"Allah'tan başka ilah olmadığına iman edin, içinde bulunduğunuz şirk bataklığından kurtulun" dedi (sas); taşlandı, hakarete maruz kaldı. Pek tabi üzüldü, gözyaşı döktü. Ama pes etmedi.

Evinin hemen karşısındaki Kabetullah'ın yanı başında secdeye kapanmış vaziyetteyken, üzerine deve işkembesi attılar. Tahkir etmek istediler. Ses etmedi ama pes de etmedi.

O'nunla (sas) beraber hak, adalet ve doğruluk ile fıtrata uygun insanca bir yaşam ülküsüne iman edenler, doğdukları şehirde üç yıl boyunca boykota maruz kaldılar; yiyecek ekmek, içecek su bulamadıkları günler oldu. Fakat yeise kapılmadılar.

Uhut'ta şoka girdiler, ama vazgeçmediler; nitekim Hendek'te 3 bin kişiyle 10 bin kişiye galip geldiler. Huneyn'de ilk anda sarsıldılar ve fakat kendilerine gelip daha güçlü döndüler.

Çalıştılar, gayret ettiler. Kuzey Afrika'ya ve Güney Fransa'ya kadar, neticede tüm yer küreye "hak" olanı ulaştırdılar. Yorulmadılar, İslam'ı anlattılar.

Medine'de kutlu Nebi'yi (sas) altı ay evinde ağırladı. Hayatı boyunca O'nun (sas) yanından ayrılmadı. Müjdesine nail olabilmek için evinden binlerce kilometre uzakta mücadele ederken, surların dibinde şehit düştü. Bir an olsun "neden buradayım?" diye düşünmedi.

O'ndan (sas) ve arkadaşlarından ilham alanlar, aynı düşünceyle yola devam ettiler. Anadolu önlerinde kendilerinden dört kat büyük orduyla karşılaştılar, gözlerini kırpmadan feda-i can eylediler. Ancak bir kez olsun "Bize ne!" demediler. Böylelikle Anadolu’yu bize yurt yaptılar.  

Var güçleriyle koştular. Anadolu ve Balkanlar kanlarıyla sulandı, ama durmadılar. “Aşılmaz” denilen surları defaatle dövdüler. Usanmadılar, "olmuyor" deyip vazgeçmediler. Sabrettiler, çalıştılar, kendilerini daha da geliştirdiler. Bu sefer genç bir Hakan'ın önderliğinde yeniden yollara düştüler. Bir kez daha "Ya Allah" dediler. Haftalarca göğüs göğüse mücadele ettiler, çok zorlandılar. Surları aşamayınca bırakıp terk etmediler. "Ya İstanbul beni alır ya ben İstanbul'u!" haykırışıyla titreyip kendilerine geldiler ve mücadeleye devam ettiler. Neticede Anadolu'nun fethini, yaklaşık dört asır sonra Konstantinopolis’i İstanbul yaparak taçlandırdılar.

"Artık tamam, her şey bitti" diyerek rehavete kapılmadılar. Avrupa'ya uzandılar, Mısır'ı fethedip hilafeti İstanbul'a taşıdılar. Kıbrıs'ı vatan yaptılar. Bağdat'ı ilim merkezine dönüştürdüler. Bu suretle de canlarını, kanlarını ve mallarını hiçbir karşılık beklemeden feda ederek üç kıta ve yedi iklimde mazluma umut oldular. Lakin geri dönmek akıllarından dahi geçmedi.

Şairin de dediği gibi;

Zannetme ki ecdadın asırlarca uyurdu.

Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu?

Üç kıtada yer yer kanayan izleri şahid,

Dinlenmedi bir gün o büyük şanlı mücahid.

Şüphesiz daha çetin günler de oldu: saldırıya uğradılar, işgale maruz kaldılar ama ümitsizliğe kapılmadılar. Onca entrikaya rağmen Hicaz'a demir yolu yaptılar. "İşimiz zor" deyip bırakmadılar. Modern okullar, günümüze miras kurumlar inşa ettiler.

Boğazlarımıza kastedilip geçilmek istendiğinde taarruz değil, ölüm emri aldılar. Gözlerini kırpmadılar. Önden gidenlerin can verdiklerini gördükleri halde tereddüt etmeden peşlerinden koştular. Hep beraber şehit düştüler, ama düşmana geçit vermediler.

Ulu Hakan Sultan Fatih'ten miras İstanbul'da işgal gemilerini gördüklerinde, umutlarını yitirip günü kurtarma derdinde olmadılar. Bilakis "geldikleri gibi giderler" diyerek irade ortaya koydular.

1071'den beri nesilden nesile tevarüs eden kutlu emanet Anadolu'yu işgalden kurtarmak için ellerindeki tüm imkânları seferber ettiler. Evlerinde, ambarlarında ne varsa cepheye götürdüler. "Yetmedi mi?" diye sormadılar. Üstüne üstlük on dört, on beş yaşlarındaki evlatlarını da kınalayıp yaşlı gözlerle yolcu ettiler, ama tereddüt etmediler.

Yokluk ve yoksulluğu iliklerine kadar gördüler, yaşadılar. Ama çaresizlikten bahsetmediler, aksine Anadolu'yu ayağa kaldırdılar.

İnsanüstü, yüksek ruhlu, iman dolu mücadeleleri ve özverili hayatlarıyla yurt olarak üzerinde yaşadığımız toprakları; dua, tekbir ve tilavetlerle yeni Meclisi açarak da çatısı altında güvenle hayat sürdüğümüz Devleti bize emanet ettiler. Her şeye karşın pes etmediler. Her zorluk karşısında "bir kez daha bismillah" dediler.

Ve bugün...

Onca zorluklarla yaşatılan ve bize emanet bırakılan devletimizin, Cumhuriyet biçiminin 101. yılı.

Kirli odakların tüm saldırılarına ve etrafımızdaki onca kargaşaya rağmen yorulmadan, pes etmeden, ümitsizliğe de rehavete de kapılmadan, günü kurtarma derdine düşmeden, güçlü bir irade, yüksek bir ruh ile çalışmak; gelişmek ve büyümek için usanmadan mücadele etmek, bu suretle de 610’dan 2024’e uzanan kutlu mücadelenin emaneti Devletimizi ve topraklarımızı sonraki nesillere miras bırakmak, şühedanın huzurunda mahcup,  hâkimler hâkiminin huzurunda mahkûm olmamak için bize düşen borç olsa gerek.

Bu toprakları bize vatan, bu devleti bize sığınak yapan ecdadın ve tüm şehitlerin ruhlarının şad olması, Devletimizin ve milletimizin ilelebet payidar kalması temennisiyle…