Abdullah (b. Mes'ûd) (ra) tarafından nakledildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:
“Yalan yere yemin ederek Müslüman bir kişinin malını ele geçiren kimse, Allah'a kavuştuğunda O"nu (kendisine) öfkelenmiş hâlde bulur.”
"عَنْ عَبْدِ اللَّهِ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “مَنِ اقْتَطَعَ مَالَ امْرِئٍ مُسْلِمٍ بِيَمِينٍ كَاذِبَةٍ، لَقِيَ اللَّهَ وَهْوَ عَلَيْهِ غَضْبَانُ
(B7445 Buhârî, Tevhîd, 24)
***
"عَنْ عَبْدِ اللَّهِ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) أَنَّ النَّبِيَّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “مَنْ كَانَ حَالِفًا فَلْيَحْلِفْ بِاللَّهِ أَوْ لِيَصْمُتْ
Abdullah (b. Ömer) (ra) tarafından nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:
“Yemin eden kimse ya Allah (cc) adına yemin etsin ya da sussun!”
(B2679 Buhârî, Şehâdât, 26)
***
"عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “لَوْ يُعْطَى النَّاسُ بِدَعْوَاهُمُ ادَّعَى نَاسٌ دِمَاءَ رِجَالٍ وَأَمْوَالَهُمْ وَلَكِنِ الْيَمِينُ عَلَى الْمُدَّعَى عَلَيْهِ
İbn Abbâs'tan (ra) nakledildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:
“Eğer insanlara sırf iddialarından dolayı haklar verilecek olsaydı, bazı kimseler bazılarının kanlarının ve mallarını(n kendilerinin olduğunu) iddia ederlerdi. Hâlbuki yemin etmek davalıya düşer.”
(İM2321 İbn Mâce, Ahkâm, 7)
***
"إِنَّ أَبَا هُرَيْرَةَ قَالَ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) يَقُولُ: “الْحَلِفُ مَنْفَقَةٌ لِلسِّلْعَةِ مَمْحَقَةٌ لِلْبَرَكَةِ
Ebû Hüreyre'nin (ra) işittiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:
“Yemin, alışverişte kâr getirir (ama) bereketi götürür.”
(D3335 Ebû Dâvûd, Büyû', 6; N4466 Nesâî, Büyû', 3)
***
"عَنْ هَمَّامِ بْنِ مُنَبِّهٍ قَالَ: هَذَا مَا حَدَّثَنَا أَبُو هُرَيْرَةَ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) فَذَكَرَ أَحَادِيثَ مِنْهَا وَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “وَاللَّهِ لَأَنْ يَلَجَّ أَحَدُكُمْ بِيَمِينِهِ فِى أَهْلِهِ آثَمُ لَهُ عِنْدَ اللَّهِ مِنْ أَنْ يُعْطِيَ كَفَّارَتَهُ الَّتِى فَرَضَ اللَّهُ
Hemmâm b. Münebbih, “Bu, bize Ebû Hüreyre'nin (ra) Resûlullah'tan (sas) naklettiği hadislerdir.” diyerek birtakım hadisler zikretti. Onlardan birisinde Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:
“Vallahi birinizin, ailesi hakkında yaptığı bir yemininde ısrarcı olması, Allah (cc) katında (yeminini bozarak) O'nun farz kıldığı kefareti vermesinden daha büyük günahtır.”
(M4291 Müslim, Eymân, 26; B6625 Buhârî, Eymân ve nüzûr, 1)
***
Resûlullah (sas) ashâbı ile birlikte oturuyordu. Arazi konusunda ihtilâfa düşen iki adam Efendimizin (sas) huzuruna geldi. Belli ki bir sıkıntıları vardı. Gelenlerden biri, Kûfe’ye yerleşen şair sahâbî İmruü’l-Kays b. Âbis el-Kindî diğeri ise Hadramevtli Rebîa b. Ibdân idi. Rebîa b. Ibdân hemen söze girdi: "Ey Allah’ın Resûlü! Bu adam, câhiliye döneminde arazimi zorla elimden almıştı." Bunun üzerine Peygamber (sas), "Delilin nedir?" diye sordu. Rebîa b. Ibdân, "Delilim yok!" cevabını verdi. Peygamber (sas), "O hâlde onun yemini gerekir." buyurdu. Bunun üzerine Rebîa b. Ibdân, (muhatabının dinî hassasiyetinin olmadığını ima ederek), "Öyle ise o hemen yemin ediverir!" deyince Resûlullah (sas), "Senin bundan başka bir hakkın yoktur!" buyurdu.
