için çaba gösterse arzu ettiği iyiliği yapamasa bile sevabını kazanır. Ancak başka niyet ve gaye ile çok büyük fedakârlıklar yapsa dahi niyetinde müstakim olmadığı için herhangi bir sevap kazanamamış olabilir. Nitekim “Ameller niyetlere göredir. Herkes sadece niyetinin karşılığını alır.” hadis-i şerifi bu gerçeği açık şekilde ortaya koymaktadır.
Ruhun mertebesi, hangi uğurda feda edildiğiyle ölçülür.
Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde şehitlikle ilgili tekrar eden en önemli kayıt; “fî sebilillah-Allah yolunda” yani Allah’ın belirlediği, vahyin öğrettiği, peygamberin gösterdiği değerler uğruna mücadele etmektir. Dolayısıyla şehadet gibi yüce bir mertebenin, elbette yüce bir ahlakı, vazgeçilemez bir ahkâmı olacaktır. Dolayısıyla şehit, dünyaya dair tüm itibar, iltifat ve arzuları aşarak Rabbine koşan kişidir. Bütün bunlar bizlere hayatın her anında ve yaptığımız her işte niyet ve istikametimizi muhasebe etmemiz gerektiğini göstermektedir. Zira kişinin kalbiyle ilişkisinin örselendiği, imaj ve gösteri tutkusunun hayatı kuşattığı, dışa dönük hayatların öne çıktığı modern zamanlarda kalbin istikametini muhafaza etmek daha da zorlaşmaktadır.
Müslümanların vatanları uğruna verdikleri mücadelenin arka planında, derin bir duygu ve mana olarak sadece Allah’ın rızasını gözetme amacı vardır.
Niyet ve gaye, üzerinde özgürce inancın yaşanabileceği bir toprağın müdafaası ise şüphesiz mukaddes ve mübarek bir mücadeledir. Zira Allah’ın huzurunda kıyama durmak, imanın yolunda onurla yürümek için ayaklarını güvenle basarak özgürce yaşanacak bir vatana ihtiyaç vardır. Vatansız millet olmayacağı gibi vatansız izzet de olmayacaktır. Bu hakikatin idraki sebebiyledir ki üzerinde yaşadığımız aziz topraklar şüheda yurdudur. Geçmişten günümüze bağrında nice yiğitler taşımaktadır. Bu gazi vatan pek çok peygamberin ayak izlerine, nice sahabenin mezarlarına, büyük mücadelelerin destanlarına, kutlu insanların hatıralarına sahiptir. Yakın tarihte Çanakkale’den Maraş’a, Sakarya’dan Kars’a her karış toprağı, inancı, değerleri ve medeniyeti için feda-yı can eyleyen şühedanın kanıyla yoğrulmuştur.
Bizler, İstiklal Şairi’nin “şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda” diye nitelediği gibi şehitler diyarı bir vatanda yaşıyoruz. Bizim en büyük gücümüz ve imkânımız, gerektiğinde inancı, vatanı ve değerleri uğruna şehit olmayı bir şeref sayan imanımızdır. İşte 15 Temmuz 2016 tarihi bu inancın şahlanışa geçtiği zamanlardan biridir. Emperyalist odakların kuklası terör yapılarının darbe girişimi karşısında milletimiz yekvücut olmuş ve hainlere geçit vermemiştir. İnancının, hürriyetinin, vatanının ve mukaddesatının büyük bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu gören aziz milletimiz, o gece gözünü kırpmadan şehadete yürümüştür. Dinine, değerlerine, özgürlüğüne ve hukuk düzenine canı pahasına sahip çıkmış ve hain darbe girişimini şanlı bir direnişle, kanlarıyla ve canlarıyla bertaraf etmiştir.
Her daim duamız olsun ki Rabbimiz milletimizi, âlem-i İslam’ı ve insanlığı her türlü istila ve ihanetten muhafaza eylesin. Büyük bir inanç ve sarsılmaz bir iman ile gerektiğinde göğsünü düşmana siper edecek yiğit nesilleri yeryüzünden eksik eylemesin.
Ne mutlu en aziz varlığını, can emanetini, tertemiz bir yürek, müstakim bir niyet ve örnek bir ahlak ile teslim edenlere. Tüm şühedanın ruhları şad olsun.