"عن أَبِى مَالِكٍ الأَشْعَرِيِّ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : "…الصَّلاَةُ نُورٌ، وَالصَّدَقَةُ بُرْهَانٌ، وَالصَّبْرُ ضِيَاء

***

Ebû Mâlik el-Eş’arî’nin (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

"…Namaz bir nurdur, sadaka bir burhandır, sabır bir ışıktır…"

(M534 Müslim, Tahâret, 1)

***

"عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) قَالَ: مَرَّ النَّبِيُّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) بِامْرَأَةٍ تَبْكِى عِنْدَ قَبْرٍ، فَقَالَ: "اتَّقِى اللَّهَ وَاصْبِرِى’، قَالَتْ: إِلَيْكَ عَنِّى، فَإِنَّكَ لَمْ تُصَبْ بِمُصِيبَتِى، وَلَمْ تَعْرِفْهُ. فَقِيلَ لَهَا: إِنَّهُ النَّبِيُّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) . فَأَتَتْ بَابَ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) فَلَمْ تَجِدْ عِنْدَهُ بَوَّابِينَ. فَقَالَتْ: لَمْ أَعْرِفْكَ. فَقَالَ: ‘إِنَّمَا الصَّبْرُ عِنْدَ الصَّدْمَةِ الأُولَى

Enes b. Mâlik (ra) anlatıyor: "Hz. Peygamber (sas) bir kabrin başında ağlamakta olan bir kadına rastladı ve "Allah’tan (ra) kork ve sabret."  dedi. Kadın, "Git başımdan, başıma gelen musibeti sen yaşamadın!" diye cevap verdi. Hz. Peygamber’i (sas) tanımıyordu. Kendisine, onun Peygamber (sas) olduğu söylendi. Bunun üzerine kadın Hz. Peygamber’in (sas) kapısına gitti, kapıda bekleyen herhangi bir görevli de yoktu. (Peygamber’in (sas) yanına girdi ve); "Seni tanıyamadım." dedi. Peygamber Efendimiz (sas) de, "Sabır, ancak (musibetin) ilk başa geldiği anda (olmalı)dır."  buyurdu.

(B1283 Buhârî, Cenâiz, 31; M2140 Müslim, Cenâiz, 15)

***

"عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: "لَيْسَ الشَّدِيدُ بِالصُّرَعَةِ، إِنَّمَا الشَّدِيدُ الَّذِى يَمْلِكُ نَفْسَهُ عِنْدَ الْغَضَبِ

Ebû Hüreyre’den (ra) nakledildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurdu: "Güçlü kimse, insanları güreşte yenen değil, bilakis öfke anında kendisine hâkim olandır."

(M6643 Müslim, Birr, 107)

***

"عَنِ ابْنِ عُمَرَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : "الْمُؤْمِنُ الَّذِى يُخَالِطُ النَّاسَ وَيَصْبِرُ عَلَى أَذَاهُمْ أَعْظَمُ أَجْرًا مِنَ الْمُؤْمِنِ الَّذِى لاَ يُخَالِطُ النَّاسَ وَلاَ يَصْبِرُ عَلَى أَذَاهُمْ

İbn Ömer’den (ra) nakledildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurdu:

"İnsanlarla bir arada yaşayan ve onların eziyetlerine sabreden mümin, insanlarla bir arada yaşamayan ve onların eziyetlerine sabretmeyen müminden daha büyük ecre nail olur."

(İM4032 İbn Mâce, Fiten 23; HM5022 İbn Hanbel, II, 44)

***

"عَنْ أَبِى سَعِيدٍ الْخُدْرِيِّ أَنَّ نَاسًا مِنَ الْأَنْصَارِ سَأَلُوا رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) فَأَعْطَاهُمْ ثُمَّ سَأَلُوهُ فَأَعْطَاهُمْ حَتَّى إِذَا نَفِدَ مَا عِنْدَهُ قَالَ: "… مَنْ يَصْبِرْ يُصَبِّرْهُ اللَّهُ وَمَا أُعْطِيَ أَحَدٌ مِنْ عَطَاءٍ خَيْرٌ وَأَوْسَعُ مِنَ الصَّبْرِ

Ebû Saîd el-Hudrî’den (ra) nakledildiğine göre, ensardan bazı kimseler Resûlullah’tan (sas) (bir şeyler) istediler. O (sas) da verdi. Sonra tekrar istediler. Allah Resûlü (sas) de yanındakiler bitinceye kadar verdi ve şöyle buyurdu:

"…Kim sabrederse, Allah (cc) ona dayanma gücü verir. Kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir ikram verilmemiştir."