İmruü’l-Kays yemin etmesi gerektiğini anlayıp da ayağa kalkacağı sırada Resûlullah (sas), "Yalan yere yemin ederek Müslüman bir kişinin malını ele geçiren kimse, Allah’a (cc) kavuştuğunda O’nu (kendisine) öfkelenmiş hâlde bulur." buyurdu. Bunun üzerine İmruü’l-Kays o arazinin Rebîa b. Ibdân’a ait olduğunu itiraf etti ve böylece hakikat ortaya çıkmış oldu. Abdullah b. Mes’ûd’un (ra) bildirdiğine göre, daha sonra Resûlullah (sas) Allah’ın Kitabı’ndan buna dayanak olan şu âyeti de okumuştu: "Şüphesiz, Allah’a (cc) verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya, işte onların âhirette bir payları yoktur. Kıyamet günü Allah (cc) onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için elem dolu bir azap vardır."
Yemin, bir olayın doğru olup olmadığını beyan veya bir işin yapılıp yapılmadığını ispat hususunda, kişinin, Allah’ın (cc) adı veya sıfatlarından birini kullanarak Allah’ı (cc) şahit tutması ve böylece sözünü kuvvetlendirmesidir. Verilen sözü kuvvetlendirmek için o sözü Yüce Yaratan (cc) ile ilişkilendirmektir. Verilen söze uyacağına dair Allah’ı (cc) şahit ve vekil kılmaktır. "Antlaşma yaptığınız zaman, Allah’ın ahdini yerine getirin ve Allah’ı üzerinize şahit tutarak pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın. Şüphesiz Allah (cc), yaptığınız şeyleri hakkıyla bilir." âyeti tam da bu duruma işaret eder. İşte bu nedenle yemin eden, sözünde durmadığında, söz verdiği şey ile Allah’ın yüce isimleri arasında kurduğu bu ilişkiyi koparmış sayılır. O, verdiği söze şahit olarak gösterdiği Cenâb-ı Hakk’ın (cc) saygınlığını hiçe saymış olacak, "Yeminlerinizi tutun!" buyuran Rabbine karşı takındığı bu umursamaz tavırdan ötürü de cezayı hak edecektir.
Yemin olgusu, önceki semavî dinlerde ve eski dönemlerde de hep üzerinde durulan bir konu olmuştur. Tevrat’ta yemin ile ilgili birçok atıf bulunmakta, yeminlerin Allah (cc) adına yapılması gerektiği belirtilmekte, yalan yere yemin etmenin yasak olduğu vurgulanmaktadır. İncil’de ise genel anlamda yemin etmekten kaçınılması gerektiği vurgulanmaktadır. Yeminin son derece önem taşıdığı câhiliye şiirlerinde de birçok yemin ifadesinin yer aldığı görülmektedir. Tek Allah inancına sahip olan hanîfler Allah’ın gücü ve kudretine yemin ederken; putperestler daha çok kutsal gördükleri değerlere, putlara, ata ve babalarının adına yemin etmişlerdir.
Yapılacak işlerde ‘Allah’ın şahit tutulması’ demek olan yeminlerde, şirk unsurları yer almamalıdır. Bu nedenle Allah Resûlü (sas), câhiliye döneminde yaygın olan putlar, atalar ve babalar üzerine yemin etme âdetini kesin bir şekilde yasaklamış, yemin edecek kişinin Allah’ın adını vererek yemin etmesi gerektiğini belirtmişti. O (sas), yeminin sadece Allah (cc) adına veya O’nun sıfatlarından birisi ile yapılabileceğini vurgularken, tevhid inancının her şeyin üstünde olduğu gerçeğini yerleştirmeye çalışıyordu. Özellikle, "Şöyle yaparsam kâfir olayım." gibi yeminler hakkında, "İslâm dini dışında herhangi bir din ve inanç üzerine kasten ve yalan yere yemin edenin, dediği gibi olacağı" uyarısında bulunmaktaydı. Böylece putperestlik kültüründen yeni kurtulmuş olan İslâm toplumunda, aslî unsurun tevhid inancı olması gerektiğini zihinlere yerleştirmek istiyordu. Câhiliye döneminde yaygın olan ‘emanet üzerine yemin etme’yi de bu çerçevede değerlendirmiş ve "Emanete yemin eden bizden değildir!" buyurmuştu.
Kısacası Peygamber Efendimiz (sas), Allah’ın zâtı dışında toplum tarafından değer verilen, önemsenen hiçbir şeye yemin edilemeyeceğini bildiriyordu. Allah Resûlü (sas) bu anlayışı pekiştirmek için uygun olmayan yeminlere ânında müdahale ederek yemin konusunda yeni bir anlayış oluşturuyordu. Nitekim oğlu Abdullah’ın anlattığına göre, Ömer b. Hattâb (ra), Peygamber Efendimizle (sas) beraber yaptığı bir yolculukta konuşması sırasında câhiliye döneminde yaptıkları gibi ‘babası üzerine’ yemin etmişti. Onun bu yeminini işiten Allah Resûlü (sas) oradakilere şöyle seslendi: "Bilin ki! Allah (cc), babalarınız üzerine yemin etmeyi yasaklamıştır. Yemin eden kimse ya Allah (cc) adına yemin etsin ya da sussun!" Bunun üzerine Hz. Ömer (ra), "Vallahi Resûlullah’ın bunu yasakladığını duyduktan sonra, babam üzerine ne kendim yemin ettim, ne de böyle bir yemini naklettim." diyecekti.
Allah Resûlü’nün (sas) babalara, atalara yemin edilmemesi gerektiği hususundaki emirleri çok kesindir ve farklı bir anlam yüklenmeyecek kadar açıktır. Ancak Peygamber Efendimizin (sas), az da olsa muhataplarının babaları üzerine yemin ettiği rivayet edilmiştir. Allah Resûlü’nün (sas) nadiren kullandığı bu tarz yeminlerin, Allah’ın isim veya sıfatları dışında başka bir şey üzerine yemin etmenin yasaklanmasından önce söylenmiş olması ihtimal dâhilindedir.
Yüce Allah (cc), Kur’ân-ı Kerîm’de yemin unsurunu sıklıkla kullanmış ve bazen kendi zâtı, bazen de çeşitli zaman ve mekân isimleri, ay, güneş, yıldız gibi yarattıkları ve insanoğluna verdiği bazı nimetleri üzerine yemin etmiştir. Özellikle Mekke’de nâzil olan âyetlerde söze daha fazla inandırıcılık kazandırması ve muhataba güven vermesi açısından yemin kalıplarına daha fazla yer verilmiştir. Hatta Allah Teâlâ’nın (cc), hakikatleri anlatırken Resûlü’nün de yemin etmesini istemesi dikkat çekicidir. Bu nedenledir ki Peygamber Efendimiz (sas) çeşitli vesilelerle Allah’ın adını kullanarak yemin etmiştir. "Kalpleri evirip çeviren Allah’a (cc) yemin ederim ki..." "Muhammed’in varlığını elinde tutana yemin ederim ki...", "Varlığımı elinde tutana yemin ederim ki..." veya "Ebu’l-Kâsım’ın varlığını elinde tutana yemin ederim ki..." gibi yemin kalıpları, onun en çok kullandığı yeminler arasında idi.
Allah Resûlü (sas), kendisine intikal eden ihtilâflı konuları çözmek için öncelikli olarak taraflardan delil sunmalarını veya şahit getirmelerini isterdi. Ancak bazen delil veya şahit bulunmayabiliyor veya yetersiz kalabiliyordu. İşte böylesi nadir durumlarda, iddia sahibinin isteğine bağlı olarak karşı tarafa yemin ettirirdi. Fakat Allah (cc) adına yemin etmenin sorumluluğunu bilmeyen bazı davacıların, hedefine ulaşabilmek için kolayca yalan yere yemin etmesi de mümkündü. Allah Resûlü (sas) böyle kimseleri, "Kim Müslüman bir kişinin hakkını (yalan) yeminiyle kendine alırsa, Allah (cc) ona (cehennem) ateşini vacip kılar, cenneti de haram eder!" sözleriyle uyarıyordu. Bu sözü duyan sahâbeden biri, "Az bir şey de mi olsa, yâ Resûlallah?" diye sorunca, Resûlullah (sas), "Bir misvak ağacının dalı da olsa böyledir!" buyurmuştu. İşte böylesi kimselerin yemin ederek insanlardan haksız taleplerde bulunabileceği ihtimaline karşılık Efendimiz (sas), "Eğer insanlara sırf iddialarından dolayı haklar verilecek olsaydı, bazı kimseler bazılarının kanlarının ve mallarını(n kendilerinin olduğunu) iddia ederlerdi. Hâlbuki yemin etmek davalıya düşer." buyurmuştu.
Günlük hayatta yemin, en fazla alışveriş sırasında daha çok kâr etmek, müşterinin dikkatini çekmek veya onu yanıltmak için kullanılmaktadır. Böyle durumlarda yemin, satıcıya kısa vadede belli bir kazanç sağlasa da, ticarette olması gereken dürüstlük ve itimat gibi değer ve prensipleri zedelemektedir. Bunun için ticaret erbabının güvene dayalı davranış sergilemesi, işin sürekliliği açısından ve ahlâkî yönden kendilerine daha fazla yarar sağlayacaktır. Peygamber Efendimiz (sas), "Yemin, alışverişte kâr getirir (ama) bereketi götürür." derken, yeminin sahibine sağlayacağı kârın aslında sayısal çokluk olduğunu hatırlatır. Oysa hakikatte olması gereken, helâl kazanç ile yetinme, gönül huzuru, kanaatkâr olma gibi duyguların köreltilmemesidir.
Ticaret yaparken müşterilerini aldatanların âhirette ceza göreceklerini anlatan Hz. Peygamber (sas), Allah’ın (cc) kıyamet günü yüzlerine bakmayacağı ve arındırmayacağı üç grup insan arasında malını ikindiden sonra pazara çıkarıp, "Kendisinden başka ilâh olmayan Allah’a (cc) yemin ederim ki, bu mala şu kadar para verdim." diyerek yalan yeminle müşterisini aldatan kişiyi de saymıştır. Ardından daşu âyeti okumuştur: "Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya, işte onların âhirette bir payı yoktur. Allah (cc), kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için elem dolu bir azap vardır."
Meşru ve makul bir ölçü içerisinde Allah adına yapılan yeminler ise saygı ile karşılanmalı ve gereği yerine getirilmeye çalışılmalıdır. Hayırlı bir işi yapmaya davet etmeye, muhatabı teşvik etmeye ve güzellikleri yaymaya yönelik olan yeminlerin gereğine katkıda bulunmak, muhatabı rahatlatmak açısından önemlidir. Berâ’ b. Âzib’in, "Peygamber (sas), bizlere yemin eden kimsenin yeminini kabul etmemizi emretti." sözü bu hususa işaret etmekteydi. Peygamber Efendimiz (sas), Allah (cc) adına yapılan yeminlerin önemsenmesi gerektiğini Hz. İsa’nın (as) başından geçen şu olayla anlatıyordu:
Bir gün Meryem oğlu İsa (as), hırsızlık yapan birini görmüş ve ona, "Bir şey mi çaldın?" diye sormuştu. Adam, "Kendisinden başka ilâh olmayan Allah’a yemin ederim ki çalmadım!" diye cevap vermişti. Hz. İsa (as) adamın bu şekilde yemin ettiğini görünce, "Ben, Allah’a inandım ve kendi gözümü yalanladım!" demişti. Aslında Hz. İsa (as), gözüyle gördüğü durum ile kulağıyla işittiği yemin arasında tercih yapmak zorunda kaldı. O, kendi gözünü yalanlamayı tercih etti. Neticede bir beşer olarak gözünün yanılması da mümkün olabilirdi. Belki de bu durumun üzerini örtüp cezasını Allah’a (cc) havale etmek ve o kişiye ibret alması için bir fırsat vermek Hz. İsa’ya (as) daha uygun görünmüştü. Sonuçta, Allah adına yemin etmenin ne denli önemli olduğunu farklı bir şekilde ortaya koymuştu.
Yemin, muhatabın şüphe ve tereddüdünü gidermek, onu ikna etmek amacıyla ihtiyaç hâlinde başvurulabilecek bir vasıta olup, aynı zamanda kişinin kararlı oluşunun bir işaretidir. Gündelik hayatta birtakım yararlar sağlarsa da, alışkanlık hâline getirip sürekli yemine başvurmak, yeminin gücünün kaybolmasına neden olabilir. Ayrıca Allah’ın ismini veya vasıflarını her olayda tanık göstermek, olur olmaz zamanlarda yemin etmek, O’nun zâtına karşı da bir saygısızlık olur. Bununla birlikte inananların zihinlerinde, verilen bir yeminin gereğinin yerine getirilememesi yoğun bir pişmanlık oluşturur ve günah işlediği hissini geliştirir. Bundan dolayı Efendimiz (sas), "Yemin ya bozulmayla veya pişmanlıkla neticelenir." buyurarak, yeminde ısrar edilerek pişman olmaktansa, hayra vesile olacaksa yeminin bozulmasını tavsiye eder.
Peygamberimiz (sas) özellikle ısrar ve zorlama anlamına gelebilecek durumlarda, "Allah andı veya yemin verilmesini" de istemezdi. Bir vakit adamın biri Resûlullah’a (sas) gelerek, "Yâ Resûlallah! Ben bu gece bir rüya gördüm." deyip rüyasını anlatmaya başlar. Bu arada Hz. Ebû Bekir (ra) rüyayı tabir eder. Sözü bittiğinde Peygamber Efendimiz (sas), "(Yorumunun) bir kısmında isabet ettin, bir kısmında da hata ettin." buyurur. Hz. Ebû Bekir (ra), "Babamın başı üzerine sana yemin ederim ey Allah’ın Resûlü (sas), hata ettiğim kısmın ne olduğunu bana söyler misin?" deyince Resûlullah (sas), "Yemin etme!" buyurur. Bu vesile ile Resûl-i Ekrem (sas), olur olmaz zamanlarda yemine başvurulmamasını ve bu konuda itidal içerisinde davranılmasını hatırlatmış, muhatabın sabrının ve tahammülünün zorlanmaması gerektiğini vurgulamıştır.
Yemin etme ihtiyacı duyulduğu zaman ise son noktanın konulmaması, ikinci bir ihtimalin hesaba katılarak hareket edilmesi, yeminin doğuracağı sorumluluğun hafifletilmesi açısından önemlidir. Bu konuda Allah Resûlü (sas), "Yemin edip de (inşallah yani "Allah dilerse" diyerek) istisna yapan (ihtiyat payı bırakan) kimse, isterse yemininden döner, isterse yemininin gereğini yerine getirir. O kimse bu durumda günaha girmiş olmaz." buyurmuştur. Böylece o, dönüşü olmayan kesin kararlar vermek yerine, ihtimalleri düşünerek hareket edilmesini tavsiye etmiştir.
Asıl gayesi hakikatin ortaya çıkarılması olan yeminlerin, birtakım güzellikleri ve hayırlı işleri yapmaya engel kılınması, "Yeminlerinizden dolayı Allah’ı (O’nun adını), iyilik etmenize, O’ndan sakınmanıza ve insanların arasını düzeltmenize engel kılmayın. Allah işitir ve bilir." âyeti ile Allah (cc) tarafından yasaklanmıştır. Böyle bir olay Hz. Ebû Bekir’in (ra) başından geçmişti. O, kızı Hz. Âişe’ye (ra) iftira atıldığında (İfk Hadisesi’nde), iftira olayına karışanlardan biri olan Mistah’a fayda getirecek hiçbir şey vermeyeceğine dair yemin etmişti. Bunun üzerine şu âyet nâzil oldu: "İçinizden fazilet ve servet sahibi kimseler, akrabaya, düşkünlere ve Allah (cc) yolunda hicret edenlere (kendi mallarından bir şey) vermeyeceklerine yemin etmesinler. Onlar affetsinler, vazgeçip iyi muamelede bulunsunlar. Allah’ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah (cc), çok bağışlayandır, çok merhamet edendir." Hz. Ebû Bekir (ra) bu âyet indikten sonra, "Evet vallahi, ey Rabbimiz bizi bağışlamanı elbette isteriz." demiş ve Mistah’a yeniden yardım etmeye başlamıştı.
Allah Resûlü (sas) de, "Allah’a isyan, akrabalık bağlarını koparma ve sahip olunmayan bir mal ile ilgili yemin edilmez." sözleriyle, yeminlerin hayırlı işlerin önünde engel olmasının doğru olmadığını ifade etmiştir. Bu tavsiyeleri duyan sahâbe de gereğini hayatlarına uygulamaya çalışmışlardır.
Bir gün adamın biri cömertliği ile meşhur sahâbî Adî b. Hâtim’e gelerek biraz harçlık ister. Adî, "Bende zırhımla miğferimden başka sana verebileceğim bir şey yok, aileme yazayım da onlar sana harçlık versinler." der. Adam bu teklife razı olmayınca Adî kızar ve "Vallahi, sana hiçbir şey vermiyorum!" der. Bunun üzerine pişman olan adam, Adî’in ailesinden harçlık almaya razı olur. Adî b. Hâtim, yemin etmiş olduğu hâlde adama yardımda bulunmayı kabul eder ve Adî, "Vallahi eğer Resûlullah’ın (sas), "Bir kimse bir şeye yemin eder de sonra Allah için ondan daha makbul bir şey görürse, hemen onu yapsın!" buyurduğunu işitmiş olmasaydım yeminimi bozmazdım." der.
Yemin aslî hüviyetini kaybedince, inatlaşmaya ve güzelliklerden kaçışa vesile olur. Tâbiûndan Zehdem b. Mudrib tanık olduğu bir olayı şöyle anlatır:
Sahâbeden Ebû Musa el-Eş’arî’nin (ra) misafiri idik. Sofrayı getirtti. Yemekte tavuk eti vardı. Bu arada Benî Teymillâh kabilesinden beyaz tenli, mevâlîye benzeyen biri geldi. Ebû Musa onu yemeğe buyur etti. Fakat adam gelmek istemedi. Ebû Musa adamı ikinci defa buyur ederken misafirin tereddüdünü gidermek amacıyla, "Ben Resûlullah’ı (sas) tavuk eti yerken gördüm." deyince, adam neden gelmediğini açıkladı: "Ben bir tavuğun bir şeyler yediğini gördüm, iğrendim ve bir daha tavuk yememeye yemin ettim." dedi. Bunun üzerine Ebû Musa şunları söyledi: "Gel de sana bununla ilgili bir olay anlatayım. Ben, Eş’arîlerden bir grup ile Resûlullah’tan (sas) yüklerimizi taşıyacak binit istemeye gitmiştim. Allah Resûlü (sas), "Vallahi size binit veremem, zaten bende size verecek binek hayvanı da yok." buyurdu. Allah’ın dilediği kadar bir müddet bekledik. Bu arada Resûlullah’a (sas) ganimet develeri getirildi. Ardından bizi çağırdı ve bize beyaz hörgüçlü beş deve verilmesini emir buyurdu. Yola koyulduğumuz zaman birbirimize, "Resûlullah’a (sas) yeminini hatırlatmadığımız için bu malların bereketini göremeyiz." dedik. Hemen kendisine geri döndük ve "Yâ Resûlallah! Binit istemek üzere sana geldiğimizde veremeyeceğine dair yemin ettin sonra da verilmesini istedin. Yeminini mi unuttun yâ Resûlallah?" deyince, Peygamber Efendimiz (sas), "Vallahi ben, Allah (cc) diler de bir şeye yemin edip ardından daha hayırlısını görürsem onu yapar, yeminimi de (kefaretle) helâl kılarım. Yolunuza devam edin. Size binecek (develeri) ancak Yüce Allah (cc) verdi." buyurdu."
Özellikle aile birliğinin aleyhine olabilecek durumlarda, kefaret karşılığında, yeminden dönme imkânı verilmiştir. "Vallahi birinizin, ailesi hakkında yaptığı bir yemininde ısrarcı olması, Allah (cc) katında (yeminini bozarak) O’nun farz kıldığı kefareti vermesinden daha büyük günahtır." buyuran Hz. Peygamber (sas), yeminlerin hayra ve hizmete engel olmaması gerektiğini hatırlatır. Bu gibi durumlarda yeminden dönmek daha güzeldir. Örneğin, eşine yaklaşmamaya yemin eden (îlâ) bir kişinin yemininden dönüp kefaret vermesi hâlinde evliliğe devam etmesi uygun görülmüştür.
Yeminlerin bozulması hâlinde verilecek kefaretin miktarını da yine Allah Teâlâ (cc) belirlemiştir: "Allah (cc), kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun da kefareti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hâllisinden on fakire yedirmek yahut onları giydirmek yahut da bir köle azat etmektir. Bunları bulamayan üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizin kefareti işte budur. Yeminlerinizi koruyun (onlara riayet edin). Allah (cc) size âyetlerini açıklıyor; umulur ki şükredersiniz!" Kefaret, kasıtlı, bilinçli yapılan yeminlere karşılık verilir. Hz. Âişe (ra), "Allah (cc), kasıtsız olarak ettiğiniz yeminlerle sizi sorumlu tutmaz..." âyetinin, insanların "Hayır vallahi!" veya "Evet vallahi!" gibi ağızlardan öylesine çıkan sözleri hakkında indiğini belirtmiştir. Buradan, insanın unutarak, dil sürçmesiyle, alışkanlık veya yanlışlık sonucu, "Vallahi, billahi" gibi sözler söylemesinin kefaret gerektirmediği anlaşılmaktadır. Ancak insanların, özellikle de çocukların yemin konusunda eğitilmeleri son derece önemlidir. Verilecek eğitimde yeminin mahiyeti, önemi konusunda telkinde bulunulması, güven esaslı örnek davranışlar sergilenmesi, ileriki yaşlarda gereksiz yere yemin etmeyi önleyecektir. Tâbiîn döneminin önemli âlimlerinden İbrâhim en-Nehaî’nin, "Küçükken Allah (cc) adını vererek şahitlik ettiğimizde ya da yemin ettiğimizde büyüklerimiz bizleri döverdi." ifadeleri, konunun ilk dönemlerden itibaren önemsendiğini göstermektedir.
Câhiliye döneminde var olan ve bir bölgede işlenmiş faili meçhul cinayetlerde katili tespit etmek veya maktulün diyetine hükmetmek amacıyla bölge halkından elli kişiye başvurularak yapılan ‘kasâme yemini’ni Peygamber Efendimiz (sas) de kabul etmiş ve onu tevhid inancına göre yeniden düzenleyerek çeşitli davalarda uygulamıştı. Böylece, tarafların özel anlamda yemin etmesini sağlayan kasâme ile toplumda can güvenliğinin sağlanması, ortak sorumluluk bilincinin güçlenmesi, cinayet zanlılarının haksız töhmetten kurtulması, maktulün yakınlarının acısının hafifletilmesi, adaletin gerçekleşmesi ve kamu vicdanının rahatlatılması gibi önemli işlevler icra edilmiştir.
Sonuç olarak İslâm öncesinden beri var olagelen yemin olgusu, Hz. Peygamber (sas) döneminde delil ve şahitlerin olmadığı, ihtilâfların çözümü esnasında başvurulan yöntemlerden biri olmuştur. Günlük hayatta insanlar arası ilişkilerde de genellikle karşılaşılan bu olgu, muhatabı ikna etme, onun şüphe ve tereddütlerini giderme bakımından yemin sahibini vicdanî ve ahlâkî bakımdan sorumluluk altında bırakmaktadır. Dolayısıyla yemin eden kimsenin Allah’ı kendisine şahit kılmasının ciddiyetiyle hareket etmesi, olur olmaz her şey için Allah’ın adını kullanmaması gerekir. Zira bilerek yapılan yeminlerin bozulması hâlinde, kişinin kefaret ödemesi lâzımdır.
Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam