Kabre konulmuş kişi, yalnız değildir; Münker ve Nekir adında iki melek gelir. Bu melekler, Peygamber Efendimiz hakkında soru sorar: "Şu zat hakkında ne dersin?" Mümin kişi, dünyada olduğu gibi, yine iman dolu sözlerle cevap verir: "Allah'ın kulu ve resulüdür." Bu cevabı işiten melekler, onun doğruyu söylediğini bilmenin huzuruyla kabrini aydınlatır ve genişletir. O an mümin, huzurun doruğunda, sevdiklerine haber vermek ister. Ancak melekler ona, "Uyu, sevgilinin uyandıracağı bir damat gibi, bir gelin gibi uyu, yeniden diriltilinceye kadar," diyerek müjdeler. Mümin, kabirde huzur içinde, tıpkı bir düğün gecesini bekleyen damat gibi, uyuyarak bekler mahşer gününü.

Ancak, imanını dilde taşıyan ama kalbine indirmeyen münafık için durum pek de iç açıcı değildir.

Aynı soru ona da sorulur, fakat cevap belirsizlik ve tereddüt doludur: "İnsanların dediklerini duyunca ben de benzer şeyler söyledim. İşin doğrusu o peygamber mi değil mi bilmiyorum." Bu cevapsızlık, kabrini daraltır, sıkıntı ve azap dolu bir mekâna dönüştürür. Kaburga kemikleri birbirine geçecek kadar sıkıştırılır ve mahşer gününe kadar azap içinde kalır.

İşte, kabir hayatı böyle başlar; kimisi için huzurun, kimisi için ise azabın başlangıcıdır burası. Bu kısa ama çarpıcı dönem, insanın dünyada yaptığı seçimlerin ve yaşadığı hayatın bir sonucudur.