Sosyal hayat “insanın toplum içindeki yaşama biçimi” olarak tanımlanmaktadır. Bireyin toplum içindeki yaşamı da söyleyip dinledikleriyle, yapıp ettikleriyle, ilişkide olduklarıyla; bir başka ifadeyle eylem ve söylemleriyle, çevresindeki unsurlar ile kurduğu ilişkideki tezahürle çerçevelendirilebilir. İnancımız bakımından ele alındığında ise sosyal hayat, mükellef bir kulun toplum içindeki amelleri ve davranış biçimi olarak ifade edilebilir.

İslam’ın hükümlerinin sosyal nitelikli olduğu sarih bir hakikattir. “Din, Allah ile kişi arasındadır” yargısına rağmen İslam’ın genel ilke ve prensipleri ile hükümlerinin sosyal yönünün ön planda olduğu ve bu noktanın özellikle önemsendiği anlaşılmaktadır. Elbette her hüküm ilk aşamada bireyi geliştirmek, yetiştirmek ve davranışlarıyla kâmil bir insan seviyesine çıkarmayı amaçlar. Gelişmiş ve yetişmiş kâmil bir bireyin davranışları ve çevresindeki unsurlar ile kurduğu ilişki biçimi de, içinde yaşadığı toplumun huzuruna ve gelişmesine katkı sunar. Bir diğer ifadeyle İslam’ın hükümlerinin bireysel yönü de önem arz etmekte, sosyal hayatı tesis ve tanzim edecek olan insanın ideal olgunluğa ulaşması için hayati ehemmiyet taşımaktadır. Netice olarak hükümlerin temelde “bireysel” ve “toplumsal” olmak üzere iç içe geçmiş iki yönü ve amacı vardır ki; bireysel amaç da aslında toplumsal amaca hizmet eden bir unsur ve/veya aşamadır.

İslam’ın genel ilke ve prensiplerinden hareketle elde edilen mezkûr tablonun, dinin “namaz-abdest”, “zekât-oruç” ve “hac-umre” üçgenine hapsedilmemesi gerektiğine vurgu yaptığı söylenebilir. Elbette bahsi edilen bu ibadetlerin, İslam dini tarafından son derece hayati görüldüğü bir vakıa olmakla birlikte, sosyal hayatın takviyesine katkısı da inkâr edilemez. Ancak İslam’ın -sosyal içerikli/nitelikli onlarca başka hüküm de varken- sadece “namaz-abdest”, “zekât-oruç” ve “hac-umre” üçgeninde bir cereyandan ibaretmiş gibi algılanması ve sosyal hayatın da bu üçgene göre şekillenmesi, İslam’ın ulaşmak/temin etmek istediği amaca uygun olmasa gerek. Dolayısıyla mensubu olduğumuz İslam’ın sosyal bir din olduğu bilincine sahip olunması ve sosyal hayatımızın da bu bilince göre şekillendirilmesi, müreffeh bir toplumsal hayatın tanzimi için vazgeçilmez görünmektedir.

İslam “namaz-abdest”, “zekât-oruç” ve “hac-umre” üçgenine hapsedilmemesi gereken, ayrıca sadece kişi ile Allah arasındaki ilişkiyi tanzim eden değil; komşuluk ilişkilerinden esnaf-müşteri ilişkisine, büyük-küçük arasındaki irtibattan ebeveyn ile evlatlar arasındaki alakaya kadar ve diğer tüm ilke ve hükümleriyle toplumsal ilişkileri ifade eden, toplum fertlerinin beraberce yaşamak zorunda olduğu ortak değerlere atıfta bulunan, dolayısıyla da bütün yönleri ve unsurlarıyla sosyal bir dindir.