(M2424 Müslim, Zekât, 124)

***

İslâm’ı seçtiği için Mekke’de putperestlerin fizikî baskılarına maruz kalanlardan biri de Habbâb b. Eret (ra) idi. Mesleği demircilik olan Habbâb, Hz. Muhammed’in (sas) peygamberliğini inkâr etmesi için bazen çöldeki kızgın taşlar üzerinde işkenceye tâbi tutuluyor, bazen de kor ateşte iyice ısıtılan demir parçaları sırtında soğutuluyordu. Öyle ki sırtındaki bu işkence izlerini yıllar sonra bir münasebetle halife Hz. Ömer’e (ra) gösterecekti. Habbâb’ın maruz kaldığı fizikî baskılar öyle bir hâl almıştı ki o ve aynı durumdaki birkaç sahâbî bir gün Hz. Peygamber’e (sas) gelip, "(Bu zulümden kurtulmamız için) Allah’ın (cc) yardımını istemeyecek misin, bizim için O’na (cc) dua etmeyecek misin?" diyerek yakınmışlardı. O esnada cübbesini yastık yaparak Kâbe’nin duvarına dayanmış, dinlenmekte olan Resûlullah (sas) bunları duyunca bir anda mübarek yüzleri kızarıverdi ve onlara şu telkinde bulundu: "Geçmiş ümmetler içinde öyle kimseler vardı ki, kemiklerinin üstündeki et ve siniri demir tarak ile taranırdı da bu (işkence) onu dininden çeviremezdi. Yine başının tam ortasına bir testere konulur, başı ikiye bölünürdü de, bu (işkence) onu dininden çeviremezdi. Allah (cc) bu dini mutlaka kemale erdirecektir. O kadar ki, bir bineği üzerinde bir kimse (yalnız başına) San’â’dan Hadramevt’e kadar, Allah’tan (cc) başka hiçbir şeyden korkmayarak yolculuk edebilecektir." 

Bela ve musibetlere karşı direnç göstermek demek olan sabır, müminlerin hayatları boyunca en çok ihtiyaç duydukları erdemlerden biridir. Her şeyden önce sabır, tam anlamıyla iman edebilmenin ve bu imanı koruyabilmenin ilk şartıdır. Sabır, İslâm’ın on üç yıl süren Mekke döneminin en bariz vasfıydı. Sabır, İslâm’ı seçen Habbâbların, Ammârların, Bilâllerin her türlü baskı ve işkencelere rağmen imanlarını koruma mücadelesiydi. Belki de bu yüzden Hz. Peygamber (sas), "İman nedir?" sorusuna, "Sabırlı ve hoşgörülü olmak" diyerek cevap vermişti. Bu yüzden Abdullah b. Mes’ûd (ra), sabrı "imanın yarısı" saymıştı. Hz. Ali (ra) ise sabrı, vücuttaki başa benzetmişti. Nasıl ki, başsız bir vücudun yaşaması mümkün değilse, sabır olmaksızın imanın kemale ermesi de imkânsızdı.

Musibetlere karşı daima sabrı tavsiye eden Peygamber Efendimiz (sas) bir gün bir kabrin başında ağlamakta olan bir kadına rastlamış ve "Allah’tan (cc) kork ve sabret."  buyurmuştu. Hz. Peygamber’i (sas) tanımayan kadın, "Git başımdan, başıma gelen musibeti sen yaşamadın!" diye cevap vermişti. Ancak kendisine öğüt verenin Resûlullah (sas) olduğunu öğrenince özür dilemek için onun kapısına gitmişti, kapıda bekleyen herhangi bir görevli de yoktu. (Peygamber’in (sas) yanına girdi ve) "Seni tanıyamadım." dedi. Peygamber Efendimiz (sas) de, "Sabır, ancak (musibetin) ilk başa geldiği anda (olmalı)dır."  buyurdu. Asıl olan sıkıntı ile ilk yüzleşildiği anda sabretmek, yaranın acısı daha sıcakken sabırlı davranabilmektir.

Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur: "...Namaz bir nurdur, sadaka bir burhandır, sabır bir ışıktır..."  Bir bakıma sabır, hayatın çilesine karşı tahammül göstermektir. Mümin onun sayesinde doğru ile yanlışı ayırt edebilecek, günahlara karşı doğruların yanında yerini alabilecek ve imanın tadını tadabilecektir. Belki de bu yüzden Hz. Peygamber (sas), Allah’a (cc) iman edip onu tasdikten ve cihaddan sonra en üstün erdem olarak sabrı ve hoşgörüyü zikretmiştir.

Peygamber Efendimizin (sas) yeğeni Abdullah b. Abbâs’ın (ra) da müminin silahı olarak nitelendirdiği sabır, elbette sadece musibetlere karşı dayanmayı ifade etmez. Allah’ın (cc) farz kıldıklarını yerine getirmek ve yasakladıklarından kaçınmak da sabır ister. Zira bir mümin, ibadetine başlamadan önce niyet ve ihlâsını koruma; ibadet esnasında Allah’tan (cc) gafil olmama, ibadetten sonra ise riyaya kapılmama hususunda sabırlı olmalıdır. Kur’ân-ı Kerîm Allah (cc) rızasını umarak sabredip, namazı dosdoğru kılıp hayırlı işler yapanlara, sabırlarına karşılık cennet vaad etmiş, dünya uğruna âhireti feda etmeyip sabredenlerin en güzel şekilde mükâfatlandırılacaklarını bildirmiştir.

İmanın kemale ermesini sağlayacak ibadetlerin yapılabilmesi de sabra bağlıdır. Meselâ, oruçla sabır o kadar özdeşleşmişti ki, Peygamberimiz (sas) "...Oruç sabrın yarısıdır..." demiş, Ramazan’ı da ’sabır ayı’ olarak isimlendirmiştir.

Benzer şekilde namaz da çokça sabır ve sebat gerektiren bir ibadettir. Nitekim Allah Teâlâ (cc), "Sabır ve namazla Allah’tan (cc) yardım isteyin."  buyuruyor, Kur’an’da müminlerden ısrarla namazlarına devam etmeleri isteniyor. Yani Allah’ın (cc) rızasını arzulayanlar, ta’dîl-i erkâna riayet etme ve şeytanın ayartmasına kapılmama hususlarında sabırlı davranarak namazlarını eda etmelidirler.

Aynı şekilde hac ibadeti de aslında tam anlamıyla bir sabır gösterisidir. Öyle ki, izdiham içerisinde yerine getirilen hac ibadeti esnasında her türlü sıkıntıyı göze alan hacılar birbirlerine hitap ederken "Hacı, sabır!" demeyi alışkanlık hâline getirmişlerdir. Bu durum dualar için de geçerlidir. Peygamberimiz (sas), dua eden bir müminin acele etmediği, sabredip aceleci davranmadığı müddetçe duasının kabul edileceğini haber vermiştir.

Allah’ın (cc) salih kulları arasına girmek isteyen Müslümanlar da sabrı ön planda tutmalıdır. Resûlullah (sas) Allah’ın (cc) rızasına ermek için sabretmekle emrolunmuştur. Sevgili Peygamberimiz (sas) hayatın her alanında sabırlı davranarak müminlere örnek olmuştur. Olgun insanın özellikleri olan zühd ve hilm gibi kavramlar da özü itibariyle sabrın bir sonucudur. Sabır, aklın ve dinin gerektirdiği şekilde nefsi zapt etmektir. Savaşta düşmana karşı direnmek ve gözü pek davranmak anlamına gelen şecaat, hayatın şatafatına dalmamayı gerektiren zühd ve öfkeyi yutup yumuşak huylu davranmayı ifade eden hilm sabra dayanmaktadır.

Sabrın en çok gerektiği yerlerden bir diğeri de düşman karşısında sabredebilmektir. Hz. Peygamber (sas) ashâbına, "Ey İnsanlar, düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin ve Allah’tan (cc) afiyet isteyin. Eğer onlarla karşılaşırsanız sabredin..."  buyurmuş ve korkuya kapıldıklarında ashâbı toplayarak onlara sabırlı ve sakin olmalarını öğütlemiştir. Hz. Peygamber (sas), sırf Allah (cc) rızası için düşmandan kaçmayarak sabırla savaşanların, borç hâriç diğer günahlarının affolunacağı müjdesini vermiştir. Kur’an’da da düşman karşısında müminlerin sabırlı olmaları ve sebat göstermeleri emredilmiş ve bu esnada Allah’tan (cc) sabır dileyenler örnek olarak gösterilmiştir. Allah (cc), sabreden, takva sahibi kullarına yardımını indirecektir.

Müminler, diğer insanlarla ilişkilerinde, hoşlarına gitmeyen, hatta zorlarına giden tatsız bir hadiseyle karşılaştıklarında hemen öfkelenmek yerine serinkanlı ve sabırlı davranmalıdırlar. Nitekim Hz. Peygamber (sas) Huneyn Savaşı’nda elde edilen ganimetleri paylaştırdığında, İslâm’a ısınmaları için uğraştığı bazı kimselere fazla mal vermişti. Bunu gören ensardan bir kişi de öfkesine hâkim olamayarak hemen, "Vallahi, Bu, adaletin gözetildiği ve Allah (cc) rızasının hedeflendiği bir paylaştırma değildir!" demişti. Bunu duyan Resûlullah’ın (sas) kızgınlıktan mübarek yüzünün rengi değiştiğinde sabretmesi gerektiğini şu cümlelerle ifade etmişti: "Allah (cc) ve Resûlü (sas) de adaletli davranmayacaksa kim âdil olacak! Allah (c), Musa’ya (as) rahmet etsin. Bundan daha fazla eziyete uğramıştı da o bunlara sabretmişti." 

Yine bir keresinde İslâm’a henüz yeni girmiş olan Akra’ b. Hâbis zemini kum ve toprakla kaplı mescitte küçük abdestini bozunca, bu görgüsüzlük karşısında sahâbîler ona derhâl müdahale etmek istemişlerdi. Fakat ashâbına daima sabrı tavsiye eden Allah Resûlü (sas), onu bırakmalarını istedikten sonra Akra’yı yanına çağırdı ve "Bu ev, sadece Allah’ı (cc) zikir ve namaz için inşa edildi. Bundan dolayı burada abdest bozulmaz."  diyerek ona yaptığı bu işin yanlışlığını izah etti. Akra’ Hz. Peygamber’in (sas) sabırlı tavrını ve ona karşı minnet duygularını, "Anam babam ona feda olsun, Hz. Peygamber (sas) bana ne sövdü, beni ne azarladı, ne de dövdü." diyerek ifade etmiştir.

Merhamet Elçisi (sas) aynı şekilde görgüsüz ve cahil bedevîlerin kabalıklarına dahi sakin ve sabırlı bir tavırla karşılık vermişti. Bir keresinde bunlardan biri Efendimizin (sas) elbisesinden o kadar şiddetle asılmıştı ki kalın ipten dokunan ridası boynunda iz bırakmıştı. Bir yandan da, "Allah’ın (cc) sana bahşettiği mallardan bana da vermelerini emret." demişti. Hz. Peygamber (sas) ise, böylesine bir saygısızlığa bile sabretmiş ve ona istediklerinin verilmesini emretmişti.

Hz. Peygamber (sas), sabrın tükenme noktasına geldiği anlardan biri olan öfkeden de sakınmalarını müminlere öğütlemiş, böyle bir durumda öfkelerini yenmenin faziletini her fırsatta anlatmıştı. Nitekim O (sas), "Bana tavsiyede bulun." diyen sahâbeden birine, "Öfkelenme!"  demiş, adam defalarca aynı soruyu sormuş, Resûlullah (sas) da her defasında aynı cevabı vermiştir.

Öfkelenen şahsın, karşısındakini istediği şekilde cezalandırabilecek bir konumdayken öfkesini yutup sabredebilmesi son derece önemlidir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm de öfkesine hâkim olanları cennet nimetleriyle müjdelemiştir. Başka bir deyişle kızgınlık anında sabırlı olabilmek, Kur’an’ın ifadesiyle, "kötülüğü en güzel şekilde önlemek" anlamını taşır. Benzer şekilde Resûlullah (sas), "Güçlü kimse, insanları güreşte yenen değil, bilakis öfke anında kendisine hâkim olandır."  buyurmuş, öfke anında şeytanın ayartmasından Allah’a (cc) sığınmasını tavsiye etmiştir. Muhtemelen sabretmeyi kolaylaştıracağından dolayı O (sas), öfkelenen birinin ayaktaysa oturmasını, kızgınlığı dinmediyse uzanmasını tavsiye etmiştir.

Haksızlığa veya iftiraya uğrama, sözlü veya fiilî saldırılara maruz kalma gibi durumlarda kişinin haklarını savunmasının yanı sıra, sabır ve metanet içerisinde olması çok önemlidir. Kendisine atılan çirkin iftira karşısında, günlerce ağlayan Hz. Âişe’nin (ra) de sabretmekten başka çaresi yoktu. Henüz kendisinin günahsız olduğunu bildiren âyetler inmemişti ve şöyle demişti: "Vallahi aramızdaki durumu, Yusuf’un (as) babası Yakub’un (as) (o sıkıntı içinde) söylediği şu sözden (daha güzel) anlatan başka bir örnek bulamıyorum. O (as) şöyle demişti: "Artık bana düşen, güzel bir sabırdır. Anlattıklarınıza karşı yardımı istenilecek de ancak Allah’tır." Gerçekten de Allah (cc) Hz. Âişe’nin (ra) tertemiz olduğunu bildiren âyetleri göndermekle ona en büyük yardımı yapmıştı.

Hz. Peygamber (sas) gerek ashâbına, gerekse genel olarak bütün ümmetine toplum içerisinde sabrı tavsiye etse de bazı durumlarda sabretmek o kadar kolay değildir. Buna rağmen Hz. Peygamber (sas), "İnsanlarla bir arada yaşayan ve onların eziyetlerine sabreden mümin, insanlarla bir arada yaşamayan ve onların eziyetlerine sabretmeyen müminden daha büyük ecre nail olur."  buyurarak bir Müslüman’ın hoşuna gitmese de diğerlerinin tavırlarına sabretmesi gerektiğini vurgulamıştı.

Hz. Peygamber’in (sas) hayatı tam anlamıyla sabırla örülmüştür. O (sas), çocukluğundan itibaren nice zorluklara göğüs germiştir. Her şeyden önce, henüz dünyaya gelmeden babasını, küçük yaşta annesini kaybetmiş, en zor zamanlarında yardımcısı olan sevgili eşi Hz. Hatice’nin (ra) ölüm acısını yaşamış ve Hz. Fâtıma (ra) hâriç bütün çocuklarını toprağa vermiştir. Ama O (sas), bütün bu musibetlere karşı hep sabretmiştir.

Öte yandan Resûlullah (sas), Mekkelileri toplayıp da onları Allah’ın (cc) birliğine davet ettiği günde, en yakınlarından biri olan ve belki de ona en önce inanması beklenen amcası Ebû Leheb’in alaycı sözleriyle karşılaşmıştı. "Helâk olasıca!" diyordu Ebû Leheb, "Bizi bunun için mi topladın buraya?" Benzer şekilde müşrikler de her fırsatta Allah Resûlü’nü (sas) aşağılayan sözler söylüyorlar, onu davasından vazgeçirmeye çalışıyorlardı. Hz. Peygamber (sas), belki Allah’ın (cc) birliğine inanırlar diye Tâif’e gitmiş fakat kendini bilmez insanlar tarafından taşlanmıştı. Bazı sahâbîler, Sakîf kabilesine karşı beddua etmesini istemesine rağmen Hz. Peygamber (sas) sabrederek beddua yerine, "Allah’ım, Sakîf’e hidayet et." duasında bulunmuştu. Nihayetinde Mekkeli müşrikler onu öldürmeye bile teşebbüs etmiş ve öz yurdundan hicret etmek zorunda bırakmıştı. Hz. Peygamber (sas), İslâm’ı tebliğden geri durmamış, yılgınlık göstermemiş, inkâr edenlerin de bir gün hidayete erecekleri umuduyla sürekli sabrı tercih etmişti.

Aslında sabır, azim ve irade sahibi peygamberlerin yoludur. Sabır, Hz. İsmâil’in (as), kendisini kurban etmek isteyen babasına olan teslimiyeti, Yusuf’u (as) yitirmiş Yakub’un (as) "sabr-ı cemîl" tesellisi, Eyyub’un (as) yıllarca yaşadığı hastalığının tedavisidir. Hz. Peygamber’in (sas) hayat stratejisi, Mekke’de işkenceye, ablukaya, hicrete tahammül; Medine’de ise cihada, zafere ve sevgi toplumunu inşaya vesiledir.

Hayatın kıtlık, yoksulluk, açlık ve hastalık gibi imtihanlarında sabretmek Peygamber (sas) sünnetidir. Elindekilerle yetinmesini bilen ve Allah’a (cc) tevekkülü elden bırakmayan Resûlullah (sas) zamanın zor ekonomik koşulları karşısında bizzat kendisi sabrederek ashâbına örnek olmuştur. Birbiri ardına üç gün buğday ekmeği yediği vaki olmayan Allah Resûlü (sas), çevresindekilere hayatın zorluklarına karşı sabretmelerini öğütlemiştir. Bir keresinde Resûlullah (sas) Medineli bazı Müslümanlara maddî yardımda bulunmuştu. Onlar tekrar tekrar isteyince Peygamberimiz (sas) yine vermiş fakat nihayetinde yanındaki eşyalar tükenmiş ve şöyle buyurmuştu: "Şayet yanımda bir mal olsaydı onu sizden esirgeyerek yanımda tutmazdım. Ama kim iffetli olmak isterse Allah (cc) ona iffet bahşeder. Kim bunlara tenezzül etmezse Allah (cc) onu zenginleştirir. Kim sabrederse, Allah (cc) ona dayanma gücü verir. Kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir ikram verilmemiştir."

Netice olarak Peygamberimizin (sas) yaşadıklarından ve Müslümanlara tavsiyelerinden de anlaşıldığı gibi sabır, hayatın her alanında Müslüman’ın rehber edinmesi gereken bir erdemdir. Efendimizin (sas) ifadesiyle sabır (müminin yolunu aydınlatan) bir ışıktır. Bu itibarla Allah’a (cc) kulluk etmede, emirlerine uyup yasaklarından sakınmada ve nefsin isteklerine karşı direnmede hep sabrı ilke edinmek gerekir. Müslüman, yaşadığı felâketlere karşı sabredebilmeli, hayatın zorluklarına karşı direnebilmeli ve önüne çıkan engelleri sabırla aşabilmelidir. Şu var ki, bu engeller zannedildiği gibi sadece zorluklarla sınırlı değildir. Allah’a (cc) kullukta en büyük ve aşılması en zor engeller sadece zorluklar değil aksine bolluklardır. Bu durumda sabır, hiç bitmeyecekmiş gibi akıp giden dünya hayatının süslü ve çekici nimetlerinin cazibesi karşısında kendini kaybetmeden imanı koruyabilmek, istikamet üzere yaşamaya devam edebilmektir. Abdurrahman b. Avf’ın (ra) şu sözü bu durumu en iyi şekilde özetlemektedir:

"Resûlullah (sas) ile beraber zorluklarla imtihan edildik ve sabrettik. Hz. Peygamber (sas) zamanından sonra ise bollukla imtihan edildik, fakat sabredemedik."

Sabır, haksızlığa boyun eğmek ve tepkisiz kalmak demek değildir. Asıl sabır, dünyanın süsü, nefislerin ayartması ve bâtıl yolda olanların çokluğuna rağmen hayır yapmak, hakkı söylemek ve bu uğurda karşılaşılan zorluk ve sıkıntılara dayanmaktır. Başka bir deyişle sabır, zillete razı olup hiçbir şey yapmamak değil, bu duruma düşmemek için baştan tedbir almaktır. Örneğin cehalet zilletine düşmemek için ilim yolundaki güçlükleri göğüslemek; düşman çizmesinin altında ezilmemek için savaşın sıkıntılarına katlanmak gerçek anlamda sabırdır. Öte yandan Hz. Peygamber (sas), Müslümanlardan birinin bir kötülük gördüğünde eliyle, yapamıyorsa diliyle düzeltmesini, bu da mümkün değilse en azından kalbiyle reddetmesini istemiştir.

Lokman’ın (as) oğluna verdiği şu öğüt hepimiz için yapılmıştır: "Yavrum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir."

Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam